CHP Diktatörlüğünce kurulan sözde Türkiye Cumhuriyetiyle beraber millet otoritesi ve hürriyetini Batı’nın iradesine teslim edip boyun eğen bir toplumun uğradığı haksızlık gerekçesiyle duyduğu tepkinin ulumaktan öte hiçbir caydırıcılığı bulunmamaktadır. Bir milletin dünyayı saran kanatları kırılmış ise, o kanatların yeninden açılabilmesi ancak hayati bir mücadeleyle mümkün olabilir. Ancak “para her şeyi yapar” düşüncesiyle ekonomiye odaklanmış bir politika, para için her şeyi kabullenen bir odalıktır ki değerleri ve bağımsızlığı uğruna savaşı göze alabilmesi söz konusu değildir. “Kanatları altınla kaplı kuş uçamaz.” Tagore
Öyle uzunca tarihsel bir analize gerek görmüyor; vahiyce de ebedi düşman edilen ve varlığımız boyunca sırf Müslüman olduğumuz için bizimle savaşan Batı’nın dinine tumturaklı uymadıkça bizden razı ve dost olmayacakları Yaratıcı tarafından bildirilmiştir. Ama doğrudan değilse de dolaylı yollardan Batı ile bütünleşmemiz, kendilerince yeterli görülmemektedir.
Geçmişteki esaretsi köleliğin günümüzde ki karşılığı emir erliği yahut robot olarak tanımlanmasından alçalmışlığı onurla kabul etmekte, böylece Batı’nın emir erliğini çağdaşlıkla özdeşleştirmemizin sevinci, savurduğumuz tehditler ve gözdağı karşılıksız kalmaktadır. Unutulmamalıdır ki Batı, Türkiye’yi çok iyi okumakta ve savaşacak cesarette olmadığımızı dikkatle tahlil etmektedir.
Bundan dolayı cesaretle aleyhimize kararlar alabilmekte, küçük düşürebilmek ve mahkûm kılabilmek için her yola başvurup dışlamaya kalkışabilmekte, fırsatları iliklerimize kadar kullanabilmektedir. Sanki karşılarında güçlü bir devlet değil çapulcu bir yığın varmış gibi fütursuzca hareket etmelerinin nedeni onlar değil, Batı endeksli güttüğümüz politikalardır. Ancak dostun davranışları tepkiye neden olmalıdır. Sırtının sıvazlanıp çeşitli örgütlerine üye olman, iltifatlara mazhar kılınman, aynı masaya oturmuş bulunman, hatıra fotoğraflarda yer alman, direnen Müslüman toplumları yok edebilmek için katliamlarına destek çıkman; dostları olduğun anlamı taşımadığı kahredici gelişmelerden de anlaşılmaktadır.
Neden Fransa ve diğerlerine kızıyorsunuz ki? Ne zamandan beri bir kölenin barbar efendisini sorgulama hakkı vardır? Ayrıca Avrupa Birliği üyelerinin ve ABD’nin onayı bulunmadan Fransa o kararı alabilir miydi? Obama da Türklerin soykırım yaptığına inanarak Ermenilere aynı sözü vermedi mi?
İslam’a savaş açmış Haçlı lideri ABD Başkanı Obama’nın Başbakan Erdoğan’ı sözüne güvenilir en sadık müttefik ilan etmesi; bir zillet mi yoksa liyakat mi?
Şeytanın kötülük elçisi olması, kendisine tepki duyulmasını nasıl haklı çıkarmaz ise, Fransa, ABD, İsrail ve AB’nin de Türkiye aleyhtarlıkları tepkiyi değil bilmukabele de bulunmayı zorunlu kılmalıdır. Ne var ki onları, varlığının bir nefesi kabul eden Türkiye’nin karşı taarruzda bulunabilmesi, kölenin efendisine isyanı olur ki, savaş riskini göğüsleyebilecek böylesi bir cesaret ve kararlılık taşınamadığından birkaç gürültüyle tutsaklığımızı geçiştiriyor ve gerçeklerden bihaber halka da alkışlatıyoruz.
Ancak çocuklar ve aciz insanlar misali ekonomik ve diplomatik ilişkileri dondurmak yani “küstüm, bir daha konuşmayacağız, artık alışveriş yapmayacağız” gibi ucuz şovlarla vahametin örtülmeye çalışılması; esaretimizi daha da derinleştirmekte, boynumuza zincir vurup sokaklarda dolaştırmalarına az bir zaman kaldığı işaret edilmektedir. Aslında iddia edilen o basit yaptırımları dahi gözü paradan başka bir şey görmeyen bir anlayışın uygulamaya koyacak bir celâdeti yoktur ya!.
Haydi, hodri meydan! Tepki olarak AB üyeliğinden çekilebilme haysiyetini ve yürekliliğini ortaya koyabilirler mi?
Fransa Senatosunda ki oylamada 86 üyenin ret yönünde oy kullanmasını dahi okuyamayarak ya da milletimizden saklı tutarak Fransa Parlamentosunun tümüyle Türkiye’ye karşı olmadıkları imajı vermeleri de apayrı bir manipülasyondur. Fransızların Türklere düşman olmadıkları görünümünü verebilmek için kurgulanan dengeli oylamaya kanabilenler, hala Fransa Anayasa Mahkemesine umut bağlayarak kararın bozulabileceği beklentileri, daha da aşağılanmamıza neden olmaktadır. Kalplerdeki düşmanlığı hangi yargı kararı yok edebilir?
Güçlü bir devlet ve millet, bir barbar ülkenin aleyhine aldığı ırkçı karardan kesinlikle endişe duymaz. Yakın zamanda ABD, İngiltere ve müttefik ülkelerin Irak’ta işledikleri vahşiliklere dünya şahit olduğu halde, o ülkelere karşı tek bir yaptırım uygulanabilmiş ya da yaptıkları canavarlıklardan dolayı tek bir utanma yahut sorumluluk hissetmişler mi? Tüm dünyaya adaletle hükmetmiş köklü bir millete ne kadar kara çalınmak istense de, asla yapışmaz. Yeter ki o millet kendine güvenebilsin. Ama elde etmeyi düşündüğü maddi çıkarlarını onuru ve itibarının altında tutabiliyor ve markasal sığınmayla vurulan zincirleri kırabiliyorsa!
Ayrıca herkes bilmelidir ki, 2 milyonluk bir Ermeni topluma 75 milyonluk bir Türkiye’yi hiçbir devlet, iddia edilen seçim kaygılarından dolayı peşkeş çekmez. Hele de Anayasalarına aykırı ve ilşkileri bozacak bir kararı kişiye özel geçici bir seçim uğruna feda edilebilmek mümkün değildir. Sarkozy’nin tekrar seçilebilmesi için öne sürülen argümanların tamamı asılsızdır ve var olan ezeli Müslüman Türk düşmanlığını perdeleyebilmek için kullanılan mazeretlerdir. Böylesi ucuz düşüncelere sadece ucuz insanlar ve köleliklerinin deşifresini engellemeye çalışan politikacılar itibar eder. Düşmanlığı kabul etmenin bedeli savaştır. Eğer savaşa cesaretin yok ise, bu tür hezeyanlarla halkını manipüle etmekten başka çare yoktur.
Aslında Sarkozy ve parlamentosunu takdir etmek lazım. ABD ve diğer Avrupalı liderler gibi sinsi ve ikiyüzlü davranmayıp düşmanlığını gizlememektedirler. Tavrı açık olan düşman merttir…
Başbakan Erdoğan’ın Sarkzoy’e tepkisinde ki Kanuni Sultan Süleyman’ın Fransız Kralı Francesco’ya yardımıyla ilgili mektupları delil göstermesi, tamamen bir trajedidir. Neden mi?
Yaratıcısı Allah’ın indirdiği ile hükmeden Kanuni Sultan Süleyman; barbar Batı’yı dize getirmiş, hakkın ve adaletin hükmedebileceği bir dünya için cihadı ve şehit olmayı ilke edinmiş, yeryüzünde din tamamıyla Allah’ın oluncaya kadar kötülere karşı savaşarak sadece ve sadece İslam ve getirdiği adalet için mücadele etmiştir. Ömrünü savaş meydanlarında geçirerek nerede haksızlığa ve zulme uğramış bir toplum var ise yardımına koşmuş, adil bir dünya için hastalığında bile sefere çıkmak suretiyle ruhunu Allah’a teslim edebilecek kadar iman ehliyetine ulaşmış bir liderdi. Değerlerine fiyat etiketi koyarak ya da barbar bir topluluğun üyesi olmayı güç sayacak kadar aciz bir kişiliğe sahip değildi. Yenilgiden asla korkmamış ve bedeli ne olursa olsun zulme seyirci kalmamıştı. Hiçbir zaman kardeşine ve hamisi olduğu toplumlara ihanet etmemiş, sömürgecilere ezdirmemiş, kendine sığınanların inanç ve ırklarını gözetmeyerek yardımı görev addetmişti. Çıkarlarını yitirecek kaygısıyla adaletten zerre kadar taviz vermemiş, barbarların arzularına uyarak insanlığı ayaklar altına almamıştı. Ve daha nice erdemlikler…
Bizler, böyle bir liderin torunu olmayı hak ediyor muyuz ki övünerek Fransa’ya karşı koz kullanabiliyoruz? Kanuni’nin devletini yıkarak Batı’ya armağan eden biz değil miyiz? Kanuni’nin tamamen özgürlük ve adalete odaklı Kur’an’i yasalarını Fransızların İslam karşıtı batıl kanunlarıyla değiştiren biz değil miyiz? Bu yüzden Sarkozy, “siz kim oluyorsunuz da her şeyi Fransa’dan alarak devletleştiğiniz ve eğitildiğiniz halde ahkâm kesiyorsunuz” meydan okumasına muhatap kalmadık mı? Fransızlardan aldığımız laik rejimle İslam’ı silip süpüren biz değil miyiz?
Batı’nın direktifleriyle Müslüman ülkeleri işgal ettirerek yağmalattıran, ırzlarına geçirttiren, işkence ve cinayetlerle acıları doğurtan, yardım ve yataklık eden, terörist diye Müslüman direnişçileri yakalayıp haçlılara teslim eden biz değil miyiz? Kanuni’yi örnek alarak Müslüman kardeşlerine yardım edebilmek amacıyla yollara düşen vatandaşlarının Yahudilerce katledilmelerine seyirci kalıp hala bedel ödetemeyen biz değil miyiz? Aksine, Kayseri’de yürekleri yanan 30 gencin “Kahrolsun İsrail” sloganlarından dolayı İsrail’e hakaretten yargılayan biz değil miyiz?
Öyleyse nasıl olur da Kanuni Sultan Süleyman’ı ağzımıza alarak Fransa’ya tehdit unsuru yapabiliriz? İslam devleti olan Osmanlıyı yıkan laik devletin Osmanlıyla güç gösterisinde bulunması riyakârlık değil de nedir?
Eğer biz de Osmanlının izinde gitmiş olsaydık, böylesine aşağılanmaz; dolayısıyla Fransa’dan daha çok Fransız, İsrail’den daha çok İsrailli, haçlılardan daha şiddetli bir vahiy düşmanı olmazdık! Osmanlı Devletinin ölüsü bile Avrupa’yı titretir ama laik devletin dirisi Avrupaya köle olur...
İzzet ve şeref bambaşka bir değerdir; ne satılır ne de satın alınabilir…
Oscar ödüllü Azeri yönetmen Rüstem İbrahimbeyov, Fransa'da Ermeni iddialarını kabul etmeyenlere ceza verilmesini ön gören yasa dolayısı ile Fransız madalyasını iade ettiğini açıklarken; Fransa’dan yüzlerce nişan ve ödül almış bizdeki onursuz kompleksliler, o ödülleri dahi geriye verme erdemliğinde bulunamamışlardır. Çünkü onlar için önemli olan etiket, ne kendilerinin ne de milletin onuru değil.
Bundan birbuçuk asır önce ilk motorlu uçağı keşfeden Amerikalı Wright kardeşleri başarılarından ötürü Fransa Devleti “Lejyon Denor Nişanı“ ile ödüllendirmişti. Ödülü alan kardeşlerden Wilbur Wright, o ödülü o kadar önemsiz bulmuştu ki, bir gün cebinden mendil çıkarırken yere kırmızı kurdeleli bir cisim düşürdü. Kız kardeşi onun ne olduğunu sorduğunda ise, “sana bahsetmeyi unuttum, bunu bana Fransız Devleti verdi” demişti.
Hani Batılı liderleri ağırlamaktan veya toplantılarından dolayı kayıtsız mecburi olan Cuma Namazına gitmeyi gerek görmeyen Müslüman kimlikli liderlere de cevaben; o zamanlar Wright Kardeşler, hem kutlamak hem de uçakla uçabilmek için ziyaretlerine gelen İspanya Kralı’na,”dini inançları nedeniyle Pazar günü uçmayacaklarını” açıklayarak kendisini geri çevirmeleri, neden adlarını tarihe yazdıklarını da ortaya koymaktadır.
Allah aşkına; bizim kim olduğumuzu bir bilen var mı?
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder