İman
ehli ecdadımız yüz yıllarca Allah’ın düzenini yeryüzünde hâkim kılabilmek
amacıyla kıtalar aşarak fetihler gerçekleştirmek suretiyle hak ve adalet için
küfre karşı amansız mücadeleler vererek şehit düşmüş, bizler ise o batılın-küfrün
hegemonyası altında yaşamayı kazanç ve şeref addetmişiz.
Onlarda nefis sahibiydiler; onlarında
canları ve dünya nimetlerinden istifade etme imkânları vardı; onlarında hayalleri,
kazançları, ticaretleri, unvanları, evleri ve malları vardı; onlarında ana,
baba, eş, çocuk, torunları ve bir arada yaşama heyecanları vardı; onlarda
haksızlık ve adaletsizlik karşısında susarak dünyanın ücra köşelerine seferler
düzenlemekten imtina edip nefislerinin derdine düşebilirlerdi; onlarda Allah’ın
hükümlerini evirip çevirerek nefislerine peşkeş çekebilirlerdi; onlarda Allah
yolunda cihad etmek yerine nefisleri uğruna koşuşturabilirlerdi; onlarda
zenginlik, debdebe ve caka peşine takılıp gösterişte yarışabilirlerdi; onlarda
barış manipülasyonuyla barbarların arzu ve isteklerine uyup müstemlekeliğe razı
olabilirlerdi; onlarda Allah’ın düşman kıldığı batılla dost olup el
sıkışabilirlerdi; onlarda çıkarlarını gözeterek mazlumları canavarların
dişlerine terk edebilirlerdi; onlarda mal ve can endişesi taşıyıp hayatta kalabilmeyi
kollayabilirlerdi; onlarda keyfi ve zevki almasını bilirlerdi; onlarda eşleriyle
birlikte sefa sürüp şehvetin doruğuna çıkabilirlerdi; onlarda imani
yükümlülükleri terk edip ekonomi kazanç hırsıyla barbarlarla sarmaş dolaş olabilirlerdi;
onlarda zalimlikte had tanımayan vicdansızlarla gülüp eğlenebilir ve
kahkahalarla gelirlerini kutlayabilirlerdi; onlarda çocuklarını Allah yolunda
cihada göndermek yerine okullarda eğitebilirlerdi; onlarda yaşamak varken şehid
olmak istemeyebilirlerdi; onlarda Allah’ın emirlerini uygulamak yerine
mazeretler üreterek kolayca sıvışma yolu arayabilirlerdi; onlarda nasıl olsa
Allah affeder diyerek şeytanın tuzağına düşmek suretiyle İslam’ı nefislerine
uydurabilirlerdi; onlarda eş ve çocuklarının akıbetlerini dert edinip cihada
çıkmaktan kaçınabilirlerdi…
Kendimize bir soralım bakalım; biz Müslüman mıyız; Müslümanlık
gibi bir şerefe layık mıyız; Allah bizden razı olabilir mi; doğru yola erdirenlerin
zümresine ilhak olabilir miyiz; Allah yolunda savaşmış ecdadımıza yaraşık
mıyız?
Asıl en feci, berbat ve rezil olan ise; bir
taraftan küfre karşı Allah’ın cenneti kazanmakla şart koştuğu cihad’a
çıkmadığımız gibi, cihad ehlini en alçak yalan ve iftiralarla karalayıp batıl cephesinde
yer alabilmemizdir.
Rabbimiz Allah, fitnenin adam öldürmekten
daha büyük günah olduğunu açıkça buyurduğu halde; bizler, küfrün çıkardığı
fitnenin üzerine öyle atlıyor ve imanımızı yitiren bir azgınlıkla yayıyoruz ki,
Allah yolunda canlarını veren mücahidlere karalar çalıp şeytanın tuzağına
düşmüyor, bilakis balıklama dalıyoruz. Küfrün taktiği olan akılları
karıştırarak savaş kazanma hilesi, ne acıdır ki biz sözde Müslümanları çarçabuk
kuşatabilmekte, böylece düşmanlarımızın lehine, savaşan kardeşlerinize ihanet
ederek hem Allah’ın hem meleklerin hem de değirmenlerine su taşıyıp küfrün
katlettiği ve tutsak kıldığı masum insanların lanetine çarpılıyoruz. Unutmayınız
ki, bizler, ufak bir sallantıda ya da kavga,
bıçak yahut silah karşısında korkuya kapılarak kaçmaya çalışıyor iken,
kendilerini Allah’a adayarak dünyalarını ahiret karşılığı feda eden ve bombalar
altında mücadele veren mücahidleri aşağılayabiliyoruz.
Tekrar kendimize soralım; biz Müslüman mıyız; insan mıyız;
ecdadımızın övünç duyabileceği varisler miyiz; peygamber efendimiz (s.a.v)’nin
razı olacağı ümmet miyiz?
Cehennem yolu olan gösteri dünyası
gözlerimizi, kulaklarımızı ve kalplerimizi o kadar köreltti ki, zafer sanılanın
nasıl bir yenilgi olduğu ecelle birlikte daha da anlaşılacaktır.
Yıllar önce ünlü bir haber dergisiyle
yaptığım röportaj da; “Türkiye’de vahyin emrettiği doğrultuda Müslüman yoktur,
ben de dâhilim” demiş ve Müslüman kimliklilerden bayağı tepki
almıştım. Allah’ın düzenini hâkim kılabilmek için dünya nimetlerini terk ederek
savaşan Müslüman; batıl yani küfrü düzenden razı ben de Müslüman’ım; öyle mi?
İslam, insana değil Allah’a hizmettir.
Allah’a hizmet, otomatikman insan hizmeti doğurur. Gerek peygamberimize isnat
edilen sözde hadisler gerekse insana hizmetin Allah’a hizmet olduğu düşünceleri
şeytanidir ve hümanist batıla hoş görünme maksatlıdır. Laik görüşlerinden
dolayı doğrudan Allah diyemeyenler, insan üzerinden Allah’a göz kırpıyorlar.
Kalbinde iman kırıntısı olan insanlara
diyeceğim odur ki, dünyadaki ekonomik, siyasi veya askeri zaferler aldatıcı ve
geçicidir; asıl zafer ve kazanç, ebedi kalınacak olan ahiret yurdudur. Ahiretin
de nasıl kazanılacağını kendini batıla satmış hoca veya âlimler değil, Kur’an
bildiriyor. Onun için Kur’an’a uyun, bir saniye sonrası meçhul dünya için ebedi
ahiret hayatınızı cehennemle sonuçlandırmayın. Cihad ehli için gaflete kapılıp aleyhlerinde söylediğiniz
sözlerden tövbe edin ve Allah’tan medet dileyin ki, kazandıklarından
nasiplenebilesiniz. Unutmayın onlar, küfrün insan olarak kabul etmediği biz
Müslümanların şerefleri için çarpışıyorlar. Allah, hain ve nankörlerin
düşmanıdır.
Biz Müslüman Türklerin, haçlı-siyonistlere
ve münafıklara karşı savaşan cihad ehlinin saflarında yer almamız, hem dini hem
de tarihi yükümlülüğümüzdür. Allah’ın
lütfettiği cennetsi bir fırsatı geri tepmemiz, şüphesiz hor ve hakir kalmayı
kabul etmemizdir ki, hiçbir nefis, böylesi ağır bir bedeli ödemeyi kaldıramaz.
Her an ecel gelebilir; sevindiğiniz ve onurlandığınız para, mal, unvan, makam, yatırım,
diploma, iş ve iktidarlığınızın size hiçbir faydası olmayacak, kaçtığınız ve
karaladığınız cihad, cennete kavuşmanızı temin edecektir. Karar verin; dünya mı, ahiret mi?
“Ey
iman edenler! Size ne oldu ki, "Allah yolunda savaşa çıkın!"
denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz? Dünya hayatını ahirete tercih mi
ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının faydası ahiretin yanında pek azdır. Eğer
(savaşa) çıkmazsanız, (Allah) sizi pek elem verici bir azap ile
cezalandırır ve yerinize sizden başka bir kavim getirir; siz (savaşa
çıkmamakla) O'na hiçbir zarar
veremezsiniz. Allah her şeye kadirdir. “
Tevbe 38-39