10 Nisan 1928 tarihinde yapılan değişiklikle Anayasa’nın 2
maddesinde yer alan “Türkiye Devleti’nin
dini İslâm’dır” hükmü çıkarılıp Allah, Resul, Kur’an ve İslam kaldırılarak devletin
ateistliği kabulüyle milletin tamamı ateist olmuş ve halen sürmektedir.
Her ne kadar kamu dışında İslam inancına izin verilmiş ise de,
ateist devletin koyduğu kurallar muhtevasında bir dine serbestlik tanınmış,
dolayısıyla güdümünde Diyanet İşleri Başkanlığı kurularak, Allah’ın hükümleri
raptı zapt altına alınmak suretiyle ateist devlet, egemenliğine tehdit gördüğü
Allah’ı ve vahyi sözde dizginlemiştir.
Oysa Kur’an’i hükümler, din ve devlet ayırımı yapmaksızın
sosyal, ekonomik, siyasi ve hukuki temel düzeninin İslam’a göre tatbikine
mecburiyet getirmiştir. Ama ateist rejim, Allah’ı, Resulünü, Kur’an’ı ve İslam’ı
kutsal sayarak yerin binlerce fersah altına öyle hapsetme manipülasyonuyla
ilişilmez kılmış ki, “siyasi menfaat temin ve tesis eylemek maksadıyla
dini veya dini hissiyatı veya dince mukaddes tanınan şeyleri alet ederek her ne
suretle olursa olsun propaganda yapamaz, istismar edemez veya kötüye
kullanamazlar” taktiksel gerekçeyle güya dini koruma altına alma hilesini
Müslümanlara kabul ettirmiştir.
Peki, Allah’ın hükmü nedir?
“Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve
kadına o işi kendi (ya da batıl devletin) isteklerine
göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir
sapıklığa düşmüş olur.” Ahzab 36
CHP’nin kurucusu ve eski Genel Başkanı
Atatürk, Allah’a ve İslam’a öyle savaş açmış ki, önce devletin dini olan İslam’ı
kaldırmış; Allah adının anıldığı her sözcük, milletvekili yeminlerinde geçen “vallahi”
kelimesi dahi “namusum üzerine söz veririm” diye değiştirilip anayasayla
yasaklamış; 1937’de de ateizmin siyasi terminolojisi olan seküler laiklikle devletin
ateistliği tamamlanmıştır.
Aslında “egemenlik kayıtsız-şartsız milletindir” hükmünün asıl amacı,
öncesinde Allah’a ait olan egemenliğin anayasayla ilişiğini kesmek maksatlıdır.
Lakin dikta edildiği gibi egemenlik hiçbir zaman milletin olamamış, egemenliğin
Atatürk ve CHP dışında hiç kimseye verilmeyerek ilkelerine yani ayetlerine
dokundurulmak bir yana karşı çıkılmasına hatta eleştirilmesine dahi cüret
ettirilmemiştir. Dolayısıyla her seçilen vekil, Atatürk ilke ve inkılâpları
üzerine ve laiklik adına ateizme bağlı kalacağına ant içerek resmi meşruiyete
hak kazanmıştır.
Diğer taraftan devlet, “Türkiye Cumhuriyeti”
değil, “Atatürk ve CHP devleti”; vatandaşlar da Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşları değil, Atatürk ve CHP vatandaşlarıdır. Dolayısıyla CHP ilkeleriyle kurulmuş devlet ve
anayasaya bağlı her parti ve vatandaş, CHP’nin hükmü altındadır, dolaylıda olsa
Atatürk ve CHP’ye kulluk yapmaktadırlar!
O günden bugüne Allah adının anılmasına
duyulan kin ve nefret hiç tükenmemiş, “Bismillah” ile birlikte kalplerde saklanan ezeli düşmanlık
tekrar açığa çıkabilmiştir.
Gerçi yapılmak istenen, batılılaşmakla
birlikte devlet dinini Hıristiyanlaştırmaktı ama Müslüman milletin isyansı
tepkisinden korkmalarından ateizmi laiklik olarak dayatmalarıyla birlikte tüm
dinlere karşıymış gibi izlenim vererek din ve devleti ayırmışlar, siyaseti de kutsal
saydıkları dine düşman kılmışlardır. Madem din mukaddes ise, sosyal ve ekonomik
her işi yöneten, yönlendiren, refah ve güven vadeden, hak ve adalet sağlama
işlevi gören siyaset pislik midir?
Allah’a olan iman ve inancı reddedip aklın
üstünlüğünü kabul eden laiklik anlayışında Müslümanlık nerededir? Öyleyse
laikliğe razı olmuş bir millet, Müslüman olabilir mi? Devlette ateistliğe, sokakta Müslümanlığa
geçit verebilecek bir Tanrı yahut din ancak Atatürk ve CHP devletinde
görülebilir!
Yaklaşık 20 yıl öncesinde Tempo Dergisiyle
yaptığım röportajın ses getirilmesiyle birlikte aleyhimde kamu davası açılmış,
derginin yazı işleri müdürü ve şahsımla röportaj yapan muhabir ile birlikte
Bakırköy Adliyesinde hakim karşısına çıkmıştık. Hakimin sorusu üzerine
savunmamı yaparken dayanağım olan Maide Süresi 33. Ayeti söyledim. Hakim büyük
bir öfkeyle mahkeme salonunda ayet okuyamayacağım diye çıkıştı. Kendisine,
tuvalet dışında her yerde okuyabileceğimi, buranında tuvalet değil mahkeme
salonu olması hasebiyle savunmamı engelleyemeyeceğini, dolayısıyla ayet
okuyabileceğimi ifade ettim. Bunun üzerine; “seni tutuklarım” dedi. Kendisine, “Allah
izin vermez ise tutuklayamayacağını, velev ki tutuklanmamı dilemişse şahsım
için daha hayırlı olacağı” yanıtı vermemle birlikte hışım ve kızgınlıkla bir
müddet yüzüme bakmasının ardından salondan çıkmamı söyledi. Hakimin tutuklamak istemesi
bir yana, davadan ceza dahi veremedi. Çünkü Allah’a tumturaklı güvenip
dayanana; vekil ve destek olarak Allah yeter!
Daha öncede defalarca açıkladığım gibi; “Türkiye’de vahye iman etmiş ve Allah’ın indirdiği
hükümlerle hükmeden yahut yaşayan şahsımda dahil olmak üzere tek bir Müslüman
yoktur. Türkiye’deki sözde Müslümanlık, ateist devletin koyduğu kurallar
doğrultusunda inanılan ve ibadet edilen bir dindir.”
İnsanlar,
devlette dinsiz, sokakta dinli olmak üzere öyle bir yaman çelişki içindedirler
ki, hayatta ruhlu, mezarda ruhsuz bir beden misali dinsiz devlette yürüyen Müslüman
ölüler olarak, batıldan çıkıp hak yola yönelememekte; dolayısıyla heva ve heveslerin
tanrı yapmalarından nefislerinin egemenliğine Allah’ı ve hükümlerini rakip
tanınmak istenmemektedir.
Türkiye, milletin egemen olduğu bir
Cumhuriyet değil, Atatürk ve CHP diktatörlüğündeki müstebit bir devlettir. Bir
kimsenin herhangi bir partili, düşünce ve dinde olmasının hiçbir önemi olmayıp,
her kapı Atatürk ve CHP’ye açılmaktadır. CHP’nin yıllar önce inşa ettiği
anayasa halen yürürlükte ise, milletin tamamı CHP’nin mahkûmiyeti altındadır!
Peki, CHP kimdir ve anayasanın temel ilkesi
nedir?
“Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir
kalmaya mahkûmdurlar! Böyle kimselerle memleketi zenginleştirmek mümkün
değildir. Bunun için önce din ve namus telakkisini ortadan kaldırmalıyız.
Partiyi(CHP'yi) bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin
etmeliyiz!” Atatürk
“Göklerde
ve yerde ne varsa, Allah’ındır, din de yalnız Allah’ındır. O halde Allah'tan
başkasından mı korkuyorsunuz?” Nahl 52
“Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken:
"Ne işde idiniz!" dediler. Bunlar: "Biz yeryüzünde
çaresizdik" diye cevap verdiler. Melekler de: "Allah'ın yeri geniş
değil miydi? Hicret etseydiniz ya!" dediler. İşte onların barınağı
cehennemdir; orası ne kötü bir gidiş yeridir.” Nisa
97