24 Ocak 2014 Cuma

Hukuk var; adalet yok!

Seküler yani batıl hukuk, nefsi yücelten kanunlarla inşa edildiğinden adil olabilmesi mümkün değildir. Her rejimin bir hukuku vardır ve hukukun önemine işaret edilir lakin adil olup olmadığına aldırılmaz. Hukukun çiğnendiğine vurgu yapılır ama devletin hazinesi olması gereken adalete yangın misali sahip çıkılmayarak kıyamet yaşanır. Adil olmayan hukuk, ayakları olmayan engellinin ayakkabısı olması gibidir!

Kölelik karşıtı mücadelesiyle bilinen Amerikalı filozof Henry David Thoreau der ki; “Adil olmayan yasalar mevcuttur: Onlara itaat etmekle yetinelim mi, yoksa bu yasaları değiştirinceye kadar onlara itaat mi edelim, yoksa bu yasaları ihlal mi edelim? Bu tür bir devlet yönetimi altında insanlar genellikle çoğunluğu ikna edinceye kadar beklemek gerektiğine inanırlar. Eğer yasalara karşı gelirlerse, çözümün mevcut kötülükten daha kötü olacağını düşünürler. Fakat bilinmelidir ki, devletin kendisi çözüm olarak mevcut kötülükten daha kötüdür.”

Her nefsin doğru yahut yanlış algısı adaleti doğrayan yegâne sebeptir. Ancak hukuk nefsi arzular üzerine inşa edilmiş ise, insanda nefsinden öte hiçbir şeye kaygı duymamakta, dolayısıyla adaletin değil nefsin peşine düşülmesinden kuvvetlinin zayıfı ezip geçmesi meşru hale gelmektedir.

Adaletin ilki devletten gelmiyor ise, devletin toplumsal düzen sağlayıcısı hukuk ne işe yarar? Adaletin hesap sorduğu bir yargıda çıkar ve merhamet hakkı gözetilirse, adalet doğranmıştır! Dolayısıyla Allah; ana, baba, kardeş ve evladının aleyhine dahi olsa adaletle şahitlik etmekten vazgeçilmemesini emretmiştir. Ne var ki nefis, adil olmaya izin vermemekte, çıkar ve merhamet saplantıları hakkı ve adaleti öyle savurmaktadır ki, tıpkı kuvvetli bir rüzgârın bitkileri çerçöp haline getirmesinden farksızdır!
Suriye’deki vahşetin yaşandığı bir dünyada artık seküler hukuk, ancak tükürükle boğulmalıdır. Haksızlıklar karşısında susan korkaklar, nasıl barış şemsiyesi altını sığınırlar ise, canilerde hukuka barınarak kendilerine dokunulmazlık sağlarlar.

Şeytanın bedenine girerek fiziki görünüm kazandığı Beşar Esed adlı cani, yıllardır onbinlerce insanı kıymasına rağmen tartışmaktan öte hiçbir yaptırım uygulanmaması hukuk ise, adalet nerede? Barış adına Cenevre’de düzenlenen görüşmelerde kelimelerin doldurulması, halen deşilmekte olan insanlardan daha önem arz ediyorsa, sonucun insani değil şeytani çıkacağı kaçınılmazdır. Dolayısıyla bir mahallede, şehirde yahut ülkede seri cinayetler işleyen azılı bir katil ortaya çıktığında; nefesler tutulur, korku yürekleri kaplar ve güvenlik güçleri alarma geçilerek sürek avı başlatılır. Lakin her gün yüzlerce insanı öldüren Beşar Esed adlı seri katil için uluslararası hukuk hiçbir önlem almıyor, caninin kırılmamasına hassasiyet duyuyor ve cinayetleri izliyor ise, seri katilliği meşru hale getiren hukuk karşısında dileyenin dilediği gibi insan öldürmesi hukuka aykırılık teşkil edebilir mi? Bu durumda terörist olarak yaftalanan insanlarda nefsi hukuklarını uygulamalarından dolayı suçlu sayılamazlar! Tecavüzcüsü de, soyguncusu da hırsızı da hukuklarının icabını yapmaktadırlar.   

Hukukun dayanağı nefis ise, bir nefis diğerini mahkûm edemez; eğer hukukun dayanağı vahiy ise, kim olursa olsun ayrıcalık gösterilmez ve bedeline bakılmaksızın adaletin gereği yerine getirilir! Seküler rejimlerde inşa edilen hukuk nefsi olduğundan ne hak ne adalet ne vicdan ne de insani bir ölçü vardır! Varsa yoksa çıkardır, gerisi manipülasyondur!

Charles Darwin, Malthus’un düşüncelerinden yola çıkarak, ayıklanma metoduyla gereksiz veya yararsız canlılardan kurtulmayı çevre uyumuyla özdeşleştirmişti. Teorisine göre; “Çevresiyle uyumsuzluğa düşenler elenir, uyum kuranlar çoğalır.” Adına ‘Doğal seleksiyon’ verdiği ve evrimin itici gücü, yani ilerlemenin dayandığı düzenek koyduğu düşünce, 19. yüzyılın acımasız kapitalizmini ve emperyalizmini doğurmuş, “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” anlayışını seküler düzende egemen kılmıştır.

Böylece despot iktidarlara boyun eğmeyip uyum göstermeyenler katliamı hak etmekte ve uyanlar sağ bırakılmaktadırlar. İşte dünyada hâkim olan bu düzenden dolayı zalim Esed, iktidarına muhalefet edenleri vahşice elemektedir. Dolayısıyla seküler düzenin Esed’e müdahalede bulunabilmesi mümkün değildir.

Yaratıcı Allah’ın koyduğu düzene asi olanlar güçlerine güvenerek ne kadar ‘benim’ diyerek böbürlenmek suretiyle zulümlerinde ısrarcı olsalar da, eceli gelen her devlet gibi silinip süpürüleceklerine şüphe yoktur.
   
Allah’ın Suriye’deki vahşete izin verip şımaran dünyaya müdahale ettirmeyerek ‘o kitap’ta takdir ettiği günü beklemesi, Nuh tufanı ve diğer kavimlerin başlarına gelen binbir türlü felaketin tüm insanlığı kuşatacak olmasındandır. Bugün Suriye’deki vahşeti izleyen milyarlar var ama o gün, izleyebilecek ne kadar canlının geride kalacağını bilmiyorum. Sözünü ettiğim felaket, kıyamet öncesi meydana gelecek belâlardır yani Suriye’deki vahşetin tetikleyeceği bedelidir.   
Kıyamet ise öyle bir gündür ki, yeryüzü tutuşacak, gökyüzünde peyda olan korkunç ses ve görüntüler kalpleri durduracak, binlerce volkan tarafından fışkıran lâvlar dünyayı kaplayacak, yerler eriyecek, denizler kaynayacak, kıtalar batacak, uçan kızgın taşlar insanları avlayacak, yarılmış arzın gümbürdemesi ve kül kasırgalarının kükremeleri dünyayı yok edecektir. Kimileri Mars yahut bazı gezegenlere kaçarak yaşayabileceklerini sanıyorlar ama sonuçta kâinatın tamamı yaratıcının hükmü altındadır.

“Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz; hiç kimseden şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz; onlara asla yardım da yapılmaz.” Bakara 48

21 Ocak 2014 Salı

İran’ın, İsrail’den bir farkı var mı?

Biri Yahudi diğeri Şia olmak üzere her ikisi de insaniyet, hak, adalet, vicdan ve İslam düşmanıdırlar. Varlıklarından itibaren Müslümanlara zulmü şiar edinmiş ve Müslümanlardan başka hiç kimseyle savaşmamışlardır.

Şia, her ne kadar İslam’ın bir mezhebi olduğu iddia edilse de, 12 imamlarını tıpkı Hıristiyanların İsa’sı gibi kalplerinde Allah’a veliahd kılmışlar ve kurtarıcı olarak sözde mağarada çocukken kaybolup halen yaşadığına inandıkları Muhammed el-Mehdi adlı birinin ahir zamanda yeryüzüne dönerek insanlığı kurtaracağına iman etmiş sapkın bir yığındırlar. Tıpkı Budistlerin Buda’nın ölmeyip uyuduğuna ve uyanınca dünyayı kurtaracağına inanmaları gibi!

Yaratıcı Allah’ın buyruklarına kayıtsız-şartsız teslim anlamı taşıyan, nefsi hiçbir söz ve davranışa geçit vermeyen ve zalimlere hiçbir gerekçeyle aman tanımayan İslam’la hiçbir ilişikleri olmadığı; Esed adındaki şeytan tarafından yanı başında katledilen ve açlığa mahkûm edilen Müslümanların öldürülmelerini, kıyılmaları için cehennem askerlerini göndermeleri ve işkenceler altında inlemelerini sağlamaları ve acımasız şeytan Esed’ı zulümlerinden dolayı desteklemeleri İran’ın İslam olmadığına yeterli kanıttır.

Oysa Allah; zalimleri sevmediğini, zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yapılmayacağını, zalimlerin dost edinilmeyeceğini, yardım ve destekte bulunulmayacağını, hatta zalimlerle birlikte aynı safta yer alınmayacağını emretmedi mi?

İran’ın bir taraftan İsrail’in yok edilmesini savunarak diğer taraftan tek bir saldırıya cesaret edemeyip Müslüman toplumları sindirme ve silme politikaları, İsrail’le aynı safta olduklarını ortaya koymaktadır. İsrail’in Lübnan işgaline bilmukabele de bulunmayarak İsrail topraklarına giremeyen hizbuşeytanlar, Suriye halkına acımasızca saldırarak Müslüman halkı katletmede sınır tanımayabilmektedirler.

Zalimlerle birlik olmak, Allah’ın ayetlerini açıkça inkâr etmek değil midir?

El Kaide birçok cephede ABD ve İsrail’e karşı mücadele edip Müslümanların bağımsızlığı adına binlerce şehid verirken; İran, bugüne kadar ne yapmış ve tarihlerinde küfre karşı bir savaşları mevcut mudur? İran’ın İslam adına yaptığı ve Müslümanların safında olduğu tek bir mücadele var mıdır? Her olayda ABD ve İsrail’e karşı düşman olduğunu haykırdığı halde karşılarına çıkıp ulumadan öte ne yapmıştır? İsrail, Lübnan’a saldırarak taş üstünde taş bırakmazken, neden kılını kıpırdatmamıştır? Haçlı emperyalist güçler; Irak, Afganistan, Somali, Nijerya, Çeçenistan, Doğu Türkistan ve birçok bölgede Müslümanları ortadan kaldırabilmek için zulmederlerken, İran sesini çıkarabilmiş midir? Bırakın tepkisini, üstelik Müslüman direnişçileri tutuklayıp ABD ve İsrail’in çıkarlarına hizmet etmemiş midir?

İran, İslam dışı Pers zihniyetinden derhal vazgeçerek, Müslüman ise ya gereği gibi Allah’ın hükümlerine itaat etmeli ya da içi boş şovsal tehditlerinden vazgeçerek, en azından Müslümanlara düşman kesilmemelidir diyeceğim ama İran, İslam değil ki böylesi bir çağrıda bulunabileyim!
Ayetler hakkında ileri geri yorumlar yaparak mezhebine uydurma ve egemen olma çabaları, Allah yolunda cihad eden ve bağımsızlık uğruna canlarını feda eden Müslümanları engelleme politikaları, apaçık zalimler topluluğu olduğunu kanıtlamaktadır.

İran, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’in bedduasına uğramış bir millettir. Bu sebeple sözle kabul ettikleri Peygamberi, kalben tasdik etmediklerinden kendilerine has bir din kılmış, halifelerden Hz. Ömer başta olmak üzere Hz. Ebubekir ve Hz. Osman’ı düşman belleyerek, ehlibeyt manipülasyonuyla gizliden Hz. Ali’yi tanrılaştırmışlardır. Tıpkı Hıristiyanların Hz. İsa’yı tanrılaştırmaları gibi Hz. Ali ve imamiyetlerini de tanrılaştırmıştır.

İran’ın geçmişteki Kisra İmparatorluğunun öcünü alırcasına Müslümanlara düşmanlığı, Peygamberimizin davet mektubunu yırtıp parçalamalarıyla kanıtlıdır.
       
“Bismi’lillahi’r-rahmani’r-rahim. Allah’ın Kulu ve Peygamberi Muhammed’den Fars’ın ulusu Kisra’ya. Hidayete uyanlara, Allah ve Rasulü’ne iman edenlere, Allah’tan başka hiçbir ilah olmayıp O’nun bir tek olduğuna, ortağı ve benzeri bulunmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve Rasulü olduğuna şahadet edenlere selam olsun. Ey Kisra! Seni Allah’ın dinine davet ediyorum. Çünkü ben, dirileri (Allah’ın azabıyla) uyarmak, kâfirler üzerine o söz (azab) hak olmak için, bütün insanlara Peygamber gönderildim.  Ey Kisra! Müslüman ol ki selamet bulasın. Eğer olmazsan, mecusilerin günahı boynuna olsun.”

Hz. Muhammed (s.a.v), mektubun Kisra’ya verilmek üzere, Bahreyn emir’i Münzir’e teslimini emretmişti. Bahreyn, o zaman İran’a bağlıydı. Münzir mektubu Kisra’ya götürdü. Kisra, mektubu okuyunca yırtıp parçaladı. Hz. Muhammed (s.a.v) bundan haberdar olunca; “Parça parça olsunlar” buyurdu.

Çok geçmeden Kisra Hüsrev Perviz, oğlu Şirveyh tarafından karnı deşilerek öldürüldü. Hz. Ömer (r.a)’in halifeliği sırasında da Kisra’nın İmparatorluğu parçalandı ve bütün İran toprakları Müslümanların eline geçmişti. Onun için İran Halkının Müslümanları kardeş kabul etmesi, vahye ve Resulünün hükümlerine boyun eğebilmesi mümkün değildir.

Bu sebeple Müslüman Halkını acımadan katleden zalim Esad rejimine koşulsuz destek vererek akan Müslüman kanların katil işbirlikçisi olan İran, kendi ırk ve mezhebinden olmayan Müslümanlara beslediği kin ve nefretlerinin haçlılarınkinden daha hafif olmaması fevkalade vahimdir.

ABD ve İsrail dinlerinin egemenliği için Müslümanları katledip zulüm yaparlarken, İran’ın da kendi inancı çerçevesinde Müslümanlara karşı mücadele etmesi; münafığın kâfirden yetmiş kez daha tehlikeli olduğu hadisine göre, ABD ve İsrail’den daha tehlikeli olduğunu ortaya koymaktadır.

Dolayısıyla İran’ın bir İslam Cumhuriyeti değil, putperestliğe dayanan bir Şia Cumhuriyeti olduğu aşikârdır. Onun için İran, kendinden olmayan hiçbir Müslüman topluma yardım etmemekte, sinsice yok etmeye çalışıp asla ulaşamayacağı egemenliği için bataklığa saplanmış bir hayvan misali debelenip durmaktadır.


“İşte bunlar dünyada da ahirette de çabaları boşa giden kimselerdir. Onların hiçbir yardımcısı da yoktur.” Ali İmran 22

8 Ocak 2014 Çarşamba

21. Yüzyılın Lawrence!

İslam’ın ve Türkiye’nin düşmanı kim? Fettulah Gülen

Türkiye’yi haçlılara peşkeş çekmek isteyen kim? Fettulah Gülen

ABD ve İsrail’in taşeronu kim? Fettulah Gülen

Hainliği meslek edinmiş kim? Fettulah Gülen

İslam birliğine karşı çıkan kim? Fettulah Gülen

Azılı haçlılara hizmet eden kim? Fettulah Gülen

İslam’ı Protestanlaştırmak isteyen kim? Fettulah Gülen

Masonları öven kim? Fettulah Gülen

Kurban bağışlarıyla kiliseler yaptıran kim? Fettulah Gülen

Cemaatini İsrail’e adayan kim? Fettulah Gülen

Kur’an Müslümanlığı sapıklıktır diyen kim? Fettulah Gülen

Cihad ehli mücahidlere küfreden kim? Fettulah Gülen

Müslümanları aldatan kim? Fettulah Gülen

Okullarıyla haçlı misyonerliği yapan kim? Fettulah Gülen

Allah’ın ayetlerini eğip büken kim? Fettulah Gülen

Vatikan’a bağlılığını bildiren kim? Fettulah Gülen

İncilsiz ve Tevratsız Kur’an’ın olamayacağını söyleyen kim? Fettulah Gülen

Kur’an’a alternatif ‘gerçek furkan’ kitabını yazdıran kim? Fettulah Gülen

Allah’ın ipine değil şeytanın ipine sarılan kim? Fettulah Gülen

Evliliğin vahim bir fecaat olduğunu söyleyen kim? Fettulah Gülen

Hak ile batılı harmanlaştıran kim? Fettulah Gülen

İslam’ı hümanistleştirerek şeytanın bayraktarlığını yapan kim? Fettulah Gülen

Müslümanlar canavarmış gibi ehlileştirilmesini savunan kim? Fettulah Gülen

Allah’a ortak koşarak kendini rab edinen kim? Fettulah Gülen

Müslümanların zekâtlarıyla İslam’a hasımlık yapan kim? Fettulah Gülen

Müslümanlardan gelecek tepkilere karşı sırtını ABD’ye dayayan kim? Fettulah Gülen

Terör gerekçesiyle mücahidlere savaş açan kim? Fettulah Gülen

Hıristiyan uygarlığınca şer kabul edilen cihadı önlemeye çalışan kim? Fettulah Gülen

Şehid Müslümanları lanetleyip katil yahudilere anma töreni düzenleyen kim? Fettulah Gülen

Allah’ın hak ve tek dini İslam’ı diğer batıl dinlere peşkeş çeken kim? Fettulah Gülen

Müslüman ve Hıristiyan ümmetler İsa’nın şahsiyeti etrafında birleşsin fetvasını veren kim? Fettulah Gülen

Hıristiyanların İsa’yı tanrının oğlu olduğu kabullerine aldırış etmeyin diyen kim? Fettulah Gülen

İsa’nın mesih olarak tekrar yeryüzüne ineceğini ve insanlığı kurtaracağı hükmünü veren kim? Fettulah Gülen

Büyük Ortadoğu Projesini överek Türkiye’nin geç kaldığını söylemiş olan kim? Fettulah Gülen

Müslümanları yakıtı insan ve taşlar olan ateşe atmak isteyen kim? Fettulah Gülen

Kendini ‘vahidü dehrih’ (zamanın biriciği) ve ‘feridü asrih’ (asrın teki) kabul ettiren kim? Fettulah Gülen

Allah’ın indirdiği vahiyden başkasını söylemesinden lanetlenen kim? Fettulah Gülen

Allah ve Resulünün hükümlerine göre değil de nefsi istek ve düşünceleri doğrultusunda din kuran kim? Fettulah Gülen

Sözü başka kalbi başka kim? Fettulah Gülen

Dinine ve namusuna fiyat etiketi koyan kim? Fettulah Gülen

Riyakârlıkta, kumpasta ve komploda sınır tanımayan kim? Fettulah Gülen

Çıkarı için her türlü zalimliği mubah sayan kim? Fettulah Gülen

Haftanın yedi günü ve gecesi kapitalist, dört günü hümanist, Cuma cami, Cumartesi havra ve Pazar günü kiliseye giden kim? Fettulah Gülen

Haçlılarla abat, Müslümanlarla helak olacağını düşünen kim? Fettulah Gülen  

Peki, daha tehlikelisi kimdir? Gülenistler’dir! Gülenistler, Kemalistler ve satanistler misali paraya tapan, merhameti ve vicdanı olmayan, dini kuralları nefislerine göre düzenleyen,  acımasız, gaddar, sömürücü ve kendilerinden olmayanlara zulmü meşru sayan bir güruhtur.


Atatürk, nasıl Kemalizmi doğurarak Müslüman milletimizi haçlı batının ayaklarına kapattırmış ise; F. Gülen de gülenizmi türeterek ABD ve İsrail’e prangalamaya çalışmaktadır. Dolayısıyla Kemalistlere gösterilen hoşgörü nasıl horlanıp dışlanmamıza neden olmuş ise; gülenistlere duyulacak iyi niyette haçlı kuşatmasını işgale dönüştürecektir.  

5 Ocak 2014 Pazar

Hala mı direniyorsun Diyanet!

İnsanoğlunun anayasası olan Kur’an’ı Kerim’i, devlet yönetimi siyasetten ayrıştırarak hem İslam’ı hem insanlığı hem de Türkiye’yi tahrip edip toplumların vazgeçilmez gıdası ‘hak ve adalet’’ten uzaklaştırmanız, Diyanet değil bir hıyanet örgütü olduğunuzu ortaya koymaktadır.

Kur’an hükümleri, gerek sosyal gerek siyasi gerek ekonomik gerekse askeri yapılarının temelini ihtiva edip nefsi ve batıl hiçbir katkıya izin vermeyerek insanoğlunun düzeni için çözüm olarak yeryüzüne indiği aşikârken; siyasetten dışlanabilmesi Allah’a karşı apaçık bir meydan okuma ve ‘ben’ deme cüretidir. Ki, cennette ikame eden şeytanın da ‘ben’ duruşuyla lanete uğraması dikkate alındığında, neden insanların iki yakasının bir araya gelemediği, huzur ve güven, hak ve adalete kavuşamadıkları gayet sabittir.

Ancak ruhsuz bedenler ölü olmalarından tarafsızdırlar. Madde dahi kimyasal veya fiziksel özelliklerinden dolayı bitaraf olamadıklarına göre, sözde hak ve adaleti temsil eden ve toplumlara kötülükten kaçınıp iyiliğin yanında yer almalarını öğütlemekle yükümlü Diyanetin tarafsız olabilmesi mümkün müdür? Kötüyle iyinin mücadelesinde tarafsızlığı seçen bir düşünce ancak ölüdür!

Seçimlerin yaklaşmasıyla imamlara “tarafsızlığa gölge düşürmeyin” mesajı gönderebilen Diyanet, açıkça Allah ve Resulünün hükümlerinden, haktan, adaletten, vicdandan ve iyilikten yana olmadığını deklare etmiş, namaz kıldırma memurluklarından öte hiçbir yükümlülük ve sorumlulukları taşımadıklarını itiraf etmiştir. Dolayısıyla ülkemizde çıkan birçok karışıklık ve anlaşmazlıkta hakemlik görevi üstlenmediği gibi bitkisel hayattaki bir hastanın tavrıyla kör, sağır ve hissizliğe bürünebilmektedir.

Ey imamlar! Bağlı bulunduğunuz Diyanet İşleri Başkanlığı, Allah’a olan iman ve inancı reddedip aklın üstünlüğünü kabul eden laik rejimin bir kuklası olma hasebiyle tarafsız görünebilir;  laik taraflı İslam maskesi de takmış olabilir; Kur’an’ı siyasetten koparmasıyla kâfirce de düşünebilir; iman edenleri kandıran batılların yanında da yer alabilir; sizlere ve çocuklarınıza da zararları dokunduğu iç ve dış siyasetlere karışmamanızı söyleyebilir; vaaz ve hutbelerinizde siyaset hakkında yorum yapmamanızı isteyebilir; Müslüman kardeşlerinizi uyarmak maksatlı yararlarına olabilecek siyaset faaliyetlerinizi de yasaklayabilir;  sanki sen bir insan ya da vatandaş değilmişsin gibi ima yoluyla bile olsa herhangi bir siyasi parti, kişi veya zümrenin lehine veya aleyhine olabilecek konuşmalardan sakınmanızı isteyebilir; hiçbir konuşma yapmamanızı ve demeç vermemenizi de emredebilir, SAKIN HA İTAAT ETMEYİN!

Unutmayınız ki sizler, İslam’la şereflendirilerek Müslümanlara bilmediklerini öğreten ve aklı karışıklara yol gösteren imamlarsınız! Müslüman tarafsız olamaz, kötünün galibiyetini izleyemez! Geçici dünya menfaatleri için dininize fiyat etiketi koyarak hem dünyanızı hem de ahiretinizi heba etmeyiniz. Sizlerin rızkını Diyanet değil Allah veriyor! Kötüye karşı mücadele ederek hakkın ve adaletin yanında olmanızdan dolayı görevlerinizden el çektirirlerse bile, Allah’ın yeni kapılar açacağından şüpheniz olmasın. Dâhili ve harici haçlı ve hainlerin kuşatması altında olduğunuz dininiz, namusunuz ve vatanınız aleyhine susamasınız…  Susmanızı kim istiyorsa, o bir haindir! Allah seni din konusunda şeriat sahibi kıldı; dolayısıyla O’na uymaktan başka hiçbir çaren yoktur! Diyanet İşleri Başkanlığı’na uyma ki, bir saniye sonrası meçhul hayatın için ne kendinin ne çocuklarının ne de Müslümanların geleceğini karart!


“Sonra da seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy; bilmeyenlerin isteklerine uyma.” Casiye 18