3 Ekim 2011 Pazartesi

Bu kadarına da PES yahu!

TBMM açılışı öyle bir kâbusa dönüştü ki; acımasız teröristleri allayarak, pullayarak, yakararak ve vaatlerde bulunarak meclise taşımaları yetmiyormuş gibi, bir de teröre karşı tavırlarını sürdüreceklerini beyan etmeleri, siyaseti, adaleti ve insanlığı doğrayan bir pespayeliktir.

Devlet ve siyasi partilerin güttükleri milleti, adaleti ve insanlığı aşağılayıcı politikalar, özü yitirip maskelere bürünmemize neden olmuştur.

Terör Örgütü BDP’yi makamında defalarca ağırlayarak meclise girmesi ve taraf olmasının bayraktarlığını yapan Cumhurbaşkanı Gül; “Devletin birliği ve bölünmez bütünlüğü, temel siyasi perspektifimiz ve tartışmaya açık olmayan ilkemizdir. Terörün hiçbir haklı gerekçesi olamaz. Hiçbir şekilde, devletin bütünlüğüne ve milletin varlığına dönük saldırılar, bir hak arayışı olarak sunulamaz. Terör, zerre kadar müsamaha gösterilmeyecek, yok edilmesi gereken bir beladır. Terör hiçbir davaya hizmet etmez, edemez. Tam tersine bir dava teröre bulaştığı anda, ne söylerse söylesin onunla mücadele etmenin yolu bellidir. Terör iklimini yaymaya çalışanlar, teröre karşı net tutum takınmayanlar, en büyük zararı kendilerine verirler. Bu nedenle ülkemiz, terörle mücadeleyi en etkin yollarla ve tereddütsüz sürdürecektir “ açıklaması, apaçık bir çelişki ve gösteridir.

Cumhurbaşkanı Gül, bir taraftan sözde bölücü diye nitelendirdiği terör örgütünün aralarında kadınların ve bebeklerin de bulunduğu masum insanları hedef alan saldırılarının “insanlık adına utanç verici cinayetler” olduğunu, “fikri, zikri, partisi ne olursa olsun herkesin şiddetle telin etmesi, en azından insanlığa karşı bir namus borcudur” açıklamalarını yaparken; diğer taraftan terör örgütü BDP’yi vazgeçilmez bir muhatap kabul ederek, müzakereye oturtup uzlaşma arayışlarını sürdürebilmesi, eşine rastlanmayacak bir riyadır.

Madem terörün hiçbir haklı gerekçesi olamayacağını; hiçbir şekilde, devletin bütünlüğüne ve milletin varlığına dönük saldırıların bir hak arayışı olarak sunulamayacağını; teröre zerre kadar müsamaha gösterilmeme gerekliliğini vurgulayarak yok edilmesi gereken bir bela olduğunu beyan ediyor; BDP ile olan ilişki ve işbirliğinin anlamı nedir?

Her şehit haberi aldıklarında köşklerinin matem yerine dönüştüğünü iddia eden Gül, nasıl oluyor da o şehit katillerini ısrarla davet ederek, izzet ve ikramla ağırlayabiliyor? Terörün vicdanı yok ama teröristleri ağırlamanın vicdanı var mıdır?

BDP, PKK, KCK gibi birçok namla örgütlenerek önüne geleni kıyanların bir terör örgütü mü yoksa savaşan bir fraksiyon mu oldukları karmaşasını bizzat devlet oluşturmuştur. Ancak ortaya çıkan sonuç; milletçe terörist olarak bilinen söz konusu örgütün hakları uğruna mücadele eden direnişçiler olduğu meşruiyetini dolaylı da olsa onaylayan devlet, milletin alışabilmesi için hem nalına hem de mıhına vurmaktadır. Öyleyse terörist olarak kimden bahsedilmekte ve kim kastedilerek terörle mücadeleden söz edilmektedir? İfade edilen terör iklimini yayanın BDP olduğu aşikârken; teröre karşı net tutum takınması gereken başta Cumhurbaşkanı Gül değil midir? Sözüyle davranışları birbirine tamamen zıt bir Cumhurbaşkanına kim itimat edebilir?

Güya teröre yardım yaptıkları gerekçesiyle cambaz misali milleti dışa baktıran iktidar, aslında terör örgütüne yardım yapanın ta kendisi olduğunu gizlemeye çalışmaktadır. BDP’li belediyelere para aktaran devlet değil midir? O belediyeler, devletin güvenlik güçlerine karşı her türlü eylemi gerçekleştirmiyorlar mı? Teröristlere lojistik destek sağlayıp yardım ve yataklık yapmıyorlar mı? Teröristlere aş, iş, maaş sağlayıp, devletin tüm olanaklarını peşkeş çekmiyorlar mı? BDP’nin varlık amacı, barış ve demokrasi adına katillerini meşru zemine taşımak değil mi?

Eğer bir ülkede cirit atan isyancılara dış yardım yapılabiliyorsa, o ülkede denetimi sağlayan bir devlet yok demektir. Esasen topraklarında teröre neden olan devletin desteği olmaksızın o terör örgütünün güçlenebilmesi ve tehdit oluşturabilmesi mümkün değildir.

Açıkça anlaşılacağı üzere terörle mücadele yapılmamakta, devlet ile pkk arasında bir tatbikat sürmektedir. Zaten Apo ve BDP arasındaki müzakereler de ihanetsi tatbikatın metotlarından ibarettir. Ciddi bir görüntü kazandırabilmek için, her iki taraftan sayılı kayıplar verdirilmekte, ancak ne halk ne de canlarını feda edenler olayın içyüzünden bihaberdirler.

Ayrıca Cumhurbaşkanı Gül, teröristlerin yargılandığı mahkemeleri eleştirircesine; “Aşırı iş yükü tutukluluğunun cezaya dönüşmesine sebep oluyor” açıklamasıyla yandaş bir kayırım üslubu kullanıp, maalesef Cumhurbaşkanı kanalıyla yargının bağımsızlığı ve güvenirliliği ayaklar altına alınmaktadır. Acaba hâkim ve savcılar, hukukun dışına çıkabilen önyargılı despot ya da vicdansızlar mı ki, yoğunluklarından dolayı suçluların tutuklu kalmalarını sağlıyorlar? Çok kapsamlı ve sürekli yeni delillerin ortaya çıktığı davalarda yargılananların büyük bir çoğunluğu müebbet hapisle suçlanırlarken; neden rahatsızlık duyulabilmektedir?

Şüphesiz ki hukukun insan hayatı ve onurunu el üstünde tutma misyonuna hiç kimse karşı gelemez. Ancak “insan” olarak vasıflandırılanlar masum halk mı yoksa o halkı katleden, provoke eden ve kurdukları suç örgütleriyle mal ve canlarına kasteden azgınlar mı? Hangi savcı ve hâkim, önünde kanıt olmadan günahsıza suçlu muamelesi yapabilir, nefsi duygular ve tercihlerle bir tutuklamada bulunabilir? Haktan ve adaletten yana vicdanlarının sesini dinleyen savcı ve hâkimleri töhmet altında bırakarak tutuklu şöhretlilerin lehinde baskı uygulamaya çalışan Cumhurbaşkanı Gül, makamının gereği halkın hisleri doğrultusunda şahitlik etmediğinden suçlular cesaretlenmekte, fitne ve olayların önüne geçilememektedir.

Sözde yargının adaletli davranmadığı yönünde yaygın bir kanaat oluştuğuna dair suçluların sözcülüğünü yapan Cumhurbaşkanı Gül, bilmelidir ki olmayan vicdanlarda kapanması zor yaralar açılamayacağıdır. Kimi çevrelere hoş görünebilmek için azılı suçluları değil de 75 milyonu önemsemesi gerekmez mi? Ancak pkk sorununu Kürt sorunu olarak dayatan bir Cumhurbaşkanının dan başka nasıl bir tavır beklenebilir?

Adaletin vuku bulabilmesi için her türlü tehdide göğüs gererek onurlarıyla görev yapan yargı mercilerinin gösterdikleri özeni, keşke Cumhurbaşkanı Gül’de duyabilseydi, ortada tek bir terörist kalmazdı…

Hukuk ve adalete yargı gölge düşürmemiş ama Cumhurbaşkanı Gül’ün kapkara bir gölge düşürdüğü tartışılmazdır.

Cumhurbaşkanı Gül’e yanıtlaması için soruyorum: Acaba BDP’yi kucaklamak ve asla iflah olmaz suçluları salıvermekle mi devletimize sahip çıkacak, devletimizi köşeye sıkıştırmaya veya zafiyete düşürmeye çalışan tertipler bertaraf edilebilecek?

Şehit ve terörden canlarını yitirenlerin yakınları, cenaze törenlerine başta Cumhurbaşkanı Gül olmak üzere ne hükümet üyelerinin ne milletvekillerinin ne de siyasi parti üyelerinin bulunmalarına fırsat vermemeleridir. Unutmamalıdırlar ki terörü meşrulaştıran doğrudan onlardır.

Apo adlı tohumu İmralı’da yeşerterek Türkiye’de kök salmasını temin eden ziraatçı devlettir.

Hiç yorum yok: