Nasıl hesap vereceksin?
Öncelikle yanlışı ortaya koyarken cemaatteki ihlâslı müminlerin hatırına sert ve kırıcı bir üslup kullanmamaya dikkat edecek, vahye aykırı bir yaklaşımım var ise eleştirmelerini, aksi takdirde önderlerini kollama amaçlı tavırların şirke götürebileceğini hatırlatmak isterim. Ana ve babamın aleyhine dahi olsa adaletle şahitlik etmem emrolunduğundan, iman etmiş kimselerin de aynı hassasiyeti taşımaları İslam’ın bir hükmüdür.
Pazar akşamı atv adlı kanalında “New York’ta beş minare” filmini izlediğimde, söz konusu filmin senaryo, kurgu ve prodüksiyon dahil arkasında Fetullah Gülen olduğu öyle aşikârdı ki, dinler arası diyalog daha da ileri taşınarak bütünleştirilmiş; İslam’ın bir cihad dini değil hümanist bir kültür ve ibadet olduğu propagandasıyla cihad ehlini teröristlikle suçlamaları, Amerika mandası altında yaşamayı onur telakki edenlerin nasıl münafık olduklarını bir kez daha perçinleştirmiştir.
Allah dileseydi safları kesin hatlarla çizmez, kendileri gibi dini bir bütünlük ve kardeşlik çerçevesi içinde cihadı emretmeyerek, Allah ve Resulüne karşı savaşanları düşman ilan etmezdi. Allah’ın ayırdığı safları Gülen mi birleştirecek?
Kemalistlerin tepkilerinden dolayı bir Müslüman duyarlılığıyla eleştirilerimden uzak tutmaya hatta yeri geldiğinde savunmaya çalıştığım Gülen Hocayı, Peygamberimizin “Münafık, kâfirden yetmiş kez daha tehlikelidir” hadisinden dolayı tahribatını engelleyebilmek gayesiyle hatalarını hediye etmek ve müminleri uyarmak adına uzaklaştığı vahye yaklaştırmanın kaçınılmaz bir görev olduğu bilinciyle üzerine gitmekteyim. Yanlışta olan kim olursa olsun İslam adına korunup kollanamaz, tolerans gösterilemez ve kabul edilen bir yanlışın nasıl zehre dönüşerek toplumu mahvedeceği gerçeği dünyalık hesaplar uğruna geçiştirilemez.
Fetullah Gülen ve düzen işbirlikçilerinin vahiy karşıtı düşünce ve davranışları ile geçici dünya menfaatleri uğruna ayetlere bedel biçmeleri Müslümanların iğfaline neden olmakta, tıpkı Kurtuluş mücadelesinden farksız bir bilinçle tehlikeleri bertaraf edilmelidir.
Gülen cemaatinin, cemaate katılmadan önce İslam iken nasıl putperestliğe dönüştüklerine en önemli kanıt; Sakarya Üniversitesi İlahiyat Profesörlerinden Faruk Beşer’in ‘Fetullah Gülen Fıkhını Anlamak’ adlı kitabındaki; “Benim gözümde o, ‘vahidü dehrih’ (zamanın biriciği) ve ‘feridü asrih’ (asrın teki)dir. Ya Rab! Benim sağlığımdan al ve onun sağlığına kat." diye yakarabilmesidir. Eğer bir ilahiyat profesörü, Fetullah Gülen’in yoluna kurban olabilecek bir idole saplanabilmiş ise, sıradan cemaatin haleti ruhiyesini takdirlerinize bırakıyorum.
Her ne kadar Fetullah Gülen’in böylesi şirksel bir tapınmayı reddettiği bilinse de, cemaatine tevhid inancını yerleştirememesinin sonucu tanrısal bir seviyeye yüceltilmesi, ruhsal olan Allah’ın ve İslam’ın anlaşılamamasındandır. Şeytan gibi Kur’an ilmine vakıf, ancak iman edememiş bir ilahiyatçının nasıl olup da döndürülebildiğinin en somut kanıtı, şeytanın ‘bir bilgiye’ göre saptırılma sürecinde açıkça izah edilmektedir. Pof. Beşer’in söz konusu kitabı ve ifadeleri okuyucu ve dinleyicilerini zehirlemekte, tıpkı Kemalist veya Hıristiyanlar misali tabulaştırmasının şirksel iknası putperestliğe yol açmaktadır.
Allah, tevhid sürecinin iyice anlaşılabilmesi için öylesi bir yaradılışla iyi ve kötünün ayırımsı örneklendirmesini yapmış ve zerre kadar taviz vermeksizin sınırları çizmiş ki, ilimle donattığı kulu şeytanı cennette ikame ettirirken ebedi cehenneme sürükleyen sebepleri yaratmış, dolayısıyla ne ilmi ne de cennet ehli olması hakkında yazılmış olan laneti engelleyebilmişti. Bu yüzden Allah’a tumturaklı teslim olmayan ilim sahiplerinin çağlara ve iktidarlara göre ya sipariş ya da nefsi istek, düşünce ve yorumlarını “vahyi tefsir” manipülasyonlarıyla toplumlara dayatarak müminleri Allah yolundan çevirmeye kalkışmaları, benliksi misyonlarının vazgeçilmez gereğindendir.
Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmek suretiyle yanlarında izzet, güç ve şeref kazanabileceğini düşünen ilim erbaplarının Allah nezdinde hiçbir değerleri bulunmamakta, onları takip edenlerde aynı akıbetin bir parçası olmaktadırlar.
Önderlerin cemaatlerini hizmet ve eğitim yönlendirmesiyle materyalistleştirerek sadece paraya odaklatarak sevap ve cenneti pazarlamaları, Allah’ın rızasını kazanabilmek için tartışılmaz meşakkatli cihad yolundan uzaklaşmalarına vesile olmakta, dolayısıyla vahiyle değil batılla uzlaşmayı İslam diye takdim edebilmektedirler. Kimi iktidarlarını kimi de kazançlarını arttırabilmek için öylesi taklalar atmaktadırlar ki, Kur’an bilgisine sahip olmayanlarda altlarında minder durumundadırlar.
Kendilerini yaratan Allah’a tumturaklı bağı müminleri aşırı dinci ve fanatik diye damgalayanlar, dolaylı olarak Allah’ı da fanatizmle özdeşleştirmektedirler. Çünkü mümin olmanın şartı, Allah’a kayıtsız-şartsız teslimiyettir. Diğer alternatif ise münafıklıktır.
Gülen ve cemaati, nefislere fevkalade zor gelen cihadı vahşet olmakla nitelendirmiş ve mücahitleri zavallı ve cani olmakla itham etmişlerdir. Ancak cihadı kökten reddedememişler, onlarca ayette geçen ve cennete girişin bileti olarak buyrulan cihadın anlam ve amacını bozarak batıl hizmetleriyle özdeşleştirebilmişlerdir. Onun için eğitimde görev alan ve yardımda bulunanları cihad yapan mücahitler olarak yüceltmiş, vahiyde emredilen mücadeleleri de teröristlikle yaftalamışlardır. Oysa cihad, Allah’ın dinini egemen kılabilmek ve isyankâr kötüleri tarumar edebilmek için Allah düşmanlarına karşı yapılan savaş ve dünyayı ahıret karşılığı satmaktır.
Allah, dilese yarattığı tüm insanları imana getirebileceğini açıkça buyurmuşken; herhangi bir cemaatin İslam adına öne sürdüğü metotlarla hidayete ulaştırabilmesi mümkün değildir. Peygamberlerin dahi sevdiklerini hidayete erdirme gücü yok iken, bir başkasının bulunabilmesi imkân dâhilinde midir? Kötülüklerin elçisi şeytanın bile Allah’ın izni olmaksızın herhangi bir mümine zarar veremeyeceği ayetlerle sabittir. Dolayısıyla iyilikte kötülükte Allah’ın iradesinde olup, dilediğine duçar kılmaktadır.
Peygamberlerin görevi; Allah’ın buyruklarına hiçbir yorum katmaksızın insanlara tebliğ etmeleri, ayetleri saptırtarak ya da hoş göstermek gayesiyle eğip bükerek hiçbir dine ve din sahiplerine sunmamaları, inanma ve inanmama konusunda iradenin sadece ve sadece Allah’ta olduğu inancıyla hareket etmeleri, dilediğini iman ettirip dilediğini saptırma hükmünün yalnızca Allah iradesinde bulunduğunu bildirmelerine rağmen; Fetullah Gülen ya da diğerlerinin sözde hizmetsi metotları haddi aşmak, benlik ve bir başkaldırı değil de nedir?
Doğru yola iletmek münhasıran Allah iradesinde olup; gerek ilim adamı gerekse sıradan insanlar sadece emredilene itaatle mükelleftirler. Allah, peygamber ve vahyin kanıtlanma mecburiyeti yoktur. İman, mantık değil, duygu yani gönül bağıdır. Allah ve Resulünün emrettiği bir hükmü, herhangi bir müminin kendi istek ve düşüncelerine göre seçme hakkı bulunmamaktadır. Neyin doğru veya yanlış, neyin sevap ya da günah, neyin insani yahut şeytani, hangi yolun İslam’i veya batıl, kimin dost yahut düşman olduğu ayetlerle bildirilmiş, dolayısıyla yöntemsi yol tercihleriyle ilgili hiç kimseye inisiyatif tanınmamıştır.
Allah ve Resulünün açık hükümlerine sırt dönerek düşmanların hoşnutluğunu kazanabilmek için özellikle cihada karşı alınan tavır, ihanet ve münafıklığın ta kendisidir. Allah nasip etmediği için tıpkı benim gibi cihad yapamayabilir, Allah’a karşı kulluğunu yerine getiremeyebilir ama ne inkâr edebilir ne savsaklayıcı anlamlar yükleyebilir ne de gururunun aşağılanacağı tedirginliğiyle hata ve yanlışını kamufle edici hilelere başvurabilirsin.
Allah’ın hak ve tek din olarak ilan ettiği İslam’ı, yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar her Müslüman’a farz olan cihadı; Allah’ı hiçe sayarcasına tekzip edemez, Allah’ın küfürle lanetlediği din ve rejimlerle işbirliğine giremez, İslam’ı, boyundurukları altına sokarak peşkeş çekemezsin.
Fetullah Gülen Hoca’nın, Allah’ın ABD’ye bir cezası olan 11 Eylül 2001 saldırısı akabinde yaptığı açıklama; “Müslüman mı, münafık mı, kâfir mi” sorusunu sordurmuş, ibret ve dehşetle izlemiştim.
Yüz binlerce Müslüman’ı katleden, işkencelerle öldüren, yurtlarından çıkaran, Müslüman kadınların ırzlarına geçerek hamile bırakan, esir aldıkları Müslümanları dışkılarıyla yıkayan, gözleri önünde karılarına tecavüz eden, Kur’an’ı ayakları altında çiğneyen, peygamberimize küfürler yağdıran, vatanları işgal eden, camileri bombalayan, bebek ve çocukları diri diri deşen o günün katilleri Bush ve kasap Sharon’u kınamayıp da, 11 Eylül saldırısının faili olarak yüzyılın kahramanı Usame Bin Laden’i tek zalim göstererek kıyasıya eleştirebilmesi, gerçekte kim ve kimlerin safında olduğunu ortaya koymaktaydı.
Gülen Hoca, madem hümanist bir duyguyla insan öldürülmesine karşı; neden Şehid Usame ile birlikte Bush ve Sharonu da lanetleyemedi? Aradan yıllar geçmesine rağmen yanıtını alamadığım bu soruya, cevap verebilecek biri var mı?
İşte bu sadakatinden ötürü İslam düşmanlarının takdirlerini kazanmış, Müslümanlara karşı oluşturulan nefret cephesinde yer alarak, haçlıların koruması altında önderliğini ve küresel hizmetlerini sürdürebilmiştir. Vahyin emrettiği bir İslam olsaydı, böylesi bir desteği alabilir miydi?
Dünün gözyaşları içinde İslâm’ı savunan Gülen Hoca’nın güç ve iktidar adına şer ittifakında yer alması ve cemaatinden hiç kimsenin yakasına yapışarak hesap soramaması, şüphesiz hakkında takdir edilmiş bir lanetin sonucudur. Yoksa geçmişte cennette yaşayan şeytanın, ‘bir bilgi’ye göre Yaratıcı tarafından lanetlenip ebedi cehenneme gark edilmesi misali, dünün Müslüman Gülen’i de aynı akıbete mi çarptırılmıştı?
Bilgisi dışında ne gazete ne televizyon ne de teşkilatında tek bir satırın, konuşmanın ve icraatın yapılabilmesi mümkün değildir. Onun izni olmaksızın hiç kimse açıklama yapamaz ve herhangi bir konuda fikir beyan edemez. Hele din ile ilgili bir fetvanın verilmesini aleyhine apaçık bir isyan telakki eder.
"Müslüman ümmetler ve Hıristiyan ümmetler, İsa’nın şahsiyeti etrafında birleşerek hem kendilerini hem de insanlığı kurtarmalıdır."
"İsa’nın Mesih olarak tekrar yeryüzüne ineceğini ve insanlığı kurtaracağını" ve yine Aksiyon dergisinde "Hıristiyanların İsa’yı tanrının oğlu olduğu kabullerine pek aldırış etmeyin" ifadeleri, geçiştirilebilecek beyanatlar mıdır? Oysa Allah, Hz. İsa’yı oğlu ve Rab yapmalarından dolayı Hıristiyanları lanetleyip düşman kılmadı mı?
Sayın Fetullah Gülen Hoca! Ayetler vererek ikna yoluna gitmeyeceğim. Çünkü ayetlerin hepsine benden çok daha iyi vakıfsınız ama amel edemiyorsunuz. Şeytanın vesvesesiyle cehennemsi bir yolda ilerlemektesiniz. Öğütlerimin bir fayda sağlayıp sağlamayacağı da Allah’ın takdiridir. Kur’an’da en çok bahsi geçen ve sayısı yaklaşık 500 civarında olan cihad ile ilgili yorumlarınız sizi küfre götürüyor. Kendinizi sarp ve sağlam kalelerde ve İslam düşmanlarının koruması altında emniyete almış olsanız ve iktidarınız yeryüzünü kapsayacak bir güçte de olsa, bir saniye sonrası meçhul yaşamınızda mutlaka öleceksiniz.
Allah yolunda savaşa çıkmamak konusunda nefsi gerekçeler bulmanız bir yana, arzu ettiğiniz iktidara kavuşabilmek için düşman ittifakında yer almanız asla bağışlanılamayacak bir küfürdür. Allah’ın kesin hatlarla ayırdığı safları sizin uzlaştırabilme ya da birleştirebilme gücünüz yoktur. Ne vahyi ne kaderi değiştirebilir ne de ruhları sevk ve idare edebilirsiniz. Kalplerde saklı olanı ve fıtratları bilemediğinizden düşündüğünüz plan ve yöntemlerin başarılı olabilmesi mümkün değildir. Hesap yaratıcı Allah’a, kayıtsız-şartsız itaat de kullara aittir. Oyun ve oyuncaktan ibaret dünya hayatına meyletmeniz, Allah’ın dini ile oynamanıza vesile olmuştur. Aslında iman etmiş Müslümanların sizden yüz çevirmesi açık bir hükümdür. Unutmayınız ki, dünya hayatının kendilerini aldattığı ve dinlerini oyun ve eğlence edinmiş kimselerle her türlü ilişkinin kesilmesi emrolunmuştur.
Allah’ın buyruklarını az bir bedele satarak İslam’a hizmet edemezsiniz. İslam’ı, Hıristiyan ve Yahudilere ne kadar sevgili ve tutsak göstermeye çalışsanız ve müminleri etkileseniz de ne Hıristiyan ve Yahudileri ikna edebilir ne de Allah’ın bakışını ve hükmünü değiştirebilirsiniz. Allah dileseydi zaten yapar ve cihadı emretmezdi. O zaman şeytana da ihtiyaç duymaz, dualite yerine iyilik ve kardeşliğin hüküm süreceği tek tip bir dünya yaratırdı. Öyle, dünyanın çeşitli yerlerinde açtığınız okullarda ezberlettiğiniz Türkçe şarkılarla yetiştirdiğiniz öğrencilerle sınırları birleştiremez, düşmanları dost yapamaz ve kötülüğe son veremezsiniz. Kıyamete kadar şeytanın baki kalacağını ve üzerine yüklenen misyonu sürdüreceğini biliniz.
İfadelerinizden anladığım kadarıyla çok sevdiğiniz peygamberimizin yolunu ve Allah’ın vahyettiği buyruklarından başka hiçbir düşünce ve davranışa yeltenmeyin ve sadece emirlere itaat ediniz. Neyin başarı neyin yenilgi olacağını Allah’tan başka kimse bilemez. Kulun görevi teslimiyettir.
Cihad, Allah’a karşı imansı samimiyetin bir göstergesidir. Allah yolunda savaşmaktan kaçan, korkan ve terkeden kimseyle; namazı, orucu ve zekâtı terkeden kimse arasında hiçbir fark yoktur.
Sadece şehidlerin ölü değil, diri ve Allah katında rızıklara mahsus kimseler oldukları müjdelenmiştir. Şehidlik de, ancak Allah yolunda savaşarak ölen kimselere tanınmış bir imtiyazdır. Ne var ki Allah, o yüce ameli her kuluna nasip etmemektedir. İnşallah hem siz hem cemaatiniz hem de şahsım, o eşsiz amelle şereflendiriliriz.
Korkarım ki Hıristiyan ve Yahudilerin arzularına uymanızdan onlara benzemiş olduğunuzdur. Binlerce mümin, size olan güvenlerinden ellerinde ne var ne yok emrinize amade etmektedir. Böylesi büyük bir vebalin altından nasıl kalkacağınızı tahayyül bile etmek istemesem de, çok şiddetli bir hesapla karşı karşıya olacağınıza şüphem yoktur. Onlar, Allah’ın rızasını kazanabilmek için hesapsız yardım ederlerken, durumunuzla ilgili hiç otokritik yapıyor musunuz?
Cihadın dışında iman ve kurtuluş için başkaca yol yoktur. Cihad için gerekli hazırlıkları yapmaksızın geleceğe dair umutları gerekçe göstermek; zirvelere ulaşmayı ve oralara yükselmeyi arzulayan sığ düşüncelerin işleridir. Hedef, ebedi ve cennet olduğu takdirde, bedenler o muradı gerçekleştirmek için yorulur ve tereddüt etmesizin kendilerini feda ederler.
İslam düşmanı dostlarınıza şirin görünebilmek için o nefret ettiğiniz ve hayatınızda tek düşman gördüğünüz Usame Bin Laden, sizin gibi saltanat sürüp düşmanlarla işbirliği yapmak yerine İslam’ın egemenliği için cihada baş koymuş, tıpkı peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) misali mücadele ederek, bir cebinde tuz bir cebinde su matarasıyla açlığı kabullenip mağaralarda yaşayarak, dehşetsi yoksul bir hayat sürmüştü. Bir somun ekmek ve şeker bulamadıklarından şekersiz çay içerek milyarlarca dolarlık servetinden vazgeçebilen Usame Bin Laden mi, yok siz mi Allan nezdinde değerlisiniz?
Sayın Fetullah Gülen Hoca! Sizi vahye davet ediyor ve içinde bulunduğunuz küfürden derhal tövbe ederek Allah’ın emirlerine teslim olmayı öğütlüyorum. Bil ki, ne övünerek sahne sahne teşhir ettirdiğin o şarkıcı öğrencilerin seni kurtarabilecek ne de güçlü sandığın o Hıristiyan, Yahudi ve Mason dostların…
"Vallahi Usame, yeryüzünde yürüyen Allah velilerinden bir tanesidir Vallahi, bu dünyanın velisi Allah olmasaydı da dünyadan bir insan olsaydı, onun Usame olduğunu sanırdım Onu, biri danışmaya gelmeden daha önceden tanıyorum ve sizden birinin bildiğinden çok daha iyi biliyorum, onda İslamiyet’ten başka hiçbir şey görmedim Allah’tan onun bir parçası kadar olabilmeyi niyaz ediyorum. " Dr. Abdullah Azzam
13 Ekim 2011 Perşembe
Allah’ın dini ile oynayan Gülen Hoca!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder