Dünyayı
değil ahireti; bedeni değil ruhu; faniliği değil bakiliği…
İnsan her gün ölmesine rağmen ölümden
tiksinerek korkması ne yaşamı ne de ölümü idrak edememiş olmasındandır. Dolayısıyla
yaşamın ne olduğunu bilmeyenin ölümü bilebilmesi mümkün değildir. Ki, ölümden
korkanlar gibi yaşamdan korkanların da durumları bambaşka bir garabettir.
Öyleyse
insan ne istediğini biliyor mu?
Ne için yaşamdan korkuyor; başına
bir musibet gelip de ölebileceği paranoyasından! Tartışılmaz ve kaçınılmaz
gerçek; yaşam ve ölümdür. Kendi iradesiyle doğmayan bir insanın ölmesi de
iradesine bağlı değildir. Her ne kadar intihar, iradeyle alınmış bir karar gibi
sanılsa da canına kıymak isteyerek çeşitli yollara başvuran birçok insanın
ölmemeleri yaşam gibi ölümün de iradelerinde olmadıklarına kanıttır. Çünkü
yaşatan kim ise, öldürende O’dur! Sebep olan araç, gereç ve çeşitli vesileler yalnızca
görsel veya göksel mazeretlerdir. Böylece yaşamak veya ölmek, dilemeye ve iradeye bağlı gelişmemekte
ve sonuçlanmamaktadır.
Ölüm
bir uykudur ve uykusuz bir hayat olamayacağına göre yaşam ile ölüm, ruhla beden
misali birbirlerini tamamlayan vazgeçilemez bir bütündür. Uyku geldiğinde her gün ölüp, uyandığında ise
tekrar dirilen insanın, aslında ahiret ile ilgili aklını karıştıracak hiçbir tereddüt
bulunmamaktadır. İnsanın uykusundayken belli bir süreliğine ruhunu alıp da
yeniden salıveren Allah, eceli gelenin ölümüne hükmedip ruhunu mahşere kadar
bedenden ayırmasıyla dünya ve ahiret hayatı kanıtlanmakta ama dünyayı çözemeyen
ahireti de çözemediğinden ya inkâr etmekte yahut şüpheyle yaklaşmaktadır.
“Geceleyin sizi öldüren (öldürür
gibi uyutan), gündüzün de ne
işlediğinizi bilen; sonra belirlenmiş ecel tamamlansın diye gündüzün sizi
dirilten (uyandıran) O'dur. Sonra
dönüşünüz yine O’nadır. Sonunda O, yaptıklarınızı size haber verecektir.” En’am 60
Hayattaki geçici ölüm olan uyku, her ne kadar dinlenme
ise de özü otokritik yapma, muhakeme etme ve kişinin kendisini hesaba
çekmesidir. Çünkü kalıcı ölümde böyle bir fırsat tanınmayıp yanlış ve günahları
düzeltme imkânı yoktur. Bu sebeple her gün ölen insana küfürden dönerek tevbe
edebilmesi için verilen koz, şüphesiz kullarına merhamet edici yaratıcı Allah’a
mahsus bir lütuftur. Hem de öyle bir lütuf ki, bir ömür boyunca verilen
imkândır!
Uykuyu
seven insanın ölümü sevmemesi, tekrar dirileceğinden şüphe duyarak ahirete iman
etmemesindendir. Böylece kendini yaratıcısı Allah’a ve ahirete adamamış insanın
ölmekten ya da öldürülmekten nefret etmesi ve korkması küfür ehli olduğunun açık
bir kanıtıdır.
Sanki
insan, fani dünyada fani bir misafir değilmiş gibi Allah’ın hükümlerine değil
de nefsinin arzu ve isteklerine boyun eğerek baki kalacağını düşünmesinin akli
bir izahı bulunmamaktadır. Her gün ölümü yaşadığı halde ısrar ve inatla
savaştan, ölmek yahut öldürülmekten korkmanın bir anlamı olabilir mi?
Allah tarafından yaratılmış bir
insanın Allah’a karşı direnebilmesi ancak şeytan misali lanetlenmiş olmasının
bir sonucudur.
Ölümü sevmeyen yaşamayı da
sevmez; sadece nefsini sever!
Dünya
öylesi olaylara sahnedir ki, yaşam, ölüm ve ecelle ilgili her kanıta sahiptir.
Şehrin merkezinde ve kalabalığın ortasında yardım bulamayarak ölünürken; ıssız
bir ormanda yardım bularak kurtulabiliyorsun.
İngiliz
bir aile, yaz tatili için İskoçya’nın uçsuz bucaksız orman köylerinden birine
gider. Bunlar, tek çocukları olan aristokrat bir İngiliz ailesidir. Köyün
dayanılmaz çekiciliği ailenin genç çocuğunu cezp eder. Tek başına dolaşmaya
çıkar genç adam! Gezer, gezer ve ağaçlar arasında çok çekici bir su birikintisi
bulur. Burası yemyeşil bataklık bir gölcüktür. Hiç düşünmeden kendini suya
bırakır ama az sonra olacaklardan habersizdir. Çocuğun bacağına kramp girer ve
ölümün o buz gibi yüzüyle karşı karşıya kalıp canhıraş feryatlar savurarak, “İmdaaat, imdaaat!” diye bağırır. Çok
değil, az sonra bu çığlıklara az ilerdeki çiftlikten yanıt gelir ve onu yoksul
bir çiftçi kurtarır.
İngiliz
baba, oğlunun kurtulmasına vesile olan köylüyü ziyaret eder. Çiftçiye “Oğlumu
kurtardınız, size bunun karşılığını vermek istiyorum” der. Yoksul çiftçi “Kabul
etmem!” diyerek ödülü geri çevirir. Tam bu sırada kapının aralığından çiftçinin
küçük oğlu görülür. “Bu senin oğlun mu” diye sorar. Çiftçi “Evet” der. İngiliz,
“Gel seninle bir anlaşma yapalım. Oğlunu bana ver, iyi bir eğitim almasını
sağlayayım. Eğer karakteri babasına benziyorsa ilerde gurur duyacağın bir kişi
olur” der.
Aradan
geçen uzun yılların ardından bataklıkta ölmek üzereyken eceli gelmediğinden kurtulan
İngiliz aristokratın oğlu Winston Churchill İngiltere Başbakanı; yoksul
çiftçinin oğlu ise dünyaca tanınan ve Penisilini keşfeden ünlü bilim adamı
Alexander Fleming’dir.
Yine
1945 yılının bir kış günü, İngiltere Başbakanı Winston Churchill, Afrika’ya
yaptığı bir ziyaret sırasında amansız bir hastalığa yakalanır. Bu, zamanın
vebası olan zatürreedir ve henüz tedavisi yoktur. Ama İngiltere de henüz yeni
bulunan bir ilacın bu hastalığı tedavi ettiği Başbakana söylenir. Başbakan
Churchill, yine ölmek üzeredir. Hemen ilacın mucidi olan Alexander Flemming
uçakla Afrika’ya getirtilir ve can çekişmekte olan yaşlı Başkan Churchill’i
tedavi ederek hasta yatağından kalkmasına aracı olur. Ve bunların kaderleri
öyle programlanmıştır ki, çiftçinin oğlu Sir Alexander Flemming, bulduğu
Penisilin ile Winston Churchil’in hayatının yine son nefesinde kurtulmasına
ikinci kez aracılık eder.
“(Resulüm!) De ki: Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmanın size asla
faydası olmaz! (Eceliniz gelmemiş ise)
o takdirde de, yaşatılacağınız süre çok değildir.” Ahzab 36
Olabilmenin yegâne
şartı ölümü sevmektir. Zilletten, hakirlikten ve zavallılıktan sıyrılabilmenin
tek çaresi ölümle barıştır. Nasıl ki güç ve dirlik kazanabilmek için uykudaki
ölüm aşkla kucaklanabiliyorsa; ebedi hayat olan ahirete götürecek olan ölümde öyle
sevilmelidir ki, yeniden dirildiğinde eşsiz saadete kavuşabilesin. Zaten ölümü
seven günahlardan kaçıp yaratıcı Allah’a tumturaklı kul olmaya koşar.
Ahirete inanmayan batıl ehlinin içinde
bulunmayacakları dünya için ölüme koşmaları karşısında ahirete iman etmiş sözde
iman ehlinin ölmekten kaçınabilmeleri nasıl korkunç bir zıddiyettir?
“O halde, dünya hayatını ahiret karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da
öldürülür veya galip gelirse biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.” Nisa 74