Şoven bir ırk güderek benliklerini azdırıp vahyi materyalistleştirerek kendilerinden başkalarını Müslüman saymayıp müminleri kâfir dostlarına tercih eden, yanlarında bulunmayı izzet, güç ve şeref addedip güvenli olabileceklerini sanan Arap iktidarlarının ne Allah ne İslam toplumları ne de insanlık nezdinde bir değerleri bulunmaktadır.
“Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah’a aittir.” Nisa.139
İktidarlarını bencillik ve ihanetle inşa eden emir ve krallar, haçlı emperyalistlerle işbirliği yaparak nasıl Osmanlı Türklerini arkadan hançerlemişlerse Filistin’i de İsrail’e peşkeş çekmiş, Irak’ı işgal ettirip milyonlarca kardeşini doğratmış ve ümmetsel birlikteliği yok ederek sadece özdeksel çıkarlarını gözetmek suretiyle kardeşlerini müttefik kâfirlere vurdurmakla kurtulabileceklerini düşünmüşlerdir.
Kalplerinde Allah, vahiy ve insanlık hassasiyeti taşımayan sömürgeciler, saltanatlarına bir halel gelmemesi adına şeytandan farksız bir vicdansızlığa ve egoizme bürünmüş, “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” mantığıyla zalimliğin ve kalleşliğin odağı olmuşlardır.
Gerek İslam gerekse insanlık için en korkunç tehdit olan abd ve İsrail’i değil de kardeşi İran’ı ve emperyalizme karşı direnen mücahitleri güvenilmez ve başının kesilmesi gerekliliğiyle haçlıları kışkırtan Arap iktidarları, mutlaka halkları tarafından devrilmeli ve hesap sorulmalıdırlar. Aksi takdirde münafık yönetimlerine sahip çıkmalarından duçar olacakları felaketten kaçamayacaklardır.
Sömürü iktidarlarının güvenliği adına tanrı misali dayandıkları barbar abd’ye kardeşlerini kırdıran korkaklar, aleyhlerinde tertiplenen tuzakları dahi kavramaktan yoksundurlar. Abd, bölgedeki egemenliğini daha da güçlendirmek, varlığını koşulsuz kılabilmek ve İsrail’in güvenliğini sağlayabilmek amacıyla Saddam Hüseyin’i azmettirerek önce İran’a sonra da Kuveyt’e saldırtmış, korku yayması akabinde ayaklarına kapattıracak süreci doğurtarak, tehdit haline dönüştürdüğü Saddam’ı o sefillerin desteğiyle ortadan kaldırmak suretiyle tüm bölgeyi hegemonyası altına almıştı. Ancak Saddam Hüseyin liderliğindeki Irak’ı yıkması yeterli olmamış, melun varlıkları adına daha büyük bir tehlike olan İran’ın da silinebilmesi için abd hükümranlığındaki gerek bm gerek nato gerekse münafık iktidarların ittifakıyla bir blok oluşturmuşlardır.
Sömürgeci diktatör Arap liderlerin İran’ın vurulmasıyla ilgili efendileri abd’ye baskıları, münafığın kâfirden ne denli daha tehlikeli bir düşman olduğu gerçeğini ispatlanmıştır. Arap liderlerin asıl hasım abd ve İsrail’i değil de İran’lı Müslüman kardeşlerini sevmeyip tehdit olarak görmeleri, emellerine açık bir delildir.
Onlar ne vahye iman etmiş müminler ne de vicdanı olan insanlardır…
“Sizin dostunuz ancak Allah’tır, Resulüdür, iman edenlerdir; onlar ki Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı kılar, zekâtı verirler.” Maide.55
Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdülaziz, ”Yılanın başını kesmek lazım. İranlılara güvenilmez. İran maceracı bir ülke ve hedefi sorun yaratmak. Allah İran’ın günahlarından bizi korusun.”
Asıl en ürkütücü yılan ve saltanattan öte hiçbir kaygı duymayan Kral Abdullah bin Abdülaziz; mal, can ve iktidarını kaybetme telaşından El Kaide’ye Suudi Arabistanlı iş adamları aracılığıyla her yıl 500 milyon dolar fidye ödemekte, bundan dolayı El Kaide’nin ülkesindeki bombalama eylemlerinin önüne geçmiştir. Irak’taki El Kaide’ye de Türkiye üzerinden silah yardımı yapmaktadır. Bu yardımlar hem abd hem de Türk hükümetinin bilgisi dâhilindedir.
Bunlar öylesine sinsidirler ki, iktidarları için değil Müslüman kardeşlerini, kendi halklarını dahi harcamaktan asla kaçınmazlar.
Bahreyn Emiri Hamad Al-Khalifa, Amerikalı General David Petraeus’a, ”İran’ın nükleer programının durdurulması gerekir. Arap ülkelerinin tamamının İran’ın nükleer programıyla ilgili olarak endişe taşımaktadır” ifadelerini kullanmıştır.
Abu Dabi Veliaht Emiri Muhammed bin Zayed, Amerikalı General Mullen’e çektiği telgrafta, ”İran’ın nükleer sitelerine karşı havadan saldırıların yetersiz olduğu ve karadan da saldırmak gerekir” dediği belgelenmiştir.
Katar Emiri Şeyh Hamd Bin Halife Al Sani, Amerikalı senatör John Kerry ile yaptığı görüşme de, ”İranlıların söyledikleri yüz kelimeden sadece birisine inanın” demiştir.
Mısır Devlet Başkan Hüsnü Mübarek, Kahire’de bulunan abd’li bir diplomata İran’dan son derece nefret ettiğini ve İranlıların ”yalancı oldukları ve onlara inanılmaması gerektiğini” söylediği deşifre olmuştur.
Ürdün Meclis Başkanı Zeid Rifaiu’nun da Amerikalılara, ”İran’la diyalogla hiçbir yere varılamaz” ifadeleri kayıtlarda ortaya çıkmıştır.
Dini kardeşlik ve siyasi müttefiklikle oluşturulan birliktelikler ihaneti doğurur. Dolayısıyla ihanet, kalleşlik, hainlik ve darbelerin ilişki dışında vuku bulabilmesi söz konusu değildir.
Tanrısal müttefikimiz abd’nin pkk’ya destek vermesi, ekonomik ve siyasi işbirliği içinde olduğumuz Rusya’nın pkk’ya silah yardımına hiçbir tepki göstermememiz sonucu bir avuç pkk’lıya teslim olmadık mı? Abd korkusundan katil İsrail’e teslim olmadık mı?
Eğer abd askeri belgelerinde pkk, “özgürlük savaşçıları ve Türk vatandaşları” olarak nitelendirilmiş, abd’nin Irak’ta tutuklu pkk üyelerini serbest bıraktığı, pkk’ya silah verdiği ve Türkiye’deki saldırılarını göz ardı ettiği belgelerle kanıtlanmışsa; hükümetimizin abd müttefikliği ve lehtarlığı bir ihanet değil de nedir?
Bir tarafta İran düşmanı Arap liderler ve Batı dünyası, bir tarafta İran dostu Türkiye, bir tarafta İslam kardeşliği, bir tarafta İslam düşmanı Hıristiyan ve Yahudiler, bir tarafta dinler ve medeniyetler arası ittifak, bir tarafta hem İran hem Arap hem de Batı dostu Türkiye, bir tarafta Müslümanlara savaş açmış Ortadoğu ve Batı dünyası, diğer tarafta toplumlar… Gelin de işin içinden çıkın!
“Sıfır sorun” politikasıyla İran’a göz kırpıp dost görünen hükümetin gerçek amacı hak ve adaletle şahitlik yapmak mı, yoksa amansız İran düşmanı abd, İsrail ve Arap iktidarlarının çıkarlarını gözetleme manipülasyonuyla İran’ı tuşa getirmek mi? Lâkin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül; hem İran hem milletimiz hem de Müslümanları aptal yerine koyarak alay edercesine Füze Kalkan Sisteminin İsrail’i koruma amacı taşımadığı ve İsrail’in nato üyesi olmadığını vurgulayarak hedef saptırma girişimi apaçık bir aşağılamadır. “Aptal, kendisinin akıllı olduğunu zanneder; akıllı adam ise kendisinin aptal olduğunu bilir.” Shakespeare
Seküler düzenin tanrısına hesap sorma cesareti taşıyamayan kölelerin “çıkar” hezeyanları günlerini kurtarsa da, bir gün mutlaka perişan olacak, taş üstünde taş kalmamacasına büyük bir felaket yaşanacaktır. Böylesi bir basıncı absorbe edebilecek ne bir yapı ne de tanrısal bir yaratık mevcuttur.
İnsani değer taşıyan gerek batı gerekse doğu halklarının başlarına gelecek felaketlerden kurtulabilmelerinin yolu, iktidarlarına hesap sorarak yargılamaları, hatta devirerek yönetimi ele almalarıdır. Aksi takdirde felaketleri tetikleyen ve insani değerleri yok ederek kötüyü hâkim kılan iktidarlara sağladıkları destek; bilmelidirler ki acı ve dehşeti derinden tatmalarına sebep olacaktır. En yıkıcı ve öldürücü yaranın haksızlık yarası olduğunu önemsemeyen politikacılardan daha şeytani kim olabilir?
“Politikacılar halkın çıkarlarından farklı çıkarlara sahip olan insanlar topluluğudur.” Abraham Lincoln
“İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun.“ Al-i İmran 175
“Zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur (cehennem de yanarsınız). Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra (O’ndan da) yardım göremezsiniz!” Hud 113
8 Aralık 2010 Çarşamba
İslam ve insanlığın yüzkarasılar…
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder