27 Eylül 2015 Pazar

Nah Müslümansın!

10 Nisan 1928 tarihinde yapılan değişiklikle Anayasa’nın 2 maddesinde yer alan “Türkiye Devleti’nin dini İslâm’dır” hükmü çıkarılıp Allah, Resul, Kur’an ve İslam kaldırılarak devletin ateistliği kabulüyle milletin tamamı ateist olmuş ve halen sürmektedir.

Her ne kadar kamu dışında İslam inancına izin verilmiş ise de, ateist devletin koyduğu kurallar muhtevasında bir dine serbestlik tanınmış, dolayısıyla güdümünde Diyanet İşleri Başkanlığı kurularak, Allah’ın hükümleri raptı zapt altına alınmak suretiyle ateist devlet, egemenliğine tehdit gördüğü Allah’ı ve vahyi sözde dizginlemiştir. 
      
Oysa Kur’an’i hükümler, din ve devlet ayırımı yapmaksızın sosyal, ekonomik, siyasi ve hukuki temel düzeninin İslam’a göre tatbikine mecburiyet getirmiştir. Ama ateist rejim, Allah’ı, Resulünü, Kur’an’ı ve İslam’ı kutsal sayarak yerin binlerce fersah altına öyle hapsetme manipülasyonuyla ilişilmez kılmış ki, siyasi menfaat temin ve tesis eylemek maksadıyla dini veya dini hissiyatı veya dince mukaddes tanınan şeyleri alet ederek her ne suretle olursa olsun propaganda yapamaz, istismar edemez veya kötüye kullanamazlar” taktiksel gerekçeyle güya dini koruma altına alma hilesini Müslümanlara kabul ettirmiştir.

Peki, Allah’ın hükmü nedir?

“Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi (ya da batıl devletin) isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” Ahzab 36

CHP’nin kurucusu ve eski Genel Başkanı Atatürk, Allah’a ve İslam’a öyle savaş açmış ki, önce devletin dini olan İslam’ı kaldırmış; Allah adının anıldığı her sözcük, milletvekili yeminlerinde geçen “vallahi” kelimesi dahi “namusum üzerine söz veririm” diye değiştirilip anayasayla yasaklamış; 1937’de de ateizmin siyasi terminolojisi olan seküler laiklikle devletin ateistliği tamamlanmıştır.

Aslında “egemenlik kayıtsız-şartsız milletindir” hükmünün asıl amacı, öncesinde Allah’a ait olan egemenliğin anayasayla ilişiğini kesmek maksatlıdır. Lakin dikta edildiği gibi egemenlik hiçbir zaman milletin olamamış, egemenliğin Atatürk ve CHP dışında hiç kimseye verilmeyerek ilkelerine yani ayetlerine dokundurulmak bir yana karşı çıkılmasına hatta eleştirilmesine dahi cüret ettirilmemiştir. Dolayısıyla her seçilen vekil, Atatürk ilke ve inkılâpları üzerine ve laiklik adına ateizme bağlı kalacağına ant içerek resmi meşruiyete hak kazanmıştır.

Diğer taraftan devlet, “Türkiye Cumhuriyeti” değil, “Atatürk ve CHP devleti”; vatandaşlar da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları değil, Atatürk ve CHP vatandaşlarıdır.  Dolayısıyla CHP ilkeleriyle kurulmuş devlet ve anayasaya bağlı her parti ve vatandaş, CHP’nin hükmü altındadır, dolaylıda olsa Atatürk ve CHP’ye kulluk yapmaktadırlar!

O günden bugüne Allah adının anılmasına duyulan kin ve nefret hiç tükenmemiş, “Bismillah” ile birlikte kalplerde saklanan ezeli düşmanlık tekrar açığa çıkabilmiştir.

Gerçi yapılmak istenen, batılılaşmakla birlikte devlet dinini Hıristiyanlaştırmaktı ama Müslüman milletin isyansı tepkisinden korkmalarından ateizmi laiklik olarak dayatmalarıyla birlikte tüm dinlere karşıymış gibi izlenim vererek din ve devleti ayırmışlar, siyaseti de kutsal saydıkları dine düşman kılmışlardır. Madem din mukaddes ise, sosyal ve ekonomik her işi yöneten, yönlendiren, refah ve güven vadeden, hak ve adalet sağlama işlevi gören siyaset pislik midir?

Allah’a olan iman ve inancı reddedip aklın üstünlüğünü kabul eden laiklik anlayışında Müslümanlık nerededir? Öyleyse laikliğe razı olmuş bir millet, Müslüman olabilir mi? Devlette ateistliğe, sokakta Müslümanlığa geçit verebilecek bir Tanrı yahut din ancak Atatürk ve CHP devletinde görülebilir! 
  
Yaklaşık 20 yıl öncesinde Tempo Dergisiyle yaptığım röportajın ses getirilmesiyle birlikte aleyhimde kamu davası açılmış, derginin yazı işleri müdürü ve şahsımla röportaj yapan muhabir ile birlikte Bakırköy Adliyesinde hakim karşısına çıkmıştık. Hakimin sorusu üzerine savunmamı yaparken dayanağım olan Maide Süresi 33. Ayeti söyledim. Hakim büyük bir öfkeyle mahkeme salonunda ayet okuyamayacağım diye çıkıştı. Kendisine, tuvalet dışında her yerde okuyabileceğimi, buranında tuvalet değil mahkeme salonu olması hasebiyle savunmamı engelleyemeyeceğini, dolayısıyla ayet okuyabileceğimi ifade ettim. Bunun üzerine; “seni tutuklarım” dedi. Kendisine, “Allah izin vermez ise tutuklayamayacağını, velev ki tutuklanmamı dilemişse şahsım için daha hayırlı olacağı” yanıtı vermemle birlikte hışım ve kızgınlıkla bir müddet yüzüme bakmasının ardından salondan çıkmamı söyledi. Hakimin tutuklamak istemesi bir yana, davadan ceza dahi veremedi. Çünkü Allah’a tumturaklı güvenip dayanana; vekil ve destek olarak Allah yeter! 

Daha öncede defalarca açıkladığım gibi; “Türkiye’de vahye iman etmiş ve Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmeden yahut yaşayan şahsımda dahil olmak üzere tek bir Müslüman yoktur. Türkiye’deki sözde Müslümanlık, ateist devletin koyduğu kurallar doğrultusunda inanılan ve ibadet edilen bir dindir.”

İnsanlar, devlette dinsiz, sokakta dinli olmak üzere öyle bir yaman çelişki içindedirler ki, hayatta ruhlu, mezarda ruhsuz bir beden misali dinsiz devlette yürüyen Müslüman ölüler olarak, batıldan çıkıp hak yola yönelememekte; dolayısıyla heva ve heveslerin tanrı yapmalarından nefislerinin egemenliğine Allah’ı ve hükümlerini rakip tanınmak istenmemektedir.
 
Türkiye, milletin egemen olduğu bir Cumhuriyet değil, Atatürk ve CHP diktatörlüğündeki müstebit bir devlettir. Bir kimsenin herhangi bir partili, düşünce ve dinde olmasının hiçbir önemi olmayıp, her kapı Atatürk ve CHP’ye açılmaktadır. CHP’nin yıllar önce inşa ettiği anayasa halen yürürlükte ise, milletin tamamı CHP’nin mahkûmiyeti altındadır!

Peki, CHP kimdir ve anayasanın temel ilkesi nedir?
   
“Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkûmdurlar! Böyle kimselerle memleketi zenginleştirmek mümkün değildir. Bunun için önce din ve namus telakkisini ortadan kaldırmalıyız. Partiyi(CHP'yi) bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz!” Atatürk

Göklerde ve yerde ne varsa, Allah’ındır, din de yalnız Allah’ındır. O halde Allah'tan başkasından mı korkuyorsunuz?” Nahl 52


“Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken: "Ne işde idiniz!" dediler. Bunlar: "Biz yeryüzünde çaresizdik" diye cevap verdiler. Melekler de: "Allah'ın yeri geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!" dediler. İşte onların barınağı cehennemdir; orası ne kötü bir gidiş yeridir.” Nisa 97

20 Eylül 2015 Pazar

PKK/HDP’li teröristleri ihbar ediyorum…

Ad ve adreslerini deşifre ettiğim elebaşı teröristlerle ilgili alacağım para ödülünü de, teröristlerle girdikleri mücadelede şehit düşen polis ve askerlerin geriye bıraktıkları dul ve yetimlerine bağışlıyorum. İşte teröristler; neredesin devlet!   
                          
Terörist Selahattin DEMİRTAŞ - TBMM
Terörist Figen YÜKSEKDAĞ ŞENOĞLU – TBMM
Terörist Ali Haydar KONCA – Avrupa Birliği Bakanlığı
Terörist Müslüm DOĞAN – Kalkınma Bakanlığı
Terörist Sırrı Süreyya ÖNDER – TBMM
Terörist Leyla ZANA – TBMM
Terörist Osman BAYDEMİR - TBMM
Terörist Celal DOĞAN – TBMM
Terörist Abdullah ZEYDAN – TBMM
Terörist Altan TAN  - TBMM
Terörist A. Levent TÜZEL – TBMM
Terörist Pelvin BULDAN – TBMM
Terörist Ertuğrul KÜRKÇÜ- TBMM
Terörist Mithat SANCAR - TBMM
Terörist Dengir Mir Mehmet FIRAT – TBMM
Terörist Burcu Çelik ÖZKAN – TBMM
Terörist Dilek ÖCALAN – TBMM
Terörist İdris BALUKEN - TBMM
Terörist Nimetullah ERDOĞMUŞ - TBMM
Terörist Faysal SARIYILDIZ – TBMM
Terörist Yurdusev ÖZSÖKMENLER - TBMM
Terörist Tuğba HEZER ÖZTÜRK – TBMM
Terörist Selami ÖZYAŞAR – TBMM
Terörist Remzi ÖZGÖKÇE – TBMM
Terörist Lezgin BOTAN – TBMM
Terörist Edipe ŞAHİN – TBMM
Terörist Alican ÖNLÜ – TBMM
Terörist Adem GEVERİ – TBMM
Terörist Leyla BİRLİK – TBMM
Terörist Ferhat ENCU - TBMM
Terörist Aycan İRMEZ – TBMM
Terörist Ziya ÇALIŞKAN – TBMM
Terörist Leyla GÜVEN – TBMM
Terörist İbrahim AYHAN – TBMM
Terörist Kadri YILDIRIM – TBMM
Terörist Hatice SEVİPTEKİN – TBMM
Terörist Ahmet YILDIRIM – TBMM
Terörist Çilem KÜÇÜKKELEŞ - TBMM
Terörist Mehmet Ali ASLAN – TBMM
Terörist Gülser YILDIRIM – TBMM
Terörist Erol DORA – TBMM
Terörist Enise GÜNEYLİ – TBMM
Terörist Ayhan BİLGEN – TBMM
Terörist Şafak ÖZANLİ – TBMM
Terörist Turgut ÖKER – TBMM
Terörist Sezai TEMELLİ – TBMM
Terörist Ravza KAVALÇI KAN – TBMM
Terörist Hüda KAYA – TBMM
Terörist Garo PAYLAN – TBMM
Terörist Filiz KERESTECİOĞLU – TBMM
Terörist Erdal ATAŞ – TBMM
Terörist Ali KENANOĞLU – TBMM
Terörist Kıznaz TÜRKELİ – TBMM
Terörist Mehmet Emin ADIYAMAN – TBMM
Terörist Selma IRMAK – TBMM
Terörist Nihat AKDOĞAN – TBMM
Terörist Mahmut TOĞRUL – TBMM
Terörist Seher AKÇINAR BAYAR – TBMM
Terörist Ziya PİR – TBMM
Terörist Sibel YİĞİTALP – TBMM
Terörist Nursel AYDOĞAN – TBMM
Terörist İmam TAŞÇIER – TBMM
Terörist Feleknas UCA – TBMM
Terörist Edip BERK- TBMM
Terörist Çağlar DEMİREL – TBMM
Terörist Hişyar ÖZSOY – TBMM
Terörist Mahmut Celadet GAYDALI – TBMM
Terörist Mizgin IRGAT – TBMM
Terörist Ali ATALAN – TBMM
Terörist Saadet BECEREKLİ – TBMM
Terörist Ayşe Acar BAŞARAN – TBMM
Terörist Taşkın AKTAŞ – TBMM
Terörist Hakkı Saruhan OLUÇ – TBMM
Terörist Meral Danış BEŞTAŞ – TBMM
Terörist Rıdvan TURAN – TBMM
Terörist Behçet YILDIRIM – TBMM
Terörist Berdan ÖZTÜRK – TBMM
Terörist Dirayet TAŞDEMİR – TBMM
Terörist Mehmet Emin İLHAN – TBMM
Terörist Asiye KOLÇAK – TBMM

“Allah ve Resulüne karşı savaşanların ve yeryüzünde düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya (acımadan) öldürülmeleri, ya asılmaları, yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır.” Maide 33


“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendini, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar, (ya da siyasi olsunlar) Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize (çıkarlarınıza veya korkularınıza) uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şahidlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” Nisa 135

16 Eylül 2015 Çarşamba

Vekâletle Kurban fasıklıktır…

Allah’a yapılan kurban gibi önemli bir ibadeti çeşitli gerekçeler ortaya koyarak başında bulunmaksızın önemsizleştirenler, Allah’a karşı apaçık bir saygısızlık ve üstünlük içerisindedirler.
Kurban, namazla eşdeğer fevkalade önemli bir ibadet olup, törene iştirak edilmeksizin vekâletle yerine getirilmesi Allah’a gizli bir üstünlük koşmadır. Ekonomik durumu kurban sunmaya gücü yetmeyenlerin dahi herhangi bir kurban törenine iştirakleri tartışılmayacak ve kaçınılmayacak bir yükümlülüktür. Asıl olan maddiyat değil ihlastır.
Yeryüzünün “ilk” cinayeti ve kötülüğü olan Kabil’in kardeşi Habil’i öldürmesi de, takdim ettikleri “Kurban”ların Allah nezdinde kabulü yüzünden vuku bulmuş, böylece kurbanın fiziki değil fizikötesi ne kadar ehemmiyetli bir ibadet olduğu; hem olaylarla hem de ayetlerle zikredilmiştir. Kevser süresi 1. ve 2. ayetlerde; “(Ya Resulüm!) Gerçekten Biz, sana kevseri verdik. Öyle ise Rabbin için namaz kıl ve kurban kes” emredilmiştir. Ancak dini materyalistleştiren ilahiyatçılar, kurbanı Allah’a bir saygı ibadetinden çıkarıp maddeye indirgeyerek, her zaman yapılması mümkün bir yardım manipülasyonuna dönüştürmüşlerdir. Şayet Kurban; yoksul doyurma amaçlı bir yardım, sıradan ve basit bir kasaplık ve vekâletle yerine getirilecek ehemmiyetsiz bir ibadet olsaydı; Hz. İbrahim oğlunu kurban etmeye kakışır mıydı? Neden oğlunun kurban edilmesi için bir vekil tayin etmedi? Ayrıca günümüzdeki gibi oğlu Hz.İsmail’i kurban etme amacı etini yoksullara dağıtmak mıydı? 
İlk insan Hz. Âdem’in yaratılması ile cennetteki şeytanın saptırılması; iyi ile kötü, doğru ile yanlış, güzel ile çirkin, savaş ile barış, dostluk ile düşmanlık, isyan ile sabrın temsilci ve taraftarlarını saflara ayırmıştır. Hz. Âdem’in oğulları ve yeryüzünün ilk üçüncü ve dördüncü insanları Habil ve Kabil; kardeş olmalarına, vahiyle bildirilmiş herhangi bir fitneye neden olabilecek anlaşmazlığa ve paylaşılmayacak hiçbir çıkar ve nedenleri bulunmamasına rağmen; Kabil kardeşi Habil’i öldürerek, yeryüzünün “ilk cinayet”’ini işler. Her ikisinin Allah’a şükredebilmek adına sundukları kurban; Habil’inkinin Allah tarafından kabul edilip, Kabil’inkinin “bir bilgi”’ye göre reddedilmesiyle, benlikten fışkıran ve yeryüzünü sarsacak olan düşmanlığın, isyanın, riyakârlığın, kıskançlığın ve kötülüğün temelleri atılır ve ilk emsal ürün olarak geleceğe yön verir. Bu süreç ile ilgili tefsirlerde konu edilen; Habil’in güzel, Kabil’inde çirkin olan kız kardeşleriyle evlenmelerinin doğurduğu kıskançlık yüzünden Kabil’in kurbanının kabul edilmemesiyle ilgili rivayetlerin tamamı hurafe olup, Kur’an’da bu iddiaları destekleyici hiçbir ayet ve işarete rastlanılmamaktadır.
Allah tarafından kurbanı kabul edilmeyen Kabil’in, kurbanı kabul edilen kardeşi Habil’i öldürmesi, böylece dünyadaki vahşetin, ayırımcılığın, fitnenin, benliğin, hasımlığın, alçaklığın, hasetliğin, ihanetin, felâketin, suçların ve her türlü kötülüğün başlangıcı olur. Kaderin düalite çarkı, iyiyi ve doğruyu temsilen Hz. Âdem ile kötüyü ve yanlışı temsilen şeytanın mücadelesiyle başlar, Kabil’in, Habil’i öldürmesiyle biçimlenir ve düzen, bu temel yapı üzerine inşa edilerek; iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin, güçlü-zayıf, mümin-kâfir, dost-düşman, hak-batıl, peygamber-şeytan savaşı tüm şiddetiyle devam eder.
Allah, neden Habil’in kurbanını kabul etmişti de, Kabil’inkini reddetmişti? Üstelik peygamber çocukları olmalarına karşın, her ikisi de taptıkları Yaratıcıları için kurban takdim etmemişler miydi?
Bir düşünün; Peygamber oğlunun elleriyle boğazladığı kurbanı dahi kabul etmeyen Allah, acaba başında bulunup törene iştiraki bile tenezzüle yanaşmayarak vekâletle kestirilen kurbanları kabul eder mi?

Hz. İbrahim, rüyasını Hz. İsmail’e anlatarak; “Ey oğulcuğum, doğrusu ben, rüyada seni boğazladığımı görüyorum. Sen ne dersin?” dedi. Çünkü peygamberlerin uykudaki rüyaları, aynı zamanda vahiy niteliğindedir. Hz. İbrahim’in rüyasını oğluna bildirmesi, ona durumunun daha kolay olması, ayrıca Allah’a ve babasına itaatte küçüklüğüne göre sabrını, sadakatini, gücünü ve azmini denemek içindi. Hz. İsmail dedi ki: “Babacığım, sana emrolunanı yap. Allah’ın sana emretmiş olduğu beni boğazlama işini yerine getir. İnşallah beni sabredenlerden bulursun. Şüphesiz ben sabredeceğim. Bunun ecrini Allah katında bulacağımı umuyorum” dedi.
Yaratıcıları Allah’a ikisi de teslim olunca, Hz. İbrahim oğlu İsmail’i alnı üzerine yatırdı ve tekbirler eşliğinde şahadet getirerek Allah’ı zikrettiler. Bu, öylesi bir imanı ve teslimiyeti sembolize ediyordu ki, İsmail, üzerindeki bembeyaz gömleğiyle babasına; “Ey babacığım! Beni kefenleyebileceğin başka elbisem yok. Bunu çıkar ki beni onunla kefenleyebilesin” dedi. Hz. İbrahim gömleği çıkarmaya çalışırken, “Ey İbrahim! Sen rüyayı gerçekleştirdin” nidası geldi. Hz. İbrahim dönüp bir de baktığında karşısında; beyaz, boynuzlu ve iri gözlü bir koç duruyordu. Allah; “Elbette Biz, ihsan edenleri böylece mükâfatlandırırız” ayetiyle, kendisine itaat edenlerden hoşlanmayacakları şeyleri ve zorlukları engelleyeceğini, işlerinde onlar için bir ferahlık ve çıkış yeri kılacağını bildirdi.
Gerek Kabil’in kardeşi Habil’i öldürerek, gerekse Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etmek isteyerek geleceğe ışık tutan olaylar, takdir edileceği üzere kurbanın maddi öneminden ziyade manevi yüceliğini ortaya koymakta, dolayısıyla kurbanın karın doyuran özelliğinin değil, Allah’a teslimi bir saygı olduğu kanıtlanmaktadır. Eğer aksi olsaydı; ne Kabil Habil’i öldürür ne de Hz. İbrahim oğlunu kurban ederdi. Şüphe yok ki Hz. İbrahim, canından üstün tuttuğu oğlunun etinden yararlanmayacağı gibi, yardım maksadıyla yoksullara da dağıtmayacaktı.
Sözde Yaratıcıları adına kurban kestiklerini öne süren inananların benliklerini yücelterek; ya ete odaklanmaları, ya törene sabredememeleri, ya törene iştiraki önemsememeleri, ya da yoksullara ve hayır kuruluşlarına yardım yaptıkları gerekçesiyle kibirlenerek kurbanlarının başında bulunmamaları, sözde kurban takdim ettikleri Allah’a karşı büyük bir saygısızlık, samimiyetsizlik ve hakarettir. Sanki tanrılarmışçasına böbürlenerek kutsal merasime tenezzül etmemeleri ve adlarına “vekil” atamalarının cüretkârlığı, kimin “Tanrı” olduğu sorusunu doğurmaktadır. Sanki Allah’a kemik atarcasına gösterilen akıl almaz bencillik ve saygısızlık, şüphesiz kurbanlarını da mundarlaştırmaktadır.
Kendi gibi bir insan olan politikacının, devlet adamının ya da menfaat sağlayacağını düşündüğü iş veya bir ilim adamının önünde esas duruşa geçmeyi, özen ve heyecanla hazırladıkları hediyeleri sunmayı şeref ve kazanç addedenler; neden aynı duruşu Allah’a karşı göstermiyorlar? Eğer kurbanın Allah nezdinde ki ehemmiyeti anlaşılmış olsaydı; laubali, şımarık, kibirli ve kasıntı davranışlar yerine, Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etme esnasında duyduğu o tarifi imkânsız aşk, arzu ve heyecan hissedilir, dolayısıyla iman açığa çıkardı. Herhalde vekâletle kurban kestirenler Hz. İbrahim (a.s)’den, Hz. Muhammed (s.a.v)’den ve peygamberlerden daha üstün olmalıdırlar ki, Allah’a sunulan ibadet odaklı hediyelerin başında dahi bulunmayı kendilerine layık görmemektedirler. Allah’a saygısı olmayanın bir başkasına duyabilmesi ve karşılıksız yardımda bulunabilmesi mümkün müdür?
Cemaatle namaz kılınması misali imam niteliğindeki kurban keseni vekil tayin edebilirsiniz ama orada bulunma zorunluluğunu yok sayamazsınız. O takdirde imamı da vekil tayin edin ve sanki cemaatte namaz kılıyormuşçasına namaz kılmış olmanız nasıl imkânsız ise; kurbanınızın da Allah nezdinde hiçbir değeri bulunmamaktadır. Yaratıcı Allah’a sunulan kurban sahibinin sanki Allah’tan büyükmüşçesine ibadete iştirak etmemesi, tartışmasız GİZLİ BİR ŞİRKTİR…
Kurbanınızı ya doğrudan ya da vekil aracılığıyla Allah’a takdim ettikten sonra dilerseniz tamamını yiyebilir, dilerseniz tamamını istediğiniz kuruma veya yoksula bağışlayabilirsiniz. Kurban toplayan sömürücülerden törene iştirak etmek istediğinizi şart koşmanız kaçınılmaz olmalıdır. Başka ülkelerdeki yoksullara Kurban adına yapılan yardımlar, kişinin Kurbanı değil hayrıdır. Dolayısıyla Kurbanın amacı tazimsel bir ibadettir. 
Peygamberler dâhil yaratıklar içinde en muazzam ilim sahibi şeytan, ilmiyle nasıl ebedi cehenneme gark olduysa; ilmine güvendiğiniz işbirlikçi ve fırsatçı rivayetçilere güvenip ateşe girmeyiniz…
Zaten böylesi sapkın batıllıkta bulunmaları yüzünden Allah yolunda can verilecek cihad ibadetinden kaçar ve tıpkı kurban ibadetindeki mazeretleri misali cihadı terörizmle özdeşleştirirler.
Unutmamalıdır ki sen, bir kulsun. Yaratıcı’nın rızasını kazanabilmek maksadıyla sunduğun ibadet odaklı hediyeyi törene iştirak etmeksizin vekil aracılığıyla takdim edemezsin! Cemaatle namaz kılarken nasıl vekil kıldığın imamın arkasında durma zorunluluğu var ise, kurban ibadetinde de vekil tayin ettiğin kimsenin yanında bulunma mecburiyetin vardır!   
“Onlara, Adem'in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. "Andolsun seni öldüreceğim" dedi. Diğeri de "Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder" dedi.” Maide 27
 “Her kim Allah’a ve Resulüne itaat eder, Allah’a saygı duyar ve O’ndan sakınırsa, İşte asıl bunlar bedbahtlıktan kurtulanlardır.” Nur 52
“Saygı duyan kimse öğütten yararlanacak. En büyük ateşe girecek olan kötü kimse ise öğütten kaçacak, sonra ne ölecek ne de yaşayacak.” El Ala 10-13
“Göklerde ve yerde kimler varsa O'na aittir. O'nun huzurunda bulunanlar, O'na ibadet hususunda kibirlenmezler ve yorulmazlar.” Enbiya 19

11 Eylül 2015 Cuma

Rahmeti Apo’dan bekledikleri için;

Diriyken yolunda can veren ölülerine, “Apo rahmet etsin” duasında bulunan PKK/HDP’liler öyle insan olmayan insan numuneleridir ki, bir kısmı ateist olmasına rağmen büyük bir kısmı Allah’a inandıklarını iddia etseler de Apo adlı bir iblise iman etmiş olmalarının sapkınlığı içindedirler.

Tüm haksızlık ve adaletsizlikler yalnızca kendilerine yapılıyormuş gibi kapıldıkları aşağılık kompleksinden yaratıcı Allah yerine Apo’ya kurtarıcı olarak meyletmeleri öyle bir düşmanlık doğurdu ki, aynı vatanda birlikte yaşadıkları Türklerden daha aşağı hissetmeleri karmaşasından zillete duçar oldular. Nasıl ki her Müslüman Türkü aleyhlerine potansiyel bir düşman algılıyorlar ise, sabırları tükenen Türklerde her Kürdü potansiyel bir terörist olarak algılamaya başlamıştır.

Kökenleri itibariyle sürekli kendilerini ispat edebilme çabasıyla asilikte sınır tanımamakta ve vahşilikte hayvanlarla yarışabilmektedirler. Özgüven eksikliklerinden Kürt saplantısı öyle bozulmalarına sebep olmuş ki, korkunç yaratıklar zümresine ilhak olmuşlardır.

Her ne kadar öncesinde İslam’la şereflenerek Müslümanlık izzet ve itibarına kavuşmuşlar ise de, Kürtlük saplantıları İslam’dan koparıp Apoizm’e yöneltmiştir. Apoizm’in tanrısı Apo; “Allah ile girdiği savaşı kazandığını ve yarı tanrı olarak savaştan çıktığı” hezeyanında bulunabilen manyak bir iblistir. Dolayısıyla PKK/HDP’li Kürtlerin tamamı şeytana tapan satanistlerden farksız Apoistlerdir.
Şeytan, nasıl ki ateşten yaratıldığını gerekçe göstererek topraktan yaratılan insana karşı üstün olduğu iddiasında bulunmasının bedelini ebedi lanete çarpılarak ödemiş ise, PKK/HDP’li Kürtlerde aynı akıbete uğramışlardır.

Aşağılık komplekslerini aşabilmek için kendilerini ezeli düşman saydıkları Müslüman Türklerden üstün görme kompleksleriyle teröre başvurarak yücelebilecekleri karmaşası taşımaları sorunun esasıdır. Devletten ve toplumdan dışlanarak soyutlandıkları paranoyaları, neden canavarlaşabildiklerini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla kalplerinde iblissi hastalık bulunmalarından hiçbir hoşgörü, insanlık ve kardeşlik teması fayda vermemekte; sürekli üstün duruma geçme, sahip olma ve ezme gibi benlik güdüleri kin, nefret ve düşmanlıkla özdeşleşmelerini doğurmuştur.

Özellikle Müslüman Türkleri vurgulamamdaki amaç, zaten Müslüman olmayan “ateist, solcu, komünist, fasık, münafık, seküler ve laik” haçlı Türklerin saflarında bulunmalarındandır. Bu sebeple vahye iman etmiş Müslüman Türkler, ezeli ve ebedi düşmanlarıdır. 
   
Şeytanın nasıl doğru yola girebilmesi mümkün değil ise, kalplerinde şeytanda olan kibir hastalığından ötürü PKK/HDP’nin de iflahı imkânsızdır. Kendilerine hiçbir tedavinin fayda sağlayabilmesi; bin yıldır süren dostluk, akrabalık, güleryüz, birlik, paylaşım, eşitlik ve iyi niyetinde yarar getirmediği ortada olup, artık hiçbir arayış çözüm getiremez.

Daha çözüm süreci adı altında başlatılan ihanetsi görüşmelere ne kadar yüksek sesle karşı çıkıp, “şeytanla işbirliği ve barış yapmanın ilk kuralı, ‘yapma’ ve Müslüman Kürtleri de iblise kaptıracaksın” çırpınışında bulunsak da, kendilerini yaratıcı yerine koyma cüretinde bulunan hükümet, ‘kimse bilmez ben bilirim’ ısrar ve inadından öyle bir zehir ekti ki, ektiğini tüm millet yemek zorunda kaldı.

Şımaran Apoist PKK/HDP, kendini dev aynasında görerek devlet içinde devlet, millet içinde millet olabilme hayaliyle kök söktürmeye kalkıştı; sadece dâhili haçlıları değil harici haçlıları ve Müslümanları dahi safına çekerek meydan okudu ve okumaya devam edebilmektedir. Haydi, cesaretleri varsa PKK olduğu aşikâr HDP’ye yaptırım uygulayabilseler ya! HDP’nin meşruiyetine son verebilseler ya! Neden yapamazlar biliyor musunuz; iplerini Allah’a değil PKK/HDP dostları haçlı-siyonistlere bağlamış olmalarından!

Seküler-laik devlette lanet içinde olmasaydı, kendini tehdit eden, açıkça savaşan ve teröristlerin önünde kalkan olan, her türlü lojistik ve silah yardımında bulunan, içeride ve dışarıda PKK’ya sahip çıkarak özgürlük direnişçileri abartısıyla öven HDP’ye verdiği meşruiyeti sonlandırabilirdi. Artık çocukların dahi kanmayacağı “soruşturma tiyatrosu” ile sürdürdükleri ninni ancak kendilerini uyutmaktadır.

Gurur ve kibirlerinden dolayı burunlarından kıl aldırmayan PKK/HDP ile değil konuşmak, ülkenin bekası için ya telef ya da tehcir etmekten başka bir çözüm yoktur. Eğer ulumalara kulak kabartır ya da hümanist takınılırsa, Türk bayrağı yerine PKK/HDP bayrağı burçlara çekilir; hutbelerde de İslam değil Apoizm yankılanır!

İnsanlık şerefini ruhta değil bedende arayan Apoistler, Apoistlikten önce Müslümanlıkla şereflenip yüceltilmiş olmalarının kıymetini bilemediklerinden öyle zelil ve hakir bir topluluğa dönüştüler ki, her şeyden aşağı oldular. Dolayısıyla PKK/HDP’li her Apoist, Müslümanların kardeşleri ve sırdaşları olamayacaklarından düşmanların ta kendileridirler!

Apoistler için hikmetin başı nedir bilir misiniz; Apo korkusudur! Başka bir deyişle PKK/HDP’li olabilmenin ölçüsü, Apo’ya ve fikirlerine bağlılıktır.

“Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz.” Ali İmran 118

“Allah düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Gerçek bir dost olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah kâfidir.” Nisa 45

(Resulüm!) Sen, onların hidayete ermelerine çok düşkünlük göstersen de bil ki Allah, saptırdığı kimseyi hidayete erdirmez. Onların yardımcıları da yoktur.” Nahl 37


“De ki: Herkes beklemektedir: Öyle ise siz de bekleyin. Yakında anlayacaksınız; doğru düzgün yolun yolcuları kimmiş ve hidayette olan kimmiş!” Ta-Ha 135

4 Eylül 2015 Cuma

Deyyuslukta yapmışlar mıdır?

Yüzyılın hain münafığı Fettulah Gülen’in şeytan misali dönüşümü, Müslümanlara karşı yapılan 28 Şubat Kemalist darbesiyle cemaat mensuplarını talimatlandırdığı dehşetsi ültimatomla kanıtlıdır.

Bugün olduğu gibi “para her şeyi yapar itikadı ve para için göze almayacağı hiçbir şeyin olmayacağı” akidesiyle Fettulah Gülen ve çetesinin nasıl karanlılar içindeki bir yeraltı örgütü olduğunu öğrenin ki, ondan sonra yaygaralarındaki haklılıklarını, imanlarını, hizmetlerini, dürüstlüklerini ve samimiyetlerini yargılayın!

1- Evlerde bulunan Risale-i Nur Külliyatları kaldırılacak. Herkes, bu eserleri sivil olan akrabalarının yanına götürecek.
2- Evlerden, Hocaefendi’nin kaleme almış olduğu eserler kaldırılacak. Kuran-ı Kerim'den başka hiçbir dini kitap kalmayacak.
3- Evlerin giriş kısmına, hatta dış kapı açıldığında görülebilecek yerlere Atatürk'ün fotoğrafları asılacak. Odalarda, 10. Yıl Nutku ve İstiklal Marşı duvarlarda olacak.
4- Evlerde, görünür kısımlarda, Nutuk gibi kitaplar bulunacak.
5- İşyerine giderken Sabah, Milliyet, Cumhuriyet gibi gazeteler alınıp götürülecek ve işyerinde herkesin görebileceği yerlere bu gazeteler konacak.
6- Zaman gazetesi, Aksiyon, Sızıntı gibi dergilere başka isimler altında abone olunacak. Dergi ve gazete ücretleri yatırılacak. Fakat kesinlikle ev adresi verilmeyecek. Bu yayınlar
evde bulunmayacak.
7- Telefonlar istihbarat birimleri tarafından dinlenildiğinden, telefonlarda kesinlikle dini konuşmalar yapılmayacak. Selam verilmeyecek. Hatta hayırlı sabahlar bile denilmeyecek. İyi günler, günaydın türü konuşmalar yapılacak.
8- Telefonda hizmetler hakkında konuşma yapılmayacak. Hiçbir elemanın ismi zikredilmeyecek. Adres verilmeyecek. Sohbet yapılacak evler hakkında konuşulmayacak.
9- Eğer herhangi bir evde buluşma olacak ise telefonlarda kodlu konuşulacak. Mesela 'Bu akşam maçı nerede seyrediyoruz?', 'Bu akşam bizde okey oynayalım mı?' 'Gelirken şu isimleri de çağır' gibi.
10- Cuma namazına üç hafta üst üste gidilmeyebilir. Bu nedenle birimlerde bulunan elemanlar üç gruba ayrılacak. Her hafta bir grup gizlice Cuma namazına gidecek. Diğer kalan iki grup birimlerinde kalacak. Birim amirlerinin gözleri önünde bulunarak dikkat çekilmeyecek. Hatta mümkünse, Cuma namazı vaktinde, Polis Evi'nde birim amirleri de çağrılarak yemekler tertiplenecek. Kurum içinde bulunan halı sahalarda yine birim
amirleriyle maç yapılacak.
11- Kesinlikle hiçbir vakit namazı işyerinde kılınmayacak. Cem edilecek. Yatsı namazında evde topluca kılınacak.
12- Çöp kutularından boş bira kutuları ve içki şişeleri toplanacak. Evdeki çöpler dışarı konduğunda bu şişe ve kutulardan birkaç tanesi çöpün görünen kısımlarına konulacak.
13- İşyerinde kendi cemaatimizden başka bir grubun ya da cemaatin elemanlarının başı derde girdiğinde kesinlikle yardım edilmeyecek. Hatta görmezlikten gelinecek.
14-İşyerinde lehimizde ve aleyhimizde cereyan edilecek tüm konular anında bağlı olunan imama bildirilecek.
15- Önceden hanımlarının başları açık olup sonradan kapananlar, eşlerinin başını açacak. Eşinin başını açan her eleman eşiyle beraber birim amirlerinin görebileceği yerlere gidecek. Mesela; polis evine yemeğe veya bayramda bayramlaşmaya.
16- Önceden hanımlarının başları kapalı olsa dahi önemli yerlerde çalışanlar mutlaka eşlerinin başını açacak.
17- Akademi, kolej ve polis okulu öğrencileri hafta sonunda dershanelere gönderilmeyecek. (Dershaneden kasıt cemaatin evleri veya kendilerine ait dershaneler olsa gerek.)
18- Tüm öğrencilerle pastane ve lokal gibi yerlerde buluşulacak.
19- Tüm akademi, kolej ve polis okulu öğrencileri mutlaka bilgisayar kursuna gidecek.
20- Kurban bayramlarında hiçbir eleman kurban kesmeyecek. Deri toplama işine girmeyecek. Fakat tam bir kurban parası imama verilecek ve bu para hizmete aktarılacak. Hizmetten bu elemanlara sadece bir but gönderilecek. Böylece deri
toplama işi olmayacak. Herkes kurban kesmiş olacak. Çevreye
de kurban kesmedik denecek.
21- İşyerinde ve çevrede lâiklik ve Atatürkçülüğü öven konuşmalara iştirak edilecek. Dini öven konuşmaların olduğu gruplardan uzak durulacak.
22- Son alınan duyumlarda MİT, Emniyet Genel Müdürlüğü'nde çalışan tüm amir sınıfı personelin adreslerini tespit etmiş ve bu amirlerin evlerine giderek bir adres sorma bahanesi ile kapılar çalınıp hanımlarının kapalı olup olmadıklarını tespit etmektedir.
Bu nedenle evlerde kadınlar başı açık duracak ve kapı çalındığında başlar açık olarak kapılar açılacaktır.

Manipülasyonda eşi enderi olmayan bu güruh öyle düzenbazdır ki, şeytan dahi yanlarında masum kalmaktadır. Himmet adına topladıkları milyarlarca doların kasası İpek-Koza şirketlerine hesap sorulmak istendiğinde mahir oldukları hileli yönlendirmelere başvurarak nerede İslam ve Türkiye düşmanı var ise devlet aleyhine kışkırtmakla kalmayıp, Atatürk fotoğraflı Türk bayraklarını dahi açtırarak, tıpkı kaçak olan evinin yıkılmasını engellemeye çalışan insanlar misali gayrimeşruluklarını örtbas edebilme basitliğini bile sindirebilmektedirler.

Para için gavatlığa dahi fetva verebilecek düzeyindeki gülenizm dininin asıl hedefi, önce Türkiye’de akabinde dünyada gülenizm dinini meşrulaştırabilmektir. Çünkü Gülen için İslam’ın ne olduğu; “Kur’an Müslümanlığı sapkınlıktır” itirafıyla kanıtlıdır. Bu sebeple İslam düşmanları Gülen çetesine arka çıkarak, Türkiye’nin İslam’dan çıkıp gülenist olabilmesi için her türlü fedakarlık ve destekte sınır tanımamaktadırlar. “Medya Özgürlüğü ve Sermaye Güvenliği” maskesiyle amaçlar gizlenmeye çalışılsa da, gerçeğin açık perdelerini kapatabilmek mümkün değildir.

Fettulah Gülen, haçlı-siyonistlerden çok daha tehlikeli amansız bir vahiy düşmanı ve eşine az rastlanabilecek bir zındıktır. Dolayısıyla Allah dışında her gücün kuludur. 

“İnsanlardan kimi vardır ki: "Allah'a inandık" der; fakat Allah uğrunda eziyete uğratıldığı zaman, insanların işkencesini Allah'ın azabı gibi tutar. Hâlbuki Rabbinden bir nusret gelecek olsa, mutlaka, "Doğrusu biz de sizinle beraberdik" derler. İyi de, Allah, herkesin kalbindekileri en iyi bilen değil midir?” Ankebut 10   

Dileseydik elbette onu bu ayetler sayesinde yükseltirdik. Fakat o, dünyaya saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte ayetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir. Kıssayı anlat; belki düşünürler.” Araf 176

“De ki: Ey cahiller! Bana Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?” Zümer 64


“Allah'ı bırakıp kendilerine ne fayda ne de zarar verebilen şeylere kulluk ediyorlar. İnkârcı da Rabbine karşı uğraşıp durmaktadır.” Furkan 55