7 Aralık 2008 Pazar

Ben kimim?!?

Bugüne kadar İslam Ülkelerini ciddiye almayarak dünyada terör estirip Müslümanları işgal ederek yağmalayan ABD’nin, yeni başkanı Barack Obama, İslami cihad karşısında geri adım atarak, akılcı tek çıkış olan uzlaşma yolunu seçmiş ve tüm İslam ülkelerine barış ve adalet mesajı vermek maksadıyla iyi niyet girişiminde bulunacağını deklare etmiştir. Obama, ABD’nin Müslüman dünyasıyla dayanışma içinde olacağını vurgulamak gayesiyle yapacağı konuşmanın merkezini 600 yıl boyunca hilafeti iktidarında bulunduran Türkiye’yi değil de, başka bir İslam ülkesini tercih edecek olması, % 99 Müslüman ve sözde lider olan Türkiye’ye “ben kimim” sorusunu hatırlatmış ve taşıdığı belirsiz paradoksal kimliğinden dolayı “adam” yerine koymayarak, etkisinden kurtulamamız gereken haklı ve kahredici bir gerçeğin altını çizmiştir. Obama'nın kurmayları; “Ankara'nın İslam dünyasına mesaj vermek için yeterince renkli bir adres olmadığı” görüşleri, sizce ne ifade ediyor?

Türkiye’nin batılılaşma uğruna laik oluşuyla başlayan acı serüveni dünyadan dışlanmamıza, tüm saygınlığımızı ve caydırıcılığımızı yitirerek bir çerçöp misali sokağa atılmamıza, dolayısıyla batılılarca bir taşeron gibi kullanılarak artıklara mahkum edilip aşağılanmamıza neden olmuştur. Yüzyıllarca zayıf ve barbar batılılara insanlık dersi vererek adalet sağlayan üstün medeniyetimizin peşkeş çekilmesiyle başlayan alçaltıcı düşüşümüz, görüleceği üzere bugün dahi sürebilmekte ve bu yaftadan asla sıyrılamamaktayız. F. Niietzsche der ki; “zayıflar bizi kendi gücümüzden utanmaya zorladıkları için kazandılar."

Türkiye milleti için en büyük şeref ve izzet olan Müslümanlığından ve şanlı geçmişinden utanmasını zorlayan batılıların hegemonyasındaki laik devlete; dahili veya harici hiç kimsenin saygı duyabilmesi ve güvenebilmesi mümkün değildir. Dinine ve tarihine ihanet eden bir devlete inanabilmek olası mı? Elde ettikleri artıkları ve oyuncakları bir başarı veya zafer edasıyla karşılayan hükümetlerin utanılıcı zayıflıkları, her ne kadar gür üsluplarıyla örtünmeye çalışılsa da, gündemdeki gelişmeler kurnazlıklarına ve manipülasyonlarına pek izin vermemektedir. Özde her şeylerini yitirmiş olanların, “artık, gündemi belirleyen bir ülkeyiz” sözleri, yaşanılan gerçekleri kamufle etmeye yetmemektedir.

Ateizmin siyasi terminolojisi olan laikliği İslam ile özdeşleştirebilen ve bir arada yaşatmaya çalışan bir devlet; yeryüzünün gelmiş geçmiş en çarpık, en karmaşık, en fesat ve en kısır döngüyle zincire bağlanmış bir devlettir.

Türkiye’yi paradoksal ve zilletsel görüngüden kurtararak yeniden güçlü ve şanlı günlerine kavuşturacak umuduyla seçilen ve yaklaşık 7 yıldır iktidarda olan AK Parti ve Genel Başkanı R.Tayyip Erdoğan, daha da beterini yaparak, “Manukyan Ekonomisi” gütmekten başka hiçbir şeyi kendine dert edinmemiş, Müslüman olmasına rağmen barbar ABD’nin Müslüman kanı akıtmasına, kadınlarının ırzına geçmesine, yakıp yıkmasına ve işgaline zemin hazırlayan işbirliğine girişerek, tüm Müslümanlara, insanlık şeref ve haysiyetine ihanet etmiştir. Neden dik duramamış, bilakis diz çökmüştür?

“’Para’ her şeyi yapar diyen adam, para için her şeyi göze alandır” sözünü baz alarak, Maliye Bakanı Kemal Unutukan’nın şu ilkesi, AK Partinin temel siyasetini özetlemektedir. “Hepimizin başının dik olması için her şeyden önce ekonomimizin güçlü olması gerek.” Peki, başarabildiler mi?

Böylece Türkiye’nin ne kadar güçlü, büyük, caydırıcı ve gündem belirleyici olduğunu pratikte yaşadığımızdan; söze değil, eyleme odaklanılmasının gereğini yapmak, her bireyin vazgeçilmez görevi olmalıdır. Önce kimliğimizi bularak temeli atalım, inşaatı yapmak çok kolay.

Irki kimlik, tıpkı beden gibidir. Ruhsuz bir beden ölü olduğuna göre; laik bir kimlik sizce nedir?

“Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince, diğerleri de yanlış gider.” C.Bruno

Hiç yorum yok: