Yaratıcısı
Allah’a hainliği meslek edinmiş günahkârlara güvenen, umut bağlayan ve savunanların
insan olabilmeleri; insanca muhakeme edebilmeleri ya da insanca yargıya
gidebilmeleri mümkün müdür?
Benliklerinin ardına Arap atı misali dörtnala
koşarak yorulmaları akabinde nefislerinin eline terk edilenlerin hazin sonları
her ne kadar herkesçe edinilen tecrübeler ise de, yine de gerçeğin açık
perdelerini kapatabilmek için inatlarını sürdürebilmektedirler. Çünkü onlar ‘o
kitap’ça mühürlenmişlerdir.
“Andolsun, biz cinler ve insanlardan
birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla
kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla
işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl
gafiller onlardır.” A’raf 179
Nefsin hüküm
sürdüğü bir toplumda iyiyi ve doğruyu, hakkı ve adaleti kabul ettirebilmek imkânsızdır.
Yalnızca çıkara odaklı nefsin kendinden başkasını elem edinebilmesi mümkün
olmadığından nankörlük ve ihanette sınır tanınmamakta, dolayısıyla felaketlerin
başa gelebilmesi için acele edilip, sonrada “ne yaptım” hayıfıyla dizlere
vurulmaktadır.
Neredeyse
herkesin benliğine çalıştığı bir dünyada insaniyet, barış, hak ve adalet
argümanları tamamen aldatmaca olup, ancak kendini yaratıcı Allah’a adayıp
dünyayı ahiret karşılığı satanlar nefislerini düşünmezler. Kimilerinin; “kendilerini Allah’a adadıklarını iddia
edip de nefisleri peşine koşarak binbir dalavere yapan Müslümanlara ne demeli!”
eleştirilerde bulunmaları doğrudur. Ne var ki, onların Müslüman değil Müslüman
kimliği taşıyan münafık oldukları kestirilememesinden Müslümanlar yaftalanmaktadır.
Çünkü tumturaklı iman etmiş hiçbir Müslüman nefsi hiçbir arayış ve beklenti içinde
bulunmaz, dolayısıyla ne nankörlük ne de ihanete kalkışır.
2006 yılının
Nisan ayında yazdığım “neden oy kullanmıyorum”
adlı kitabımda, seküler rejimi meşrulaştırmamak için herhangi bir partiyi
desteklememin dinen sakıncalı; yaratıcı Allah’ın anayasasını değil de beşeri
anayasayı rehber edinmenin apaçık bir başkaldırı olduğu üzerinde durarak,
partinin adı ne olursa olsun Allah’ın kitabına isyan esası üzerine kurulu batıl
rejime bağlı faaliyet göstermelerinden hak ve adaletli değil nefsi bir yönetim
güttüklerinden hep karşı çıkmış ve bu sebeple hiç oy kullanmamışımdır.
Hatta
kitabımda, “söz
konusu seküler düzen adına kullanacağım tek bir oy, çok sevdiğim rahmetli babamın
dirilmesine neden olabilecek bir mucizeyi gerçekleştirecek olsa dâhi, yine de
kullanmam. Çünkü dirilişi bir hayır değil, mutlaka şer olacaktır. Vahyi
reddeden bir rejim,"Allah adı" anılmaksızın kesilen hayvanın
haram etine benzer. Onun etini yemek ne kadar büyük bir günahsa, rejimi
meşrulaştıran herhangi bir partiye oy vermemde o kadar büyük bir günahtır” açıklamasını yapmıştım.
“Gömleğin
ilk düğmesi yanlış iliklenince, diğerleri de yanlış gider.” C.Bruno
Ne var ki
geldiğimiz nokta, İslam ve Türkiye karşıtı ne kadar dâhili ve harici güç var
ise, sırf din ve vatan hassasiyetinden dolayı Başbakan Erdoğan’a karşı ittifak
kurarak ülkemizi kuşatmaya kalkışmış, dolayısıyla İstiklal mücadelelerinde
olduğu gibi saf tutmaya mecbur bırakmıştır. Dolayısıyla önümüzdeki seçimler,
haçlıların kuşatmasını kırabilmek ve ülkemizi düşmanlardan kurtarabilmek için
geçmişimizdeki İstiklal muharebelerinden farksızdır.
Ecdadımızın haçlılara karşı
silahla gerçekleştirdikleri cenk, günümüz Türkiye’sinde seçimlerle
yapılmaktadır. Bu gerçeği idrak edemeyen insanların haçlı safında yer alarak
dinine, namusuna ve vatanına ihanetleri nefsi bir hezeyan olup, sorunun Ak
Parti yahut Başbakan Erdoğan muhalefetliği değil, doğrudan Türkiye hasımlığı
olduğu ortaya çıkmıştır.
Türkiye’de Başbakan
Erdoğan gibi haksızlıklara dik durabilen; ülkeyi uluslararası arenada etkin
kılabilen; insanları inançlarından yahut etnik kimliklerinden dolayı ayırmayan;
zulüm altında kim olursa olsun yardım ve desteğe koşabilen; milletine şeref katabilen;
caydırıcı gücüyle dostlarına cesaret, düşmanlarına gözdağı verebilen;
yolsuzluklara taviz vermeyip ülkenin kalkınmasına çalışan; şehit, dul ve
yetimlerin haklarını faiz lobilerine peşkeş çekmeyen; hiçbir şantaj ve tehdide pabuç bırakmayan; din
ve namusu tüm değerlerden üstün tutan; beşere değil yaratıcısı Allah’a
sığınabilen; oy kaygısıyla kendine fiyat etiketi koymayan; köhnemiş Türkiye’yi
şaha kaldırabilen; artıklara mahkûm edilmiş milletimizi Allah’ın izniyle aslan
yapıp da başkalarının artığına muhtaç bırakmayan; her olayda izleyici olmayıp
müdahalede bulunabilen; milleti millet yapıp şan kazandıran; beşerden değil
Allah’tan korkan; ülkesi için her zorluğa göğüs geren; halkının huzur ve güveni
için baskılara boyun eğmeyen; fedakârlıkta sınır tanımayan; haçlı kuşatmasına
karşı kahraman ecdatlarını anımsatan başka bir lider var mıdır?
Artık Türkiye, yıllar
öncesi Türkiye değil! Nasıl ki kümesi çok iyi tanıyor diye tilki bekçi
yapılamayacak ise; muhalefet partilerinin hiçbirine Türkiye emanet edilemez.
Her biri azmış nefislerinin gereği ülkeyi yağmalayabilmek için maskelerinden
birini çıkarıp diğerini takmak suretiyle yarışmakta ve bağımsızlığına kavuşup
gündem belirleyen Türkiye’yi eski tutsaklık günlerine götürebilme
peşindedirler.
Otokritik yapıp kendinize
bir sorun bakalım! Desteklediğiniz Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP, böylesi güçlü bir
Türkiye’yi ve dağları yırtarcasına azmedip sınır tanımayan yiğit bir milleti
yönetebilir mi? Yahut Devlet Bahçeli ve MHP; ya da Mustafa Kamalak ve SP ne yapabilirler?
Sakın ha, yüzyılın münafığı ve haçlı taşeronu F. Gülen’den medet uman BBP; ya
da ömür boyu mahkûm Öcalan’a sığınmış BDP yahut HDP’den umutlu olduğunuzu
söylemeyin!
Yoksa doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırarak muhakeme yetisini
kullanamayan insanlar mısınız?
Haydi diyelim, nefsi bir
çıkar edinebilmek amacıyla söz konusu partileri yahut adaylarını
destekliyorsunuz. Şüphesiz söz konusu partiler ve adaylar, yakınlarını
zenginleştirecek ve kendilerini destekleyen sermaye gruplarına hizmet edeceklerdir.
Peki, sen bunlardan istifade edebilecek ve ayrıcalıklı kesimden olabilecek
misin? Seçimler öncesi peşinden koşan belediye başkan adayının seçim sonrası
odasından içeri girebilecek misin? Sağlattığın imkânlara ortak olabilecek
misin? Dertlerini dinletebilecek ve ihtiyaçlarını karşılatabilecek misin?
Bir düşünün; örneğin İBB
Başkanı Kadir Topbaş, ABB Başkanı Melih Gökçek ya da diğer bir Ak Partili
Belediye Başkanının iktidar desteğine rağmen yapamadığı ne var ki, diğerlerinin
başarabileceğine inanıyorsunuz? Hangi İstanbullu Kadir Topbaş’ın hizmetlerinden
memnun kalmayıp da binbir surat Mustafa Sarıgül ya da kendini lezbiyen,
biseksüel, gay ve transseksüellere adamış Sırrı Süreyya Önder’i
destekleyebilir? Bu apaçık bir nankörlük değil midir?
İstanbul’un trafik
yoğunluğundan söz ediliyor. Bana dünyada bir metropol gösterin ki, trafik
çilesi yaşanmamış olsun! Nüfusu yaklaşık 2 milyon olup otobanları, metroları ve
yedi şeritli yollarıyla ünlü Dubai’de dahi saatlerce bekleyen trafik
yoğunluğundan kaç kişinin haberi vardır? Dolayısıyla 15 milyonluk nüfusuyla
İstanbul, inanın trafik yoğunluğu en az olan anakenttir.
Her beşer gibi Başbakan
Erdoğan’ın da çok hataları vardır. Benim nezdim deki asıl yanlışı, haçlıların
Irak’ı işgal etmesine cesaret verip milyonlarca Müslüman’ı yurtlarından
çıkarttırmak suretiyle katlettirmesidir. Bu sebeple kendisine hakkımı helal
etmeyi düşünmüyordum ama gerek dâhili gerekse harici düşmanlara dik duruşu,
kararımı değiştirecek boyuttadır. Ancak Türkiye için vazgeçilemeyecek bir lider
olduğu tartışılmazdır.
Dolayısıyla Başbakan Erdoğan tanrı
değil bir insandır. Hata yahut yanlış yapması kulluğunun kaçınılmaz gereğidir. Bu
sebeple nefse yenik düşerek kendisine cephe almamalı, bilakis içinde bulunduğumuz
fitne furyasında din ve vatan için mutlaka desteklenmelidir.
Böylesi bir haçlı kuşatmasında nefsi
düşünmek haram ve ihanettir. Zaman, nefsi isteklere göre karar verme değil,
Türkiye’nin bekasını sahiplenme zamanıdır. Tüm partileri ve muhalefeti bir
araya toplasanız, Başbakan Erdoğan’ın gölgesi dahi etmezler!
Söz konusu fırsatçıların yemleri
olmayınız; nefsinizin aşağılayıcı tuzağına düşmeyiniz; yanınızda dolaştırmaya
utanacağınız maskelilerin oyununa gelmeyiniz; çocuklarınızın haklarını onlara
yedirmeyiniz; maceraya kalkışıp binebilecek bir otobüs dahi bırakmayacak
olanlara imkân tanımayınız; adamı ıslah etmeye çalışınız, adam olmayanla
tükenmeyiniz; yaratıcısına asi olanın hilkatteki eşine adil ve vicdanlı
davranabilmesi mümkün değildir; nefsi zaafın korkunç sonundan ürkünüz; nefsi hakkın
değil ilahi hakkın peşine düşünüz; adaleti nefsinizde değil insanlıkta
arayınız; kadim düşmanlarımıza vatanımızı peşkeş çekmeye çalışan hainlerin ardına
takılmayınız; sonunuzu getirecek bir maceraya kalkışmayın; en önemlisi
vesveselere kulak kabarıp nankörlük ve hainlik etmeyiniz.
Allah’a ve Peygamber’e ihanet etmeyip
dininin ve milletinin egemenliği için siper olmuş başbakanınız ve hükümetiniz
emanetinizdir. Emanete ihanet edebilir misiniz?
“Ey iman edenler! Allah'a ve Peygamber e hainlik
etmeyin; (sonra) bile bile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz.” Enfal 27
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder