Riyakârlığın toplum ahlak ve dürüstlüğünü mahveden nasıl korkunç bir salgın olduğunu birçok yazımda vurgulamış, değerlerine fiyat etiketi koyan yöneticilerden daha tehlikeli düşmanların olamayacağı üzerinde durup asıl tehdidin milleti güçsüz bırakarak esarete mahkûm kılan bayağı politikacılar olduğuna işaret etmiştim.
Türban konusuyla ilgili türbanlı Hayrünisa Gül’ün ihanetsel açıklamaları kendi fikri olsaydı, cevap vermeye bile tenezzül etmezdim. Okul yıllarında türbanından dolayı üniversiteye sokulmayarak dışlanıp, akabinde AİHM’ne başvurarak şahsı ve milyonların hakkını arama adına mücadeleden eşinin makamı lehine vazgeçebilen birinin sözünü ciddiye almaktan daha ahmaklık ne olabilir? Söz konusu bayanın geçmişi ve karakterini incelediğimde vahyin amansız düşmanlarının takdirini kazanmak ve aldığı ödüle layık olmak isteyen cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün düşünce tetikçiliğini yaptığı öyle aşikârdı ki, İngiltere’de eşine verdiği desteği Türkiye de “bu konuları konuşmaktan ciddi bir bıkkınlık geldi” geri adımı, gerçeği kavramaya yeterliydi.
Cumhurbaşkanı Gül, ilköğretimde türbana karşı çıkan düşüncesini eşi aracılığıyla kamuoyuna duyurmasının ardından dâhili ve harici İslam düşmanlarınca takdir edilip basınca duruşu sorgulandığında öyle bir paniğe kapıldı ki, “Türkiye’nin bu kadar temel ve önemli sorunları varken ve sanki Türkiye’nin başka meselesi yokmuş gibi her oturumda türbanı konuşmaktan başka işi yok mu” beyanatı, tartışmayı İngiltere’de başlatanın kendisi ve eşi olduğu hakikatini unutturma hilesinden başka bir şey değildir. Acaba İngiltere’de Müslümanların örtüsü türban ile ilgili ahkâm keserken Türkiye’nin diğer sorunları aklına gelmiyordu da, Türkiye’ye gelince mi uyandı? Yoksa ödülün sarhoşluğundan veya çağdışı yaftasından kurtulmak için mi türbana saldırdılar?
Cumhurbaşkanı Gül’ün Türkiye’ye döndüğündeki akıl almaz dönüşümü ve tutarsız açıklamaları sadece ‘pes’ dedirtmiştir. “Nedir konuş konuş. Bu kadar Türkiye’nin işleri varken. Türkiye temel hak ve özgürlüklerde Avrupa Birliği gibi bir ülke olacaktır. En gelişmiş demokratik standartlar Türkiye’de gerçekleşecektir. Bu anlamda özgürlüklere tabii ki önem veriliyor. Sanki Türkiye’nin başka meselesi yokmuş gibi her oturumda bu. Televizyona bakıyorum konuşulan mevzular bunlar. Bunlar, bunlar, bunlar. Bırakın, herkesi serbest bırakın. Herkes ne düşünüyorsa konuşsun, ne düşünüyorsa yazsın, ne istiyorsa giysin. Zaten konu üniversitelerle ilgili bir konu. Üniversiteler dışında herhangi bir tartışma yok. Bunu tekrar tekrar konuşmanın bir anlamı yok.”
Füze Kalkan Projesi gibi İsrail’i kollayıp İslam ülkelerini yok edecek bir ihanet arifesinde türbanda ne ki onunla uğraşalım? İngiltere’de gerekli mesajı verdim, daha ne uzatıyorsunuz? Neden uyuyan yığınları başıma bela ediyorsunuz? ABD ve İsrail’in çıkarlarını koruma dışında ahmak Müslümanları mı dert edineceğim? Ben ve türbanlı eşim cumhurbaşkanlığı makamında hükmediyor, dilediğimiz davetlere katılıyor, kamu alanı diye bir yaptırımla karşılaşmıyoruz, bize ne diğer türbanlıların acı ve sıkıntılarından, sabredemiyorlarsa açsınlar saçlarını çağdaşlığa kavuşsunlar…
Türban düşmanı Kılıçdaroğlu’nun özgürlük vaadi nasıl CHP’lilerce protesto edilmişse, türban yanlısı Gül’ün de türban karşıtlığı aynı tepkiye neden olmuş, böylece kâfirle münafığın hiçbir farkı olmadığı anlaşılmıştır
.
Dört mevsim misali sürekli değişkenlik gösteren cumhurbaşkanı Gül, politik hayatı boyunca hiçbir zaman net bir duruş sergilememiş, cesur ve kararlı bir devlet adamlığı yapamayarak tarih yazan milletimizi temsil edememiştir. Hem ülkemizi hem de İslam ülkelerini Batı’nın müstemlekesine mahpus edebilme gayretini sürdüren Gül, vahyin değil Batı’nın razı olduğu bir din anlayışıyla İslam’ı mutlak irade teslimiyetinden arındırıp laik iradeye bağlamıştır. Batı’nın islamofobi paranoyası, inancında samimi olmayan Gül’ü de etkilediğinden asla bedel biçilmemesi gereken değerleri fiyatlandırmasına neden olmuştur. Belki fizikken yükselmiş ama manen damgalanmıştır. Yanlışı sindirenden makbul bir doğru, kararlı bir duruş ve cesur bir adım beklenemez…
“İTO organize bir çetemidir” başlıklı yazımda İTO Başkanı Murat Yalçıntaş’ın toplum aleyhine fevkalade önemli bir zehir olan rüşvette başrol oynamasını telin eden açıklamalarıma yorum yazan bir okuyucu şahsımı eleştirerek, “Bir kere konu şu ki Devlet arazisindeki Fuar merkezini Ceyda denen kadın süresi bitmesine rağmen boşaltmamış gasp etmiştir. Yalçıntaş’ta KAMU’nun hakkını savunmuştur” düşüncesi, kabul edilen yanlışların nasıl tüm toplumu kuşattığına ve gerekçelerin suçu nasıl masumlaştırabildiğine açık bir delildi. İşte başta Gül olmak üzere politikacılar, ilahiyatçılar ve diğerleri; hep böylesi mazeretlerle dinsel, ahlaksal, siyasal, yargısal ve ekonomiksel yapıyı tarumar etmişler, devlette olduğu gibi ailevi yapıda da dürüstlük tükenerek suçlar meşrulaştırılmıştır. Yeter ki ikna edici bir gerekçe bulunabilsin. Oysa en iyi nasihatin dürüstlük ve adaletsi bir örnek olduğu bilinci oturabilse ve azgın benlikler zincirlenebilseydi, hiçbir gerekçe yanlışı doğrulatmaz, dolayısıyla mazur karşılatmazdı.
Cumhurbaşkanı Gül, bir taraftan bireyin öne çıktığı ve herkesin tercihine saygı duyulduğu bir modelden taraf olduğunu açıklarken, diğer taraftan türban takan çocukları ve ebeveynlerini cehaletle suçlayabilmekte ve gerekli müdahalenin yapılacağı tehdidinde bulunabilmektedir. Acaba gerek kendisi gerekse sözcü eşi, sokak defilelerinde bikinilerle modellik yapan kız çocuklarını ve ebeveynlerini cehaletle aşağılayıp gereğinin yapılacağı tehdidinde bulunmuşlar mıydı? Ama her vahiy düşmanı barbar gibi onlarda iman etmiş Müslümanları hedef almışlardı.
İlköğretim öğrencilerinin kendi istekleriyle türban takmalarının söz konusu olamayacağını açıklayan ikili, dekolte elbiseler içindeki mini etekli kız öğrenciler için ne düşünüyorlar?
Hâlbuki çocuk nazarıyla düşüncesiz ve karar vermekten yoksun sandıklarının gerçekten ne kadar akıllı, mantıklı, duygulu, doğruyu yanlıştan ve iyiyi kötüden ayırabilen muhakeme sahibi dahiler olduklarını kavrayabilselerdi, kendilerinden çok daha üstün o çocukları ve yetişebilmeleri için her türlü fedakârlığı esirgemeyen çilekeş anne ve babalarını aşağılamazlardı.
Bu dünya, 3 ila 15 yaş arasındaki dâhilere, mucitlere, sanatçılara ve imparatorlukları yöneten sultan ve krallara ev sahipliği yaptığını inceleyebilselerdi, çocuk diye hor gördükleri dehalarla kıyaslanamayacak bir seviyede olduklarını anlayabilirlerdi. Acaba kim cehalet içinde?
First Lady Gül, karar verme yaşına kadar ki sorumluluk ve vesayet hakkının evrensel sosyal hukuk çerçevesinde ana ve babada olduğunu bilmiyor mu? Ne cumhurbaşkanı Gül ne eşi Hayrünisa Gül ne de devlet, çizilen sınırlar içinde müdahale edebilme hoyratlığında bulunabilir. Türban da dini İslam olanların vazgeçemeyeceği bir yükümlülük olduğundan, Gül’ler faşist diktatörler mi ki hakaret ve tehditte bulunabiliyorlar? Ayrıca buluğ çağı ile ilgili yaş kararını ve ibadet hükmünü yaratık insan yahut devlet değil, yaratıcı Allah belirler. Gül çifti nasıl Müslümanlardır ki vahye karşı çıkarak seküler buyrukları ‘nas’ kabul edebiliyorlar? Yoksa Bayan Gül’ün taktığı türban İslam adına değil mi?
Eşinin türbanından dolayı laiklerce ‘istenmeyen gerici cumhurbaşkanı” ilan edilen ve davetlerine rest çekilen Abdullah Gül, türban aleyhtarı açıklamalarından sonra aynı cenaplarca takdir edilebilmiş ve çağdaşlıkla onurlandırılmıştır.
Her ne kadar bilimsel bir etiketi olsa da bilimle yakından uzaktan ilişiği olmayan azılı İslam ve türban düşmanı militarist CHP milletvekili ve ikna odalarının mimarı Neonazi Nur Serter bile Gül’leri takdir etmiş, “Çok doğru bir açıklama. Hakkını vermek gerek. Umarım bu sözler AK Partili diğer siyasetçilere de yol gösterici olur. Memnuniyetle karşıladım” sözleriyle verdiği mücadelenin meyvesini toplamış olmanın gururunu yaşamıştır. Onca mitingler, darbe girişimleri ve kurulan terör örgütler boşa mı çıkmalıydı?
Ayrıca Müslüman kadınların örtüsüne saldıran ve Dünya Kadın Günün de örtü hırsıyla vahşice kumaşları parçalayan CHP Kadın kolları; “CHP ilköğretimde türbanın kesinlikle olmaması gerektiğini açıklıkla hep ifade etti. Sayın Gül’ün bu konuda sözleri memnuniyet verici.”
Tebrikler Gül çifti…
Müslümanlara karşı sürdürülen akınlara göğüsler siper edilmediğinden ve türban taktığı halde aynı safta yer alan hainler ayıklanmadığı için bağımsızlığa kavuşulamamakta, bitmek tükenmez dâhili darbelerden özgürlüğe ulaşılamamaktadır.
“Münafık, kâfirden yetmiş kez daha tehlikelidir.” Hz. Muhammed (sav)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder