Peygamberimiz; “Münafık, kâfirden yetmiş kat daha tehlikelidir” buyurarak, iman etmiş müminleri inkârcı ebedi düşmanlarından ziyade riyakârlara karşı uyararak, herhangi bir ihanetle karşılaşıp yıkıcı darbe almamaları konusunda dikkatli olmayı özellikle vurgulamıştır. Her ilişkide olduğu gibi aleni düşmana karşı tedbirli, dost ya da senden görünenlere teslimiyetçi duygular çöküntü ve yenilginin yegâne sebebidir. Özde değil sözdeki görüntü en sinsi tehlikedir…
Dinlerdeki rehberler, siyasetteki önderler, öğrenimdeki eğiticiler, ticaretteki ortaklar ve ailedeki üyelerin sakınılan düşmandan daha korkunç tahribatlara yol açarak gerek din ve namusu, gerek umutları, gerek malı, gerekse canı iliklere kadar sömürerek sıkıntılar, acılar ya da cinayetlerle sonuçlanması, yaratık olan insanın ne kadar nankör ve hain olduğunu kanıtlamaktadır.
Seküler düzenin maddeyi odaklattıran düşüncesi vicdanları katranlandırmış, merhamet ve adalet ışığıyla yaratılmış insanların kalplerine çöküp egoistleştirmek suretiyle zalimleştirmiştir. Müslüman olanlar din-dışı düşüncelerin etkisinde kalarak münafıklaşmış, güce kavuşabilmek için sözde inandıkları Allah’ın ayetlerini ve mutlak iktidarını nefislerine peşkeş çekmişlerdir. Her şart ve koşulda Müslümanlık gibi yüce bir şerefle onur duyup karşıtları aleyhine haklı bir müdafaaya girişeceklerine, meşru sayılabilmek için vahyi kemirerek onlara benzemiş, hatta daha da beteri olmuşlardır. Sonuçta masonik bir İslam anlayışı doğmuştur…
“Şüphesiz, Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya, işte onların ahirette bir payı yoktur. Allah, kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır.” Al’i İmran. 77
Müslüman referansa sahip Başbakan Erdoğan, sekülerizmin ya da laikliğin vahyi topyekûn ortadan kaldırmak amacıyla manipüle edilmiş bir düşünce olduğunu imansı bir cesaretle ifade etmektense; “Devlet laik olabilir ama insanlar olamaz” güzaf açıklaması, tıpkı bataklıktan kurtulmaya çalışıp debelendikçe batan insandan farksızdı. Acaba başbakan olma sıfatından kendisi devlet değil mi?
Allah, karakterime bir fiyat etiketi koydurmadığından her kim olursa olsun asla taviz vermemekte, bundan dolayı bakan ve bürokrat arkadaşlarım dahi cüzamlı bir hastadan kaçarcasına telefonlarıma çıkmamaktadırlar. Oysa çıkarım için değil, mağduriyete uğramış kimselerin haklarını teslim etmeleri için arıyordum. Nede olsa pkk teröristlerinden çok daha tehlikeli ve laik rejimin önemli düşmanı yaftasıyla damgalanmış birinden kaçmasınlar da ne yapsınlar? Oysa gerek chp, gerekse bdp’nin en azılı teröristlere arka çıkarak açıkça sahiplenmeleri, işte çakma Müslüman gerçeğini ortaya koymaktadır.
Vilayetin birinde adamın biri çeşme yaptırmış ve çeşmenin üzerine “Müslümanlar buradan su içemezler” diye bir uyarı asmış. Bu haber valinin kulağına gidince, “Şu densizi derhal tutuklayıp karşıma getirin” diye emir vermiş. Adamı derdeste edip valinin karşısına getirdiklerinde adam; “Bana bir manga asker verin ve doğruluğumu size kanıtlayayım” demiş. Yanına bir manga asker alıp, önce kiliseye giderek ayin yaptırmakta olan papazı cemaatinin önünde yaka-paça tutuklarında tüm cemaat ayağa kalkmış, “Papazımızın yerine bizi götürün” diyerek gözyaşları içinde feryat figanı basmışlar. Sonra havraya giderek, yine cemaatiyle birlikte dua eden haham’ı gözaltına almaları üzerine aynı tepkiyle cemaat ayaklanmış ve kendilerini haham’larına siper etmişler. Son olarak camiye gitmişler ve vaaz vermekte olan imamı gözaltına aldıklarında cemaatten tek bir aldırış olmadığı gibi, “zaten onu tutuklayacakları belliydi, haddini aşıp konuşmasaydı” diyerek, askerlerin götürmesine izin vermişler. Adam valinin karşısına çıkıp durumu bir bir anlatınca, valinin boynu büküp kalıp, adamı serbest bırakmış…
Vahye iman etmiş Müslümanlar sadece haçlı veya laiklerce değil, kendinden bildikleri münafıklarca da baskı ve zulüm altındadır.
Şeytan öyle tuzaklarla inananları yoldan çıkarıyor ki, “yemin ederim ki kullarından belli bir pay edineceğim” vaadi tüm dehşetiyle sürmekte, ilim sahiplerini dahi sapıttırarak düzen doğrultusunda siparişsi fetvalar verdirmektedir.
Faizin çok korkunç bir haram olduğu vahyin birçok yerinde hükme bağlanmış, günah korkusuyla birikimlerini bankalara yatırmaktan kaçınan Müslümanların inançsı siperini kırabilmek için, “kâr payı” gibi şeytani bir hileyle faiz kavramına dini bir kimlik kazandırılmıştı. Hâlbuki seküler ekonomi kurallarıyla temelleştirilmiş bir düzende dini hükümlerin uygulanabilme imkânsızlığını hiç kimse ya muhakeme edemedi ya da işlerine gelmedi. Para, para, para…
“İslâm devletinin olmadığı bir yerde İslâmi müesseseler kurmak, ölünün kırık kolunu tedavi etmek gibidir.”
Geçmişte İslami finans kuruluşları olup günümüzde bankaya dönüşen kurumlar, tıpkı para karşılığı cinsel ilişkide bulunmayı gayrimeşru, aşk karşılığı ilişkide bulunmayı meşru sayan modern dünyanın mantığıyla hareket ederek, evli ya da bekar kişinin ilişkisini zinadan kurtarabilme manipülasyonuyla “imam nikâhı” adı altında helalleştirme hilelerini ticarette de uygulamışlardır.
Sekülerist düzenin kapitalist ya da sosyalist bankalarınca verilen faizler vahyen haram sayılmalarına rağmen aynı düzenin sözde kâr payı dağıtan İslam maskeli bankalarından daha dürüst ve şeffaf oldukları, müşterilerinin de dinin haram saydığı ticareti karşılıklı mutabakatla kabul ettikleri ortada olup, ticaretlerinin helal olması konusunda güya hassasiyet gösteren dindarların kar-zarar hesap katılımlarında kurumları kadar samimi ve dürüst olmadıkları tartışılmazdır.
Lise yıllarımda biyoloji öğretmenim olan Enver Ören, biyoloji dersinden çok ahlakı, dürüstlüğü, hakkı ve hukuku öğretir, ateşe dayanabileceğimiz kadar günah işlememiz gerektiğini öğütlerdi. Ne var ki laik düzen iktidar olma hırsından onu da münafıklaştırmış, öğrencilerine anlattıklarının tam aksi bir davranışa itmişti. Sahibi olduğu İhlas Finans Kuruluşuyla mütedeyyin insanları nasıl zor durumlara sokup iflasa sürüklediğini herkes hatırlar. Müşterilerinin yatırımlarını zimmetine geçirerek ya şirketlerini zarardan kurtarmak ya da daha büyük yatırımlar yapabilmek maksadıyla hesapları dondurmuş ve keyfiyetine göre bir ödeme planı yaparak faizden kaçanları kâr hortumuyla yerle bir etmişti. Ancak sadece Enver Ören mi suçlu ya da gayri ahlaklı? Güya faizden sakınıp kar-zarar hesabına katılarak ticaretini helal yollardan kazanmak isteyenlerin de Enver Ören ya da diğer parazitlerden hiçbir farkları bulunmamaktadır. Şöyle ki, helal bir kazanç elde edebilmek için kar-zarar hesabına katılıyor, sonra da zararla karşılaştığı zaman kıyametler kopararak hak arayışına kalkıyor. Sözü başka, kalbi başka riyakârlar sadece sömürücü patronlar değil, onlara çanak tutan içten pazarlıklı yığınlarda! Sonuçta hem kurum hem de müşteri vahyi sömürmektedirler.
Ahlakı çökerten tek neden riyakarlıktır…
Artık para, din dâhil her şeyin anahtarı haline gelmiştir. Dolaylı yollardan cennetin dahi parayla satın alınabileceği anlayışı öyle egemen olmuş ki, hizmet ve yardım gerekçesiyle vahiy paçavraya dönüştürülerek seküler rejim, Allah’ın tartışmasız yasaları olan şeriata karşı Müslüman kimliklerce meşruiyet kazanmıştır. Kâr payı adı altında İslam’ı ve Müslümanları acımasızca sömüren münafıklar, helal aşkıyla teslim olan insanları birikimleri nispetinde kefen parasına yetecek sözde kârlar dağıtarak servetlerine servet katmakta; bir taraftan yıllık milyar dolarlarca karlarını ve devasa yatırımlarını övünçle açıklarlarken, diğer taraftan katılımcı ortaklarına hakkı olan paylarını vermeyebilmektedirler. Nasıl olsa harami kazançlarını aklayan fetvalar ceplerinde olmalarından dolayı hiç kimse itiraz etmemektedir. Bu sebeple münafığın kâfirden yetmiş kez daha tehlikeli olduğu delili, bu kar dağıtıcı kurumların faizci bankalardan ne kadar daha sömürücü ve tehlikeli olduklarını ortaya koymaktadır.
Bu acımasız sömürücüleri çok yakından tanımış ve ne tür entrikalar çevirdiklerine bizzat şahitlik etmişimdir.
2008 yılında haklarında açtığım davanın sonuçlanmasından dolayı “Kuveyt-Türk” olarak bilinen kurumun gerçek yüzünü deşifre etmekte hiçbir sakınca görmüyor, böylece müşterilerinin dikkatlerini çekmeyi vicdani bir görev addediyorum.
Altın alış-verişiyle ilgili 2008 tarihinde ticaret yaptığım Kuveyt-Türk, bir müddet sonra talep ettiğim ama kaçınarak oyaladıkları hesap ekstremin gönderilmesiyle ilgili ısrarım üzerine, 150.000 USD.’ın bilgim haricinde hesabımdan çekildiğini fark etmiş, sözlü ve yazılı uyarılarım sonrası bir yanıt alamamam üzerine, güvenimi yitirdiklerinden dolayı bakiye tutarımın derhal diğer bir banka hesabına EFT’sini talep etmiştim. Ancak hesabımdaki meblağı EFT yapmamaları üzerine şubeye giderek EFT’yi gerçekleştirmiş, yeni bir hesap ekstresi istediğimde gördüğüm gerçek, 150.000 USD.ın kaybıyla ilgili yapılan altın alış verişini iptal etmeleriydi. Nasıl olurdu da tamamen güvene dayalı, hem de İslam’i hassasiyet taşıyan bir kurum sahtekârlığa tevessül ederek resmi evrakta tahrifat yapabilirdi? Hesabımdan zimmetine geçirdikleri 150.000 USD.’ı resmiyette belgeleyebilmek için evrakta tahrifat yapabilmelerine hayret etmiş ve yapmaya çalıştıkları pazarlığa aldırış etmeksizin aleyhlerinde ticaret mahkemesinde dava açıp, yaklaşık iki hafta önce mahkûm etmek suretiyle uğradığım zararla birlikte geri ödemelerini hükme bağlattım. Ancak yetinmeyip “sahte evrak tanzimi ve resmi evrakta tahrifat” suçlarından cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda da bulunup, tüm yönetim kurulu üyeleri hakkında ceza davası açtım.
Güçleri ve sözde hatasız inançlarıyla müşterilerini caydıran ve hak aramada korku salan sömürücülerin söylemleri ne olursa olsun asla taviz vermeyin ki, cesaretlenip başkalarına yapmayı düşündükleri haksızlıkların önüne geçin. Bunlar öylesine pişman olmaz sürüngenlerdir ki, yaptıklarından tövbe edeceklerine hakkımda bankayı dolandırmakla suçlayabilecek kadar alçalabilmişlerdir. Amaçları mahkeme kararıyla da kanıtlanmış dolandırıcılık ve sahtekârlıklarını dedikodularla kamufle edebilmek, tarafımdan yapılabilecek olası bir deşifrenin öncesinde lehlerine altyapı oluşturmaktır.
Faizin haram olmasından sakınan Müslümanlara diyeceğim odur ki, seküler yani laik düzen kurallarıyla faaliyet gösteren herhangi bir İslami banka olmayacağı gibi kâr payı denilen kazancın tıpkı zinanın “muta nikâhı” adıyla aklanması misali faizin ta kendisi olduğu, eğer gerçekten iman etmişler ise bu tuzaktan kurtulmalarıdır. Şayet illâ geçim için bir kâra ihtiyacımız var diyorlar ise, Allah’ın ayetlerine bedel biçmekten vazgeçip önceden adı konulan bankalara müracaat etsinler ki, meçhul bir sömürü yerine miktarı belirlenen bir harama razı olup en azından Allah’ı kandırma müşrikliğinden sıyrılsınlar.
“Kâfir olanlar için dünya hayatı cazip kılındı. Onlar, iman edenler ile alay ederler. Oysaki inkârdan sakınanlar kıyamet gününde onların üstündedir. Allah dilediğine hesapsız rızık verir.” Bakara. 212
Parayla bağımsızlığa ve cennete kavuşabilecekleri iddiasıyla kendilerine hükmedenleri dize getirebileceklerini sanan münafıkların eğitim adı altında okul ve üniversiteler, sağlık adı altında hastaneler, siyaset adı altında partiler, güç birliği adı altında holding, dernek ve vakıflarla sadece paraya odaklanıp şeriatın egemenliği için sözlü ve fiziki hiçbir mücadelede bulunmamaları; aksine çabalayanları radikallik, marjinallik ya da teröristlikle suçlayarak dışlamaları, neden Türkiye’nin İslam’la şereflenemediğine ve müminlerin horlanabildiğine açık bir delildir.
Onun için Türkiye’de vahyin emrettiği ölçüde iman etmiş bir Müslüman olmadığı beyanatını vermiştim. Eğer parayla cennet kazanılıyorsa, fakir ve yoksul olan tüm peygamberler cehenneme atılacaklardır.
İslam referansıyla katılımcı ortaklarını sömürerek dünyanın en zenginleri arasında yer alan kâr paycı banka veya finans kuruluş patronlarının mason kapitalistlerden hiçbir farkı bulunmamakta, İslam’ı parayla özdeşleştirmelerinden her türlü haksızlık ve adaletsizliği fetvalarla helalleştirebilmektedirler. Din ve vicdanlarına fiyat etiketi koyan Hayrettin Karaman gibi âlimlerin güce ve rejime özel fetvaları fırsatçı münafıkları tahta çıkarırken, dünya hayatına cezp edenleri de atık yalayıcılığına mecbur kılmaktadır.
“Bu yüzden kalpleri mühürlenmiştir. Artık onlar hiç anlamazlar. Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar sanki elbise giydirilmiş odunlardır. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakının. Allah onları kahretsin.” Münafikun. 3- 4
13 Ekim 2010 Çarşamba
Neden münafıklar daha tehlikelidir?
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder