İsrail’in Van depremiyle ilgili yardım teklifinin hükümetçe kabulü, ülkeyi işgal etmesinden daha beter bir tahribat ve mağlupsu bir zayıflık doğurmuş, havada uçuşan onca meydan okuyuşun aslında hakikat gibi görünen bir aldatmaca olduğu kanıtlanmıştır. Dolayısıyla gerçeğin en büyük dostunun zaman, en büyük düşmanın ise riyakâr politikalar olduğu bir kez daha anlaşılmıştır.
İsrail devletini terörist ve acımadan insan öldüren cani olmakla suçlayan Başbakan Erdoğan, nasıl olur da terörist bir devletin yardımını kabul edebilecek kadar devlet ve milleti aşağılatıcı bir davranışta bulunabilmiştir? Eğer devlet, Van’daki bir afetle baş edemiyorsa, daha fazla ilde baş gösterebilecek felâketlerin altından nasıl kalkılacaktır?
İsrail’in gönderdiği birkaç kümessi konteynır barakaya sözde kararlılığını, devlet, millet ve insanlık onurunu peşkeş çekemeyeceği kuvvetle muhtemel olan hükümetin keskin manevra nedeni; yularları elinde bulunduranların baskısıyla ilişkilerinin eski hale dönüşebilmesi için altyapı hazırlığından başka bir şey değildir.
Onur; izzetinefis, haysiyet, özsaygı, şeref, erdem, vakar, saygınlık, kendine saygı duyma ve başkalarını da kendine saygılı kılma olduğuna göre, böylesi bir pespayeliği devlet onuruyla açıklayabilmek mümkün müdür?
İsrail olmaksızın ABD ile müttefik ya da dost kalabilmenin imkânsızlığı her ne kadar aleni ise de, İsrail’le köprülerin atılmasına rağmen ABD ile olan ilişkilerimizde herhangi bir sıkıntı meydana gelmemesi, gerçeğin içyüzünü ortaya koymaktadır. ABD’nin ruhu olan İsrail; neden tekbir geri adım atmamış ve Türkiye’nin haklı ve hukuki isteklerinin üzerine sifon çekebilmiştir?
İsrail’in yardım talebinde bulunup hükümetin reddettiğiyle ilgili basında çıkan haberlere dahi ateş püskürebilen Başbakan Yrd. Bülent Arınç; “Bunu söyleyenler çok çirkin bir iş yapıyorlar. Bizim İsrail'le hükümetler arası ilişkilerimiz belki(!) yeterince iyi olmayabilir. Bu konuda kamuoyunun yeterince bilgisi var. Ama bir deprem, bir afet karşısında ‘insani duygularla hareket eden bir İsrail hükümetine’ hatta onun da üzerinde sayın Cumhurbaşkanı Perez'in taleplerine bizim red cevabı vermemiz çok çirkin ve yakışıksız olur. “ açıklaması, Başbakan Erdoğan’ın “one minute” çıkışı, ifade ettiği İsrail’in terörist bir devlet olduğu, Filistin’i işgal ettiği, insanları acımasızca katlettiği, çocuk ve kadınları öldürdüğü, ambargo altında can çekişen halka yardımları yasaklatarak ölüme terk ettiği, pkk’ya destek verdiği ve 9 vatandaşımızı hunharca kıydığı gerçeğini apaçık yok saymaktır. Acaba Bülent Arınç, Başbakan Erdoğan’ın bilgisi dışında mı bu açıklamayı yapmıştır?
Eğer Bülent Arınç’ın; “İsrail’in insani duygularla hareket eden bir devlet” olduğu yaklaşımı doğru ise; 9 vatandaşımızı öldürmesi insani mi? Filistin Halkına yıllardır yaptığı soykırım meşru mu? Esir düşmüş bir askeri için komşu ülkeyi yerle bir etmesi hak mı? İnsanları esarete ve açlığa mahkûm etmesi adil mi? Filistinlilere gönderilen yardımlara ateşle karşılık verip aktivistleri öldürmesi ve gönderilen her yardımı yasaklaması insani bir duygu mu?
Arınç’a göre; eğer İsrail devleti insani duygularla hareket ediyor ise, öldürülen vatandaşlarımız ve Filistinliler canavar mı?
Madem İsrail Cumhurbaşkanı Perez’in insani taleplerine red cevabı verebilmemiz mümkün değil ise; neden Başbakan Erdoğan, Davos’ta Perez’i sert bir dille eleştirerek cinayet işlemeyi herkesten daha iyi bildiklerini, plajlarda masum sivilleri acımadan katlettiklerini, insanlık tarihinin en korkunç zulümlerini yaptıklarını, Filistinli çocukları öldürmekten mutlu olduklarını, insanlık suçlarında sınır tanımadıklarını, İsrail barbarlığının zalimliğin çok ötesinde ve gangster olduğunu açıklayarak rest çekti?
Bu durumda İsrail; Başbakan Erdoğan’ın ifadesiyle zalim bir terörist devlet mi, yoksa Bülent Arınç’ın yaklaşımıyla insani duygularla hareket eden adil bir devlet mi?
“Gerçeği insanların ölçüleri ile değil, insanları geçeğin ölçüsü ile tanı ” Hz Ali (r.a)
Ak Parti Hükümetinin ABD ve İsrail politikalarının fikir babası; geçmişte gözü ağlayıp, bugün kalbi kaskatı kesilmiş Fetullah Gülen’dir.
İslam’ın tek hak din olarak evrene inmesiyle özellikle hıristiyan ve yahudilerin başta Peygamberimiz Hz. Muhammed olmak üzere şeytanı geride bırakan kin ve düşmanlıkları sayısız entrikalara ve katliamlara neden olmuş, kıyamete kadar da bitmeksizin sürecek nefretleri vahiyle bildirilmiştir. Bu sebeple Allah; şartlar ve çıkarlar ne olursa olsun hıristiyan ve yahudilerin dost edinilmemesini, arzularına uyulmamasını, birbirleriyle kurdukları ittifakla İslam’a ezeli düşman olduklarını, onları dost tutanların zalim olduklarını, dinlerine uymayan Müslümanlardan razı olmayacaklarını açık ve seçik ayetlerle uyarmıştır.
Herkes bilmelidir ki, insani değerleri mihenk edinmiş sokaktaki barışçıl hıristiyan ve yahudileri değil, iktidar sahibi zalim barbarların altını çiziyorum.
Haçlıların elebaşısı ABD, vahye iman etmiş Müslümanları tehdit ve savaşla sindiremeyeceği idrakine varmasıyla çareyi, içten çökertmekle mümkün olabileceği sonucuna vararak, Fetullah Gülen’le işbirliğine girişmiş ve böylece kendisine her türlü siyasi ve maddi destek vererek küresel bir yapılanmaya teşvik etmişti. Üstelik işbirliği, terör adına İslam’a savaş açmış en azılı Müslüman düşmanı George Bush’la yapılmış ve sıradan Müslümanlar bile terörist oldukları gerekçesiyle gözaltına alınıp işkencelere tabi tutulurlarken, Fetullah Gülen el üstünde tutulmakla kalmayıp, Bush’un desteğiyle dünyanın her bir yanına organize edilmişti.
George W. Bush, İslam’ı yok etmek için tanrı tarafından görevlendirilmiş kutsal bir elçi olduğunu açıkça dile getirmiş İslam karşıtı en radikal akım olan bir evanjelist’tir. Evanjelistler, hıristiyan olmalarına rağmen yahudilere ve siyonizm’e olan bağlılıklarıyla eski ahit’te yer alan, “yahudilerin tanrının seçilmiş halkı olduğu, kutsal toprakların yahudilerin malı olduğu, yahudilerin mesih’in gelişiyle birlikte bir dünya egemenliğine ulaşacakları” kehanetlerini tamamen kabul eden Protestan teolojili hıristiyan-siyonist bir akımdır. Dünyayı yöneten güçler olarak bilinen evanjelistler, yahudiler ne kadar cani ve acımasız olsalar da kendilerini onlara destek verme zorunluluğunda hissederler. Bu sebeple İsrail’e hiçbir yaptırım uygulanamamaktadır.
Evanjelistlerin diğer bir hedefi, müslüman-siyonist ittifakıyla İslam dünyasına da dinen hükmedebilmektir. İşte Fetullah Gülen’in tercih edilme nedeni; hem Türkiye’nin geçmişten gelen İslam ülkeleri nezdinde ki karizması hem güçlü bir örgütlenme potansiyeline sahip olması hem de İbrahimi dinler temelinde tevhidi inancıyla dinlerarası diyalogu İslam toplumlarına kabul ettirebilecek bir vizyonu ve ikna gücü bulunmasındandır.
Acaba Fetullah Gülen’de Müslüman-siyonist kanadının bir evanjelist üyesi midir?
Daha önceki yazılarımda da ifade ettiğim gibi, namları farklı olsa da haçlıların hedefi vahiydir! Yoksa diledikleri kurallarla özdeşleşmiş yapay bir İslam’ın ve arzularına boyun eğmiş sözde Müslümanların düşmanı değil, bilakis dostudurlar.
Cihad ve adalet şuurunun kendileri için ne denli tehdit ve tehlike olduğunu tarihlerinde yaşayan haçlıların egemenlik, işgal ve sömürgeciliklerinin son bulacağı korkuları, vahyin ortadan kaldırılmasını zaruri kılmakta, vahyin hükmetmediği bir İslam düzmecesiyle köleleştirecekleri Müslüman kimlikler için, Fetullah Gülen gibi münafık taşeronları kullanmaktadırlar.
Geçen gün Samanyolu tv’de izlediğim Fetullah Gülen’i açıklamasında; İslam’ın savaş değil barış dini olduğunu, (ağzında geveleyerek) Peygamberimizin bir tek Bedir Savaşına katıldığını ve onunda bir savunma mücadelesi olduğunu belirtmesi, amacını açıkça ortaya koymaktaydı.
Oysa Peygamberim Hz. Muhammed (s.a.v)’in emir ve komutasında; Ebvâ, Buvât, Bedrul ûlâ Sefevân, Zül Uşeyre, Bedir, Benî Kaynukâ, Sevîk, Karkaratülküdr, Gatafân, Benî Süleym, Uhud, Hamrâülesed, Benî Nadîr, Bedrul Mevid, Zâtür Rikâ, Dûmetülcendel, Müreysî Benil-Mustalik, Hendek, Benî Kurayza, Benî Lihyân, Gâbe, Hudeybiye, Hayber, Mekkenin Fethi, Huneyn, Taif ve Tebük olmak üzere 27 mücadele gerçekleşmiş, bu mücadelelerden sadece dokuzunda çarpışma meydana gelmiştir.
Demek ki Peygamber efendimiz, Fetullah Gülen gibi vahye etiket koyarak kâfirlerle ittifaka girmek suretiyle nemalanmamış, vahyi egemen kılabilmek için elçilik müddetince hiçbir cihaddan geri durmamıştı. Allah Resulünü kendine benzetmeye çalışan Fettulan Gülen’in nasıl şeytanlaştığı, mühürlü olmayanlar için son derece açıktır.
Ancak kalp kör olduktan sonra gören göz ve kanıtlar ne işe yarar?
Maalesef Ak Parti hükümeti, Fetullah Gülen’in vesayeti altındadır. Onun telkinleri doğrultusunda siyaset yapmakta ve özellikle dış ilişkiler yön kazanmaktadır. Bu, öylesine bir etkidir ki, ömrünü laiklik karşıtı bir mücadeleye harcamış Başbakan Erdoğan bile, laik totalitarizme karşı halk devrimlerinin gerçekleştiği İslam ülkelerinde ısrarla laiklik çağrısı yapabilme cüretkarlığında bulunabilmişti. Başbakan Erdoğan gibi nice ilahiyatçılar dönüşebiliyor ise, sıradan insanlar ne yapsın?
Öyle ki, ilahiyatçı Prof. Dr. Suat Yıldırım, bir dönem “Dinlerarası diyalog, Hıristiyanlaştırma faaliyetinin adıdır" derken, Fetullah Gülen’in tuzağına düşmesiyle kendisine alternatif olarak hazırlatılıp üç dinin kitabı olarak sunduğu “Gerçek Furkan” adlı meale İncil ve Tevrat’tan alıntılar yaparak, hak ve vahiy olan tek din İslam’ı, hıristiyan ve yahudiler’e peşkeş çekmek suretiyle diyalogculuğun keskin bayraktarı olabilmiştir. Evanjelistler, bu kitabı Amerika’da 20 Dolara, Ortadoğu’da ise bedava dağıtmaktadırlar.
Aksiyon dergisin de, "Müslüman ümmetler ve hıristiyan ümmetler, isa’nın şahsiyeti etrafında birleşerek hem kendilerini hem de insanlığı kurtarmalıdır." diyen ilahiyatçı Yıldırım, acaba Hz. Muhammed (s.a.v)’e itaat edilmeyeceğiyle ilgili efendisi Fetullah Gülen’e bir vahiy mi gelmişti ki, Hıristiyanların rabbi olan tanrı isa’nın etrafında birleşme fetvası verebilmiştir? Ayrıca Hıristiyanların rabbi olan isa, Müslümanların iman ettiği peygamber Hz. İsa (a.s) değildir.
Öncesinde Allah’a duamız,”Yarabbi! Şeytanı bizlere musallat etme” diye yakarırken, şimdi; “Yarabbi! Fetullah Gülen’i bizlere musallat etme” olmalıdır. Günümüz için özellikle Türkiye’deki Müslümanların imanlarını koruyabilmeleri açısından başkaca bir kurtuluş duasına ihtiyaç bulunmadığını düşünüyorum.
ABD ve İsrail nezdinde Türk devletinden daha etkili konumu bulunan Fetullah Gülen, gerek Türkiye’ye gerekse İslam âlemine vurulmuş zincirleri daha da perçinleştirmiştir. Başbakan Erdoğan’ın umutsu çıkışlarını engelleyerek geri adımlar arttırıp ABD ve İsrail’in önünde ayağa kalkarak diklenmemesini, barbar emperyalizme karşı Müslüman toplumlara hak ve adalet adına önder olmamasını ikna ederek, tutarsız davranışların müsebbibi olmuştur. Başbakan Erdoğan’ın çelişkili siyasetinin sorumlusu Fetullah Gülen’den başkası değildir.
Öylesine ürkütücü bir misyonerliği yürütüyor ki, özellikle dünyanın dört bir yanında açtığı okullarında sömürgeci haçlılara köleler yetiştirmekte, hürriyet adına baş kaldıran Müslüman direnişçilerin, efendilerine herhangi bir zarar vermemeleri için şeytansı bir örgütlenmeyle Müslümanları vahiyden uzaklaştırmaktadır.
Oysa sadece milletimiz değil, haçlılara esaret yapmaya çalıştığı tüm insanlar, şeytandan kaçarcasına Fetullah Gülen’den sakınmalı; değil eğitim masrafları, yurtlar ya da değişik çıkarlar, dünyayı bağışlasa dahi vahiy ve insanlık onuru adına arkalarını dönmelidirler.
Bu gerçeği ısrarla inkâr etmeyi sürdüren cemaat, tıpkı Hinduların ineklere tapması misali “gülenperest“olmalarından gerçeğe, yalanmış gibi bakmaya devam edebiliyorlar. Dolayısıyla insanların hakikate değil de hakikat gibi görünen şeylere inanmalarına yapılabilecek hiçbir şey yoktur.
Neden insanlar şeytanın cennette yaşadığı anı referans almayıp lanetliyorlar da, Müslüman sandıkları kişilerin şeytan misali saptırılmış olabileceklerine inanmak istemiyorlar?
“O, Haçlılardan çok daha tehlikeli amansız bir münafık ve eşine nadir rastlanabilecek bir zındıktır."
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder