28 Ekim 2015 Çarşamba

Lafa esir insana, söz faydasızdır…

Kula kulluğu özgürlük, yaratıcı Allah’a kulluğu esaret kabul etmiş seküler-laik düşünce düzeyinde rehin altında olan insan, karşılığı olmayan boş lafların içinde esirdir.  

Öyle boş lafların esiridir ki, ancak yaratıcının inisiyatifinde olan işleri, olayları yahut sorunları bile bilgi ve iradesi altında toplum lehine değiştirebileceği vaadinde bulunan yalancılara umut bağlayarak tutsak olabilmektedir.

Her sözün mutlaka bir karşılığı aranır ve vardır da; ama lafın süslü, yaldızlı ve cezbedici etkenliğinden dolayı karşılık gibi bir derdi yoktur. Söz ile laf, tıpkı iman ile inanç ya da politika ile siyaset gibi farklı kuvvetlerdir. Ancak aynı sanılır! Oysa sözün amelde yani uygulamada illa dayandığı kalıcı ve yaptırımsal bir karşılığı vardır fakat laf, suni olmasından parfüm misali etkilese de bir müddet sonra uçar gider. Bu sebeple nefis, söze değil lafa aşırı ilgi duymasından kulaklarını öyle açıp güveni tetikleyerek yerleştirir ki, önce arşa çıkartıp akabinde yere çaktırır.

Söz doğru, laf ise yalandır! Onun için söz sevilmeyip sıkıcı bulunur; laf ise hayran bıraktırıp nefsi dört köşe yaptırır. Dolayısıyla kalpten çıkan söz, kalbi olamayanlara hiçbir etki yapmadığından dilden çıkan laf, kulağı aşıp kalbe inmediğinden kandırmakta ve aldatmaktadır. Çünkü işitilenin söz mü yoksa laf mı olduğu onayını doğrudan kalp teyit eder. 

Neden dini, siyasi, sosyal ilim erbabı çevresine ışık saçamıyor biliyor musunuz; sözleri kalpten değil dilden çıkmalarından kulakları aşıp kalplere inmemesindendir. Çünkü anlattığını nasıl diliyle söylüyor ise, işitende kulağıyla dinlemektedir. Oysa kalbiyle anlatsalardı ışık saçar, böylece mum gibi eriyerek tükenmeleri gerekirdi ama öyle semizlenip ışığı dahi söndüren büyüklükte kabarıp kabartıyorlar ki, yeryüzünü nefsin karanlığına gömerek esarete mahkûm kılıyorlar. 

Mehmet Akif Ersoy’un şu sözünü çok beğenirim. “Budur cihanda benim en beğendim meslek, Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun teknokta

İnsanların akıl ve kalplerini sözler asla karıştıramaz ama laflar öyledir ki, bir toplumu mahvetmenin savaşsız yoludur. 

Allah’a ve dine karşı savaşan lafebelerinin en inandırıcı ve güvendirici temel argümanı nedir bilir misiniz; İnsanların olumlu bilim ve akıl ile aydınlatılmasıyla bir gün dine gerekseme kalmayacaktır" lafları ve üzerine inşa edilen seküler düşünce ve düzenle din sahiplerini dahi etkileyebilmeleridir. Çünkü onlarda kalben değil kulakla inanmış olmalarından batıl düzen içinde yer alabilmek için kendilerini öyle yontmuşlardır ki, ne dinleri ne de ruhları kalmıştır.

Aydınlanmak için “politika, bilim ve akıl” varken; kim din gibi bir karanlığı, geri kalmışlığı ve cehaleti kabul eder değil mi!!! Neden özellikle dinsiz bir siyaset, bilim ve akıl diye şart koşulmasını hiç sorguladınız mı? Çünkü asıl yaratıcı ve hükümranın Allah değil insan olduğu lafını egemen kılabilmek için!

Lafla insan olunabilir mi; lafla insanlar birbirlerine inanıp güvenerek bağlanabilir mi; lafla icraat yapılabilir mi; lafla sorunlar giderilebilir mi?

“İnsan yalnız sözle insandır ve yalnız sözle bağlanırız birbirimizenokta Montaigne

Seçim arifesine girilmiş Türkiye’de, ruhunu kaybetmiş politikacıların vaatleri öyle sınırsız ki, birinin dahi olası olumsuzlukları dile getirmemesi, dillerinden çıkanın söz değil laf olduğunu kanıtlamaktadır.

Sözden dönülmez ama laftan dönülür; bu yüzden laf söyleyene “neden” diye sorulamadığından her türlü yaptırımdan muaf tutulmaktadır.  

Yaklaşık 80 milyonluk bir ülkede hiç mi felaket, vahamet, ziyan, kriz, karışıklık, tahribat, yokluk, fukaralık, salgın, savaş ve binbir türlü musibet baş göstermeyecek olsun! Sıradan bir ailede hatta sokakta yürürken dahi hiç düşünülmeyen olaylarla karşılanılıp perişanlıklar birbirini takip ederek aileler dağılırken; vaatlerde bulunanlarda nasıl mutlak bir güç ve irade var ki, menfi olabilecek kayıplardan söz etmiyorlar? Akşam zengin yatıp sabah bir somun ekmeğe muhtaç kalan ve beğenmeyip daha fazlasına sahip olabilme uğruna ellerindekileri kaybeden milyonların olduğu bir âlemde vaatlerde bulunanlar; yoksa kendilerini Allah mı sanıyorlar ki, olmasını istedikleri şeylere  “ol” demekle olduruvereceklerdir?

“Biz, bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, ona (söyleyecek) sözümüz sadece "Ol" dememizdir. Hemen oluverir.” Nahl 40

Eğer söyledikleri laf değil söz olsaydı, lafa itibar eden insanlarda kendilerine oy vermeyeceklerdi. Dolayısıyla lafa esir olmuş insanların birde özgürlük taleplerini anlayabilmek her ne kadar imkânsız ise de, özgürlükten maksatlarının söze karşı duruşları olduğu ortaya çıkmaktadır.

“Ruhunu kaybeden dünyayı kazansa ne çıkar.” Victor Hugo

“Allah sözün en güzelini, birbiriyle uyumlu ve bıkılmadan tekrar tekrar okunan bir kitap olarak indirdi. Rablerinden korkanların, bu Kitab'ın etkisinden tüyleri ürperir, derken hem bedenleri ve hem de gönülleri Allah'ın zikrine ısınıp yumuşar. İşte bu Kitap, Allah'ın, dilediğini kendisiyle doğru yola ilettiği hidayet rehberidir. Allah kimi de saptırırsa artık ona yol gösteren olmaz.” Zümer 23

İnsanlardan öylesi var ki, herhangi bir ilmi delile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için boş lafı satın alır. İşte onlara rüsvay edici bir azap vardır.” Lokman 6


“Her nefis, kazandığına karşılık bir rehindir.” Müddesir 38

21 Ekim 2015 Çarşamba

PKK/HDP’nin IŞİD kamuflajı…

Bu gerçeği bilen devlet, hem kendine hem milletine hem de adalete ihanet ederek yalan söylüyor; manipülasyon yapıyor; gerçekleri gizliyor ve ABD güdümünde yürüttüğü soruşturmalarda gerek Diyarbakır gerek Suruç gerekse Ankara’daki saldırıların tek ve tartışmasız failin PKK/HDP olduğunu örtbas maksadıyla IŞİD’i de katarak, dolaylı bir aklamaya yelteniyor.

Ki, Suruç’taki saldırının PKK/HDP tarafından organize edilip yapıldığını PKK’lı üst düzey bir terörist itirafıyla deşifre olduğu apaçık bir kanıttır.

IŞİD’i idrak edememiş yahut haçlılarca idrak edilememesi için düzülen hileli yönlendirmeler, muhakeme yetisi olanları her ne kadar etkilemese de, çoğulcu yığınlara tesir edebilmektedir.
IŞİD, batıla karşı sağlam zeminde kurmaya çalıştığı İslam Devleti’nin öncelikli hedefi, haçlılarla işbirliği içindeki münafık yani Müslüman kimlikli hainleri ortadan kaldırabilme amacıyla bölgesindeki işbirlikçileri temizlemektir. Bu sebeple sözde Müslümanları cezalandırması, münafık cami cemaatini bombalaması, tamamen batıl olan türbeleri yıkması ve haçlı çıkarına mücadele eden sözde Müslüman kimlikli gruplarla savaşması malumdur.

Çünkü Allah Resulünün de buyurduğu üzere; “Münafık, kâfirden yetmiş kez daha tehlikelidir.”

IŞİD’in Türkiye’de yapmayı düşüneceği bir saldırının PKK/HDP hedeflerine değil, doğrudan esas düşman gördüğü AKP’den başkasına olamayacağı gayet açıktır. Diğer bir ifadeyle PKK/HDP’nin düzenlediği mitingleri değil, AKP mitinglerini hedef alır ve anında da üstlenir. Neden diye sorulacak olursa; AKP’nin İslam imajı, kimilerini IŞİD-AKP bağının olabileceği ihtimalini doğursa da, IŞİD nezdinde AKP, şeriata düşman, haçlı-siyonistlere dost ve müttefik olarak küfür koalisyon içinde yer almış olmasından Irak ve Suriye’de izlediği stratejiye binaen bir düşmandır ve öncelikli savaşılması gereken bir haindir!

Lakin IŞİD’in henüz uluslararası operasyonları erken bulmasından ötürü tüm gücünü ve enerjisini tumturaklı bir İslam Devleti kurmaya ayırmış, dolayısıyla sadece Türkiye’de değil tüm dünya ülkelerinde herhangi bir eylem planı içinde değildir. Meydana gelen saldırılarında, IŞİD’den bağımsız sempatizanların yaptığı yahut IŞİD namını kullanan terör ve istihbarat örgütlerince düzenlendiği aşikârdır. Çünkü sadece Müslümanların değil, sömürgeci barbarlara karşı hak ve adalet arayışında olan insanlarında katılımlarını engelleyebilmek maksadıyla propagandalarla ve getirdiği yasaklarla yetinmeyen batıl güçler, sansasyonel terörist eylemlerle de IŞİD’i basite indirgeyerek hak davasını terörizmle özdeşleştirebilme çabası içinde “insanlık ve İslam karşıtı” olarak karalamaya çalışmaktadırlar.
  
IŞİD’i dikkatle okuyabilen bilir ki, hedefi batıl rejimlerdir yoksa PKK/HDP gibi terörist çapulcuların düzenledikleri mitingler değil! 
    
Hem Suruç hem de Ankara’daki saldırıların failleri olarak “Alagöz kardeşler”in IŞİD değil PKK/HDP’li oldukları, Suruç katliamının PKK/HDP tarafından gerçekleştirildiğini itiraf eden PKK’lılarca kesinlik kazanmıştır.

Söz konusu saldırılarla ilgili hazırlanan planlar, öyle birkaç günlük değil, uzun zaman önce hazırlanmış organizeler olmakla birlikte; intihar eylemcilerinin de öncesinde IŞİD’li oldukları istihbarat bilgilerinin sağlanması akabinde ortaya çıkarılan faillerdir. İnandırıcı olabilmesi ve her türlü şüphenin ortadan kalkabilmesi için öyle bir senaryo hazırlanılıyor ki, düşünce, davranış ve telefon konuşmaları dahil ana, baba, kardeş ve arkadaşlarına bile senaryoda yer verilmektedir. Böylece IŞİD’li oldukları algısının iyice yerleştirilmesi ardından gerçekleştirilen eylemlerin failleri tereddütsüz IŞİD olabilmektedir.

Nasıl ki, I. Dünya savaşının ünlü casusu Lawrence, Kâbe’de imamlık yapabilecek kadar takva bir âlim seviyesine ulaştırılıp Arapları, Osmanlı ile savaştırabilecek düzeyde ikna edebildi ise, aynı güçler PKK/HDP’li iblisleri de IŞİD kamuflajıyla Türkiye’de toplumsal katliamlar yaptırabilmektedirler. PKK/HDP, devlete karşı sürdürdüğü terörde asker ve polis cinayetlerini üstleniyor ama sivil katliamlarını destek yitirecekleri kaygısıyla IŞİD’e yüklüyor!

İstihbarat güçlerimiz ya bu gerçeği çözemiyor ya da bildikleri halde haçlı-siyonist güçlerin dayatmalarından dolayı gizleyerek, PKK/HDP’ye hem sosyal hem de siyasi kazanım elde ettirerek, mağduriyet payeleriyle ödüllendiriyorlar. 
  
Asıl en trajikomik olan ise, PKK/HDP’nin IŞİD’le birlikte terör eylemi gerçekleştirdiği iddiasıdır ki, tamamen PKK/HDP’yi mağdur duruma düşüren ve yarar sağlayan eylemlerde, IŞİD’in çıkarı nedir? Ki, dünya menfaatlerine tamamen sırt çevirip sadece Allah’ın rızasına odaklanmış IŞİD, azılı iblis PKK/HDP ile ortak bir paydada buluşabilir mi? Eğer Türkiye’ye zarar verme gibi sığ bir evham ise, tüm dünya ile savaşan IŞİD, sıradan terör eylemleriyle mi Türkiye’ye zarar verme maksatlı azılı düşmanı PKK/HDP ile ittifak kurabilecek?

“Bugün aklın var bir şey bildiğin yok; yarın akılsız neyi bileceksin.” Ömer Hayyam

“Şeytan sizden pek çok milleti kandırıp saptırdı. Hala akıl erdiremiyor musunuz?” Yasin 62


“Onlar (kendi akıllarınca) güya Allah'ı ve müminleri aldatırlar. Hâlbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ve bunun farkında değillerdir.” Bakara 9

17 Ekim 2015 Cumartesi

İnsan, ALLAH olmuş ise…

Kim takar Allah’ı ve indirdiği hükümleri!

Devlet Allahsız; rejim Allahsız; siyaset Allahsız; yasalar Allahsız; bilim Allahsız; barış Allahsız; ahlak Allahsız; ekonomi Allahsız; sosyallik Allahsız; birlik Allahsız; ilişkiler Allahsız; kardeşlik ve dostluk Allahsız; din özde Allahsız!

Peki, Allah nerede?

Hıristiyan ve Yahudilerin itikatlarında Allah, dünyayı yaratmasıyla birlikte gökyüzüne yerleşmiş, yeryüzünü insanların idaresine bırakarak hiç karışmamaktadır. Diğer bir ifadeyle, yeryüzü düzenini oluşturmak Allah’ın değil, insanların inisiyatifindeymiş!  Dolayısıyla yeryüzünün Allah’ı insanlardır; bilgi ve iradeleriyle özgürce yönetme salahiyetlerine sahiptirler. Aynı düşünce ve inanç düzeyini referans alan İslam bilginlerinin kimi, İbn-i Sina ve Farabi gibi özgür iradeyi savunurken, kimi de cüz-i iradeyi savunarak dolaylıda olsa Allah’ın tahtına ya Hıristiyan ve Yahudiler gibi oturmuşlar ya da ortak olabilmişlerdir.

Aslında dünyadaki seküler-laik düzenlerin tamamı Aristo felsefesine dayanır. Ki, Ariston felsefesinin Batılılar tarafından yeniden keşfedilmesini İbni Sina ve Farabi gibi İslam düşünürleri sağlamış; böylece komünizm, sosyalizm, kapitalizm, demokrasi ve diğer düşünceler türemiştir. Aristo’nun insanı Allah kılan görüşleri,İslam düşünürleri tarafından değerlendirilmiş ve Kur’an’la yoğrularak özgür yahut cüz’İ irade anlayışların doğmasını tetiklemişti. Aristo, Allah’ın insan aklı olduğuna inanır! Dolayısıyla Hıristiyan, Yahudi ve İslam bilginleri de, dolaylı olarak aynı payda da birleşirmişlerdir.

Batı, uygarlaşma adına Aristo felsefesini temel alıp, dinlerini rasyonalist bir yapıya kavuşturmak suretiyle Allah fikrindeki olumluluk ya da olumsuzlukların oynadığı rolü tahrip ederek vahyi dışlamış, rasyonalizm çerçevesinde köklü değişiklikler yaparak, yeryüzündeki egemen gücün insana ait olduğuna karar kılmışlardır. İslam bilginleri de aynı etki altında kalarak, doğrudan olmasa da dolaylı olarak Allah’ı göğün, aklı da yerin hâkimi kabul ettiler. İslam dünyasının uygar olabilmek için başkaca çaresi yoktu. Seküler laik anlayış ve düzeni kabul etmeyen İslam ülkesi, uygar sayılabilir miydi?

Batı dünyası, nasıl ki sözde “aydınlığı” yakalayabilmiş olmanın ayrıcalığıyla Allah ve din anlayışını din kitaplarının olumsuzluklarından kurtarıp akılcı bir temele dayandırarak, Allah’ı “akıl”, aklı da “Allah” olarak tanımlamışlar; seküler-laik İslam dünyası da aynı yolda ilerlemektedir.

Hıristiyan ve Yahudilerden oluşan rasyonalistler misali İslam ilahiyatçıları da, Allah’tan gelen emirleri akla ve mantığa aykırı bulup, bilgiden öte hiçbir yaptırımı olmayan akılcı ve sevgi kaynağı bir “Allah” ve hümanist düşünceli bir Peygamber oluşturarak, diledikleri düzeni kurabilecek ve egemen olabilecek tek gücün “akıl” olabileceğine inanmış ve inandırmışlardır.

Seküler-laik güdümlü düzenin ilahiyatçıları, Batılılaşma ve uygarlaşma adına tıpkı Hıristiyan ilahiyatçıları misali, İslâm da köklü bir reform yapmaya çabalamakta, dolayısıyla Allah egemenli Kur’an’ı lağvederek, aklın egemen olduğu bir İslâm’ı yaymaya çalışmaktadırlar. Zaten Allah’ı ve İslam’ı kamudan, siyasetten, sosyal hayattan ve düzenden tamamen soyutlayıp; vicdana, camiye, mezara ve eve hapsetmeleri, hukuksal boyutunu yasaklamaları, itaati zorunlu değil de tavsiye niteliğinde bir kültür seviyesine çekmeleri, hükümleri ya yorumlarla ya da o zamana ait manipülasyonlarla gizlemeleri; neden Allahsız bir düzenin olabildiğine kanıttır.

Öyleyse, yeryüzünde varolan her şeyin “varolma tarihi” ile “yok olma” tarihini insanlar mı belirlemekte; vuku bulan her olay, insanların düşünce ve iradeleriyle mi gerçekleşmektedir?

Oysa Allah’ın Mutlak İrade’sine karşı özgür yahut cüz-i iradeye inanan ve savunan bir kimse, ateist düşünceden farksız bir imansızlık ve başkaldırı içindedir!

 “Yoksa onların mülkten (hükümranlıktan) bir nasipleri mi var? Öyle olsaydı insanlara çekirdek filizi (kadar bir şey bile) vermezlerdi.” Nisa 53
“Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır ve Allah her şeyi kuşatmıştır. (Hiçbir şey O'nun ilim ve kudretinin dışında kalamaz).” Nisa 126
“Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır.” Hadid 22

“Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.” Zuhruf 32

10 Ekim 2015 Cumartesi

İblisten eylemsizlik kararı…

Bak hele!

Türkiye’yi tükürüğüyle boğacak güçte olduğu ulumasıyla meydan okumuş olan iblis PKK/HDP; ölümlerin ve çatışmaların durması, silahların susması, kan akmaması, gençlerin ölmemesi, anaların ağlamaması, hiç kimsenin mal ve can kaybı vermemesi, barışın sağlanması ve ülkenin kazanması için tükürüğüyle boğacağı 75 milyonluk Türkiye’ye acıyarak ateşkes lütfünde bulunmuş.

Hem de öyle bir Türkiye sevdası içindedirler ki, geçicide olsa çatışmaları durdurmaya, ölüm ve katliamlara son vermeye, huzur ve güveni tesis etmeye, Türkiye’nin kazanmasına ve kalıcı bir barışa doğru her türlü ödünde bulunmaya hazır oldukları beyanlarıdır.

Vay be! Tükürüğüyle bile acımasız düşmanı olduğu bir milleti boğabilecek kadar mutlak bir gücü elinde bulunduran PKK/HDP, nasıl bir iblistir ki, fıtratına ve misyonuna tamamen aykırı merhamet göstererek insanlıktan ve barıştan yana tavır alabilmiş olsun; bağışlamak gibi bir erdemde bulunabilsin!

Yoksa Türkiye’nin hali nice olurdu değil mi? Artık iblis PKK/HDP’nin, tıpkı İsrail misali Nobel Barış Ödülünü almaya hak kazanacağı kaçınılmaz hal almıştır!

Oysa cehenneme girecek ele kesinlikle uzanılmaz; sözüne güvenilmez; vaatlerine inanılmaz; maskesine kanılmaz ama PKK/HDP, hidayete kavuşmuş gibi öyle bir barış, kardeşlik, birlik ve insanlık nutukları atıyor ki, sanki iblis değil adeta günahlardan arınmış muttakiler!
   
(Şeytan) onlara söz verir ve onları ümitlendirir; hâlbuki şeytanın onlara söz vermesi aldatmacadan başka bir şey değildir.” Nisa 120

Lanetlenmesiyle beraber kötülüğün elçiliğine getirilmiş olan şeytan,  yalan ve hileleriyle milyarlarca insanı ikna etmek suretiyle saptırırken; Türkiye’nin iblisi PKK/HDP mi yaklaşık % 10’luk bir yığını ikna ederek sapkınlaştırmamış olsun!

Zaten şeytan, Allah’ın izni olmadan hiçbir Müslüman’a musallat olamaz; dolayısıyla gerek PKK/HDP gerekse PKK/CHP şeytanın musallat olduğu güruhlar hasebiyle ne doğruyu ne gerçeği ne barışı ne insanlığı ne de hakkı asla yol edinemezler. Peki, saflarında yer alabilen Müslümanlara ne demeli diye sorulacak olursa; onların Müslüman değil Müslüman kimlik taşıyan iblis dostu oldukları aşikârdır.
Hele iblis PKK/HDP’nin tehditlerinden korktukları gerekçesiyle destekleyen Kürtlere ne demeli! Hele iblisi doğru yola getirebilme düşüncesi ya da zarar verebilir kaygısıyla tehditlerinden korkarak etkin hale getiren devlete, siyasete ve halka ne demeli! 
   
 “İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun.” Al-i İmran 175


İnşaAllah, artık iblis PKK/HDP ile hiçbir müzakerenin ve pazarlığın yapılamayacağı, sözlerine güvenilemeyeceği, insan sıfatında değerlendirilemeyeceği, barış tuzağına düşülemeyeceği, özgürlük ve demokrasi manipülasyonuna kanılamayacağı ve sadece Türkiye’de değil insanlık adına tek birini sağ koymamak üzere dünyada yaşamalarına imkân vermemek maksadıyla topyekûn elimine edilmeleri zaruriyeti idrak edilmiştir. PKK/HDP’ye bilerek ya da bilmeyerek; kandırılarak yahut tehditle ve her ne şartlarda olursa olsun destek verenler asla masum değillerdir; bugün ellerine silah almamışlar ise de istikbalde en azılı düşmanlardır.  

4 Ekim 2015 Pazar

Şiddet ve savaş farzdır!

Namaz, oruç ve hac gibi tartışılmaz ibadetler ve Allah’ın apaçık hükümleri olan şiddet ve savaş, iman etmiş Müslümanların asla itaatten geri duramayacakları ve nefisleri doğrultusunda itiraz edemeyecekleri farzlardır.

“Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” Ahzab 36

Nasıl ki şeytan, ateşten yaratıldığını mazeret göstererek topraktan yaratılmış Hz. Âdem’e secde edebilmesinin mümkün olamayacağını öne sürmek suretiyle Allah’ın emrine karşı gelme cüretinde bulunarak ebedi bir lanete çarpılmış ise, Allah’ın koyduğu kriterler çerçevesinde şiddet ve savaşa da karşı gelmek, şeytanın akıbetine uğramaktır.

Kötüye karşı şiddet ve savaşa seküler hümanist düşünce temelinde karşı çıkılarak, ‘özgürlük ve demokrasi’ manipülasyonuyla hak ve iyi olan ne varsa öyle doğranmış ki, "insan sevgisi, barış ve kardeşlik" gibi olumlu mesajlarla kudretin Allah otoritesinde değil insanlarda olduğu dindışı düşünceler, kötülük ve batıllığın önünde kalkan olmak suretiyle gerek sosyal gerekse siyasi açıdan kabul edilmiştir.

Bir başka deyişle insanı; Yaratıcıdan, peygamberlerden ve dinlerden yüz çevirmeye, sadece kendi varlığı ve benliği ile ilgilenmeye çağrılarak, insan yegâne amaç ve odak noktası haline getirilmiştir. Böylece Allah’ın hükümleriyle yaftaladığı kötüye karşı şiddet ve savaş gayrimeşru sayılmış, iyiyi tehdit eden kötüde olsa koruma altına alınmıştır. Hümanizmin İngilizcedeki sözlük anlamı; en iyi değerler, karakterler ve davranışların doğaüstü bir otoritede değil de insanlarda olduğudur.

Peki, en hümanist ve seküler düzeyde insan hakları savunucusunun şeytan olduğunu biliyor muydunuz?

Hümanizm, tüm gerçekliğin bizzat doğanın ya da insanın kendisinden ibaret olduğuna inanır; evrenin temel materyali, zihin değil madde-enerjidir. Hümanizme göre; doğaüstü varlıklar yani Allah, melekler ya da ruh gerçek değildir; yani insan düzeyinde, insanlar doğaüstü ve ölümsüz ruhlara sahip değildirler; ahiret, cennet ve cehennem yoktur ve tüm evren düzeyinde, evrenin doğaüstü ve sonsuz bir Yaratıcısı yoktur. Dolayısıyla Yaratıcı’yı, Mutlak İrade'yi ve vahyi reddeden hümanizm, doğrudan doğruya ateizme dayanmakta ve her ne olursa olsun fitne çıkararak yahut eylemde bulunarak kötülük yapanı ‘insan gerekçesiyle’ sahiplenmektedir.

İnsan hakları adına özgürlük ve demokrasiyle etkileştirmeye çalıştırdıkları asıl amaç, Allah’ın kötüye karşı uygulanması gereken şiddet ve savaş ile ilgili hükümleri ‘insanlık suçu’ göstererek engelleyebilmektir. Bu sebeple dine karşı düşmanlıklarını bilimsel bir maskeyle anlatarak insanları ikna ederler.  Böylece kötüde her türlü caydırıcı yaptırımlardan kurtularak, iyiyi kemirmek suretiyle bitmektedir.

İnsanı tanrılaştıran hümanizm,  İlahi yani semavi dinler yerine pagan (çok tanrılı din) inancı ve dünya görüşünü yerleştirmeyi hedeflediğinden Allah’ın değil insanın hükmettiği dinleri hâkim kılabilme çabasındadır. Hıristiyanlık ve Yahudilikte dolaylı olarak başarılı olmuş, İslam’da ise ayetleri bozamasalar da rivayetlerle Peygamberi hümanistleştirerek bayağı etkili olabilmiştir.

Türkiye’de başta CHP olmak üzere İslam karşıtlarının hümanist duruşları, her ne kadar "insan sevgisi, barış, kardeşlik, özgürlük, demokrasi, şiddet ve savaş aleyhtarlığı" gibi algı doğursa da, asıl olan Allah’ın otoriterliği ve egemenliğini önleyebilmektir. PKK/HDP gibi amansız ve azgın katillerin yanında olan partiler, gazeteciler ve aydınlara bakıldığında, tamamı hümanist düşünceyi savunan kimselerdir. Peki, Darkula Vlad Tepeş ve Karındeşen Jack’ın da hümanist olduğunu biliyor muydunuz? “Kanla yapılan devrimler daha muhkem olur” diyen Atatürk’ün de hümanist düşüncenin bayraktarlarından olduğunu biliyor muydunuz?

Devletin dini İslam’ı ve dinsel hükümlerin yerine getirilmesini anayasadan çıkaran hümanist CHP’nin, İllüminati kuralları doğrultusunda nasıl İslam’a karşı devrimler yaptığını ve eğitim sistemini komünal bir yapıya dönüştürerek İslam’ı yok etmeye çalıştığını önce öğrenin, sonra CHP’nin ve kurduğu ateist rejimin gerçekçiliğine karar verin! Ki, halen Allah’ın adıyla olan “Bismillah” kelamı dahi yasaktır!
Ancak din karşıtı isen hümanist, çağdaş ve aydınsın; değil isen karanlıklara saplanmış insanlık düşmanı teröristsin!

Allah’ın hükmettiği ölçüde kötüye, azgına ve asiye karşı şiddet veya savaşa başvurmayan iyiliğin, huzurun, güvenin, insanlığın, hak ve adaletin gölgesine dahi kavuşamaz!

Allah mı yarattığı kula yani insana karşı daha merhametli, koruyucu, sevdalı ve haklarını düşünendir yoksa hümanistler mi? İnsanı muhafaza edebilmek için insan numunelerine karşı baskı, şiddet ve ağır yaptırımlar uygulanmaz ise, insanlık yaşayabilir mi?

Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” Bakara 216


“Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer ne de kötüdür!” Tahrim 9