Beşere
teslimiyet haline getirilmiş hümanist bir batıllığa dönüştürülmüştür.
Her hizmetin insan için yapıldığı inanç
düzeyi dolaylı olarak insanı tanrı, Allah’ı da kul haline getirmiştir. İslam
ile birlikte itaatin, hizmetin ve kulluğun sadece Allah’a yapılması ve hiçbir
gerekçeyle ortak koşulmaması bildirilmiş; peygamberlerin dahi elçilikten öte hiçbir
yaptırımları, fayda ve zarar verme güçleri, hidayete eriştirme ve dilediklerini
yapabilme kudretleri bulunmadığı ayetlerle hükme bağlanmıştır. Sırf Allah’ın
buyruklarını eksiksiz tebliğlerinden ötürü peygamberlere uyma ve iman etme mecburiyeti
dahi manipüle edilmiş ve peygamberler yaratıcı Allah’a denk tutulabilmiştir.
İslam âlimleri, vahiy dışı düşünce ve
felsefelerin etkisi altında kalarak İslam’ı hümanistleştirmiş ve batılla
uzlaştırarak yontmuşlar; böylece Allah’ın indirdiği hükümlerin hayata
geçirilmesi ancak seküler rejimlerin iznine ve seçimine bırakılarak
biçilmiştir. Neyin meşru veya gayrimeşru; neyin helal veya haram; neyin doğru
veya yanlış; neyin hak veya batıl olduğu nefsi arzulara terk edilmesinden,
ayetler kitapta kalarak toplum düzenindeki kaçınılmaz varlığı engellenmiştir.
Dolayısıyla her nefis, kendine göre bir hak yol edinmiştir.
“Akıl tanrıdır” felsefesini güden filozof Aristo
dahi, İbni Sina ve Farabi gibi İslam bilginlerinde hayranlık uyandırmış ve
Aristo felsefesinin batıda tanınmasına öncülük etmişlerdi. Bu sebeple Allah,
ısrarla “başkalarına
uyup peşlerinden gitmeyin, Kur’an’a uyun; benim bildiklerimi onlar bilemezler”
buyurmuyor mu?
Peygamber Efendimiz (s.a.v) siyasi bir
devlet adamı olmasına rağmen, İslami siyaset şeytanlıkla özdeşleştirilmiş,
böylece ruhu inkâr eden ateist köklü düşünceler misali İslam da siyasetten men edilerek
ruhsuz bedene döndürülmüştür.
Devlet hukukundan uzaklaştırılmış bir
İslam, ancak ölü bir İslam’dır ve dayatılan İslam’da ölünün kırık yahut çıkık
bir yerini tedavi etmekten öte bir işe yaramamaktadır. Tıpkı hıristiyan ve yahudilerin,
“Allah gökyüzüne yerleşmiştir,
yeryüzünün yönetimi insan iradesindedir” itikatları gibi Allah, camide,
evde ya da yalnız kalındığında anılmakta; devlette, siyasette ve kamuda yoktur laik
anlayışıyla hükümranlık sınırları çizilerek din, Allah’a öğretilmektedir.
“De ki: Siz dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah göklerde
olanları da bilir, yerde olanları da. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” Hucurat 16
“Yaratanı
severim yaratandan ötürü”, “Halka hizmet Hakka hizmettir”,” Ete kemiğe büründüm
Yunus gibi göründüm” sözleri
tamamen küfür ve şirktir; Allah’ı ikinci plana atmakla kalmayıp alenen insanı Allahlığa
büründürmektir. Artık had o kadar aşılmış ki, beşer sevgisi ve tazimi Allah
aşkının ve kulluğun üstüne çıkmış, sözde iman edenler peygamberlerini,
liderlerini ya da şeyhlerini Allahlaştırarak kalben tapınır olmuşlardır.
Batıl çarkın içinde yoğrulması sonucu azan
nefsi güdüler, İslami bilgilere sahip âlimleri de tahrip etmiş, nefse endeksli
İslami yorum, fetva ya da tefsirler “nas” haline getirilmiştir. İncil ve Tevrat’ı
kökten değiştiren hıristiyan ve yahudi din adamlarından çok daha zalimce Kur’an’ı
eğip büken İslam kimlikli âlimlerden dolayı peygamber efendimiz, münafığın kâfirden
yetmiş kez daha tehlikeli olduğunu buyurmuştur. Allah, İncil ve Tevrat’ı lağvedilmesiyle
üzerlerinde oynanmasına izin vermiş ama Kur’an’ı Kerim’i kıyamete kadar doğrudan
koruması altında bulundurmasından aslına dokunamayan münafık âlimler, peygamberimizin
söylemediği sözleri söylemiş gibi gösterip hurafelere kalkışarak Müslümanları
vahiyden uzaklaştırmışlardır. Neden “Kur’an’ın mealini okuma, sen anlamazsın,
ancak biz biliriz” ısrarlarındaki amacı anladınız mı?
Yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve İslam Allah’ın
oluncaya kadar küfürle savaşan cihad ehline, cihada, İslam Devletine, hilafete,
müminlerin istiklallerine, Kur’an’ın egemen olmasına karşı durabilen, uğruna
mücadele etmeyen, Allah’tan değil beşerden korkan ve Allah’ın düşman
kıldıklarıyla dost yahut müttefiklik kurarak mücahidlere savaş açan bir lider
yahut âlim, İslam olabilir mi?
Vaazlarının toplum üzerinde etkisizliği, tumturaklı
iman etmemiş ve söyledikleriyle amel etmeyip şüphe ve tereddüt içinde
bulunmalarındandır. Yoksa gerçekten iman etmiş olsalardı, dünya nimetlerine
tamah eder, ayetleri bozar, Resule iftiralar atar, küfre karşı siner, şehid
olmaktan kaçar ve cihada koşmazlar mıydı?
“Artık Allah yolunda savaş. Sen, kendinden başkası (sebebiyle) sorumlu tutulmazsın. Müminleri de teşvik
et. Umulur ki Allah kâfirlerin gücünü kırar (güçleriyle size zarar
vermelerini önler). Allah'ın gücü daha
çetin ve cezası daha şiddetlidir.” Nisa
84
“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz,
hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız
meskenler size Allah'tan, Resulünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha
sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar
topluluğunu hidayete erdirmez.” Tevbe 24
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder