30 Kasım 2014 Pazar

Bedensi kölelikten, ruhsal köleliğe...



Geçmişteki kölelerin bedenleri tutsak, ruhları ise özgürlüğe kavuşabilmek için her an haykırış ve direniş haldeyken; günümüzdekilerin ise bedenleri özgür, ruhları tutsaktır. Kulluğu reddedip nefislerinin özgürlüğü için mücadele veren insanlar, uygarlık manipülasyonuna kanarak birbirlerine köleliği öyle özümsemişler ki, ruhlarına koydurdukları fiyat etiketlerinden en yüksek bedel verene ya da vereceğini vaat edene satmışlar, adına da “özgürlük” koymuşlardır.
  
Dolayısıyla amaçları adalet değil özgürlük olan mahlûklar, insanlığın şeref ve üstünlüğünü doğramışlar; yaratıcı ALLAH’a sadık bir kul olmak yerine hilkatteki eşlerine kulluğu tercih etmelerinden hor ve hakirliğe mahkûm olmuşlardır.

“Görmez misin ki, göklerde olanlar ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah'a secde ediyor; birçoğunun üzerine de azap hak olmuştur. Allah kimi hor ve hakir kılarsa, artık onu değerli kılacak bir kimse yoktur. Şüphesiz Allah dilediğini yapar.”  Hac 18

28 Kasım 2014 Cuma

Meğerse çağrısındaki amaç paraymış!



Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, İSEDAK toplantısındaki İslam dünyasına çağrısı bir intifada duygusu uyandırıp küfre karşı bir birliktelik algısı oluştursa da, tıpkı kürsüden vaaz eden hocaların celalli konuşmalarının ardından cemaatten para dilenerek kurtuluş vaat etmeleri misali derdinin ekonomik güç olduğu açıklamalarının sonunda ortaya çıkmıştır.
Yaptığı konuşmada İslam coğrafyası üzerinde yaşanan olaylara değinen Erdoğan, Batı'nın İslam ülkelerinin petrolü ve altınını sevdiğini ama asla kendisini sevmediğini belirterek çağrıda bulunmuş, hiç bir mezhep ayrımı yapmadan tüm İslam ülkelerinin bir köşeye çekilip yaşanan kaostan kimin kazançlı çıktığını görmesi gerektiğini ifade ederek, ancak çözüm fitilinin bu şekilde ateşlenebileceğini söyledi.

Meselenin sadece yoksulluk yani ekonomi olmadığını, İslam coğrafyasının tarihinde hiç olmadığı kadar kanla anılır hale gelmiş durumda olduğunu belirten Erdoğan, ''Hemen her gün farklı ülkelerde birkaç tane Kerbela'ya şahit oluyoruz. Her gün çocuklarımız ve kadınlarımız ölüyor. Kutsal mekânlarımız gözlerimizin önünde barbarların postalları ile çiğneniyor. “Sesimiz çıkabiliyor mu; Konuşabiliyor muyuz?” hayır!'' diye konuştu.

İslam ülkelerinin yeryüzünde barışı tescil edebilecek güce sahip olduğunu ve eğer istenilirse akan kanların da durabileceğini, çocuklar ölmeyebileceğini de dile getiren Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü;  ''İstenirse Ortadoğu'daki kan durabilir. Filistin'in yalnızlığı giderilebilir. Bizim sorunumuzu dışarıdan gelen çözemez. Dışarıdan gelenler İslam coğrafyasının petrolünü, altınını seviyor, bizim iç karışıklılığımızı seviyor. Bizim ölümüzü seviyorlar. Ama inanın bizi sevmiyorlar. Buna daha ne kadar göz yumacağız. Her ne mezhepten olursa olsun tüm kardeşlerime çağrıda bulunuyorum'' diye konuşmasını sürdüren Erdoğan, ''Ne olur şöyle bir kenara çekilelim ve bu kaostan ve tartışmalardan kim kazançlı çıkıyor bunu görelim. Şayet bunu görebilirsek çözümün fitilini ateşlemiş oluruz.'' dedi.


Petrol, altın, elmas uğruna, bitmek bilmeyen hırs uğruna canlara hatta ve hatta çocuklara kıyanlardan olmayacaklarını da söyleyen Erdoğan, ırkçılığın da yanında olmayacaklarını belirterek;''Ama inanın hesap gününde hesap gününün sahibi karşısında hiçbir mazeret geçerli olmayacaktır. Masum çocukların elleri susanların ve katillerin üstünde olacaktır.'' dedi.

Tek çıkış yolunun “birlik” olduğunu ifade eden Erdoğan, bölgedeki hiçbir meseleye çıkar nazarında bakmadıklarını ve tarihinin en talihsiz dönemini yaşayan İslam coğrafyasında çıkışın ise birlikten geçtiğini söyledi.

BM'nin çocukların akan kanına sessiz kaldığını ancak İslam İşbirliği Teşkilatı'nın buna sessiz kalamayacağını da ifade eden Erdoğan konuşmasını şöyle sürdürdü;  ''Dünya barışına daha büyük katkılar sunabiliriz. Yeryüzündeki tüm çatışmalara müdahale edebiliriz. Hamd olsun bunlara yapacak birikim ve gücümüz var; tek ihtiyacımız olan ittifaktır.''


2011 yılında tercihli ticaret sisteminin yürürlüğe girebilmesi için üye ülkelerin atacağı sadece bir kaç adımın olduğunu da söyleyen Erdoğan,  konuşmasının sonunda; “İSEDAK'ın Gayrimenkul Kıymetler ve Altın borsası noktasında da adım atması gerektiğini” ifade etti.

Pes ki, pes be arkadaş!
 
Hem bir taraftan meselenin “yoksulluk yani ekonomi” olmadığını vurguluyor, diğer taraftan birlik çağrısının amacını, “Gayrimenkul Kıymetler ve Altın borsası” kurulması olduğunu söylüyor. Bir taraftan “hiçbir meseleye çıkar nazarında bakmadıklarını” ifade ediyor; diğer taraftan İslam’a savaş açmış Haçlı koalisyonunda yer alarak, düşmanların arzu ve isteklerini yerine getirmede sınır tanımıyor. Bir taraftan, Hemen her gün farklı ülkelerde birkaç tane Kerbela'ya şahit oluyoruz; her gün çocuklarımız ve kadınlarımız ölüyor; kutsal mekânlarımız gözlerimizin önünde barbarların postalları ile çiğneniyor” diyor; diğer taraftan o barbarlarla ittifak kurup dost olabiliyor. Ayrıca saltanatları ve sömürüleri yıkılmasın diye cihad ehlinden korunabilmek, güç ve itibar sağlayabilmek için Haçlı Batı’yı kazançlı çıkaran, Müslümanların altın, petrol ve diğer kaynaklarını sunan kendileri değil mi? Sunmasalar Allah’ın erlerinden nasıl muhafaza olup haksızlık ve adaletsizliklerini sürdürebilecekler? 

Açıklamaları ve amacı o kadar aleni ki, anlaşılabilir olabilmesi için yoruma dahi ihtiyaç bırakmamıştır!

Ey Cumhurbaşkanı Erdoğan! Siz, sadece dünya hayatının görünen yüzünü bilip, ahiret hayatından gafil olduğunuz o kadar aşikâr ki, kendinizi dünya hayatının geçimine ve menfaatlerine, debdebesine, ekonomik güce, çarçabuk geçecek ve sonunda yıkılacak yapılara, süslere, dünya hayatının çekiciliğine, eğlencesine, oyununa, övünülmeye kaptırmışınız. Müslümanlara ahireti gösterip dünyaya sundunuz! İslami hissiyat ve tartışılmaz değerlerini dahi manipüle edebildiğinizden, öğütlerim bir fayda vermeyecektir! Sadece tek bir şey soracağım; fani dünya için gösterdiğiniz çaba, görkem ve azamet ile ilgili Kur’an’da, Allah’ın bir hükmü var mıdır? Dünya çıkarını öven bir ayet var mıdır? Dünya menfaatlerini yücelten bir ayet var mıdır? Ama siz, iyi işler ve hizmet yapıyorsunuz değil mi?

(Bunlar;) iyi işler yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında çabaları boşa giden kimselerdir.” Kehf 104
 
“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah'ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.” Hadid 20 

“Dünya hayatının durumu, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, insanların ve hayvanların yiyeceklerinden olan yeryüzü bitkileri o su sayesinde gürleşip birbirine girer. Nihayet yeryüzü zinetini takınıp, (rengârenk) süslendiği ve sahipleri de onun üzerinde kudret sahibi olduklarını sandıkları bir sırada, bir gece veya gündüz ona emrimiz (afetimiz) gelir de onu sanki dün yerinde yokmuş gibi kökünden koparılarak biçilmiş bir hale getiririz. İşte iyi düşünecek kavimler için ayetlerimizi böyle açıklıyoruz.” Yunus 24

“Onların, bu dünya hayatında yapmakta oldukları harcamaların durumu, kendilerine zulmetmiş olan bir kavmin ekinlerini vurup da mahveden kavurucu bir rüzgârın durumu gibidir. Onlara Allah zulmetmedi; fakat onlar kendilerine zulmediyorlar.” Al-i İmran 117

“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Müttaki olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hala akıl erdiremiyor musunuz?” En’am 32

“Her kim bu çarçabuk geçen dünyayı dilerse ona, yani dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadarını dünyada hemen verir, sonra da onu, kınanmış ve kovulmuş olarak gireceği cehenneme sokarız. “ İsra 18

“Sakın, kendilerini denemek için onlardan bir kesimi faydalandırdığımız dünya hayatının çekiciliğine gözlerini dikme! Rabbinin nimeti hem daha hayırlı, hem de daha süreklidir.” Ta-Ha 131

“Size verilen şeyler, dünya hayatının geçim vasıtası ve süsüdür. Allah katında olanlar ise, daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hala buna aklınız ermeyecek mi? Şu halde, kendisine güzel bir vaadde bulunduğumuz ve ardından ona kavuşan kimse, (sırf) dünya hayatının geçici menfaat ve zevkini yaşattığımız, sonra kıyamet gününde (azap için) huzurumuza getirilenler arasında bulunan kimse gibi midir?” Kasas 60-61

(Ey Muhammed!) Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Çünkü Allah bunlarla, ancak dünya hayatında onların azaplarını çoğaltmayı ve onların kâfir olarak canlarının çıkmasını istiyor.” Tevbe 55

“Allah dilediğine rızkını bollaştırır da daraltır da. Onlar dünya hayatıyla şımardılar. Oysa ahiretin yanında dünya hayatı, geçici bir faydadan başka bir şey değildir.” Rad 26

“Dünya hayatını ahirete tercih edenler, Allah yolundan alıkoyanlar ve onun eğriliğini isteyenler var ya, işte onlar (haktan) uzak bir sapıklık içindedirler.” İbrahim 3 

“Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna (oradaki hayata) gelince, işte asıl yaşama odur. Keşke bilmiş olsalardı!” Ankebut 64

“Ey İnsanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Ne babanın evladı, ne evladın babası namına bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan, Allah'ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.” Lokman 33

25 Kasım 2014 Salı

“Batsın bu dünya” isyanı apaçık bir küfürdür!



Dünyadaki adaletsizliği gerekçe göstererek, ateistler misali dünyanın batmasını dileyen Müslüman kimlikli Cumhurbaşkanı Erdoğan; sanki dünya, adaletsizliği işleyenlerinmiş gibi sabırla mücadele etmek yerine isyan etmesi, iman etmemiş olduğunun bir kanıtıdır. 

“Şüphesiz ahiret de dünya da bizimdir.” Leyl 13

Dünya için batsın temennisinde bulunabilen bir kimse, şüphesiz ahiret ve cehennem için de ‘batsın’ diyebilecek bir düşünce ve duyguya sahiptir. Çünkü dünya hayatında bir azap vardır, ahirette ise bitmek tükenmez daha şiddetli ve ebedi azaplar vardır. Dolayısıyla iyi-kötü, hak-batıl ve doğru-yanlışı yaratarak musibetin binbir türlüsünü imtihan maksatlı “o kitap”’ın da yazan Allah’ın, takdirini reddedercesine isyan edebilen bir insanın dinden yüz çeviren küfür ehli zalimlerden olduğu tartışılmazdır.

“İnsanlardan kimi Allah'a yalnız bir yönden kulluk eder. Şöyle ki: Kendisine bir iyilik dokunursa buna pek memnun olur, bir de musibete uğrarsa çehresi değişir (dinden yüz çevirir). O, dünyasını da, ahiretini de kaybetmiştir. İşte bu, apaçık ziyanın ta kendisidir.” Hac 11
  
Adalet ancak İslami hukukla tesis edilebilir. İslam’ın hükmetmediği gerek aile gerek ülke gerekse uluslararası seküler hukuk ve toplumlarda yargının adil olabilmesi mümkün değildir. Allah buyruklarının yer almadığı bir yargı nefsi arzu ve çıkarımları galebe çaldıracağından haksızlık ve adaletsizlikler engellemez ve önüne de geçilememektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, batıl hukuk kuralları önünde muhakemeleşmek istediği halde adalet beklemesi, tıpkı örümceğin durumu gibidir. Örümcek bir yuva edinir; hâlbuki yuvaların en çürüğü şüphesiz örümcek yuvasıdır. 
  
Hem Allah’a, insanlığa, vicdana ve adalete savaş açmış batıl çarkın içinde olacaksın hem de çifte standart ve ikircikli yaklaşımlardan şikâyet ederek adaletin olmadığından dem vurup, batsın bu dünya diyeceksin.

Oysa İslam’ın yani adaletin vuku bulabilmesi için hak yolda batıla karşı cesaretle savaşabilseydi, iyinin kötüye karşı zaferi kaçınılmaz olur, böylece suçun dünyada değil kendilerine fiyat etiketi koymuş korkaklar ve işbirlikçilerinde olduğunu idrak edebilirdi. Daha dünyanın ve içindekilerin kime ait olduğunu bilmeyerek lanet yağdıran bir aklın adalet feryatları, tıpkı gökten sağanak halinde boşanan, içinde yoğun karanlıklar, gürültü ve yıldırımlar bulunan yağmura tutulmuş kimselerin durumundan farksızdır.  

(Resulüm!) de ki: Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım), bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir?” Mü’minun 84

Dünyadaki haksızlık ve adaletsizliklerin yegâne önderi ABD’yi dost ve veli edinip ittifak kurmak suretiyle İslam’ın egemenliği adına savaşarak adaleti hükmetmeye çalışan İslam Devleti ve mücahidlere karşı cephe alacaksın, akabinde “adalet yok” yaygarasıyla ahkâm keseceksin!  
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Fok balıklarının avlanmasını küresel mesele haline getirenlerin, Suriye’de Filistin’de binlerce çocuğun kadının katledilmesine en küçük bir duyarlılık göstermediğini görüyorsunuz. Suriye’de 300 bini aşkın insan öldürüldü. Hala dünyadan ses yok. Kendileriyle görüşüyorum, ama söylediklerimle kalıyorum“ açıklamalarına öyle şaşırıyorum ki, sanki kıyasıya eleştirdiklerinin saflarında değil de hak yolundaymış! Caydırıcı hiçbir fiiliyatta bulunmayıp en azından aralarından ayrılmaya dahi cesaret edemeyerek boyun eğebilen Erdoğan’da hiçbir samimiyet bulmuyor ve ağıtlarının politik bir nemalanma olduğunu düşünüyorum. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, müttefikleri için; bir taraftan tek hassasiyetleri petrol diyor, diğer taraftan müttefikleriyle birlik olup Müslümanların işgalinde ve katledilmesinde rol oynuyor. İfadesi doğrultusunda Erdoğan, petrol sahalarının haçlı güçlerinde kalması için koalisyonda yerini aldığı ve petrol için Müslümanların katledilmesine rıza gösterdiği anlaşılıyor. Acaba Müslüman kanı üzerine iştirak ettiği koalisyon ortakları, elde edilecek petrolden kendilerine bir pay verecekler mi? Hani, Bush, Irak işgali sırasında Erdoğan’a verdiği sözlerin hiçbir tutulmamıştı da! 

Haksızlık ve adaletsizlikleri işleyen batıl güçleri kendilerine rehber ve ortak edinip küfür çatısı altında birleşmeyi hazmedebilenin ne sözlerine ne de vicdanına güvenilebilinir. Eğer gerçekten hak ve adalet arayışında olsaydı ve katledilen yüzbinlerce kadın ve çocuğa duyarlılık gösterebilseydi; dünyayı ahiret karşılığı satar, adalet adına Allah yolunda savaşır ve cihad ehline düşman değil dost olurdu. 

 “O halde, dünya hayatını ahiret karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.” Nisa 74

Şüphesiz her şeyi gözetip koruyan, iyi ve kötü her olayı takdir eden Allah, dileseydi gerek geçmişte gerek günümüzde katledilen insanlara iliştirmezdi. Lakin dünya, ahirete geçisin imtihansı bir süreci olmasından iman edenlerle etmeyenlerin açığa çıkabilmesi maksadıyla her türlü iyiliği ya da kötülüğü sebepler ve aracılılarla meydana getirmekte, dolaysıyla hakkın batıl ile mücadelesini şart koşmuştur. Hakkı Allah yaratıp batılı başka bir tanrı yahut şeytan mı yarattı ki, küfrü bir ayırıma gidilebiliyor? Ancak görevleri sadece kulluk ve Allah’ın hükümlerini yerine getirmek olan insan, kötülüğe ve adaletsizliklere karşı koymak yerine lanetlerle “batsın bu dünya” kolaylığıyla sıvışabileceklerini ve aklanabileceklerini sanıyorlar. Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmının inkâr edenden daha berbat kim vardır?

“Bu misakı kabul eden sizler, (verdiğiniz sözün tersine) birbirinizi öldürüyor, aranızdan bir zümreyi yurtlarından çıkarıyor, kötülük ve düşmanlıkta onlara karşı birleşiyorsunuz. Onları yurtlarından çıkarmak size haram olduğu halde (hem çıkarıyor hemde) size esirler olarak geldiklerinde fidye verip onları kurtarıyorsunuz. Yoksa siz Kitab'ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık; kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir.” Bakara 85

Haksızlık, adaletsizlik ve katliamlara gözlerini kapatanlar, küfürlerinin yani saptırılmışlıklarının gereğini ifa etmektedirler. Ya iman ettiklerini iddia edenlerin gözleri açık olmalarına rağmen körlüklerine ne demeli? Nefsi çıkarları adına aslan kesilip de tüm güçlerini kullananlar, sıra hak ve adalete gelince sefil insanlar misali ağlaşıp, beşeri güçlere karşı duydukları korkulardan çığırtkanlıkla yetinirler.

Dünya, Allah’ın izniyle iyilik ve kötülüğün hüküm sürdüğü bir denge üzerinedir. Safların birbirleriyle savaşı ezelden beri devam etmekte, kendini Hakka ve adalete adamamış olanların iyiliği egemen kılmadaki korkuları, kaçışları ve ihanetleri, diz çöktükleri kötülülerin safından iyilik temennisinde bulunma gibi adi bir riyakârlığı doğurmaktadır. Bedel ödemeden bir somun ekmeğe dahi sahip olamazken; iyilik, hak ve adalet benzeri bir müşkülata kavuşabilmek mümkün müdür? Dolayısıyla geçmişte nasıl Hakk yol için canını ortaya koyarak, küfür ehlinin zalim elini sıkmayarak uzlaşmaya ve pazarlığa girmemiş iman ehli çıkmış ise, dünyadaki adaletsizliklere son verecek Müslümanlar da var olacaktır.

ABD’nin dostu ve müttefiki, İsrail’in dostu ve müttefikidir; diğer bir ifadeyle şeytanın dostu ve müttefikidir! Bu sebeple şeytan dostunun zulüm feryatları, hak ve adalet isteği, YALANIN ta kendisidir!   
    
“Bu dünyada kör olan kimse ahirette de kördür; üstelik iyice yolunu şaşırmıştır.” İsra 72

24 Kasım 2014 Pazartesi

İman etmiş bir Müslüman olduğunu mu sanıyorsun?



Yalın inancın imanla özdeşleştirildiği İslam dünyasında amele ehemmiyet verilmemesi,  Allah hükümlerine itaatsizliği doğurmakta, dolayısıyla imanla kuvvetlendirilmemiş inanç düzeyi sözden öte kalbin derinliklerine nüfuz etmediğinden hiçbir risk üstlenilmemektedir. Bu sebeple nefsin istek ve düşünlerine göre güdülen inanç, imanla kâmil olamamaktadır. Ancak Allah’ın vahiyle indirdiklerine inanabilirsen, iman kapısından içeri girebilirsin!

İman etmek, doğrudan yaratıcı Allah’ın dilemesine bağlı olduğundan ne akıl ne bilgi ne eğitim ne etkileşim ne delil ne de iradesel bir savla gerçekleşebilmektedir. Onun için Allah’a ve hükümlerine ancak hidayete erdirilmiş kullar teslim olmakta ve hiçbir sorguya, yoruma, kaygıya, hesaba ve dünya menfaatlerine meyletmeden boyun eğmektedirler.

Bir insanın inandığı halde Allah’ın buyruklarını batıla tercih edebilmesi, iman sahibi olmadığının apaçık bir kanıtıdır. Çünkü kalbindeki şüphe ve tereddüt hastalığı, fani dünyadaki fırsatları ve çıkarları yitirebileceği gibi canından, sevdiklerinden ve hürriyetinden de olabileceği evhamını tetiklemekte, inancın yeterli olacağı vesvesesiyle dünyaya sırt çevirebilecek bir iman aşırı bulunmaktadır. Bu yüzden iman kuvveti hissedilememekte, anlaşılamamakta, kavranamamakta; iman sahibi olanlar ise radikal bulunup ya terörist ya ilkel ya da meczup olmakla yaftalanmaktadırlar. 
       
Firavun, yeryüzü halkının en azgını, Allah’tan en uzak olanı ve kendisini tanrı ilan eden bir zalimdi. Ancak Firavun’un kâfir olması, azameti, gücü, tehditleri, acımasızlığı karısını korkutup ve etkileyip iman etmesine engel olamamıştı.

Karısının Allah’a iman ettiğini öğrenen Firavun, karısını güneş altında kazıklara bağlayarak işkence yaptı. Firavun, onun yanından uzaklaşınca melekler kanatlarıyla onu gölgeler ve o, cennetteki evini görürdü. Firavun, adamlarına bulabildikleri en büyük kayayı almalarını ve karısının hâlâ Allah’a iman konusunda ısrarını sürdürmesi durumunda üzerine atmalarını, eğer sözünden dönerse onu karısı olarak tekrar kabulleneceğini emretti. Yanına geldiklerinde o, “Allah’tan başka bir tanrı tanımıyorum” sözlerini sürdürdüğü sırada gözünü göğe doğru yükseltince, kendisine cennetteki köşkü gösterildi ve Allah, onun ruhunu çekip aldıktan sonra ruhsuz cesedine kaya atıldı. Bazı seçilmişlerin acı çekmeden ölmeleri, işkence anında ruhun bedenden ayrılmasından dolayıdır. Acıyı veya mutluluğu hisseden beden değil ruhun ta kendisidir!

Peygamber eşleri hatta babaları, amcaları, hısım ve akrabaları inkâr ederek kâfir olabilirlerken; kendini tanrı ilan eden Firavun’un karısı, saltanatına rağmen iman edebiliyordu. Onun için “Üzüm birbirine baka baka kararır” sözü, gerçekle örtüşmeyen bir safsatadır.

Her kim olursa olsun, Yaratıcı’nın dilediğini hidayete erdirmesi, mutlak irade’nin açık bir tezahürüdür. Bu olay akıl, mantık, irade ve düşünce kurallarını çökerten bir ibrettir.

Peygamberler, Allah’ın varlığını ve hükümlerini açıklayıp gönderildikleri toplumları imana razı ederlerken; eşleri, çocukları, babaları veya yakınları üzerinde etkili olamıyorlardı. Diğer taraftan Firavun, halkını kendisine iman ettirirken; karısı saltanatından ve tanrıçalığından vazgeçerek Allah’a iman edebiliyor; birçok işkence, aşağılanma ve acılara maruz kalmasına karşın, takiye yapmadan ve nefsini düşünmeden Allah için canını verebiliyordu.

Hem peygamber hem de şeytan, kaderin gereği zincirsel halkanın rehbersi aracıları olup, diledikleri gibi etkileyebilme ve yönlendirebilme kudretleri bulunmamaktadır. Eğer öyle olsaydı, Allah’ın Mutlak İrade’si acze uğrar, herkes sevdiği veya nefret ettiği yakınlarını, dost ya da düşmanlarını hayır yahut şer noktasında etkileyebilir, toplumları diledikleri yönde denetim altına alabilirlerdi.

Hz. Nuh (a.s) ve Hz. Lut (a.s), peygamber olmalarına rağmen eşlerini ve çocuklarını hidayete erdirememeleri, Firavunun şeytan olmasına karşın karısını saptıramaması, Hz. Muhammed (s.av)’nin amcasını ve bazı yakınlarını, Hz. İbrahim’in babasını, Hz. İsa (a.s)’ın kavmini ve düşmanlarını, Hz. Musa (a.s)’nın birçok inanılmaz mucizelerine rağmen İsrailoğullarını ve Firavunu doğru yola iletememesi, iktidarların ya da öğretmenlerin etkileşimde ki başarısızlıkları, Mutlak İrade’nin sadece Yaratıcı’ya ait olduğunu ispatlamaktadır. Günümüzde dahi aileden başlayıp okula ve devlete kadar milyonlarca olaya şahit olmuyor muyuz?

Kimin doğru yolu bularak hidayete ereceğine, kiminde yanlış yola girerek sapıtacağına, “bilinmeyen bir bilgiye” göre sadece Allah karar vermektedir. Onun içindir ki geçmişte olduğu gibi günümüzde de insanların büyük bir çoğunluğu deliller, mucizeler, tecrübeler ve kılavuzlara rağmen doğru yola girememiş; bir kısmı da küfrün cehenneminden hidayete kavuşmuştur. Tıpkı İslam toplumunda yaşayan hatta ana ve babası takva olan bir insanın laik, ateist, Budist, Hıristiyan veya Yahudiliği kabul etmesi yahut gayr-i Müslim toplumda yaşayan birinin de İslam’ı seçmesi gibi! Veya varlıklı olduğu halde hırsızlık yapan ya da evli olduğu halde zina yapan; açlıktan süründüğü halde değil hırsızlık, borç dahi almaktan kaçınan yahut bekâr olduğu halde iffetini muhafaza edebilen kimse misali!

Bu, öylesine bir sırdır ki, hidayete kavuşamamış ya da iman edememiş bir kimsenin ne aklı ne de kalbi idrake yeterlidir. Dolayısıyla “niçin” sorusu bir anlam ifade etmemekte, arayışlar şeytana götürdüğünden iman mevzubahis olamamaktadır.
  
İman ehlinin indirilenin dışında seçme hakkı yoktur ve asla soru sormaz, yalnızca indirilene kayıtsız-şartsız itaat eder!

“Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslam'a açar; kimi de saptırmak isterse göğe çıkıyormuş gibi kalbini iyice daraltır. Allah inanmayanların üstüne işte böyle murdarlık verir.” Enam 125

“Yoksa siz de (ey Müslümanlar), daha önce Musa'ya sorulduğu gibi peygamberinize sorular sormak mı istiyorsunuz? Kim imanı küfre değişirse, şüphesiz dosdoğru yoldan sapmış olur.” Bakara 108