31 Mart 2014 Pazartesi

Allah, Başbakan Erdoğan’ı aklamıştır…

Nerede? Aleyhine iddia edilen “yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet ve kul hakkı yediği” suçlamalarından!

Ancak “bana ne Allah’tan; bana ne millet kararından; beni, benim ve bana uyan beşeri mahkemelerin kararı bağlar” diyenler, apaçık haydut ve isnat ettikleri suçlamalarla ilgili Başbakan Erdoğan aleyhine açılmış tek bir davanın bulunmadığı, bazı bakanların çocuklarından dolayı itham edilmeleriyle Erdoğan’ı dolaylı yollardan yermeye çalışmaları da halk tarafından kabul görmemiştir. Çünkü Allah adildir ve her türlü tuzağa karşı haklının yanındadır; Allah, yalancı ve iftiracıları galebe çaldırmaz!

Unutulmamalıdır ki, Müslüman milletimiz, yüzyıllarca Allah’ın hak ve adalet dağıtan yüce dinini egemen kılabilmek için canlarını vermiştir. Her ne kadar içlerinden saparak hainliği meslek edinmiş olanlar var ise de, Rabbimiz, geçmişin hatırına imanlı milletimizi koruyup kollamakta ve ellerimizle onları helak etmenin fırsatını vermektedir.

Artık Türkiye’nin istikbali adına hainleri bertaraf etme zamanıdır. Bu, öylesine bir bertaraf olmalıdır ki, bundan böyle cüret etmeye çalışanların düşüncelerinde bile olgunlaşmasını önleyecek şiddetli bir yaptırım olmalıdır.

Hainler ve sözcülerinin hümanist ve demokratik argümanları, asla Türkiye’nin karşılaştığı ürkütücü tehdidi tekerrür ettirecek bir geri adımı attırmamalıdır. İktidar, şartsız-koşulsuz millet iradesine boyun eğmeli ve ülkemizi haçlılara peşkeş çekmek isteyen alçaklara hiçbir hoşgörü ve merhamet tanımayarak, vatan ve millet adına hak ettikleri karşılığı vermelidir.

Aksi takdirde bilinmelidir ki, rahat bırakılıp tekrar güçlenmelerine fırsat verilmeleri durumunda düşmanlıklarını sürdürecek ve Türkiye aynı dehşetleri yaşamaya mecbur kalacaktır. Millet, bir daha tehdit altında kalarak yeni İstiklal mücadelelerini tatmayı istememekte, yalnızca huzur ve güveni dileyerek ülkelerinin kalkınmasını arzu etmektedir.

Her iktidarın öncelikle yaptığı; hainlerin ekonomik güçlerine darbe indirmek ve Türkiye aleyhine kullandıkları servetlerini çökertmektir. Eğer ekonomi zarar görür ya da Batının tepkisi gibi bir endişesiyle çekimser davranılırsa, vatanımız Türkiye’nin ortada kalmayacağı ve müstemleke yapılacağı tehlikesi hesap edilmelidir.

Korkma! Bütün tuzaklara ve akınlara rağmen nasıl Allah Müslüman milletimizin yanında olmuş ise, yine desteğini sürdürecek ve azgınların ulumaları ve gözdağı teşebbüsleri hüsrana uğrayacaktır.

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va'dettigi günler hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
   

 “Buyurdu ki: Korkmayın, çünkü ben sizinle beraberim; işitir ve görürüm.” Ta-Ha 46

28 Mart 2014 Cuma

O kadar zengin misiniz ki,

Kullanacağınız oy ucuz ve kalitesiz olsun!

Şu insan o kadar zavallıdır ki, sanki az derdi varmış gibi başına, altından kalkamayacağı yeni dertler açmak için Arap atı misali koşturabilmektedir.

En basit bir alışverişinde dahi mağaza mağaza dolaşarak satın alacağı ürünün altını üstünü çevirip saatlerce düşünür, sorup soruşturur, sağlamlığını ve garantisini arar; ürüne göre kullanım süresi, üretildiği tarih ve markasına varıncaya kadar kılı kırk yarar, sıra kendini yönetecek partiye oy vermeye gelince, satın aldığı ürüne gösterdiği özeni umursamaz. Öyle ki, satın aldığı ürünün kusurlu çıkması akabinde geri vermeye hatta tüketici mahkemelerine koşturur, ancak seçtiği parti hayatını bertaraf ederken geri dönüşü olmayan bir uçurumun başında kaskatı kesilir.

Yahu arkadaş; satın aldığın ürünün markasına, referansına ve güvenirliliğine hayati önem veriyorsun da, devletini idare edecek parti için neden aynı hassasiyette davranmıyorsun? Şöyle ifade edersek; evladınızı evlendirmeyi düşündüğünüz kişinin yedi ceddine varıncaya kadar ailenize uygun olup olmadığını araştırarak izdivaca karar veriyorsunuz da, seçeceğiniz aday yahut parti çok mu önemsiz ki, anlık etkisinde kalıp destekleyebiliyorsunuz? Tıpkı evliliklerde, ortaklıklarda ve dostluklarda olduğu gibi karşılaştığınız acı bedeller, hep böylesi bir gafletin sonucu değil midir?

Rakipler birbirlerini nasıl kötü ürün satmakla, sahtekârlıkla, dolandırıcılıkla ve hilekârlıkla suçlamaları misali politikacıların da kazanabilmek için birbirlerini yolsuzlukla, yalancılıkla, hırsızlıkla, namussuzlukla, bölücülükle ve ihanetle itham edebilmeleri azmış nefislerinin fıtratsal bir sonucudur.
Nasıl ki bir aile yahut şirket, kendilerini yönetecek idarecinin her türlü sorunun altından kalkabilecek gücüne, liyakatine ve tecrübesine dikkat ediyor; ülkeyi yönetecek partinin güç, deneyim ve istikrarına önem verilmemesi açık bir intihar değil midir?

12 yıldır ülkenizi yöneten iktidar; tecrübesiyle pişmiş, hata ve yanlışlarını idrak etmiş, halkının eksikliklerini tespit etmiş, daha çok faydalı olabilmek için adımlarını hazırlamış, ülkenin huzur ve güveni adına dost ve düşmanlarını tespit etmiş, açık gediklerini ya kapatmış ya da kapatabilmek için planlarını yapmış, milletini daha yüksek bir seviyeye ulaştırabilmek ve uluslararası zeminde hak ettiği değere kavuşturabilmek için altyapıyı tesis etmiş, içine kapanık bir Türkiye değil dünyada ses getiren bir Türkiye’yi hedeflemiş, zorba komşularına sessiz kalmayarak halkların hak ve adaleti için susmamış, maddi ve nefsi çıkarı insanlık üstünde tutmamış, dünyanın neresinde zulme uğramış bir toplum var ise ‘bana ne’ demeyerek yardımlarına koşmuş, insanlık adına dünyanın en güçlü devletlerine meydan okumuş, cumhuriyet tarihinde yapılanları iktidarı boyunca birkaç kez katlamış, milleti için kendisine atılan iftiralar, suçlamalar ve karalamalardan yılmayarak dimdik ayakta durabilmiş, çıkarını düşünerek kendine fiyat etiketi koymayıp hiçbir kayırım gütmeksizin sömürücülere göz açtırmamış, şantaj ve tehditlere boyun eğmemiş, aleyhine ittifak yapan haçlı cephenin gücüne karşı durarak milleti adına ürkmemiş, ülkesinin hakları için kirli pazarlıklara kalkışmamış bir iktidarı devirmek; kundaktaki bir bebeği acımadan katletmek ya da ülkene yaptığın apaçık bir nankörlük ve ihanet değil de nedir?

Madem CHP, MHP, BDP, SP ve gönlündeki diğer partiler daha iyi yönetir düşüncesindesiniz, satın aldığın bir üründe aradığın garantiyi onlardan beklemeyecek misin?

Oyunuzu talep edenlere: güzel konuşuyorsunuz; vaatler sıralıyorsunuz; Ak Partiden daha iyi yöneteceğinizi iddia ederek bizleri havada uçuruyorsunuz; verecekleriniz karşısında duyduğumuz umutla sıkıntılardan kurtulacağımız sevincini yaşıyoruz; yolsuzluk, hırsızlık, haksızlık ve adaletsizlik yapmayacağınıza söz veriyorsunuz; artık ülkemizde ne açlık ne yoksulluk yaşanmayacağını ve dilediğimizi satın alabileceğimizi vurguluyorsunuz; toplulukların barış içinde yaşayacağını; hiçbir karışıklık çıkmayacağını; sokaklarda terör ve saldırıya rastlanmayacağını; mal ve canlarımızın emniyet içinde olacağını; ekonomide hiçbir kırılmanın mümkün olmayacağını; Vandalların saldırılarıyla insanlarımızın, otomobillerimizin, dükkânlarımızın, evlerimizin yakılıp yıkılmayacağını; çocuklarımızın ölmeyeceğini; her türlü sıkıntıların bertaraf edileceğini; özgürlükler vereceğinizi; işsizliğin kalmayacağını; zamlar yapılmayacağını açıklıyorsunuz da, bize verebileceğiniz teminat nedir?

Çünkü bir ekmeği dahi paramız olmadan alamayarak, fırıncıya “sözüme güven” dediğimiz halde alamıyor; dolayısıyla sözün hiçbir itibarı olmadığı günümüzde, garanti vermeksizin sözünüze nasıl güvenebilelim? Bizden iktidar partisinden vazgeçip kendinize oy atmamızı isteyerek girdiğimiz riskin bir karşılığı olmalıdır. Ya sözlerinizi tutmaz iseniz, uğradığımız zararları nasıl karşılayacaksınız?  
Daha seçim arifesinde belirsizlik kuşkusuyla herkes kaygı içinde; işçi, memur, öğrenci, emekli, köylü, çiftçi, esnaf, sanayici, yatırımcı, hatta hastalar dahi ışığa çarpılmış tavşanlar misali kaskatı kesilmiş bir korku içindeler. Öyle ki, ‘ne olacak’ şüphesiyle neredeyse alışverişler durmuş ve psikolojik kriz insanları sarmış bulunmaktadır. Kolay değil! 12 yıldır düzen kurmuş bir iktidarın devrilerek kendinizin seçilmesiyle ilgili bir karar, öyle her babayiğidin cüret edebileceği bir pehlivanlık değildir.

Sonuçta milletimiz, geçimini sağlamak, çocuklarını geçindirmek, işini devam ettirmek, huzur, güven, sağlık ve hizmet sağlayan bir yönetimin güvencesinde vatanı Türkiye’de yaşayabilmek amacındadır.

Hep vaatlerde bulunuyorsunuz ama başaramadığınız takdirde oy verenlerin zararlarını karşılayacak tek bir teminat veremiyorsunuz! Basit bir alışverişte bulunan tüketici, iş yapan esnaf, kredi veren bir banka veya dilenciye bile yapılacak yardımın dolandırıcılık olup olmadığına dikkat eden bizler, hiçbir garanti almaksızın neden vatanımız gibi bir ruhu tehlikeye atacak oylarımızla sizleri destekleyelim?  Diyorsunuz ki, sözümüze güvenin! Peki, siz kimsiniz? Her şeye muktedir tanrı değil beşer olduğunuza göre; neden sözünüze güvenelim? Herhangi bir insan, bankadan çekeceği kredi, satın alacağı bir eşya veya yaptığı bir alışverişte “sözüme güven” demiş olmalarına nasıl itibar edilmiyorsa, neden size itibar edelim?

Eğer iktidar 12 yıldır ülkeyi mahvetti, hazinede tek kuruş bırakmaksızın zimmetine geçirdi, özgürlükleri yasaklayıp dikta bir yönetimle baskı, tehdit ve şiddette bulundu, kul hakkını ve vicdanı gözetmedi, hukuku ayaklar altına aldı, hiçbir hizmet yapmadı, ülkeyi sattı ve ekonomiyi yerle bir etti ise; sizin yapmayacağınıza dair güvenceniz nedir?  Hani oy isteyip iktidarın size devredilmesini istiyorsunuz ya; sizlere oy verenlerin her türlü maddi ve manevi hasarlarını karşılayacağınıza dair sözünüz dışında verebileceğiniz bir teminatınız var mıdır?

Hiçbir teminat almaksızın sadece sözünüze güvenip sizleri desteklemem akabinde Ak Parti iktidarının yıkılmasına sebep olacağım. Vaatlerinizin hiçbirini tutmayıp aydınlığımızı zifiri karanlığa döndürdüğünüz durumda, “Çoluk çocuk perişanız, ne olur bize yardım edin’ dediğimizde ne yapacaksınız? 

Kalpten çıkmayan sözlerde sınır yoktur, kalpten çıkan söz de ise vaade rastlayamazsın. Bir saniye sonrası meçhul bir beşerin sözüne mi güvenirsin, yoksa ebedi ve ezeli olan yaratıcının mı?

“Onların çoğunda, sözünde durma diye bir şey bulamadık. Gerçek şu ki, onların çoğunu yoldan çıkmış bulduk. “ Araf 102


“Onlara söz verir ve onları ümitlendirir; hâlbuki şeytanın (ve dostlarının) onlara söz vermesi aldatmacadan başka bir şey değildir.” Nisa 120

25 Mart 2014 Salı

Ey vatandaş!

Her ne kadar inançlarımız, ırklarımız, düşüncelerimiz farklı, birbirine zıt hatta hasımsı olsa da, bizleri ortak payda da birleştiren içince yaşadığımız Türkiye’dir. Fikir ve ideolojilerimizin dayandığı temel olguyu Türkiye lehine mola verdirebilirsek, ülkenin çıkarına odaklanarak öç, kin ve nefretten uzaklaşabileceğiz muhakkaktır.

Önce biz, kendimize bakmak zorundayız. Biz dürüst isek; yoldan çıkarak sapan ve yüzlerce art niyet taşıyan biri bize asla zarar veremez. Eğer zarar görüyor isek, demek ki dürüst değiliz!
Kendini bilmeyenin bir başkası konusunda ahkâm kesmesi ne kadar yanlış ise, birini veya bir partiyi izleyip rehber edinmesi de o kadar yanlıştır.
  
ABD’li düşünür R.W.Emerson der ki: “Siyasi bir zafer, işlerinizin iyi gitmesi, hastalığınızın geçmesi, uzaktaki bir arkadaşınızın veya sevdiğinizin geri dönmesi veya son derece dış dünya ile ilgili bir olay moralinizi düzeltir ve sizi güzel günlerin beklediğini zannedersiniz. Buna inanmayın, asla öyle olmaz. Size kendinizden başka hiçbir şey huzur ve mutluluk getiremez.”  

Peki, biz ne yapıyoruz? Vatanımız Türkiye’yi bir tarafa atarak kimimiz Ak Parti, kimimiz CHP, kimimiz MHP, kimimiz BDP, kimimiz SP ve kimimiz diğer partilerin çıkarları peşinde koşturarak paryalık yapmak suretiyle kendimizde ne iman ne onur ne de şeref bırakıyoruz! Oysa biz, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırarak muhakeme edebilen insan değil miyiz?

Türkiye’nin güçlü, bağımsız ve uluslararası arenada etkin olmasına aldırış etmeksizin ardına takıldığımız lider yahut partilerin kazanmaları ne ifade eder? Bu sebeple önce Türkiye demeli, sonra o Türkiye’yi layık olduğu seviyeye ulaştıran ya da ulaştıracak lider veya partinin etrafında istemesek de Türkiye hatırına birleşilmelidir. Diğer bir ifadeyle ruh Türkiye, beden partiler olmalıdır! Ruhsuz bir beden nasıl ölü ise, Türkiyesiz partilerde ölüdür!
  
Türkiye gibi bir vatan gök kubbemiz olurken; şurada ve burada daha düzgün çakıl taşlarını ya da daha güzel midye kabuklarını toplayabilme hevesiyle maceraya kalkışırsak; kendimize ve Türkiye’ye ihanet etmiş oluruz.

Ne zaman ki; “bana ne Ak Partiden, CHP’den, MHP’den ve diğerlerinden” diyebilirsek, Türkiye’den başka bir kaygın, elemin ve sevdalığın olmadığı kanıtlanır.

Halkın 12 yıldır iktidara taşıdığı Ak Parti, tanrı değil beşer olmasından kabul edilemez birçok hata ve yanlışın içinde yer almış olsa da, her beşerin olmazsa olmaz fıtratsal bir sonucudur. Şüphesiz diğer partilerde aynı sonuçlara mahkûmdurlar. Lakin iktidar yetkisi bulunmamış olmaları, sanki hata ve yanlıştan münezzeh tanrılarmış gibi felaketsi bir algı doğurmakta, dolayısıyla Ak Partinin yaptığı kusurları yapmayacaklarmışçasına tanrısal izlenime neden olmaktadırlar.

Oysa peşin hükümlerden uzak bir serinkanlılıkla Ak Partinin Türkiye’ye kazandırdıkları hizmetler ve cesur adımlar değerlendirildiğinde, kusurlarından daha çok faydalar sağladığı tartışılmazdır.

Aleyhindeki iddiaların doğru yahut yanlış olması bir yana, Ak Parti iktidarının Türkiye için önemli olup olmadığı üzerinde durularak yargıya gidilmelidir. Haydi, yolsuzluk, hırsızlık ve birçok yanlış yaptı diyelim ama Türkiye’yi hem içeride hem de dışarıda getirdiği konumu inkâr edemeyiz. Hükümetin kimi üyelerine yapılan saat gibi hediyeler, ne düğü kanıtlanmamış ayakkabı kutusu içindeki paralar, ilişkileri ve dinlenen konuşmalarla Türkiye’yi Türkiye yapan ve daha ileri getirmeye çalışan bir iktidarı indirmeye yeterli bir gerekçe midir? Şayet iddia edilen suçları devlet hazinesinden ya da milletin hakkından karşılasaydı, 79 yılda yapılanlar katlanabilir miydi? CHP, MHP ve diğer siyasi partileri tecrübeleriyle denemiş bir millet, onların dürüst ve Türkiye’yi istikbale taşıyabileceklerini umut edebiliyorlar ise, gönüllerindeki sevdanın Türkiye değil partileri olduğunu ispatlamaktadır.

Ey vatandaş! Kendin için partin değil Türkiye can olmalıdır. İntikam hırsıyla iktidarın güç yitirmesi nefsinizi hoş kılsa da Türkiye’yi kaybettireceğinizden nefsinizin tuzağına düşmemeli, ardına takıldığınız partileriniz dertlerinize çare bulamayarak bir çöp misali sizleri atarak tanımayacaklarını bilmelisiniz. Ya da yol gösterici çokbilmişlere; “arkadaş, size uydum, perişan oldum” dediğinizde, yanınızdan kaçıp uzaklaşacaklarını göreceksiniz. Türkiye var ise sen varsın!

İktidardan nefret etsen de, öç almak istesen de, haksızlık ve adaletsizliklerinden şikâyet etsen de, nefsine hitap etmemesinden yakınsan da, birçok suçlamalarda bulunsan da; bil ki vatanın Türkiye için onu ayakta tutmalı, devirmek yerine hata ve yanlışlarını düzeltmesi için baskı kurmalısın. Aksi takdirde yağmurdan kaçarken öyle bir doluya yakalanacaksın ki, o dolu, sende ne geçim ne barış ne evlat ne huzur ne güven ne din ne namus ne de vatan bırakacaktır. Evini tamir etmek varken yıkmak nasıl korkunç bir yanlış ise, 12 yıldır kurduğu düzen içinde iktidarını da yıkmak o derece fecaattir.

Önce Başbakan Erdoğan’ın yıkılmasını kimler istiyor diye bir sorguya giderseniz, zaten sonuca ulaşacaksınız. Bu sebeple kimsenin öğüdüne ihtiyaç duymaksınız muhakeme edebilen insan olma hasebiyle doğruların en doğrusuna karar vereceksiniz.   

“Vatan sıhhate benzer, değeri kaybedilince anlaşılır. Hz. Muhammed (s.a.v)


20 Mart 2014 Perşembe

Ben de Erdoğan ve Ak Parti karşıtıyım!

Neden?

Yaratıcım Allah’ın indirdiği anayasaya ile yönetmeyip seküler rejime bağlı bulunmasından! Dolayısıyla Allah’ın helal kıldığını haram, haram kıldığını helal kabul eden yasalarla iktidarlığı yürüten bir meclisi ve hükümeti destekleyebilmem söz konusu değildir.

Nasıl ki kimi Kemalist, kimi solcu, kimi laik, kimi milli görüşçü, kimi Türk yahut Kürt milliyetçisi, kimi gülenist, kimi Zerdüşt, kimi PKK’lı, kimi Marksist, kimi İsrail yanlısı, kimi LBGT’ci olmasından Ak Partiye karşılar ise, ben de şeriatçı olmamdan karşıyım.

Tamamı hümanist maskesiyle dolaşan politikacılar ve sesi çıkanlar ne derler; aman kutuplaşmayalım, saflara ayrılarak bölücülük yapmayalım! Böylesine köklü bir farklılığın yaşandığı bir düşünce ve inanç düzeyinde tek yürek olabilmek mümkün müdür? Allah, Kur’an’da insanları saflara ayırmış; mümin, kafir, münafık ve fasık yaftalarıyla birbirlerine düşman kılmıştır. Öyleyse geriye ne kalıyor, herkesin içinde yaşadığı Türkiye!

Eğer öncelik, her kesimin yaşadığı Türkiye ise, vatanın yitirilmemesi ve ülkeye hiçbir açıdan halel gelmemesi adına Türkiye için fedakarlıkta bulunmaktır. İşte bu sebeple Başbakan Erdoğan ve Ak Partiyi desteklemekle yükümlüyüm!

Her ne kadar diğerleri gibi çıkarsı bir nefis arayışı gütmeyip tamamen Allah’ın hükümlerinden yana bir talebim var ise de, sırf ülkemin istikrarı, sosyal, siyasi ve ekonomik krizleri yaşayıp haçlı-siyonist avcıların iştahlarını kabartmamak adına Başbakan Erdoğan diyorum!

Haydi, Başbakan Erdoğan değil de Kılıçdaroğlu, Bahçeli, Kamalak veya Öcalan diyeyim.
Türkiye ve içindeki 75 milyonun refahı, huzur ve güveni; umut bekleyen din kardeşlerimiz; soydaşlarımız ve zulüm altında inleyen insanların durumu ne olacak? Acaba haksızlıkların karşısında Kılıçdaroğlu, Bahçeli, Kamalak veya Öcalan’ın sesleri çıkıp hiçbir nefsi çıkar gözetmeksizin hakkı ve adaleti savunabilecekler mi? Uluslararası siyasi ve ekonomik arenada söz sahibi olabilecekler mi? İstikrarı sağlayıp düzeni muhafaza edebilecekler mi? Ekonomik kalkınmayı ve yatırımları devam ettirebilecek, krizlerle baş edebilecek ve devleti işletebilecekler mi? Yatırımcılara ve sağlanan kaynaklara güvence verebilecekler mi? Milletin tamamını kucaklayabilecek ve ayırım yapmaksızın hizmet götürebilecekler mi? En önemlisi dik durabilecekler mi?

Milletin tamamını kucaklayabilecekler mi diye sormuştum; aslında seçim mitingleriyle kanıtlıdır. Başbakan Erdoğan dışında illerin tamamına gidebilen bir lider var mı? Oysa Türkiye’de iktidarlığa aday bir liderin milletin tamamına sarılması gerekmez mi? Gitmekten sakınan bir lider, Türkiye’yi yönetebilir mi? Dolayısıyla yolsuzluk ve hırsızlıkla suçlanan bir lider meydanlara çıkıp yüzbinlerce insan tarafından karşılanmaz ve namusluyum diyenlerde birkaç yerde yaptıkları mitinglere mahkûm kalmazlardı!

Türkiye’yi dünya güçleri arasına sokarak milletine onur kazandıran, cumhuriyet tarihi boyunca hayali bile kabil olmayan kalkınma ve ilerlemelerle Türkiye’yi gündeme oturtup hayran bıraktıran, dünya ekonomik krizle boğuşurken halkına yansıttırmayan, duraksama yapmadan yatırımlara devam eden, ezilenin yanında durarak hem ecdadını sevindiren hem de insanlığı yücelten,  atılan her adımda eserlerinden yürünen ve faydalanılan, ekonomik kalkınma için girmediği tek bir yer bırakmayan, halkının refah yaşayabilmesi ve onurlu bir kimliğe sahip olabilmesi için dur durak bilmeden çalışan, devlet ve milleti adına şantaj ve tehditlere göğüs geren, dahili ve harici hiçbir sömürücüyü hükümetine ortak kılmayan, ülkenin birlik ve beraberliği için iktidarlığını riske atan, harici ve dâhili düşmanlara karşı dik duran, hain emellere taviz vermeyen, nefsi adına hainsi pazarlıklara ve işbirliklerine yeltenmeyen Başbakan Erdoğan’ı yolsuzluk ve hırsızlık yapmakla suçlamak; en hafifinden nankörlük, alçaklık ve ihanettir.

Ki, aslında suçlanan sadece hükümet değil, hükümeti iktidar yapan milletin yarısıdır, hatta tamamıdır. Çünkü Başbakan, Türkiye’nin temsilcisi ve şerefidir!

Kendilerinin olası bir iktidarlığında yolsuzluk ve hırsızlık yapmayacaklarına dair teminatları nedir? Nefis taşıyan bir insanın hatadan ve yanlıştan münezzeh olabilmesi mümkün müdür? Her biri geçmiş yıllarda iktidar olmuş ve ülkeyi Ak Parti dönemindeki gibi ne kalkındırabilmişler, ne dünya piyasalarına güvence verebilmişler, ne yatırımcıları teşvik edebilmişler, ne de uluslar arası zeminde söz sahibi yapabilmişlerdi. Madem namusluydular, yolsuzluk, rüşvet ve hırsızlık gibi ahlaksız suçlara bulaşmamışlardı; neden ülkeyi kalkındıramamışlar ve Ak Partinin kazandırdığı eserlerin onda birini dahi başaramayıp, bir de milletin hazinesine on milyarlarca dolar borç bırakmışlardı?

Muhalefetin durumu; ömründe ciddi bir para veya iktidar ve vamp bir kadın görmemiş birinin “dürüstüm ve namusluyum” demesine benzer.  

İşin en ilginç olanı da, Ak Parti 12 yıldır iktidarda olmasına rağmen, sadece Reza Zarrab adlı bir işadamıyla konumlandırılarak yolsuzluk ve rüşvetle suçlanmasıdır. Oysa yolsuzluk ve rüşvete bulaşmış bir iktidar, sadece bir kişiyle mi yetinir? Ayrıca Reza Zarrab ile ilişkisi olduğu iddia edilen bakanların, devleti zarara uğrattıklarına dair kanıtlar ortaya konmalıdır. Sadece hediye, para alış verişi suçlaması yeterli değildir. Devlet zarar görmüş mü görmemiş mi asıl üzerinde durulması gereken konudur. Bilmeyenlere diyeceğim odur ki, hiçbir siyasi kimliğim ve devlet görevim olmadığı halde iş hayatım sırasında ipek halılar hediye etmiş, yüz binlerce dolar değerinde saat dahil hediyeler almış, özel uçaklarla alınarak söz konusu ülkelere girmiş, kral dairelerinde ağırlanmış ve itibar görmüşümdür. İlişkilerin samimiyetini ve cömertliğini bilmeyenlerin ulumaları, sokaklardaki köpekten farksızdır!

780.000 kilometre kareyi yatırımlarla donatmış bir iktidarın yolsuzluk yapabilmesi ve kursağından haram lokma geçirebilmesi kesinlikle mümkün değildir. Çünkü haram yani yolsuzluk, uyuşturucudan daha kuvvetli bir alışkanlıktır; azan nefsi doyurabilmek ve sınır vurabilmek imkânsızdır. Dolayısıyla ortaya çıkan eserlerin hiçbiri yapılamaz ve geçmiş hükümetlerde olduğu gibi hazinede tek kuruş bırakmazdı!

Ancak şu olmuş olabilir; şayet herhangi bir yatırımcı ve işadamının kazancından ki, o kazançta hükümet üyelerinin hiçbir kayırımı mevzubahis değil ise, hizmet adına cüz’i bir pay alınmış olmaları ve nefisleri için harcanmadıkları müddetçe meşrudur ve helaldir. Öyle olmasaydı para toplayan tüm hizmet kuruluşlarını hırsızlıkla suçlamak gerekmez mi? Örneğin F.Gülen’in yoksul talebelere eğitim vermek amacıyla zekât, sadaka ve kurban adına topladığı paralarla kiliseleri tadilat ettirmesi, papaz okullarına yardım yapması, hükümetleri devirebilmek, şantajda bulunmak, siyasi nüfuz elde edebilmek için kurduğu istihbarat örgütü ve hakkında olumlu haberler çıkartabilmek için savurduğu paralar sorgulandığında, yeryüzünün en büyük hırsızı, yolsuzu ve rüşvetçisi olduğu ortaya çıkacaktır.   

Sadece Saadet Partisine bir sorum var! Arkadaş, siz de seküler rejimin bir partisi değil misiniz? Öyleyse dinen Ak Partiden ne ayrıcalığınız ya da üstünlüğünüz var ki, Müslümanlar sizi tercih etsin? İktidarlığınız ancak 1 yıl sürmedi mi; iktidarda kaldığınız sürece müspet ne yaptınız; dik durabildiniz mi; haksızlıklar karşısında dilsiz şeytana dönüşmediniz mi? Detaya girmeyecek ve Ak Partiden üstün olduğunuzu kanıtlayan tek bir neden gösterin, size oy vereceğim. Aksi takdirde içinde bulunduğumuz hayati seçimlerde hırsınıza, hasedinize ve nefsinize soluk verin ki, ihanet edenlerden olmayınız!

Türkiye için her vatandaşın yapması gereken, dik duranı ve çalışanı desteklemesidir. Eğer düşünce ve ideoloji açısından tercihe kalkarsak, bataklıktan çıkabilmemiz ve dalaşmaktan sıyrılabilmemiz söz konusu değildir. Çalışan dururken neden başkasını tercih edelim? Unutmayınız ki nankörlük ve ihanet, izzetli Müslüman milletimize yaraşmaz!


Nankörlük ya da ihanet etme ki, ne nankörlükle ne de ihanetle karşılaşasın!

14 Mart 2014 Cuma

Arkadaş! Ne aday ne de parti seçiyorsun…

Ya İstiklal ya da esaret seçimi yaptığını idrak edebildiğinde, haçlıların tuzağına düşmeyip boyundurukları altına girmeyecek, ecdadın gibi kükreyen bir millet olarak dimdik durmanın şerefiyle saygı duyacaksın!

Güdülerek artıklarla beslenmeye mi razısınız, yoksa aslan olup da artıklarınızla besletmeye mi tarafsınız?

İşte içinde bulunduğumuz seçimle vereceğin karar; neyin ardında olduğunu kanıtlayacak, bir belediye başkanı yahut bir partiyi desteklemek gibi sıradan nefsi bir tercihin değil, vatanın Türkiye’nin hayati önem teşkil eden istikbali adına olacaktır.

Tarih, harici hiçbir düşman tarafından yenilmediğimizin ve dâhili hainlerle darmadağın olduğumuzu ispatlamaktadır. Öyle iman sahibi Müslüman bir milletiz ki, şehid olabilmek için koşan itikadımızdan dolayı karşımızdaki en güçlü haçlılara diz çöktürmüş ama kendilerine fiyat etiketi koyan içimizdeki ihanet odaklarının kahpeliklerinden Allah’ın bahşettiği kudretimizi yitirmişizdir.

Kader, tarihi yeniden tekerrür ettirmekte; milleti ve iktidarıyla yeniden doğarak şahlanan ülkemize tezgâhlanan entrikalarla iktidarlığımızın önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Dün nasıl haçlılara tetikçilik yapan hainler var ise bugünde aynı süreci yaşamakta, kırmaya ramak kalmış zincirlerden kurtulmayı engelleyebilmek için zihinler ve kalpler iğfale uğramaktadır. Tüm dünya, bağımsızlığına kavuşmuş Müslüman milletimizin önüne hiçbir gücün geçemeyeceği, gerek siyasetten gerekse ekonomikken dünyaya lider olabileceğinin tedirginliği içindedirler.

Bizler nasıl caydırıcı bir güce, cesarete ve azme sahip olduğumuzu bilmiyor ama kadim düşmanlarımız idrak içinde olmalarından önümüze bariyerler koymaktan asla vazgeçmiyor, hainleri yetiştirip desteklemekten de geri durmuyorlar. Çünkü onlar, bizimle doğrudan çatışarak riske giremeyeceklerinden hainleri musallat ederek birlik ve bütünlüğümüzü bozdurmak suretiyle gücümüzü zayıflatmaktadırlar.

Arkadaş! Din de senin; namus da senin; vatan da senin; devlette senin! Bu tartışılmaz değerlerine yabacı bir elin dokunmasını sindirebilir misiniz? Eğer o yabancı el, kendinden bildiğin bir hain aracılığıyla değerlerine dokunuyor ise, sessiz kalabilir ya da o haini destekleyebilir misiniz? Öyleyse sanki sıradan bir yerel yahut genel bir seçim varmış gibi o hainlerin kazanmalarına fırsat vermemelisin!

Seküler rejime bağlı herhangi bir siyasi partiyi desteklememem her ne kadar tartışılmaz bir ilkem olup, “neden oy kullanmıyorum” adlı kitabımda da gerekçelerini sıralamış isem de,  önümüzdeki seçimlerin İstiklal mücadelesi olmasından dolayı dinim, namusum ve vatanım için oy kullanacak ve Türkiye’yi hainler eliyle haçlılara peşkeş çektirmemeye çalışacağım.

Ey dinine, namusuna, vatanına ve istikbaline gönül vermiş sevdalılar! Öyle bir ayırımın içindeyiz ve sırat misali bir köprünün üzerindeyiz ki, haçlıların yıkmak istediği iktidarın dışındaki bir partiye yahut adayı desteklemek bize haram ve ihanettir. Şüphesiz iktidarın hata ve yanlışlarını kabul edebilmem imkânsız ise de, dinimi, namusumu, vatanımı ve milletimi elem edinerek iktidarı desteklemem vazgeçilmez bir yükümlülüktür.

Unutmayınız ki, ülkeniz üzerinde emel besleyen düşmanınız haçlılar, sadece iktidarı devirmek ve yerine geleceklerle uğruna canlarınızı verdiğiniz vatanınız üzerinde cirit atmayı hesap etmektedirler. Haçlıların kurgulayıp hainlerin oynadığı bir senaryoda, iktidardan nefret etsek ve hatalarını sindiremesek de, Türkiye için desteklemek boynumuzun borcudur. İçinde bulunduğumuz korkunç badireyi atlatmamız akabinde iktidara öyle yüklenelim ki, nerede bir haksızlık ve adaletsizlik var ise telafileri için hep birlikte ümüklerini sıkalım. Dövelim ama öldürmeyelim!

Gelin, bari Türkiye için nefsimize kulaklarımızı tıkayalım, vesveselere aldırış etmeyelim, daha beterlerinin maskeli suratlarına güvenmeyelim ki, Müslüman milletimize namahrem eli değmesin!

Ruhumun senden İlahi şudur ancak emeli:
Değmesin ma'bedimin göğsüne na-mahrem eli;
Bu ezanlar -- ki şehadetleri dinin temeli –
Ebedi, yurdumun üstünde benim inlemeli.

  

7 Mart 2014 Cuma

Abi ve ablalar nereye koşuyorlar!

İmandan sonra fasıklık çok kötü bir şeydir. Yaratıcı Allah yerine yaratık beşere uyanlardan daha berbat kim olabilir?

Allah ve Resulüne iman eden birinin nefsi galebe çalmış bir beşere itaati apaçık bir ortak koşmadır. Eğiticiye veya rehbere sevgi ve saygı duyulabilir ama haddi aşan bir aşk ve tazim ile sorgusuz teslimiyet kalbi hastalaştıran bir zehri doğurur ki, küfürden ya da yanlıştan geri döndürecek tövbeye de imkân tanıtmaz.

İslam kimliği altında gençlerimizi iğfal ederek vahiy aleyhtarlığına dönüştüren Gülen, tuzağı içindeki abi ve ablaları Allah ve Resulünün izinde değil de kendi izinde yönlendirerek hem dünyalarını hem de ahiretlerini kıyıma uğratmaktadır.

Amacı başta Türkiye olmak üzere ilişki kurduğu ülkelerde dukalıklar inşa etmek olan Gülen, din kisvesiyle siyasi ve ekonomik gücü eline geçirip gülenizm’i egemen kılmaktır.

Evet, bir hizmet hareketi var ama o hareket Allah adına değil şeytan lehine olup, tamamen batıl odaklıdır. Dolayısıyla abi ve ablalar, kendilerini adadıkları hizmetin İslam manipülasyonlu bir iblis yolu olduğunu; ya fark edemiyorlar ya da zaman içinde nefislerine yenik düşerek tanrılığı oynayan Gülen’e kulluğu kurtuluş sanıyorlar. Oysa Gülen’nin doğru mu yoksa yanlış yolda mı olduğunu Allah’ın yüce ayetleriyle kanıtlayabilirler. Hatta Kur’an’a uygun hadisler ve peygamber efendimiz (s.a.v) hayatıyla da ortaya çıkarabilirler!

 “Bana nispet olunan hadisi Kur’an’la karşılaştırınız. Kur’an’a muvafık ise, o benimdir, ben söylemişimdir.” Hz. Muhammed (s.a.v) 

Vahyi eğip bükerek parçalayan Gülen çetesiyle hiçbir ilişkileri bulunmamasını emreden Allah’ın hükümlerine kulaklarını tıkayan abi ve ablalar, iman sahibi Müslüman olduklarını iddia etmelerine rağmen hem Kur’an’a hem de memleketlerine hasım tutumları, ancak mühürlenmiş olmalarının bir sonucudur. Yoksa Gülen’in ne türlü dehşetli bir düşman olduğu aşikârken; nasıl oluyor da gözleri oldukları halde göremiyor, kulakları bulunmalarına karşın işitemiyor ve kalpleriyle kavrayamıyorlar? Eğer tanrıları Gülen değil de Allah ise, Allah yerine Gülen’i yeğleyebilmeleri mümkün müdür?

Sözde Allah özde Gülen’i tanrı edinenler, küfürlerini ne kadar kabul etmek istemeseler de söz ve davranışları beşere odaklı itikatlarını kanıtlamaktadır. Amelsiz ilim, merkebe yüklenmiş ciltlerce kitaptan farksızdır ama eğitici konumundaki abi ve ablalar, bu sebeple doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayıramayarak muhakeme edememektedirler.

Bilgileri ezbere dayalı olmalarından kulaklarını aşıp kalplerine inmemekte, dolayısıyla hem dünyevi hem de uhrevi olaylara nefsi yorum katmalarından hain ve münafık etiketlerine maruz kalmaktadırlar.

İhlâslı bir iman, takiyye gibi adi bir riyakârlığa gereksim duymaz. Madem her işte hüküm verici, gözetici ve koruyucu Allah ise, Mutlak İrade’ye karşı herhangi bir beşerin üstün gelebilmesi, fayda veya zarar verebilmesi, dilediğini gerçekleştirebilmesi mümkün müdür?  Öyleyse takiyyeyi meşrulaştıran Gülen’in nefsine iman ettiği alenidir. Böylece kendisine bağlı abi ve ablalarda küfrü imana tercih ederek yoldan çıkmış takiyyecilerdir. 
            
Ey abi ve ablalar! Ardına takıldığınız zalim, sizleri Allah ve Resulünün hükümlerinden kopararak cehenneme koşturmaktadır. Sizler gibi yaratık bir insan olan Gülen, Allah yanında kimdir ki, kendisinden kazanacağınızı umut ettiğiniz şeylerin Allah’ın verecekleri yanında bir değeri olabileceğini düşünebiliyorsunuz. Hem dininizin hem de vatanınızın aleyhine çalışan Gülen’den öyle kaçınız ki, Rabbimin doğru yola eriştirdikleri kullarının arasına katılabilin. Allah’ın yüce kitabı Kur’an’ı incelediğinizde, nasıl sapmışların yolunda olduğunuzu inşaAllah kavrayabileceksiniz. Unutmayanız ki Gülen’in sizleri aldatması kurtuluşunuz için bir mazeret olmayacak, dünyada ve ahirette kaybedenlerin saflarına katılacaksınız.


“Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” Ahzab 36