9 Nisan 2017 Pazar

Haçlı-Siyonist şerrine karşı “evet”…

2006 yılının Nisan ayında yazdığım “neden oy kullanmıyorum” adlı kitabımda, seküler-laik rejimi meşrulaştırmamak adına herhangi bir partiyi desteklememin vahyen mümkün olamayacağı; yaratıcı Allah’ın anayasasını değil de beşeri anayasayı rehber edinmenin apaçık bir başkaldırı olduğu üzerinde durarak, partinin adı ne olursa olsun Allah’ın kitabına isyan esası üzerine kurulu batıl rejime bağlı faaliyet göstermelerinden hak ve adaleti değil, nefsi kanunları güttükleri gerçeğiyle hep karşı çıkmış ve bu sebeple oy kullanmaktan kaçınmışımdır.

Hatta öyle ki, söz konusu seküler-laik düzen doğrultusunda kullanacağım tek bir oy, çok sevdiğim rahmetli babamın dirilmesine neden olabilecek bir mucizeyi gerçekleştirecek olsa dâhi yine de kullanmam. Çünkü dirilişi bir hayır değil, mutlaka şer olacaktır. Vahyi reddeden bir rejim,"Allah adı" anılmaksızın kesilen hayvanın haram etine benzer. Onun etini yemek ne kadar büyük bir günah ve küfür ise, rejimi meşrulaştıran herhangi bir partiye oy vermemde o kadar büyük bir günah ve haramdır” açıklamasını yapmıştım.

Çünkü İtalyan bir filozof olan ve Engizisyon tarafından diri diri yakılarak idam edilen Giordano Bruno;Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince, diğerleri de yanlış gider teşbihini anahtar yapmışımdır. 

Ne var ki, İslam ve Müslüman Türkiye düşmanı haçlı-siyonist güruhuna karşı yapılacak olan referanduma katılıp “evet” tercihinde bulunmak,  haddi aşmamak koşuluyla ruhsatsı bir mecburiyettir.  

Referandumu seküler-laik rejimi veya vahiy dışı bir partiyi onaylavıcı bir düşünceyle değil, İslam ve Türkiye karşıtı dâhili ve harici düşmanların galebe çalmalarını önleyebilmek maksadıyla zoraki bir duruş olarak addediyorum.  Dolayısıyla referandumdaki ‘evet” seçimi öyle hassas ve ince bir masuniyettir ki, haçlı-siyonist’lerin diktatörlüğünü ve kuşatmasını kırabilmek; dinimizi ve namusumuzu güvence altına alabilmek amacıyla düşmanlardan kurtarabilmek için, ilk aşama olarak geçmişimizdeki İstiklal muharebelerinden farksız buluyorum.

Lakin İslam imajlı gerek Saadet Partisi gerek muadil düşünce grupların absürt gerekçelere sığınmak suretiyle haçlı-siyonist safında yer alarak hakikati iğfal etme girişimleri münafıklıklarından başka bir şey değildir. Tamamen nefsi hezeyanları sonucu hırs ve kibirlerine yenik düşmeleri öyle şeytani bir sapmadır ki, tıpkı iman sahibi İblis’in kibri sonucu cennette kovularak şeytanlaşma süreciyle benzerlik taşımaktadır.

Vahyi kurallardan dolayı seçim yapmayarak küfür rejimine karşı duran tevhid veya cihad ehlinin düşünceleri her ne kadar makul olsa da, çaresizlik içinde yaşadıkları vahiy dışı düzene kalben katılmasalar da referandum gibi olasılık doğurabilecek fiziki ruhsatı kullanmaları gerekmektedir. Öyle ki, kalpleri iman dolu olduğu halde zaruret içinde ‘evet’ tercihinde bulunmaları Allah’ın bir iznidir. Zaten o düzeni sindirmek mecburiyetinde kalarak Türkiye’de yaşamıyorlar mı? Düzeni terk ederek ya hicrette ya da düzeni ortadan kaldırıcı bir savaşta bulunmadıkları halde verecekleri ‘evet’ için mi dinden çıkmış olacaklar?  Haramı helal, helali haram sayan vahiy dışı bir rejimin altında yaşamak küfür değil midir?

Kur’an’a muvafık olup İslam’da rivayet edilen;“Zaruretler haramı helal kılar.” (Mecelle, md. 21) prensibi maddî olan haramları zaruret miktarı helal kıldığı gibi, manevî olan inanç esaslarına karşı da zaruret miktarı, sözde ters davranmaya izin vermektedir.
Buna göre, bir kişinin kalbindeki imanı sapasağlam durduğu halde, hayatî bir tehlike karşısında -içten değil- yalnız diliyle sözlü olarak o inanca aykırı bir şey söylemesi onu küfre sokmaz. Çünkü iman-küfür kalbin unsurlarıdır. İçten inanan mümin olur, içten inanmayan ise kâfir olur. Kalpten mümin olduğu halde korkudan küfür olan sözleri kullanan kimse imandan çıkmaz. Kalpten inanmayan fakat korkusundan mümin olarak kendini gösteren kimse de münafık olur.
Diğer taraftan “Tek Adam Yönetimi” gibi bir manipülasyonla zayıf ve aptal akılları karıştırmada mahir olan cenah öyle argümanlar kullanıp esası örtbas etmeye çalışmaktadır ki, adeta intihar misali imha olmaya koşan yığınları sürükleyebilmektedirler. Şoför

Oysa tanınmadığı hatta bir kısmı dahi görünmediği halde milyonlarca insanın mal ve can güvenliğini teslim ettiği şoförün de, makinistin de, pilotun da, kaptanın da ‘tek adam” olarak iktidarsal yükümlülükleri doğrultusundaki sürücülükleri aşikâr ise, tek adam diye nitelendirilen beşerden kaygı duymak hayatı imkânsız kılar. Ki, Allah’tan başka hiç kimsenin “TEK” olamadığı evrende “tek adamlık” asla mümkün değildir. Ancak kulluğu reddeden seküler-laik düşüncenin hilesi, insanı ‘tanrı’ görmesinden ötürü tek adam hezeyanlığına pirim kazandırabilmektedir.  

Ayrıca yaptığı hata ve yanlışından dolayı kimse kimseyi eleştiremez; ayıplayamaz! Çünkü hata ve yanlıştan münezzeh sadece ve sadece yaratıcı ALLAH’tır! Kul, beşerdir ve şaşırması kulluğunun bir fıtratıdır. Ki, peygamberler dahi Allah’ın elçileri olmaları hasebiyle sebatkâr kılınmalarından dolayı hata ve yanlıştan muaf tutulmuşlardır. Asıl olan tevbe ederek hidayete dönebilmek ve ihlâsta sebatkâr kalabilmektir.   

Aslında o kadar çok şey bilmeye de pek gerek yoktur! Zaten bilen yalnızca ALLAH olduğuna göre bugüne odaklanılıp yarını ALLAH’ın takdirine bırakarak sabır ve şükretmektir. Çünkü yarın ne olacağını hiç kimse bilmemektedir.

Referandumda ‘evet’in kazanmasına haçlı-siyonist’ler karşı ise;
Müslüman Türk milletini küfre peşkeş çeken CHP ‘hayır’ diyor ise;
Milletimizin katili terörist PKK/HDP ‘hayır’ diyor ise;
“Kur’an Müslümanlığı sapkınlıktır” küfrünü savunan FETÖ ‘hayır’ diyor ise;
Müslüman Millet aklının üstünlüğü değil meclisin üstünlüğü savunularak haçlı-siyonist’lerin dolaylı güdümü hâkim olacak ise;
Tek başlarına asla iktidara gelemeyecek İslam ve Müslüman Türk düşmanlarının olası koalisyon entrikaları son bulacak ise;
Artık kendilerine fiyat etiketi koymuş vekiller aracılığıyla değil doğrudan katılım gerçekleşecek ise;   
Türkiye’nin yeniden İslam’ı egemen kılma ihtimali doğacak ise;
Türkiye geçmişini yad edercesine tekrar şahlanacak ise;

‘EVET’ değil de ‘hayır’ diyebilmek mümkün müdür?  Hayır diyebilenler dolaylı yahut doğrudan hem haçlı-siyonist’tirler; hem de İslam ve Türkiye düşmanıdırlar!

 “Kim iman ettikten sonra Allah'ı inkâr ederse -kalbi iman ile dolu olduğu halde (inkâra) zorlanan başka- fakat kim kalbini kâfirliğe açarsa, işte Allah'ın gazabı bunlaradır; onlar için büyük bir azap vardır. Nahl 106

“İki birliğin karşılaştığı gün sizin başınıza gelenler, ancak Allah'ın dilemesiyle olmuştur ki, bu da, müminleri ayırdetmesi ve münafıkları ortaya çıkarması için idi. Bunlara: «Gelin, Allah yolunda çarpışın; ya da savunma yapın» denildiği zaman, «Harbetmeyi bilseydik, elbette sizinpeşinizden gelirdik» dediler. Onlar o gün, imandan çok, kâfirliğe yakın idiler. Ağızlarıyla, kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Halbuki Allah, onların içlerinde gizlediklerini daha iyi bilir.” Al-i İmran 166-167

“Eğer seni sebatkâr kılmasaydık, gerçekten, nerdeyse onlara birazcık meyledecektin.” İsra 74


Hiç yorum yok: