29 Temmuz 2014 Salı

Gülen ve perestleri mutlaka gömülmelidirler!



Şeytan ve dostlarıyla ittifak kurarak vahye savaş açan yüzyılın münafığı Gülen’i dost ya da düşman edinenlerin nefsi bakışları öyle tahribata neden oldu ki, kıvılcımken söndürülmemesinin ceremesini sadece Türkiye değil iğfal edilen Müslümanlarda ödemeye mecbur kalmıştır. 

Ezeli düşmanların dost, dostların ise düşman olduğu çıkarsı bir düşünce düzeyi hayır değil şer akıtır! 

Allah için değil çıkar adına kurulan birlikteliklerin hüsranla sonuçlanacağı gerek ayetlerle gerekse tecrübelerle sabitken; nefislerinin ardına düşenlerin anlık nemalanma uğruna istikballerini umursamamaları nice Gülen’leri İslam âleminin ve toplumların başına bela kılmıştır.

Gülen’in, siyonizm’e amade bir emir kölesi olduğu gerçeği dini, milli ve hizmetsi maskeyle örtülemeyecek kadar aleni olduğundan, hiçbir gerekçe gizli amacını aklayamaz!
   
Başbakan Erdoğan’ın ihaneti meslek edinmiş Gülen ve güruhuna karşı “paralel yapı” yaftasıyla sürdürdüğü operasyonlar tamamen nefsi ve iktidarsı bir mücadele olup, İslami bir amaç taşımamasından Allah nezdinde bir değeri yoktur. Şayet Erdoğan, İslami bir hassasiyet gütmüş olsaydı, iktidara gelmesiyle düne kadar istediklerini vermez; böylece ne Gülen otoriteyi tehdit eder duruma gelir, ne gülenizm kök salabilir, ne Müslümanların iğfalleri söz konusu olur, ne uluslararası zeminlerde aleyhte kampanyalar sürdürmeye güç ve fırsat bulabilir, ne de hak ve tek din olan İslam batıla peşkeş çekilebilirdi! 

Dolayısıyla Gülen haçlı-siyonist Çetesini güçlendirerek iktidar sahibi yapan Recep Tayyip Erdoğan ve Ak Partidir. Her ne kadar ittifakın dağılmasına sebep olarak “dershanelerin kapatılma süreci” gösterilse de, arka planda nelerin olduğu ve ne pazarlıkların yapıldığını Allah bilmektedir. Şükürler olsun ki Allah, aralarına nifak sokarak telafisi imkânsız sonuçları yaşamaktan müminleri kurtarmıştır.

Başbakan Erdoğan, Gülen çetesinin tavanındakilere yani yönetim kadrosuna vurgu yaparak tabanı masum addeden ifadeleri, özü kavrayamadığını ortaya koymaktadır. Neden? Çünkü özde İslami bir telaş taşımaması ve Allah’ın uyarılarına kulak vermemesinden! Gülenizme gönül vererek küfrü imana tercih etmiş bir insanı safiyane ve samimi Müslüman bulmak, oy kayırma maksatlı apaçık bir manipülasyon değil de nedir? Taban olmasa tavan olamayacağına göre; tövbe edip imana gelmekte direnen her gülenperest haindir; vahye savaş açmanın karşılığını ayetlerde belirlendiği gibi ödemelidirler. 

“Allah ve Resulüne karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak) düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya (acımadan) öldürülmeleri, ya asılmaları, yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır.” Maide 33

Erdoğan, seküler siyaset çarkında yontulmasından ötürü sadece yaratıcı Allah’a mahsus “ulûhiyet” hakkının peygamberlerle ilgili olduğunu söylemesi, dinden nasıl kopuk olduğunu kanıtlamaktadır. İslam’ı siyasetten ayıran seküler yani laik rejim gereği Kur’an’a karşı açılmış bayrağı sürdüren Erdoğan, seçimlerde nemalandığı dini kavramlarda bocalaması normaldir. Ulûhiyet yalnız ve yalnız Allah’ın hakkıdır. Çünkü ibadete pay, kâinatı yaratmakta ve yaratılmışı yetenek ve kabiliyetine göre terbiye ve idare etmekte tam ve mutlak bir istiklalle olur. Bu istiklal de bütün kemal sıfatlarına sahip bulunmakla olur. Bunlar ise, eşsiz ve ortaksız olarak yalnız Allah’a mahsustur. O halde ulûhiyet de yalnız Allah’ın hakkıdır. 

Gülenistlerin, Gülen için; “O, ne derse doğru?” itikatları, tıpkı diğer dini ve siyasi liderlere duyulan lahutilikten farksızdır. Erdoğan, her ne kadar gülenistleri, “Öyle şey olabilir mi ya?" diye eleştirse de, Ak Partililer de kendisine aynı inançla biad etmişlerdir. Kendisine hediye ettiğim bir hatanın Ak Partililerce nasıl düşmansı bir tavırla karşılandığını göz önüne alırsak; gülenistlerden farksız bir şirk içindedirler. Onlarda nasıl parti disiplini içinde kayıtsız-şartsız bir teslimiyet ve itaat var ise, cemaatlerde de “cemaat disiplini” içinde tapınış vardır. Öyleyse aralarındaki fark nedir? Ancak sıra dine gelince, din disiplinini tanımaz ve kendilerini Allah ve Resulünün yerine koyarlar. 

Erdoğan,”Pensilvanya'daki zatın ulûhiyetle ne alakası var? Pensilvanya'daki zatın söyledikleri içinde doğru da olur yanlış da olur. Kalkıp da 'O, dediyse doğrudur' derseniz, kusura bakma, hapı yutarsınız. Böyle bir şey yok ve burada bir tehlike var. Gönül verenler içerisinde, tabandan çok samimi olan, saf insanlar var” haklı tepkisine karşılık; peki, Erdoğan’ın ulûhiyetle bir alakası var mıdır; neden Ak Partililer, “Erdoğan ne dediyse doğrudur” anlayışı içindedirler; o zaman gerek Erdoğan gerekse Ak Partililer hapı yutanlar zümresine ilhak olmamışlar mıdır; Ak Partide de tehlike yok mudur; bir kez olsun Ak Partiye gönül verenlere, “ben bir kulum, başarıların tamamı Allah’a aittir, ben yapmadım Allah yaptı, beni övmeyin, Rabbimin dileğinden başkasını dileyebilecek bir gücüm yoktur” gibi ikazlarda bulunarak, koşulan şirklerin önüne geçti mi? Allah aşkına; hangi cemaat ve siyasi lider ve mensupları diğerlerinden farklıdır?

Allah, Resulünü dahi uyararak müminlerin kendisine ortak koşmalarının önüne geçebilmek için Fussilet Süresi 6. Ayetini indirmedi mi?

“De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilahınızın bir tek İlah olduğu vahy olunuyor. Artık O'na yönelin, O'ndan mağfiret dileyin. Ortak koşanların vay haline!” Fussilet 6 
  
Hz. Ömer (r.a), halka hitap ettiği bir gün; eğer yanlış işler yaparsa, kendisine nasıl davranacaklarını sormuştu. Topluluktan biri hemen ayağa kalkarak, “Ya Ömer, seni kılıcımızla doğrulturuz” demişti. Bunun üzerine Hz. Ömer, adamın cesaretini sınamak için, “Benim hakkımda böyle konuşmaya nasıl cüret ediyorsun?” diye sordu ve o adamda gözünü kırpmadan, “Evet, bu sözleri senin hakkında söylüyorum” demesine pek sevinmişti. Rabbine dönerek, “Allah’a şükürler olsun ki, yanlış yola sapacak olursam, müminlerin içinde beni kılıcıyla doğrultacak kimseler var” duasında bulunmuştu.

"Benim için insanların en sevimlisi, bana hatalarımı hediye edendir." Hz. Ömer (r.a)

Böylece nefisleri galebe çalarak benlikleri tanrılaşıp böbürlenenler de Allah sevgisi, korkusu, teslimiyeti ve kulluğu olabilir mi? Eğer insanlığın ölçüsünü Allah’a ve O’nun kanunlarına olan bağlılıkta bulmaya tenezzül etmeyen ve İslam’ı yaşamının her zerresinde kendine düstur edinmeyen; insan, dürüst, ahlaklı ve adil olabilir mi?

“Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) uyun. O'nu bırakıp da başka dostların peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!” Araf 3

13 Temmuz 2014 Pazar

El Kaide gibi IŞİD’e de sırt çeviren;



Ne yahudilerin ne hıristiyanların ne de budistlerin katliamlarından, işgallerinden, zorbalıklarından, caniliklerinden ve sömürülerinden şikâyet etme hakları yoktur.

Allah’a, hak ve adalete kendini adamış Müslüman bir iktidar yok ki, ümmete yapılan saldırıların ardı arkası kesilmiyor; her geçen gün derinleşen vahşet, bir sinema filmindeki acıklı sahnede akan gözyaşlarından farksız vicdani gösteriler devam ediyor.
  
Allah, şehid Usama Bin Laden’i Müslümanların huzur, güven ve iktidarları için zalimlere karşı bir güç olarak göndermiş, ancak Müslüman maskeli münafıklar kâfirlerden daha şedit bir muhalefette bulunarak kendisini taşladılar, terörist dediler, yakaladıkları mücahidleri ABD, İsrail, İngiltere ve diğer İslam düşmanlarına teslim ettiler.

Bunun üzerine Allah da, “sizler Müslümanlık şerefine layık değilsiniz; varın düşmanlarımı dost edinerek oyalanın; aldatıcı dünyada eğlenip durun; güç, izzet ve itibarı onların yanında aradığınızdan alçaltıcı zulümleri de eksik etmeyeceğim” buyurarak, Usama Bin Laden’i şehidlikle yücelterek çekip yanına aldı. Dolayısıyla El Kaide’de etkisini yitirterek, cihadi eylemlerindeki aksiyonu kaybetmesiyle tarihe karışmasına ramak kaldı.

Lakin Allah, tumturaklı zatına sığınan, yardım ve destek maksadıyla umut bağlamış muttaki kullarının hatırına El Kaide’den IŞİD adlı başka bir cihad ehli çıkardı. Bir taraftan küfür ehlini Müslümanlara karşı azdırırken, diğer taraftan Müslümanların tek çatı altında ittifak kurabilmeleri için defalarca verdiği fırsatlara bir yenisini daha ekledi.

Allah’ın apaçık uyarılarına rağmen Müslümanları kardeş ve dost yapıp bütünlük sağlamaları gereken sözde İslam âlemi, kudretli sandıkları kâfirlerin saflarında yer edinerek zillete, alçalmaya, zulme ve tutsaklığa koştular. Sonra da Müslümanlara haksızlık, adaletsizlik ve zorbalık yapılıyor yaygarasıyla kâfirlerden medet arayarak daha da pespayeleştiler. 
 
“Kâfir olanlar da birbirlerinin yardımcılarıdır. Eğer siz onu (Allah'ın emirlerini) yerine getirmezseniz yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat olur. “ Enfal 73
 
“Allah bilmez biz biliriz” kibirleriyle vahyi paramparça kılarak nefisleri doğrultusunda kendilerine özgü din edinen Müslüman kimlikli her iktidar ve destekleyici toplumlar, İslam âlemindeki her menfi olayın ve katliamların yegâne müsebbibidirler. Aralarındaki fitne ve fesadın kâfirlerde bulunmaması, lanetin bir sonucudur.

Düşünebiliyor musunuz; Kâbe’de ya da camide aynı safta birleşenler; sıra siyasete, ekonomiye, nefse, ırka ve milliyetçiliğe gelince birbirlerine hasım kesilmekte, Allah’ı değil düşmanı kâfiri güç sahibi edinerek ortak koşmadan öte diz çökebilmektedirler.

Kâfirin önderliğinde, İslam ülkelerinin de iştirak edebildiği birçok silahlı askeri güç varken, Müslümanların ittifak olabilecekleri tek bir silahlı güçleri bulunmamaktadır. Adı İslam İşbirliği Teşkilatı olan tabela örgütleri, en pasif sokak derneğinden bile etkisiz bir yapılanmayla gövde gösterisi yapabilen aciz ve sefil ülkelerin Müslüman toplumlara yetişebilmeleri, zulümlerine son verebilmeleri, haklarını koruyabilmeleri ve Allah’ın dini İslam’ı hâkim kılabilmeleri mümkün değildir.

Haydi, El Kaide’yi küfre karşı desteklemeyip aksine çökerttiler, bari aynı yanlışı IŞİD için yapmamalıdırlar. IŞİD, İslam ülkelerinin silahlı bir gücü olarak Müslüman toplumları zalimlerden koruyup kollayacak bir kuvvet haline getirilse; hem Allah’ın hükmü ifa edilir, hem de sabah doğup akşam ölen bebekler, ırzlarına geçilen iffetli kadınlar, dul ve yetimler meydana gelmez, yapılan zulümler ne karşılıksız kalır ne de cüret edilebilir!

Ancak o kadar imansızdırlar ki, IŞİD’in yarın güçlenip başlarına bela olur nefsi korkularından taguta kulluğu sürdürmeye hazır ve nazırdırlar.
 
İsrail’in karşısında tanrı görmüş gibi mecalleri kesilen fasıklar, İsrail boyunduruğundaki ABD, BM ve AB gibi haçlı merkezlerinden yardım talep etmeleri, hem Allah hem de katledilen Müslümanlarla açıkça dalga geçmektir! Eğer mümin olsaydılar, Allah onları bırakıp yüzüstü süründürür müydü?  
Bir de IŞİD’in İsrail zulmüne karşı savaşmasını istemeleri ise bambaşka bir kepazelik. Hem IŞİD’i teröristlikle yaftalayıp tanımayacaksın, hem Müslüman olmamakla aşağılayıp kardeş katili sayacaksın, hem Müslümanları katleden haçlı-siyonist safında kendilerine karşı açılan cephede yer alacaksın, hem de İsrail’e karşı mücadele etmesini isteyerek ihanetini, acizliğini, münafıklığını ve güçsüzlüğünü örtbas etmeye çalışacaksın. 

IŞİD, İslam Devleti kurarak hilafeti ilan etmiş ve iman ehli tüm Müslüman ülkelerin kendilerine biad yapmalarını istemiş. Ne için? Allah için; İslam için; Müslümanların ezilmemeleri için; hor ve hakir bırakılmamaları için; zulümlere, işgallere ve sömürülmelere uğramamaları için; hak ve adalet için; kâfirlere karşı dünyada söz sahibi olabilmeleri için!

Diyelim rejimlerinden dolayı biad etmiyorlar; ekonomik katkıda da mı bulunamıyorlar? İslam âleminin silahlı gücü olarak da mı tanımaya cesaret edemiyorlar? Bir araya gelip müşterek silahlı bir güçte mi kuramıyorlar? Neden? İslam olmadıkları için! 
 
Sonra da diyorlar ki, neden Allah bizi üstün kılmıyor? Peki, siz mümin misiniz? 

“Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah'a güvenip dayanmalıdırlar.” Al-i İmran 160

“Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah'a aittir.” Nisa 139

Ancak IŞİD, sırf Allah ve Müslüman kardeşleri adına İsrail’e de hak ettiği cevabı vermeye hazırdır. Ne var ki hem Irak hem Suriye cephelerinde fasıklarla savaşarak hilafetin temellerini sağlamlaştırabilmek için mücadele ettiğinden; henüz dilediği savaşçı sayısına ulaşamadığından ve Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan gibi ülkelere denk hava gücü bulunmadığından bu kere İsrail’e saldırması, takdir edilir ki fitneden başka bir şey olamazdı. 

Aslında iman etmiş bir mümin için karşındakinin sayısal gücü, silahı ve teknolojik üstünlüğü önemli değildir. O, yaratıcısı Allah’a öyle teslim olmuştur ki, emri yerine getirmeye odaklanmış bir imanla sonucu değil buyruğu düşünür. Sonucu tayin eden Mutlak İrade ise, maddi gücün önemi mümkün müdür?
    
 “Talut askerlerle beraber (cihad için) ayrılınca: Biliniz ki Allah sizi bir ırmakla imtihan edecek. Kim ondan içerse benden değildir. Eliyle bir avuç içen müstesna kim ondan içmezse bendendir, dedi. İçlerinden pek azı müstesna hepsi ırmaktan içtiler. Talut ve iman edenler beraberce ırmağı geçince: Bugün bizim Calut'a ve askerlerine karşı koyacak hiç gücümüz yoktur, dediler. Allah'ın huzuruna varacaklarına inananlar: Nice az sayıda bir birlik Allah'ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir, dediler.” Bakara 249

 “Müminler ise, düşman birliklerini gördüklerinde: İşte Allah ve Resulü'nün bize vadettiği! Allah ve Resulü doğru söylemiştir, dediler. Bu (orduların gelişi), onların ancak imanlarını ve Allah'a bağlılıklarını arttırdı.” Ahzab 22

4 Temmuz 2014 Cuma

Önceliğin ne?



Allah ve Resulü mı; cihad mı; İslam Devleti mi; hilafet mi; Hakk mı; şeriat mı; şehadet mi; ahiret mi; kulluk mu; ümmet mi; millet mi; birey mi; ırk mı; dünya mı; özgürlük mü; batıllık mı; laiklik mi; nefis mi; baba, evlat, kardeş, eş, hısım ve akraba mı; ekonomi mi; ticaret mi; mal ve servet mi!

Kimse için değil kendin için bir sorgula. Sözünün başka kalbinin başka attığı bir ikilemi ortaya çıkaran amelin olduğuna göre; önceliğinin ne olduğunu düşünce ve davranışlarınla kavramaya çalış. Önceliğinin “şu” olduğunu söyleyip kendin gibi bir beşeri ikna etmen hiçbir fayda sağlamaz. Kalbinde saklı olanları bilen Allah, bildiklerini de amel olarak zaman içinde deşifre ettiğine göre, ağzından dökülen hiçbir söz ya da yeminin bir önemi var mıdır?
  
Mümin olduğumuz sanısıyla bir bakalım; Allah’ın hükmüne göre mümin miyiz, yoksa fasık mı?
    
“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Resulünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” Tevbe 24

Bu ayete göre fasık olunmadığı iddia edilebilinir mi? Allah ve Resulünün kriterlerine mi yoksa nefsimize göre mi Müslüman’ız?

Allah mı senin için var olmuş; sen mi Allah için var olmuşsun? Eğer kendinin Allah için yaratıldığına inanıyorsan, Allah’a karşı koymandaki maksadın nedir? Allah için yaratılmamışsan, Allah’a inanmanın anlamı nedir?

“İnsan, Allah için yaratılmamışsa mutluluğu Allah da bulmasının gereği nedir? İnsan Allah için yaratılmışsa Allah’a karşı direnmenin anlamı nedir?” Bilaise Pascal

Nasıl bir gönle sahipsin ki, tüm dünyayı içine alabilecek sevgi, merhamet, barış ve hümanistlik aşkıyla dolusun! İyi-kötü, dost-düşman, doğru-yanlış kim varsa kucaklayabiliyor, sevgi ve barış için herkese evet diyebiliyor, Allah’ın koyduğu sınırları aşarak baş dahi kaldırabiliyorsun. Oysa nefsine karşı işlenen bir olayda canavar kesilmen, şeytani bir maske taktığını kanıtlamıyor mu? En büyük hümanistin şeytan olduğunu biliyor musun?

Yunus Emre’nin;“Yaratılanı severim yaradan’dan ötürü” sözü, tamamen şeytan odaklı hümanist bir söylemdir. Oysa Allah, yarattığı kötülerin sevilmemesini, hoşgörüde bulunulmamasını ve bilakis yok edilmesini birçok ayetinde buyurmuş iken; buna rağmen iman etmiş bir mümin, Allah’ın hükümlerine karşı gelebilir mi? Bir mümin; Allah’a, Resulüne, İslam’a, cihad’a ve şeriata düşman bir yaratılmışı; Allah’ın düşmanlarını; yaratılmış olan şeytanı ve dostlarını; Allah’ın indirdiklerine asi olup karşı çıkanı; Allah’ın haram saydığını haram, helal saydığını helal kabul etmeyeni; zalimi, zorbayı, sömürücüyü, kâfiri, fasığı ve münafığı; Müslüman olmayanı; İslam’ı siyasetten ayıranı; Allah’ın dini İslam’ı egemen kılabilmek için savaşan mücahitlere hasım olanı ve alçakça eleştirenleri nasıl sevebilir ve hoşgörüde bulunabilir? 

“Ey iman edenler! Eğer benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlara sevgi göstererek, gizli muhabbet besleyerek onları dost edinmeyin.” Mümtehine 1

Mümin, ancak Allah’ın sevdiklerini sevgili, düşman kabul ettiklerini hasım sayandır. Allah’ın düşmanlarını dost ve sevgili edinenler, mümin değillerdir. Dünyevi çıkarlarını ahiret çıkarlarından üstün tutup da Allah ve Resulüne muhalefet edenlerin Müslümanlıkla şereflenebilmeleri mümkün müdür?

Velev ki baban ve kardeşlerin dahi olsa küfrü imana tercih etmişse, dost edinmemeleri açıkça emredilmişken; sen nasıl olurda mümin olmana karşın hümanizm gerekçesiyle küfür ehlini sevip hoşgörüde bulunabilirsin?

“Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) veli edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin kendileridir.” Tevbe 23

Sevgi, dostluk ve barış başka şeydir; hak ve adalet bambaşka şeydir! Hiçbir gerekçeyle yaratıcı Allah’ın düşman kıldığı ne sevilebilir ne dost edinilebilinir ne de arzulara ve çıkarlara uyularak hoşgörüde bulunabilinir. Ama konu hak ve adalet olunca, karşıdaki ne kadar küfür ehli, ezeli düşman ve şeytan dostu da olsa, adil davranmakla emrolunmuş ve duyulan kin ve nefret, müminin asla haktan ve adaletten yüz çevirmemesi gerekliliği hüküm altına alınmıştır.

“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış) tır. Allah'a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyle bilmektedir.” Maide 8   

Önceliği hem Hakk hem de batıl olan, pusulasını yitirmiş bir gemi misali çarptığı her kayayı, üstüne çıkıp kurtulacağı güvenli bir vatan sanır. Unutmayın ki, şeytanda her insanı kucaklar, sevgi ve barış vesveseleriyle kandırarak mahvı perişan eder. İnsanı insan yapan fıtrat, gerek gizli gerekse aşikâr olarak ya Hakk’ın ya da batılın safındadır ve asla taviz vermez. Batılı güden nefsin sınırı yoktur ama imanı güden Hakk’ın haddi aşmama kuralları vardır!  

“Dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” Bakara 120

“Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların dostları da tağuttur, onları aydınlıktan alıp karanlığa götürür. İşte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada devamlı kalırlar.” Bakara 257

“Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri (ve münafıkları) dost edinmesin. Kim bunu yaparsa, artık onun Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur. Ancak kâfirlerden gelebilecek bir tehlikeden sakınmanız başkadır. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş yalnız Allah'adır. “ Al-i İmran 28

“İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inanmayanlar ise tağut (batıl davalar ve şeytan) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır. “ Nisa 76

“Sizin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki onlarla eşit olasınız. O halde Allah yolunda göç edinceye kadar onlardan hiçbirini dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün ve hiçbirini dost ve yardımcı edinmeyin.” Nisa 89

“Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri (ve münafıkları) dost edinmeyin; (bunu yaparak) Allah'a, aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?” Nisa 144

YÜREĞİN KİMİ SEVDİĞİ ZAMAN HEYECANLANIYOR VE TİTRİYOR?