Yüce ALLAH, Tevbe süresi 73. ve Tahrim Süresi 9. ayetlerinde; “Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir!” kesin buyruğuyla, kötünün yeryüzünde yayılmaması, fitnenin ortadan kalkması ve iyinin tamamen egemen olabilmesi için ‘olmazsa olmaz’ kurallarını açıklayarak, seküler hümanizm bayraktarı şeytan ve işbirlikçilerine karşı tavizsiz bir mücadele emretmiştir.
Hiçbir yaratık, yaratıcısı Allah kadar insanlara daha merhametli ve daha yakın olamaz. Lâkin kötünün temsilcisi şeytan ve adımlarını takip eden insanları “yaratılanı severim yaratandan ötürü” hümanist felsefeyle meşru kılmak; Allah’a, Peygambere, vahye, insaniyete ve iyiliğe bir başkaldırıdır. Çünkü Allah yarattığı kötülere düşman, iyilere dosttur…
Seküler temelli sözde evrensel insan hakları doktrini suçları, tacizleri, haksızlığı, adaletsziliği ve ahlaksızlıkları arttırmış, suçlulara cesaret vererek öyle azmettirmiş ki, adam öldürmekten daha büyük bir suç olan fitne canlı-cansız tüm mahlûkatı sararak, ”tanrı insan” hipotezinden azgınlar kayrılmış, böylece dokunulmaz kılınarak yanlış ve kötü ne varsa laik insan hakları adına ödüllendirilmiştir. Özellikle hiçbir Müslüman, Allah ve Resulünün hüküm verdiği bir şeyi kendi istek ve düşüncesine ve de laik yasalara göre yorumlayamaz. Doğruyu ve iyiyi kayıtsız savunmak yerine çıkar fırsatçılığı veya sekülerist anayasa boyunduruğunda yanlışın yanında yer alarak kötünün yok edilebilmesi için temsilcilerini bertaraf etmemek, işte o din dışı masonik insan hakları beyannamesinin gizli ve asli hükmüdür. Oysa Allah, Enfal Süresi 39. Ayetinde; “Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın! (İnkâra) son verirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür.” buyurmuştur.
Tophane’deki sanat galerisine mahalleli baskını provokasyonuyla insanların inancına ve ahlaki hassasiyetlerine karşı günlerce sürdürülen kıyım; örtülü bir dinsizlik, ahlaksızlık ve namussuzluk çığırtkanlığından başka bir şey değildir.
Mason chp diktatörlüğü ile birlikte devrimlerle dini ve ahlaki kuralları ortadan kaldırabilmek için yapılan kanlı katliam ve idamlar, baskı ve şiddet, cinayet, yasak, dayatma ve aşağılamalarla Müslüman Türkiye Halkı’nı manevi değerlerinden uzaklaştıramayıp diledikleri gibi laikleştiremeyen ve sapıklaştıramayan cenabın, sanat adına kendilerini masum ve dokunulmaz kılmak suretiyle sinsice sokak aralarında haçlı faaliyetlerini sürdürmeye kalkışıp; inanç, örf ve adetlerine bağlı mahallelerde ahlaki terör estirmelerine hiçbir insan tepkisiz kalamaz.
Sözde sanat galerisi adı altında ancak fuhuş, içki, kadın ve uyuşturucu kullanmak ve pazarlamak amacıyla açılan yerlerin başıboş ve yoksul iffetli evlatlarımızı çağdaşlaşma manipülasyonuyla baştan çıkarabilmek için organize birer şer yuvaları olduğu gerçeği aşikârdır. Eğer gerçek bir sanatçı ve sanatsever ruhu taşıyan insan olsaydılar; sevgi, saygı, tevazu, hoşgörü ve erdemlik niteliklerine haiz olur; başkalarının inançlarına, giyimlerine, düşüncelerine, seçimlerine ve yaşam tarzlarına bırakın müdahaleyi veya hor görmeyi, düşüncesi bile kendilerini rahatsız ederdi. Oysa onların her biri misyonları gereği namuslu kadın yahut erkek avcısı olup, evli insanlar olmak üzere çocukları dahi baştan çıkarabilme amacındadırlar.
Sözde sanat galerisine gelenlerin dışarıda görülecek ne eserler var ki güya içerideki eserleri değil de dışarıdakilerini merak ederek topyekûn sokağa taşıp sarhoş kafalarıyla yoldan geçenlere musallat oldular? Sokaktaki kadın ve erkeklere laf atarak ve harami gözlerini evlere dikerek infial uyandırma arayışları mahalleliler tarafından püskürtülmüş ve hak ettikleri karşılığı ödemişlerdir. Söz konusu tepki bir şiddet değil, vicdanı ve namusu olanların ortaya koyduğu bir direniştir. Direnmeyip de kafalarını çektikçe sokakta yürüyen ve evlerinde oturan namuslu insanlara sarkıntılık ve daha sonra tecavüz etmeleri mi beklenmeliydi?
Kültür Bakanı olacak zat Ertuğrul Günay; sanatçıların toplumun aynası, söz ve davranışlarında topluma örnek olması, farklı inanç ve yaşam tarzlarına saygı göstermesi, her türlü fitne ve fesattan uzak durarak bütünleştirici bir erdemliği sergilemeleri, bulundukları ortamın değerlerine tahammül etmeleri konusunda yönlendirici hiçbir açıklama yapmayarak, doğrudan “İstanbul’a yakışmayan bir saldırı yaşandı, saldırıyı şiddetle ve nefretle kınıyorum. Hiçbir gerekçe şiddet kullanmanın mazereti olamaz, burada gördüğüm manzaranın hiçbir şekilde izahı olamaz. Türkiye’nin her yanından terörü silmeye çalışırken İstanbul sokaklarında böyle bir görüntünün sergilenmesine müsamaha göstermeyiz. Olayın faillerini dikkatle takip edeceğiz, yargıda en ağır cezaları almalarını talep ediyoruz” sözleri tamamen taraflı ve provokatörleri dolaylı yoldan aklamaya ve teşvike yöneliktir. Öncelikle manevi değerleri üstün insanların duygu yüklü fıtratları bilinciyle olaylar tahlil edilebilse, saldırgan diye suçlanan direnişçilerin değil azmettiren mihrakların uyarılıp cezalandırılarak olaylar engellenmeye çalışılırdı. Ama sapıkların aydın sanatçı veya yazar etiketli dokunulmaz zırhları, yetkilileri ‘hazır ol’ duruşuna soktuğundan her zamanki gibi sokaktakiler suçlanır, sanatçı erdemliğiyle yakından uzaktan ilgisi olmayan sapkınlardan özürler dilenerek daha beterini yapmaları için yollarına kırmızı halılar serilir.
Tahrik edeni değil de müdafaa edeni suçlu gören bir anlayıştan dolayı ne gerilim ne de kaos son bulmaktadır. Aynı süreci bizzat yaşamış, ülkeyi kana bulamaya ant içmiş Aziz Nesin adındaki provokatör bir teröristin Sivas’tan başlayıp tüm ülkeyi ceset dağlarına dönüştürebilme çabalarına karşı ortaya koyduğum sert tepki, nasıl gazeteci çakma aydınlarca kıyasıya eleştirilmiş ise, bugünde haksızlık karşısında susmayan namuslu tophaneliler şiddet yapmakla suçlanabilmektedirler. Mason ilkeli laiklerin amaçları ülkeyi dinsizleştirmek ve namussuzlaştırmaktır. Tavizin tavizi getireceği unutulmamalı, ahlâksız sapkın provokatörlere gerekli yanıt aynı anda verilmelidir.
Tophanedeki olayı tertipleyerek senaryolaştıran geçmişin oyuncusu günümüzün provokatör senaristi chp İstanbul il başkanı Berhan Şimşek’tir. İmkânları dâhilinde Türkiye’yi cehenneme dönüştürebilecek kadar muhakeme ve vicdandan yoksun bu egoisti hem devlet hem de millet takip etmeli, bu tür kışkırtmaların altında mutlaka o aranmalıdır. Normal yollardan iktidara gelip Müslüman Halk’ı elimine edemeyeceğini çok iyi bilen vahiy düşmanı Önder Sav’ın Berhan Şimşek gibi oyuncu bir provokatörü neden il başkanlığına getirdiği şifresi sanıldığı kadar anlaşılmaz değildir…
Ne laik akıl ne de laik bilim kuramlarıyla ellerinde ikna edici somut bir şey bulunmayan sefillerin sözde pozitif akıldan aşağı tuttukları vahyi ve iman edenleri tahrikleriyle suçlu konuma düşürebilme planlarını üç-beş çapulcuyla uygulamaları, ancak kendi çöplüklerinde itibar kazanmaktadır. Ne var ki söylemde ve görüntüde Müslüman kimliği taşıyanların tuzaksı tartışma meclislerine katılarak tavırlarını açıkça ortaya koyamayıp demagoji yapmaları, sekülerist provokatörlerin en önemli besin kaynaklarıdır. Kimileri türbanları kimileri de dini ve demokrat referanslarıyla insani değerler konusunda sergiledikleri ürkek duruşları azgınların emellerine hizmet etmekte, sanki hakkı ve adaleti savunur gevelemeleri ne topluma doğru bir mesaj olarak yansımakta ne de suçluları kabahatli duruma düşürmektedir. Ya açık konuşup veya yazsınlar ya da gölge etmesinler!
Laik devlet ve çakma aydınlarca Müslümanlara reva görülen baskı, şiddet ve yasakların tophanedeki bir avuç sapkına duyulan tepki kadar ses getirmemesi, işte muhafazakâr ve demokrat karmalı bu yazar-çizer taifesinin basiretsizlikleri ve korkaklıklarından olduğu gibi, kendilerine biçtikleri fiyat etiketlerindendir. Ne de olsa onların koltukları altında kanıtlanmayı başarı saymaktadırlar.
Vatanı Türkiye’nin Müslüman kimliğinden ve dindar vatandaşlarından utanabilen bir kimsenin sanatçı veya sanatsever olabilmesi mümkün mü? Sanatın gerçek kaynağının ruh ve inkâr ettikleri Allah’ın yarattığı mahlûkatı taklitten öte bir değer taşımadığını bilip yaratıcı olabilme sevdalarından sıyrılabilselerdi, insanları birbirine düşüren vicdansız azgınlar değil toplumun ahlak ve erdem sahibi merhametli temsilcileri olurlardı…
Çifte standart yalnızca Türkiye’de mi?
Aylardır Sakine adlı kocasını aldatıp sonra öldüren İranlı katil bir kadının idamını engelleyebilmek için Türkiye dâhil tüm dünya ayağa kalkarken, neden aynı suçu ABD’de işleyen Teresa adlı kadının da kocasını aldatıp öldürmesi akabinde hakkında verilen ve infaz edilen idamı için yapmadılar? Çünkü biri Müslüman ve İranlı, diğeri Hıristiyan ve ABD’li…
Başta Fransa’nın pornografi yıldızı ve cumhurbaşkanı Sarkozy’nin eşi olmak üzere devlet adamları, sanatçılar, Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu, sivil toplum örgütleri İranlı koca katili zinacı kadının serbest bırakılması için yoğun lobi faaliyetleri sürdürüp İran’a baskı uygularlarken, ABD’li kadın ile ilgili hiçbir çaba harcamayıp idamına alkış tutmaları siyasi ve dinidir. Eğer idama karşıysalar; neden İran gibi ABD’ye de tepki göstermediler? Acaba İran, yasaları olan bir hukuk devleti değil midir?
Gerek içeride gerekse dışarıda Müslümanlara karşı duyulan kin ve nefret her olayda baz alınmalı, yıkıcı nifak sokarak sürüklemek istedikleri tuzaklara düşmekten ısrarla kaçınmalıyız. Kim ne derse desin Müslümanlık bir ayrıcalık ve şereftir; namus, ahlak, adalet, erdemlik, eşitlik ve barışın da savunucu tek kalesidir. Bundan başka şeref arayanların durumu evlerin en çürüğü olan örümcek yuvasından farksızdır. Yaratıcınız Allah’ın emrettiği doğrultuda yaptığınız davranışlar için hiç kimsenin kınamasına aldırış etmeyiniz.
Din, namus, ahlak, hak ve adalet için girişilen her yol, Yaratıcı Allah’ın hükmü dâhilinde mubahtır…
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder