29 Haziran 2016 Çarşamba

ALLAH’tandır!

Kâinatın kaderini elinde bulunduran; yeryüzünde vuku bulan her olayı izniyle gerçekleştiren; bir şeye “ol” demesiyle o şeyi olduran ALLAH’ın hükmettiği bir dünyada beşeri iradenin hiçbir inisiyatifi ve yaptırımı yoktur; olamaz! 

İnsan, sadece hükme itaat eder, olaylarda sabreder ve daha beteri olmadığından ya da Allah’tan geldiği için başına koyup şükreder. Dolayısıyla havalimanındaki ya da başka yerlerdeki patlamalar ve can kayıpları Mutlak İrade’ce gerçekleşmekte; “ben” kibriyle meydan okuyup egemenlik hezeyanında bulunanları idrak adına dürtmektedir.

Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile! Kendilerine bir iyilik dokunsa «Bu Allah'tan» derler; başlarına bir kötülük gelince de «Bu senden» derler. «Hepsi Allah'tandır» de. Bu adamlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar!” Nisa 78

Ki, İnsanlar, başlarına gelen felaketlerin içyüzünü sorgulamak yerine zanlıları yahut yöneticileri suçlamaları, neden musibetlerin bitip tükenmediğine açık bir kanıttır.    

Daha fazla tedbir; daha fazla güvenlik; daha fazla istihbaratı bilgi…

Nereye kadar!

Yaratıcı Allah’ın kainattaki her şeyi bilgilendirdiği “o kitap” yani levh-i mahfuz.

Acaba bilgi ve iradelerini ortaya koyamadıkları için suçladıkları hükümetler yerine kendi bilgi ve iradeleri var mı ki, “o kitap”’a uzanıp tedbir alabilecek ve önceden istihbaratı bilgilere sahip olabilecekler?

Nerede bir olay olacaksa, orada mutlaka olacak; hem de öyle olacak ki, yitirilecek can, yaralanacak canlı, tahripsel zarar, yayılacak korku, yüreklerdeki endişe ve daha birçok şeyin meydana gelmesi önlenemeyecektir. Eğer bir önlem mümkün ise, Allah dilediği içindir; diğer bir ifadeyle Allah, felaketin meydana gelmesini istemediği için beşeri güçleri yönlendirerek engeller.     

Atatürk Havalimanı’ndaki patlama Allah’ın bir eseridir; ölen ve yaralılar ecelleriyle yüzleşmişlerdir; devletin egemenlik yalanı patlamıştır; rejimin hilesi çökmüştür; dolayısıyla Allah’ın dışında kainattaki hiçbir gücün olabilecekleri engelleyebilecek bilgi ve iradeye sahip olamayacağı tekrar açığa çıkmıştır. Unutulmamalıdır ki,  Allah, zayıf yarattığı insana çok az bilgi vermiştir.  

İnsanın Allah tarafından yapmakla görevlendirildiği ise; zanlıları yakalayıp Kur’an hükmü doğrultusunda cezalandırmak; sabretmek ve geriye dönüp işlediği küfür, batıllık, haksızlık ve adaletsizliklerden tevbe etmek suretiyle af dilemek.

Yaratıcı’nın yazdığını değiştirebilecek yahut iptal edebilecek bir kudretin yoksa, lakırdıdan başka elinden bir şey gelmeyeceği gibi yalaklarda dahi değeri olmayan gözyaşı; sessizliğin gizemini bozan ağıtlar, tartışmalar ve kabadayılıklarla kaçtığın ya da nefret ettiğin şey gelir seni de bulur!


“Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır. Hadid 22

28 Haziran 2016 Salı

Hani dinimiz ve namusumuz vardı!

Benliği ve gururu tavan yapmış olanlar eleştirilerimi düşmanca; kul olduğunu idrak etmişler ise hediye olarak alacaklardır. Lakin kim ne olarak alırsa alsın; düşüncelerimin Allah nezdinde ki adaletine riayet ederim.  

Tamamen sekülerleştirilmiş küresel bir politika arenasında şeriat beklemek imkânsız ise de hiç bitmek tükenmeyen umut öylesine Müslümanlıkla şereflenmiş siyasetçiler arıyor ki, gürleyen hele de imajı olan biri bulundu mu “işte beklediğim lider, kurtarıcım yahut mehdim geldi” duruşuna geçilebiliyor.

Yıllar önce dünya siyaset literatürüne One Minute” nişanı ile çakılarak İslam âlemine rahmet gibi yağan Recep Tayyip Erdoğan, aslında yağışının bir rahmet değil gizli bir şer olduğu İsrail ile vardığı mutabakatla bugün kanıtladı.

Nasıl oluyor da mübarek Ramazan Ayında İslam âleminin iki azılı düşmanı Rusya ve İsrail ile ardı ardına anlaşmalar yapılabiliyor? Hani katlettikleri Müslüman çocuk-kadın-yaşlı ve mağdurlar için gözyaşı akıtıp naralar atıyorduk? Hani kardeşlerimizdiler; hani soydaşlarımızdılar; hani komşularımızdılar; hani masumdular; hani dinimiz ve namusumuz vardı!

Oysa yeryüzündeki hiçbir Müslüman ne Rusya ne de İsrail ile şartlar ne olursa olsun hiçbir konuda uzlaşma sağlayamaz. Ancak Allah’tan umudunu kesenler istisnadır ki, Ak Partinin inancı ne olursa olsun Allah’tan umudunu kestiği aşikârdır! Rızık endişesine düştüğünden Rusya ve İsrail’den nemalanacağını düşündüğü gelirlere bel bağlamışsa da sonucu yine takdir edici Allah verecekse, değişecek nedir?

Daha Ak Parti’nin kuruluş yıllarında CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ile girdiği tartışmada söylediği söz; artık dini olarak Recep Tayyip Erdoğan’dan hiçbir beklentinin olamayacağı bizzat ifadeleriyle kanıtlanmış; dolayısıyla kendisinin hak değil batıl yolda bir politikacı olacağını dolaylıda olsa vurgulamıştı.
Ne demişti; Değiştim, değiştim, gelişerek değiştim. 30 yıl öncesinde kalmadım. Çünkü çağdışı değilim."

Bu sebeple hem Recep Tayyip Erdoğan hem de Ak Parti, Kur’an hükümlerine göre hak yoldaki bir parti olmadığından diğerlerinden hiçbir farkı bulunmamakta; böylece vahye iman etmiş Müslümanlar için muhalif konumdadırlar.

Akıl ile birlikte paranın da tanrı sayıldığı küresel seküler dünyaya kendini kaptırmış sözü başka ameli başka olanlar öyle fikir birlikteliği içindedirler ki, parasız ne dinin, ne ibadetin, ne hizmetin, ne tebliğin, ne mücadelenin, ne dostluğun, ne de zaferin olamayacağını savunur ve menfaat için her yolu mubah addederler. Oysa son derece yoksul olan hatta fazladan bir hurma ve kıvranacak bir döşek dahi bulamayan Allah’ın Resul’ü, nasıl oldu da onca zorluklarıyla İslam’ı yeryüzüne yaymayı başarıp zaferleri çoğalabilmişti?

Diğer muhalefet partilerin Rusya ve İsrail kararlarına tepki göstermeleri samimiyetten değil tamamen rekabettendir. Eğer onlar iktidarda bulunmuş olsalardı, olaylar günümüze dahi gelmeden peşinen teslim olmuşlar; tahribat çok daha derin yaşanacaktı.

Madem siyasetinize Allah’ın Kur’an’la indirdiği hükümleri katmayacaksınız; neden Allah, Peygamber, Kur’an ve İslam’a bağlılığınızı dile getirip inananları sömürüyorsunuz? Haçlı-Siyonist müttefikleriniz nasıl Allahsız, Peygambersiz, Kur’an’sız ve İslamsız politika yapıyorlarsa, siz de yapın ki hesap sorulmasın!

Eğer Müslüman’ım; Allah ve Resulüne itaat ederim demişsen; sana başkaca bir yoldan gitmek veya başkasını rehber almak ya da isteklerine uymak haramdır. Ya Müslümansın ya da Müslüman maskeli münafıksın!

Şu Ak Parti içinde İslam dışı düşünce ve eylemlere; Rusya ve İsrail uzlaşmasına yok diyerek itirazda ya da direnişte bulunabilecek hiç mi iman sahibi kimse kalmamış! Recep Tayyip Erdoğan’ı tanrı edinmişlerse; Atatürk’ü tanrı edinen CHP veya MHP’lilerden ya da Apo’yu tanrı edinen PKK/HDP’den ne farkları kaldı?

İnsanlık o kadar yitmiş ki, geçmişte başta Peygamber Efendimiz olmak üzere nice halifelere ahali hesap sorar ve yanlışları karşısında diklenirlerdi. Çünkü doğrultulmayan yanlış tedavisi imkânsız bir zehirdir!

Halifeliği döneminde Hz. Ömer (r.a), halka hitap ettiği bir gün, eğer yanlış işler yaparsa, kendisine nasıl davranacaklarını sormuştu. Halktan biri hemen ayağa kalkarak, “Ya Ömer, seni kılıcımızla doğrulturuz” demişti. Bunun üzerine Hz. Ömer, adamın cesaretini sınamak için, “Benim hakkımda böyle konuşmaya nasıl cüret ediyorsun?” diye sordu ve o adamda gözünü kırpmadan, “Evet, bu sözleri senin hakkında söylüyorum, çünkü bizler Allah için ardındayız” demesine pek sevinmişti. Dönerek, “Allah’a şükürler olsun ki, yanlış yola sapacak olursam, halkımın içinde beni kılıcıyla doğrultacak kimseler var” demişti.

"Benim için insanların en sevimlisi, bana hatalarımı hediye edendir" Hz. Ömer (r.a)


24 Haziran 2016 Cuma

Asıl sorun sistem değil rejimdir!

Allah’ın indirdikleriyle özdeşleşmeyip hükümlerini küçümseyen ya da dışlayan millet ve devletlerin küfür içinde oldukları gerçeğine vakıf olmamla birlikte rejime odaklanmış; batıl rejim uhdesinde yapılanları ve yapıları önemsiz bulmuşumdur.

Çünkü Allah’ın vahiyle gönderdiği rejimi reddedip tagutunkine rıza göstermiş bir toplumun yaptıkları hiçbir iyinin ehemmiyeti yoktur. Bu sebeple hizmet adına ne iyilik yaparlarsa kendi arzu ve isteklerine göre yaptıklarından Allah nezdinde bir değer taşımamaktadır. 
   
“Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” Ahzab 36

Allah’ın hükmü doğrultusunda Türkiye gibi sözde İslam Ülkeleri’nin tamamı sapıklığa düşmüştür. Çünkü Allah ve Resulünün hükümlerine göre değil batıl hükümlere göre yönettiklerinden.

Müslümanlığa razı olup şereflenmesi akabinde Allah’a ortak koşucu düzen içinde olmak her ne kadar imkânsız ise de suskunluk, kendilerini öyle öğütmüş ve batıl çarkta tüketmiştir ki, gözlerinin biri hak, diğeri de batıl görmesinden acayip bir mahlûka dönüşmüşlerdir.

Önemle üzerlerinde durulması gerekenler inkâr ya da reddedenler değil, inançlarıyla amel etmeyen riyakâr döneklerdir.

Artık parmak sayısına düşen Müslümanların orantısı, ancak cihad meydanlarında küfre karşı imanı üstün tutabilmek maksadıyla rableri uğruna canlarını feda etmekten geri durmayanlarla tanınır hale gelmiştir. Lakin birçok insan katılmayabilir ama Kur’an hükümleri ve imandaki sadakat bağlayıcıdır!
Hiçbir dernek, cemaat veya partiye üye olmayıp desteklememden ötürü eleştirilmiş; hizmetten, birlikten, dayanışmadan ve İslam’ı egemen kılmaktan kaçınmakla ve fırsatlardan istifade etmemekle itham edilmişimdir.

0ysa küfür, haram ya da batılla mücadele etmeyip ilkelerine bağlı kalarak hakka hizmet ve sadakat yolunu ne Kur’an’da ne de peygamber efendimizin hayatında asla görmemiş; dolayısıyla yanlışı kabullenerek kazanılan zehirle hidayete ulaşılamayacağı gerçeğinin vurgusuyla iman etmişimdir. Zayıf olan batılın, güçlü olan Hakk’ın karşısında bir yaptırımı yahut caydırıcılığı olabilir mi ki, batıl maskesi takarak Hak kazanılabilsin?  

Bu sebeple rejimin dışında hiçbir kurum, kuruluş, lider ya da kişiyle özde ilgilenmemiş; rejim, İslam oluncaya dek mücadeleyi sürdürmemin kaçınılmazlığına inanmışımdır. Tıpkı Kur’an’da ve sünnetlerde hükmedildiği gibi!

Hem en güçlü, kudretli, izzetli, yenilmez ve söz ya da amelinin üzerine tek bir kelime ve davranışta bulunulamaz denen Allah’a iman ettiğini söyleyeceksin; hem de aslı astarı olmayan gerekçelerle Allah’ın indirdiğini kabul etmeyip batılı düzen olarak alacaksın! Ya kanıt!

Sadece Türkiye’de değil dünyadaki tek sorun rejimdir! Rejimi yanlış olan bir ülke hiçbir reform ya da tadilatla doğrulaşamaz. Bu sebeple Allah’ın indirdiği Kur’an’dan başka hiçbir rejim olamayacağına; yeryüzü ile gökyüzünün yönetimi sadece Allah’ın iradesinde olduğuna; başta insan olmak üzere canlıların tamamının ipleri yani kaderleri Allah’ın elinde bulunduğuna göre başkaca bir alternatif ancak ateistlere yaraşır. Dolayısıyla Türkiye’deki seküler-laik rejimi kabullenip direnişte bulunmayanların tamamı gizli ateistlerdir; kurulmuş yapılarda ateizmle serpilmekte ve gölgeleşmektedirler.
   
İman etmiş bir Müslüman olarak; devletimin ateist olmasına asla rıza gösteremeyeceğim gibi seçip desteklediğim bir lider, vekil yahut partinin de ateist devletin kural ve kaideleriyle beni yönetmesine asla kabul duyamam.
Özgürlük, aydınlanma ve bilim manipülasyonlu ateist devletlerin akıl karıştırıcı argümanları nedir bilir misiniz; evrensel insan haklarıyla, dini haklara meşruiyet kazandırmaktır. Örneğin; Türkiye ateist bir devlete sahiptir ama devlet; dinlere, diyanete, camiye, kiliseye, havraya, ibadete, bugün türbana ve insan hakları çerçevesinde kendine tehdit bulmadığı her türlü ibadete izin vermektedir. Verirken de Allah’ın emriyle değil, insan haklarının bildirgesiyle verir.

Şeriat, cihad, siyaset, bilim, rejim ve düzen Allah’ın emri değil midir?

Seküler-laik yapı batıldır ve yıkılması mutlaktır; dolayısıyla ayakta kalabilmesi mümkün olmayan ve üstelik Allah’ın lanetine duçar olmuş bir rejimi destekleyemem; taşeronlarına dayanak olamam; benden görünenlerin tuzaklarına düşemem; yaratılanı sahibim ya da kurtarıcım göremem; Allah’tan başkasına da kulluk yapamam!

“Din konusunda onlara açık deliller verdik. Ama onlar kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Şüphesiz Rabbin, ayrılığa düştükleri şeyler hakkında kıyamet günü aralarında hüküm verecektir.
Sonra da seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy; bilmeyenlerin isteklerine uyma. 
Çünkü onlar, Allah'a karşı sana hiçbir fayda vermezler. Doğrusu zalimler birbirlerinin dostlarıdır; Allah da takvâ sahiplerinin dostudur.

17 Haziran 2016 Cuma

Türkiye’nin % 99’u Müslüman’mış!

Oysa % 1’i Müslüman olmuş olsaydı; milletin başına seküler-laik bir devlet geçemezdi.

Aslında Türkiye’ye tıpkı Vatikan misali halkı olmayan bir devlet diyeceğim ama %99’u Müslüman sanılan halk da “Allah’a olan iman ve inancı reddedip aklın üstünlüğünü kabul eden” ateist doğmalı seküler-laik devlet anlayışını öyle sahiplenmiş ki, halkı olmayan devlet diyemiyorum.

Öyleyse kimdir? 

Kur’an’da birçok surede mevzu olup hatta suresi dahi bilinen ama seküler-laik terminolojide kullanmayı kabul etmek istemedikleri “münafık”’tır!

Hem kâfir hem Müslüman olunamaz ama hem kâfir hem münafık olunabilir!

İslam adı altında her güruhun kendine din seçtiği kural, kaide, kültür, felsefe ya da teolojilerle benimsedikleri inançların, Allah iradesine kayıtsız-şartsız teslimiyet ve Kur’an’la indirilmiş olan vahiy özlü İslam ile hiçbir ilişiği bulunmamaktadır.

İnançlarınca İslam’ı hoş görü, sevgi ve kardeşlik dini” olarak sunup, tıpkı tüyü yolunmuş bir kaz misali tanıtmaya çalışarak hak ile batılı aynı kefede değerlendiren, ayetleri sert ve bölücü bulup yorumlarla hümanistleştiren, hüküm koyucu olarak kulu Allah ile müsavileştiren hatta daha da öncelik kılarak doğrudan Allah’ın dini olmaktan atmak esas amaçlarıdır.
“Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” Ahzab 36
Öyle ki, Türkiye’de gerek devletin gerekse halkın yaptığı camilerin helal olmadıklarını ve o camilerde Müslümanların namaz kılamayacaklarını ve dua edemeyeceklerini biliyor muydunuz?
Kimlerin camileri imar edebileceğini Allah, hükümleriyle bildirmiş ve seküler-laik bir devletin herhangi bir camiyi imar edemeyeceğini açıkça ortaya koymuştur. Dolayısıyla devletin hükmü altındaki halkında ayetlerle buyrulan helal bir kazançları bulunmadığından mescid yani cami yapmaları caiz değildir.  
“Allah'ın mescitlerini ancak Allah'a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır.” Tevbe 18
Her görülen camide namaz kılınamayacağı, dua edilemeyeceği ve mutlaka o camiyi kimin imar ettiği öğrenilmelidir.
Hz. Peygamber Efendimiz devrinde; zatına karşı çıkan kötü niyetliler, sahâbeyi bölmek, parçalamak, tevhidi bozmak işini “Kuba Mescidini” büyüterek, orada ikinci bir mescid kurmakla gerçekleştirmek istemişlerdi ki, Allah’ın indirdiği ayet Müslümanları uyandırmıştı.

“Onun içinde asla namaz kılma! İlk günden takvâ üzerine kurulan mescit (Kuba Mescidi) içinde namaz kılman elbette daha doğrudur. Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da çok temizlenenleri sever.” Tevbe 108

Atatürk de (haşa) saçma bulduğu ve iman etmediği Kur’an’ı Kerimi Türkçe mealine çevirerek vahyi topyekun elimine etmek istemedi mi? Ama bir kısın insan sonradan gerçeği öğrendi de, amacın Kur’an’ın öğrenilmesi diğer bir ifadeyle vahyi anlamak değil, o günkü gibi kötü niyet taşındığı, milleti parçalamak ya da asimilasyona uğratmak ve tevhidi bozmak olduğu ikrarlarıyla ortaya çıktı.

Evet, Karabekir; Arap oğlunun yavelerini Türk oğullarına öğretmek için Kur’an’ı Türkçeye tercüme ettireceğim ve böylece de okutturacağım! Ta ki, budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler!” Atatürk

Dolayısıyla bir tarafta kendilerini İslamcı, dinci veya Müslüman adlandırmaya çekinen muhafazakâr ve milliyetçi bir kitle; diğer tarafta solcu, sosyalist, sosyal demokrat, Kemalist, ateist ve İslam karşıtı bilcümle kesim…

Ortak ittifakları, yeminleri, mücadeleleri, programları ve hedefleri seküler-laik devlete hizmet; batıl kurallara sadakat; Allah’ın değil Atatürk’ün ilkelerine bağlılıktır!
Peki, Türkiye’nin %99’u münafık; %1’i de Hıristiyan, Yahudi, ateist, deist, vs ise, milletin arasında Müslüman yok mudur ve nerededirler?
Size ne oldu da münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız? Hâlbuki Allah onları kendi ettikleri yüzünden baş aşağı etmiştir. Allah'ın saptırdığını doğru yola getirmek mi istiyorsunuz? Allah'ın saptırdığı kimse için asla (doğruya) yol bulamazsın!” Nisa 88
 “Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğut'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Hâlbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.   
Onlara: Allah'ın indirdiğine (Kitab'a) ve Resûl'e gelin (onlara başvuralım), denildiği zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün.” Nisa 60-61

Aslında devlete hükmeden iktidar partisinin tanıtım amaçlı hazırladığı “Haydi Bismillah” reklam filminin yasaklanışı, devletin nasıl Allah karşıtı bir ateist ve sessiz kalan milletin de münafık olduğunu kanıtlamaktadır. Ancak tanıtım filimin de Allah’tan başkası yani “Atatürk ya da Erdoğan” anılsaydı yüzler güler; bırakın yasaklamayı üstelik ödüllendirilirdi.


“Allah, tek olarak anıldığı zaman, ahirete inanmayanların içlerine sıkıntı basar. Ama Allah'tan başkası anıldığı zaman hemen yüzleri güler. Zümer 45

10 Haziran 2016 Cuma

Madem bugünü tartışmaktan kaçıyorsun;

Öyleyse her işin merkezi olan dünü konuşalım!

Hutbe ve kürsülerdeki geçmiş ile ilgili mevzular hiç bitip tükenmez ve bir türlü günümüze gelinip olaylar tartışılmaz.

Neden?

Vahyin siyasete yani devlete karıştırılması cinayettir; ihanettir ve gericiliktir!

Nüfusu Müslüman ama devleri ateist olan Türkiye’de “Haydi Bismillah” demenin dahi yasak olduğu seküler-laik cumhuriyet din ile devleti sadece cenaze törenlerinde bir araya getiriyor.  

İnsanların idrak etmesi için değil de öğrenip bilmeleri için gösterilen çaba ne işe yarar? İdrak etmedikten sonra bilmenin hiçbir işe yaramadığı amellerimizle orantılıdır.

Öyleyse bilmeyecek; idrak edeceğiz ya da etmeye çalışacağız! Bilip de idrak etmemek ruhsuz beden gibidir. Amele götüren bilmek değil idraktir. Dolayısıyla bilip de idrak edilmemesinden sorunlar çözülememekte; iman edilememekte; güven duyulamamakta ve yalanlar gerçek, gerçekler yalan olmaktadırlar.
Dolayısıyla yıllardır gerek vahiyle gerekse rivayetlerle kıssasını duyduğumuz Hz. Musa’yı dahi idrak edememiş olmanın cehaleti içinde bocalıyor ama uhdesini idrak edebilmek için çabalamıyoruz.
 
Hz. Musa’nın doğduğu gün, doğan erkek çocukların öldürülmesi için talimat veren Firavun, tüm çocukları öldürmesine karşın kendisini öldürecek olan düşmanı Hz. Musa’yı öldürmeyi başaramaması, hatta sarayında kendi elleriyle besleyerek büyütmesi nasıl bir bilgi ve iradenin sonucuydu? Tek başına yenilemez sanılan Firavunu ve ordusunu yok etmesi kimin başarısıydı? Hz. Musa’nın Firavuna karşı verdiği mücadelede çektiği sıkıntılar, maruz kaldığı saldırılar, fiziksel yalnızlığı ve gösterdiği mucizeler, hangi aklın ve düşüncenin yapabileceği gelişmelerdi?

Kâhinler, Firavun’a, yeni doğacak bir erkek bebek tarafından öldürüleceğini bildirmeleri üzerine, Firavun, o gün doğan bütün erkek çocukların öldürülmesini emreder. Askerler evleri basarak doğan bütün erkek çocukları öldürür. Ancak Hz. Musa’nın annesi, çocuğunu koruyabilmek amacıyla bir sandığa koyarak nehre terk eder. Suyun akıntısıyla Hz. Musa’yı taşıyan sandık, Firavun sarayının önünde durur. O sırada nehrin kenarında dolaşmakta olan Firavunun karısı, sandıktaki bebeği görünce çok sevinir ve saraya götürür. Firavundan saklı Hz. Musa’yı evlat edinip büyüterek yetiştirir.

O gün, doğan bütün erkek çocuklar öldürülmüş, sadece Hz. Musa sağ kalmıştı. Üstelik Firavunu öldürecek olan çocuğun karısı tarafından sarayında büyütülmesi, kaderin hiçbir güç tarafından durdurulamayacağı ve değiştirilemeyeceği gerçeğini gözler önüne seriyordu. Ayrıca, cennetle mükâfatlandırılan Firavunun karısı, bu davranış sebep kılınarak o eşsiz yaşama lâyık görülmüştü.

Firavunu öldürecek olan Hz. Musa için alınan namütenahi önlemler ve işlenen katliamlar dahi mutlak iradenin takdirini engelleyememişti. Kader, herkes gibi Firavunun da akıbetini belirlemiş, tüm güç ve hâkimiyetine rağmen hakkında yazılmış olandan kaçmasına, ordusuyla birlikte Kızıldeniz de boğularak ölmesine mani olamamıştı. Yaratıcı, olabilecekleri kâhinlere hissettirmiş ve Firavun’a duyurtarak tedbir almasına fırsat tanımıştı. Peki, tedbir uğruna binlerce çocuğu katletmesi bir fayda sağlayıp takdiri önlemiş miydi?

Örneklendirilen olayların tamamı yaşamın değişmez gerçekleri olup, Mutlak İrade’yi kanıtlayan somut gelişmelerdir. Tıpkı yapılan uyarılar, istihbaratı bilgiler, istihare veya rüyalar gibi! Firavun, bütün çocukları öldürtmesine ve alınan tüm önlemlere karşın Hz. Musa’dan sakınamamış, muhteşem kudreti ve ordusuyla ona mağlup olmuştu. Herhangi bir şeyi bilmek ve ona karşı tedbir alarak fayda temin edilebileceğini sanmak, lehte hiçbir kaçışa olanak sağlamamaktadır. Aksi takdirde ne bir kayıp ne de bir ölüm gerçekleşirdi. Neticede tedbiri aldıran da tedbiri aştıran da Yaratıcı Allah’dır!

Güç ve yetkileri tamamen Allah’ın tasarrufunda olan iktidarlar, nasıl bir hiçken o kudrete ulaşabilmişlerse; süreleri dolduğunda yine bir hiç olarak geldikleri ebediyete geri dönmektedirler. Çünkü “Bir”in altı sıfırdır. Kimileri hayattayken, kimileri de ölümünden sonra şöhrete kavuşur. Güçlü ve hırslı benlikleriyle kendilerini tanrılaştırarak yıkılmaz ve yenilmez zannedenlerin belirlenmiş süreleri dolduğunda nasıl sarsılarak devrildiklerini görürsün. Tıpkı depremlerde yıkılan yapılar gibi! Saltanatlarını kaybederek, ya bir pislikmiş gibi fırlatılıp hor ve hakir bırakılır, ya hastalanarak yok edilir veya öldürülerek zillet içinde yaşamlarına son verilir. Kaderin akışını ve sürecini değiştirebilmek mümkün olmadığı için, her canlı, hakkında yazılmış olanı yaşamaya tutsaktır.

Allah öğretir; bilgi sahibi kılar; bildirirde! Ama ameli, hidayeti yani iradeyi hükmü altında tutuyorsa öğrendiklerinin, bilginin, bildiklerin ne işe yarar?   

Neden hidayeti dilediğine verdiğini hiç düşündünüz mü?

Ayrıca özgür bırakılsaydın yahut cüz’i bir serbestîye sahip olsaydın kul olur muydun?


"Allah, O'ndan başka tanrı yoktur; O, hayydir, kayyûmdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O'na hiçbir şey gizli kalmaz.) O'nun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür." Bakara 255

4 Haziran 2016 Cumartesi

Seküler-laiklikten taviz yok ise;

Müstemlekelikten yani kölelikten de kurtuluş mümkün değildir!

Osmanlının yıkımıyla Müslüman Türklere zincir vuran Haçlı-Siyonist Batı, milletin dinini değiştiremeyerek her ne kadar hedefine ulaşamadıysa da asimilasyonda binbir türlü argüman kullanarak devrimler gerçekleştirmek suretiyle Müslüman Türk milletini tevhidden koparmış ama çoğunluğunun özünü tüketememiştir.

Damarlarındaki asil kandan ziyade ruhlarındaki iman dolu serhadleri Allah’ın kulları olma şerefini öyle kazandırmış ki, başları ne kadar eğilse de bir kıvılcımla parlayacak güçleri zayıflamamıştır.

Lakin Allah ve Resulü hükümleri çerçevesinde Müslüman Türk milletini şahlandıracak batıldan tamamen arınmış bir lider bulunmamaktadır. Dolayısıyla ne Cumhurbaşkanı Erdoğan ne de Ak Parti İktidarlığı kurtuluş için bir umut değil, geçmiştekilerin aynısı tutsaklığı daha da perçinleştirici “Manukyan” politikası gütmektedirler.

Para ile erişilebilen ekonomik güç her şeyi yapar ve hedeflere ulaştırır politikası ödül ya da etiket kazandırabilir ama şeref, itibar, istiklal ve zafer asla!

Oysa her türlü kötülüğü ve iyiliği iradesinde bulunduran Allah, dilediğini yüceltip alçaltmakta, her türlü izzeti, ikramı, itibarı ve namütenahi zaferleri bahşetmektedir. Dolayısıyla Allah’a iman ettiğini lafla ikrar eden bir kimse, nasıl olurda Allah’a ortak koşarcasına başka arayışların peşine düşebilir?

Allah’ın hükümlerine kayıtsız-şartsız bağlılık özellikle seküler-laik siyasette önemli bir kırılma oluşturduğundan harlayan savaş, Kur’an’da emredilen safları ayrıştırarak hak ile batılı birbirlerinden koparmaktadır. Barış ancak İslam’ın hâkim olmasıyla elde edilen bir sonuçtur ki, kıyamete kadar savaş kaçılmazdır. 
   
14 yıldır iktidarda bulunan ne Erdoğan ne de Ak Parti, Allah ve İslam adına hiçbir şey yapmadıkları gibi aralıklarla lakırdıdan ibaret deneme cüretinde bulunsalar da geri püskürtülmüşlerdir. Bir taraftan haçlı-siyonist batıl harici güçler, diğer taraftan haçlı-siyonist batıl dâhili güçler karşısında iman yoksunluklarından aciz kalmaları ve Allah’ın hesapları dışında planlara ve hırslara dalmaları galebe çalmalarına sebep vermemiştir. 

Tek başlarına iktidarda bulunmalarına rağmen reklamlarında kullanmayı düşündükleri “Haydi Bismillah” içerikli kompozisyonları dahi yasaklanmış, seküler-laik rejimin despot yasağını Müslüman millete açıklamaktansa örtbas ederek İslam’a ihanet etmişlerdir. Gerçi türban ve namaz gibi insanlık özgürlüğü ile ilgili hürriyetler sağlamışlar ise de, hiçbirini ne Allah ne de İslam adına kesinlikle yapmayıp “demokrasi ve İnsan Hakları” adına yapmışlardır.  
        
Dolayısıyla diğerleri gibi Ak Parti de vahiy konusunda samimi ve ihlâslı olmayıp, ne Türkiye ne de dünyada İslami hükümranlığı ve birlikteliği asla gerçekleştiremez! Allah’ın öncelikli emri ve müjdesi olan küfre karşı “CİHAD”’a düşman Ak Parti, görünüşte hak, içsellikte batıl bir düşüncedir. Çünkü içselde hak olanın hariciyede batıl davranabilmesi mümkün değildir!

Allah’a iman, Allah’ı anmadan ürkmez ve başına bir bela gelecek endişesine kapılmaz. O zaman Allah’ın mutlaklığından şüpheye düşülür ki, münafıklığın ta kendisi olunur!

Hem Şeriat hem de Cihad karşıtı olan Ak Parti, meşru sayılabilmek için yandaş din adamlarıyla birlikte kendi hümanist odaklı dinlerini kurmuşlar, böylece Allah’ın Kur’an’da yasak kıldığını helalleştirerek batılla yekvücut olmuşlardır. Dolayısıyla Ak Parti, Kur’an dışı öyle bir küfrü siyaset sergiliyor ki, zulümsüz esarete “evet”; istiklalsi bir cihada “hayır”! Ak Parti, sürü mantığıyla efendi kabul ettiği Batı kime saldırıyorsa tereddüt etmiyor; kime dost ise düşmanı olsa dahi şikâyetle yetiniyor. Amelsiz bir gürleme; tıpkı ruhsuz beden misali şatafatlı bir anıt mezara benzer.

Haçlı-Siyonistler için doğru-yanlış, hak-adalet, vicdan-merhamet yoktur; var olan tek şey para, Hıristiyan Uygarlığı ve benliktir. Dolayısıyla hak arama, tartışma ve eşit bir ittifaklık beyhudedir. 
Dolayısıyla İslami egemenlik olan cihadı uygarlıkları için nasıl bir tehdit ve şer buluyorlarsa; vahiy karşıtı Ak Parti gibi İslami maskelilerde amansız şeriat ve cihad düşmanıdırlar. Varsa yoksa batı ile olan birliktelik; batıl ile olan ittifak! Hakkın adı olsun ama devlet ya da siyasette yer almasın! 

Müslüman Türkler Allah’ın lütfüne mazhar olarak İslam için her ne kadar seçilmiş mücahidler ise de, başta batılla iş tutan lider ve temsilcileri tarafından ihanete uğrayıp zelil bırakılmışlardır. Yoksa ne Almanya ne İsrail ne ABD ne de başka bir batılı güç konuşmaya cüret edemezlerdi.

Sonu ölüm olan bir dünya için hiçbir Müslüman satın alınamaz inançta olması gerekirken kendilerine fiyat etiketi koymuş Müslüman kimlikliler tarafından pespayeye dönüştürülen milletimiz öyle silkinmelidir ki, üzerine yapışan tüm çerçöp, cüruf ve pisliklerden temizlenmeli ve seküler insan hakları adına kötüye yaşama hakkı tanıyarak üzerine giymek suretiyle yanlışı meşrulaştırmamalıdır.   
Hizmet ama neye hizmet? Sözü ahirete özü dünyaya hizmet kör, sağır ve idraksizleri aldatabilir ama ahiretten başka yurt tanımayanları asla! Dolayısıyla hizmet kuruluşlarının tamamı yalandır; İslam Devleti’nin olmadığı bir ülkede İslami müesseseler, fetvalar ya da beklentiler ölünün kırık kolunu tedavi etmekten farksızdır. Allah’a hizmette madde değil mana aranır; tağuta hizmette ise madde aranır!  

Sadece bu dünyadan ibaret olmayan yaşam için ahiretteki yaşamı satma ki, fani ile baki arasında şüpheye düşmeden şehadete koşabil. Dünyadan değil ahiretten söz et; dünyayla değil ahiretle övünebilecek bir çalışma yahut mücadele içinde ol ki, bir saniye sonrası meçhul yaşam için hayatını heba etmemiş olasın! Tek olan bir şey vardır ki, o da dünya için değil ahiret için hazır ve nazır olmaktır!
Dolayısıyla hesabın ahiret üzerine kurulmuş olsaydı; korkak değil cesur; batıl değil hak; yenilgi değil zafer; söz değil amel; beden değil ruh; küfür değil iman; maske değil yüz taşırdın. Lakin hesabın dünya üzerine olmasından her şey sana öyle lâyık, müstahak, uygun ve yaraşık ki, Allah’a lüzum kalmaz!
“Allah, hüküm verenlerin en üstünü değil midir? Tin 8
“Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur. Ahzab 36

Dediler ki: Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman helâk eder. Bu hususta onların hiçbir bilgisi de yoktur. Onlar sadece zanna göre hüküm veriyorlar.“ Casiye 24