28 Ocak 2013 Pazartesi

İslam’da cinsellik yok…


Çoğalabilmek için evlilik vardır.
“Evleniniz, çoğalınız. Zira ben, kıyamet günü, diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar ederim.” Hz. Muhammed (s.a.v)
Öncelikle hadiste, bahsi konu olan çoğunluğun insan çokluğu olmadığı, kendisine layık bir ümmet olarak çoğalmanın vurgulandığı bilinmelidir.
Ne kadınlar ne de erkeklerin salt nefislerini tatmin etsinler diye yaratılmadıkları Ku’an’ın özüyle kanıtlıdır. Dolayısıyla cinsellik, şehvetsi bir kavram içerip nefsi odaklı etkileşimi amaç edinmesinden, İslam’la özdeşleştirilebilmesi mümkün değildir.
İslam’ın en tehlikeli düşmanı nefis olmasından, nefsi galebe çaldıracak ve libidoyu hedef edinecek kışkırtıcı tüm oluşumlardan kaçınılması, Allah ile bütünleşebilmenin yoludur.
Evlilik, her ne kadar bir cinsellik ise de, zevk, tatmin ve sefahat aracı olan cinsel hayat ile örtüştürülemez. Allah rızası için yapılan evliliklerde nefis ölü, sabır diridir. Cinsellik nefis azdırıcı fantezilerin tetiklediği arzular olup, kulu kul olmaktan çıkaran yolları açtığından Allah yerine cinselliğe tapış başlar. Birkaç saniye süren tatmin anındaki hazzı Allah’a ibadet esnasında hissedemeyen bir mümin, nefsi esareti altında olduğunu kanıtlar.
Ayetler son derece açık ve seçik olup, Allah’a kulluk için yaratılmış bir müminin nefsi istek ve arzularını önemseyebilmesi söz konusu değildir. Hele de tamamen şehvete dayalı cinselliği zihin ve duygularında barındırabilmesi, tumturaklı iman etmediğine bir delildir.
Kötülüklerin ve nefsin temsilcisi şeytanın hüküm sürdüğü bir âlemde müminin varlık sebebi, şerre ve nefse karşı mücadele etmek, Allah dinini egemen kılmaktır. Dolayısıyla Müslüman erkek veya kadının Allah rızasını kazanabilmek gibi kulsal yükümlülükleri var iken, cinsellikte aradıklarını bulamama kabilinden bir elem taşıyabilmeleri mümkün değildir. Zaten o, mükâfat olarak cennette kendilerine verilecektir.
İslam başlığı altında kadın ve erkeklerde cinsel arzuları tetikleyen tahrikler, Müslümanların ahiretten uzaklaşıp dünyaya meyletmelerine, asıl yapmaları gereken mücadeleden ve sabırdan kaçınıp, şehvete boyun eğmelerine neden olmaktadır.
Gerek Allah gerekse Peygamber efendimiz, cinselliği ve sevişmeyi teşvik edici ve taktik verici hiçbir hükümde bulunmamış, haramların altını çizerek sınırlar getirmiştir.
“İslam’da cinsel hayat” adlı kitabıyla İslam’ın amaç ve gayesine ihanet etmiş olan Ali Rıza Demircan adlı cinselci, Peygamberimizin mahrem yeri olan yatak odasına girerek dizdiği iftiralarla yetinmeyip, cinselliği namaz, cihat ve diğer tartışılmaz hükümlerle özdeşleştirme küstahlığında bulunmak suretiyle İslam’ı pornolaştırabilmiştir.
Kendini İslami cinselliğin psikoterapi uzmanı yapan Ali Rıza Demircan,  cinsel sevişmeyi ibadetle eşdeğer görebilmesinin bedbahtlığı içinde Müslümanları nefislerinin peşinde koşmalarına dini meşruiyet aramaktadır.
Bir de cinsellikte yaşam koçu şöhretini taşıyan Sibel Üresin adlı rahibe örtülü cinselci, güya Müslüman kadınların seksteki temsilcisi olarak, “Cinsel ilişki namaz kılmaktan da önemlidir” diyerek, 5 vakit namaz yerine 5 vakit cinsel ilişkiyi yahut namazdan önce sevişmekle namazın kabul edilebileceğine işaret etmektedir.
Özellikle cinsellik tamamen mahrem bir konu olup, hayâ ve edep duygusu taşıyan kadın veya erkeğin dillendirmeyeceği bir gizliliktir. Hz. Adem ve Hz. Havva’dan bugüne kadar gelen her toplum, kendi kültür ve güdüleriyle cinsel ilişkiye girmiş; Allah’tan gelen uyarılara kulak verenler, yasaklanmış sınırları aşmamışlardır.
Modern düşüncenin İslam karşıtlığının nedeni cinselliğe sınırlar getirip yasaklamış olması olduğuna göre; İslam’da cinsel hayat ile sekülerizme göz mü kırpılmaktadır?
Düşünce ve inanç ne olursa olsun cinselliğin tartışıldığı bir toplumda oluşan ilginin çıkaracağı fesatları hesap edebilmek mümkün değildir. Cinselliğin deşifresi apaçık bir fitne olup, saklı tutulması gereken bir nefistir.
Malumunuz üzere cinsel birliktelik sonrası farz olan gusül abdesti, akıtılan maddi meniden dolayı değil şehvet akabinde oluşan doruksu tatmin ardından şart koşulmuştur. Çünkü küçük veya büyük taharette nasıl gusül abdesti almak caiz kılınmamışsa, tatminsiz gelen menide gusül abdesti gerektirmemektedir. Ancak cinsel doyum, zevksi bir âleme sürüklediğinden, yeniden Allah’a ve idrake dönüş için temizlenmek farz kılınmıştır.
Cinselliği İslam’da kutsallaştıran Demircan,“Cinsellik insan hayatında eski çağlarda da önemliydi, yeniçağlarda da önemli, modern çağlarda da önemli, şu anda yaşadığımız dünyanın ana problemlerinden biridir” açıklaması, gayrimeşru olan ve iman etmemişlerin sorunlarını İslam çatısı altında aklamaktır. Yoksa Allah, Resulü ve ahirete teslim olmuş hiçbir mümin, sabırlarıyla cinsellikle ilgili tek bir sorun yaşamaz ve seksi, asla ana bir problem olarak kabul etmez. Çünkü Allah rızasını kazanabilmek için çok daha büyük mücadelesi ve vahim sorunları vardır. “Bir insanın zevk için cinsel atılımlarda bulunmasının dinsel çerçevede hiçbir mazuru yoktur” ifadesinde bulunan Demircan, ilmine rağmen İslam’dan ne kadar kopuk bir düşkün olduğunu kanıtlamaktadır.
Sapıtmış her iki azgınla ilgili daha fazla detaya girmeden, cinselliğin ya da sevişmenin şekilleri konusunda eşleriyle nasıl zevke ulaştıklarını, affınıza sığınarak öğrenmek istiyorum.
-      Demircan hoca, Peygamber efendimize atfettiği cinsellik öğretilerini; neden kendi eşini örnek vererek anlatmıyor?
-      Zevk için cinsel atılımlarda sınır tanımayan Demircan hoca ve seks koçu Sibel Üresin; eşleriyle nasıl sevişiyor, uyarılmaları için ne tür fantezilere başvuruyor ve tahrik edici dekolteler giyip ya da giydirtip taktikler uyguluyorlar?
-      Cinsellik düşkünü bu ikili, acaba günde kaç kez sevişip cinsel ilişki ibadetini işliyorlar?
-      Eşlerinin bedenlerinde kuru tek bir yer bırakmaksızın öpüyor yahut öptürüyorlar mı?
-      Dindarların aradıklarını bulabilmek için uzman oldukları cinsellik konusunda eşleriyle nasıl sevişiyorlar?  
-      Cinsel ilişkide uyguladıkları hareketlerin İslami olabilmesi için Müslümanlara önerdikleri kıstas ve pozisyonlar nelerdir?
-      Kadının mı yoksa erkeğin mi üstte ilişkide bulunmaları caizdir?
-      Cinsel organların ağza alınıp boşaltılması caiz midir?
-      Cinsellikte eşe karşı mecburi tuttukları görevde, fantezileri karşılamak caiz midir?
-      Normal ilişkiden uyarılmayıp farklı pozisyon ve sevişme talebinde bulunan kadın ya da erkeğin arzularına uymanın İslami kriteri nedir?
-      Kızlarına, gelinlerine, damatlarına yahut oğullarına sevişmenin kutsal ve cinselsiz bir hayatın haram olduğunu söyleyerek İslami sınırlar konusunda taktikler veriyor, ibadet saydıkları sevişmeyle ilgili teşvikte bulunuyorlar mı?
-      Müşterilerinin en iyi dostu olduğunu ifade eden Sibel Üresin, namazdan daha önemli bir ibadet olduğunu açıkladığı cinsellik konusunda, tıpkı namaz öğretisi misali cinsellik üzerine uygulamalar yapıyor veya müşterileriyle sevişiyor mu?
-      Demircan hocanın Beyoğlu Belediye Başkanı olan oğlu Ahmet Misbah Demircan’ın hizmet verdiği genelevlerle ilgili İslami fetvası nedir? Eğer laik devlet izin verirse, genelevlerin girişinde muta nikâhı kıymak caiz midir? Zina haram olduğuna göre, oğlunun daha iyi işlenebilmesi için yaptığı aracılığı devlete mal etmesi caiz midir? Allah’ın hükümlerine değil de laik devletin hükümlerine boyun eğmek, şirk değil midir?
-      Acaba Demircan hoca, insanlık aleyhine tehdit görüp dünyanın ana problemi saydığı cinselliğe hizmet ettiği gerekçesiyle oğlu Ahmet Misbah Demircan’ı mücahit mi bellemektedir?
-      Allah’ın haram saydığı genelev gibi en zilletsi lanetini işleyen oğlu değil de eşlerin birbirlerini cinsel yönden ihmal etmeleri mi haram ve günah sayılmaktadır?    
    
Allah’a saygıdan kalbi ürpermeyen Demircan hoca ve benzerleri, sabrın yüceliğini ve her zorun üstesinden gelen ebedi mükâfatını idrak edemediklerinden, seksi ve doyumu kutsal bir ibadet sanısıyla Müslümanları baştan çıkartmaya çalışmaktadırlar. Ne Kur’an’ı Kerim ne de kitaba muvafık hadislerde yer almayan cinsellik ve sevişmeyle ilgili fitneyi aşılamaya kalkışmaları, şeytani vesveseden başka bir şey değildir.
İnsanoğlu, kavuşamadığı birçok arzularında olduğu gibi cinsellikteki tatmine de ulaşamayabilir. Onun için harama kalkışma mazereti asla meşru değildir. Nasıl ki arabası olmadığı için bir araba çalınamaz ise, eşinden tatmin olamadığı gerekçesiyle zinaya girişilemez. İşte sabrın önemi burada anlaşılmaktadır.
İnsandaki hırs ve sabırsızlık, felaket ve cehenneme giriş biletidir.
Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir.” Bakara 153
Eğer sözde İslami seks otoritelerinin ifade ettikleri gibi cinsel ilişki, namaz kılmaktan önemli olsaydı, Allah, namazı değil cinsel ilişki yahut sevişme ile kendisinden yardım istemesini emrederdi.
İslam’ın ne olduğunu bilmediklerinden pornolaşmakta sınır tanımıyorlar…

23 Ocak 2013 Çarşamba

İslami bir iktidar olsaydı; haçlılar hükmedebilir miydi?


“Yeryüzünde bir fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın! Eğer küfre son verirlerse onları bırakın.” Enfal 39
Allah, İslam dinine iman eden müminlere fitne yok edilinceye, diğer bir tabirle Allah’a isyan esası üzerine kurulan bütün düzenler yok edilinceye, bütün kulluk ve itaat nizamı sırf Allah için oluncaya kadar yeryüzündekilerle savaşmayı ve bundan hiçbir surette vazgeçmemeyi emretmiştir.

Ayetten de açıkça anlaşılacağı üzere; Müslümanlığın günde beşer dakikadan yirmibeş dakika namaz, yılda otuz gün oruç, zenginlerin yüzde ikibuçuk zekât, umre veya hac farizasından ibaret mastürbasyonsu bir ritüel olmadığıdır. Hatta sevişmeyi, cinselliği ve seksi ibadetle özdeşleştiren bir anlayış, adeta bitkisel hayattaki sözde Müslümanların delaletlerini de ortaya koymaktadır.

Dolayısıyla sevişmek varken neden meşakkatli bir şahadeti seçsinler! Bu sebeple iman, ancak Allah’ın dinini egemen kılabilmek için küfre karşı verilen mücadele ve Allah’ın hükmettiği anayasadan başkasına boyun eğmemek ve kabullenmemektir.

Ne yazık ki kendi nefisleri doğrultusunda batıllaştırdıkları bir İslam ile haçlıların hegemonyalığını sindirerek din dışı düzelerle Allah nizamını reddeden iktidarlar, idareleri altındaki Müslüman toplumları manipüle edip vahiyden uzaklaştırmışlardır.

Ancak Kur’an buyruklarına sadakatle bağlı ihlâslı müminler, yoldan çıkmış devletlerine ve haçlı müttefiklerine Allah adına başkaldırarak emir gereği direnişleri, Müslümanlar için kaçınılmaz olan vahyi yükümlülüklerindendir.

Allah için kenetlenmiş toplumlar; dil, ırk, tabiiyet, kültür, ulus, devlet ve vatan gibi maddesel öğelere değil nefsi hiçbir çıkar gözetmeksizin İslam kardeşliğiyle bir araya gelerek, hak ve adalet için mücadele etmektedirler. Zaten Allah’ın nizamı; insaniyetin, barışın, hak ve adaletin hâkim kılınması ve azgınların cezalandırılarak toplumdan soyutlanmalarıdır. Dolayısıyla muhakeme yetisi bulunan hiçbir insan, Allah nizamına karşı çıkamaz.

Kendilerini Allah’a ve dinine adayarak dünya debdebesini ahret karşılığı satan mücahitler, her ne kadar münafıklar ve müşriklerce kınanıp terörist olmakla suçlansalar da, asıl muttakiler ve Allah rızasını kazananlar ta kendileridirler.

Yaratıcı Allah ve insanlık düşmanlarına karşı savaşarak ilahi düzenin egemenliği adına mücadele edenlerin terörist sayılabilmeleri mümkün müdür? Mümkün ise, Allah da teröristlerin elebaşlısı olmuyor mu?

Değişik şöhretlerle adlandırılan mücahit gruplara yardım ve destekte bulunmak, olmazsa olmaz imani bir zorunluluktur. 

Allah nizamına sadece müşrikler mi karşı çıkıyor, İslam olduğunu iddia edenler de aynı şiddetle muhalif etmekte, batıl saflarda yer alarak askeri ve siyasi desteklerini esirgememektedirler. Korkuları adil bir düzenin vaki olmamasıdır.
  
Sömürgeci zalimler karşında Allah’tan aldıkları güçle korkusuzca İslami düzen kurma adına beşeri sistemi sonlandırmaya çalışan Mali’deki mücahitleri elimineye kalkışan Fransa’ya münafık ülkelerin arka çıkmaları, vahye iman etmediklerini ortaya koymaktadır.

Örneğin; İslam olduğunu ve İslami rejim iddiasında bulunan İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad,  Allah, Resulü ve Kur’an’a meydan okurcasına, ”Mehdi hazretleri olmasa dünya yıkılırdı, İmam Mehdi’nin dünyanın tüm işlerini organize ettiğini, tüm varlıkların varlığını ondan aldığı” inancı, apaçık bir şirk ve küfürdür. Hıristiyan, Yahudi ve Budistler gibi haddi aşarak İmam Mehdi adında bir varlığa tapan mehdiperest Ahmedinejad ve Şiilerin İslam olabilmeleri nasıl imkânsız ise, vahyin buyurduğu İslami düzenlerin dışındaki rejimlere rıza gösterenlerde İslam değildir.

İslam adına herkesin kurtarıcı bir İmam Mehdi’si olması, neden sözde Müslümanların zillete mahkûm olduklarına bir kanıttır. Yoksa Allah’ın yardım ve desteğine duçar olmuş müminlerin herhangi bir alanda başarısızlıkları ve haçlı altındaki kullukları asla söz konusu olamaz.
   
Yaratıcı Allah’ın hükmü doğrultusunda cihad ehli müminleri teröristlikle yaftalayan haçlı emperyalistleri, kendilerini yok edip hakkı ve adaleti mukim kılacak mücahitleri dünyada karalayarak işgal ve zulümlerini kolayca sürdürmektedirler. Nefislere tavan yaptıran markalarıyla sömürgeci acımasız barbarlıklarını maskelemekte, şeytansı zalimliklerini ıslah ediciler olarak gizleyebilmektedirler.
    
“Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, "Biz ancak ıslah edicileriz" derler.” Bakara 11  
Kendilerine biat etmemiş toplumları terörist bahanesiyle işgal edip yeryüzünden silebilmek için sömüren ve katleden haçlılara verilen her prim, kıyametin bir işareti olsa gerek. Lakin şükürler olsun ki, sayıları azda olsa haksızlık ve adaletsizliğe karşı savaşan müminler, bir nebze de olsa dengeyi muhafaza ederek dünyada ki umut oksijenini tükettirmemektedirler. 

Haçlı barbarların hegemonyasındaki BM, dünyanın neresinde haykıran ve direnişte bulunan bir Müslüman topluluk var ise yargılamaksızın infaza kalkışmakta, yakıp yıkılmalarına geçit vermektedir. Buna karşı İslam ülkelerinin sessizlikleri hatta dolaylı yollardan destekleri, çok daha can acıtmaktadır.

Müslümanların kâfir-münafık cephesine karşı mücadelelerinden elde edecekleri mükâfat her ne kadar bu dünyada karşılık bulmasa da, ahrette ziyadesiyle karşılanacaktır. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? Zaten iman etmiş bir müminin beklentisi, ahrette ki ebedi yaşam değil midir?
        
Hangi düşman nereye çökerse çöksün, sonunda kaybedecek olan onlardır. Yaratıcısı Allah için kendini feda edenin ziyana uğrayabilmesi asla mümkün değildir. Her an üstün olan Allah’ın mutlak iradesini idrak edemeyenler, kozmetik ürünler misali etki kudreti oldukları sanılanların yanılgısıyla mahvolurlar.

Allah diledikten sonra, bir çalı parçasıyla dahi o muhteşem silahları yerle bir eder, güçleriyle övünüp böbürlenenleri savurtur. Her şey üzerinde iktidar sahibi Allah olduğuna iman edenin, beşeri herhangi bir güçten korkabilmesi ve direnişte bulunabilmemesi nasıl mümkün olur?

Nasıl ki şeytana kıyamete kadar verilen mühlet fayda sağlamayacaksa, şeytan adımlarını takip eden haçlıların da geçici hükümranlıkları yarar temin etmeyecektir.

Allah’a, Resulüne ve Kur’an’a iman etmiş bir mümin, dünyadaki debdebeye aldanarak içinde ebedi kalacağı ahiret hayatına bedel biçmez, hilkatteki eşlerinin gösterdikleri ilgi, itibar, tazim ve makamlara kanarak şahadet yüceliğini terk etmez.

Bilinmelidir ki, bedenleriyle Allah yolunda savaşma ayrıcalığını yaşayamayanlar, en azından maddi yardımlarıyla mücahitlerin yanında olmalıdırlar. Şükürler olsun ki, bugüne kadar Allah adına yaptığım yardımlar, doğrudan küfre karşı savaşan o eşsiz mücahitlere ve geriye bıraktıkları yakınlarına olmuştur.
   
“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Muttaki olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hala akıl erdiremiyor musunuz?” Enam 32

17 Ocak 2013 Perşembe

Dirilerini getiremediler…


Leşlerine törenler düzenlettirip kahramanlarmış gibi arşa yükselttirdiler!

Fransa’da hak ettikleri bir sonla ebedi cehenneme gark olan lanetli teröristlerin bulaşıcı cesetlerine gösterilen müsamaha, Diyarbakır’da çekilen PKK bayrağı ve meydan okuyuşların izlenmesini sindirebilmek mümkün değildir.

Öcalan’ı hain bir cani değil de Kürt Hakları adına savaşan onurlu bir yiğitmiş gibi bağrına basarak barış adına muhatap kabul edebilen ve PKK’nın da acımasız millet ve insaniyet düşmanı olduğu politikasını değiştirerek Kürt toplumunun temsilcisi sıfatı yükleyen bir devletin vatandaşı olmak utanç verici değil de nedir?

Sözde terörle mücadele adına yaklaşık 30 yıldır savaştığı PKK’yı elimine edemeyen devletin barış dili, apaçık bir teslimiyet ve boyun eğmedir. Bu sebeple başkaldırış gerekçelerinden zerre kadar geri adım atmayıp pişmanlık duymayarak ve tövbe etmeyerek hedefinden sapmayan PKK, sonunda devlete diz çöktürmüş, azılı katillerine düzenledikleri zafersi törenleri izlettirerek devleti çerçöp haline getirtmiştir.

Hiç kimse ama hiç kimse, ‘kan dökülmesin-analar ağlamasın’ şeytani söylemlerle Allah’a isyanı, onursuzluğu ve yanlışı meşrulaştırmaya kalkışmasın.

Bir bilen olan Allah, barışın nasıl ve hangi koşullarda sağlanabileceğiyle ilgili hükümlerde bulunmuş ve iman edenlerin şeytan tuzağına düşmemesi konusunda şartlar sıralamıştır.

Bugüne kadar PKKBDP’nin işledikleri cinayet ve uğrattıkları zararlar ile ilgili tek bir özrüne, pişmanlığına ve geri adımına şahit olunabildi mi? İhanetsi kararlılıklarıyla kademe kademe amaçlarına ilerleyen PKKBDP, işgal sonrası tüm sathı kapsayacak egemenlikleriyle Müslüman milleti tarumar edeceklerdir.

Eğer Allah bilmez, Başbakan Erdoğan bilir diyorsanız; Erdoğan’ın CHP’nin tanrısı Atatürk’ten ne farkı kalır?

Ku’an’a iman etmiş hiçbir mümin, PKK ile girişilen ihanetsi barışın karşılığını ayet yahut Kur’an’a mutabık tek bir hadisle kanıtlayamaz.

Dolayısıyla kayıtsız-şartsız iman etmiş bir Müslüman olarak, Allah ve Resulünün sözünden başkasının lâfı, ancak bir çöplüktür.

Ne var ki Ak Parti hükümetinin eceli gelmiş olmalı ki, zayıf olduğu halde güçlü sandığı şeytan tuzağındaki çözüm bataklığına düşebilmiştir.

Şüphe yok ki Ak Parti, haçlı emperyalizmine karşı maddi hiçbir çıkar gözetmeksizin Allah yolunda mücadele eden cihad ehlini yakalayıp ABD ve İsrail canavarlarına teslim etmesinin cezasını ödemektedir. PKK canilerini haçlılardan teslim alamadı ama Müslüman direnişçileri teslim etmekten beklediği mükâfatın karşılığını PKK’ya bayrak açmasıyla ödedi.

Allah’ın değil de PKKBDP şeytanının sözüne inanan bir hükümet; kimin safındadır?

 Onlar bir tuzak kurarlar, Ben de bir tuzak kurarım.” Tarık 15-16   

14 Ocak 2013 Pazartesi

Siyaset ve Politika…


Semavi olan siyaset ile semavi olmayan siyaset yani seküler politika; insanoğluna ne getiriyor ne götürüyor?
 
Kötülüğü, yanlışı, sömürüyü, zalimliği, savaşı, haksızlık ve adaletsizliği dünyada etkili kılan semavi siyaset mi, yoksa seküler politika mı?

Laik, özgürlük, bilim ve demokrasi maskesiyle nefsi egemenleştirip dünyada hüküm sürdüren seküler (din dışı) rejimler, benliği yüceltmesinden insanı insan yapan değerleri tüketip bitirmekle beraber yaratıcılarına karşı da asileşerek şeytanın safında yer almanın bedelini ödemekte ve ödetmektedirler.
  
Allah, indirdiği vahiyle her ne kadar düzen konusunda kurallar sıralasa da, yaratıcı Allah’a karşı kibirlenen ve böbürlenen insanoğlu, kendini tanrı ilan ederek nefsi doğrultusunda siyaset adına politikalar geliştirmek suretiyle devletleşmektedir.

Özellikle tek ve hak din İslam’a iman ettiklerini ileri sürenlerin seküler rejim temelinde vahyi devletten kopararak batıl olan küresel düzene ayak uydurmaları, kimlik karmaşası yaşamalarına neden olmakta ve bocalamaktan kurtulamamaktadırlar.

Söz ve davranışlarındaki tenakuzu peygamberimize iftira ettikleri uydurma hadislerle kamufleye kalkışarak vahyi kuralların aksine nefisleri güdümünde hareket etme hoyratlıkları, nasıl sapık bir yolda olduklarını da kanıtlamaktadır.
               
Hz. Peygamber'in asli görevi siyasetti. Vahyin inmesindeki amaç, tamamen siyasi odaklı olup insanoğluna gönderilmiş bir anayasadır. Bu anayasaya bağlı kalarak yasalar çıkartıp devlet kuran Hz. Muhammed (s.a.v), gerek yasama gerekse yönetme yetkisini elinde bulundurma emriyle, hem hukuki hem de siyasal bir otoriteyle görevlendirilmişti.

Allah’ın elçisi olma hasebiyle vahyi insanlara duyurmasından ötürü kendisine itaat ve ittibak zorunlu kılınmış, tüm insanların lideri olarak gönderildiğinden siyaseti ve kurduğu hukuk düzeni korunarak kıyamete kadar sürdürülmesi hükme bağlanmıştı.

“Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” Ahzab 36

Dolayısıyla iman ettiğini iddia edip de hükümlere boyun eğmeyenlerle inkâr edenlerin hiçbir farkları bulunmamaktadır. Hiçbir gerekçe, Allah ve Resulünün emirlerini uygulamamakta mazeret sayılamaz. Çünkü “bana güvenip dayanın vekil ve destek olarak ben size yeterim” vaadiyle her türlü elem ve kederden korunulacağı, zilletin ve mağlubiyetin tadılmayacağını bildirmiştir.

Hz. Peygamberin asli görevi olan siyaseti değil de siyasetten soyutlanmış teolojik bir inancın ön plana çıkarılması da seküler rejimlerin dayattığı bir manipülasyondur. Çünkü din, siyasetin ta kendisidir.

Din nedir?

İtaat, hizmet, birisinin emri altına girmek, başkasının üstünlüğünü kabul edip boyun eğmek, ilkelere ve prensiplere kayıtsız bağlılık, kanun, ceza ve millettir. Din, her ne kadar kutsal veya ruhsal bir yapıymış gibi tanımlanıp, fiziki hayattan, bilimden ve devletten uzak tutulmak istense de, gerçekte sosyal, ekonomik, ilmi, siyasi ve askeri yasaların bütünüdür. Hukuksal ve idaresel her anlayış ve rejim, kendine göre dini bir düzenektir. Söz konusu dinsel yapıya göre kanunlar yapılarak egemenlik hakkı güdülmekte, insanların itaat ve hizmeti şart koşularak üstün addedilen iktidarın emri altında ve onun hükümleri çerçevesinde tek hâkim güç olunduğunun tasdik edilmesidir. Bu sebeple, düzenin kurucusu, yasa yapıcısı ve yöneticisi, otomatikman tanrısal egemenlik hakkına da sahip olmaktadır. Dolayısıyla her toplum, idare edildiği düzene göre egemen kabul ettiği gücü veya güçlerin kuludurlar. Düşüncenin, rejimin ve düzenin adı her ne olursa olsun, o mutlaka bir dindir.

Siyaset nedir?

Siyaset, devlet yönetme sanatı olup, toplumun idaresi için yasalar çıkartan; insanları yöneten; asayişi temin eden; kötüye karşı mücadele veren; insanlar arasında hak ve adaleti, huzur ve güveni, birlik ve beraberliği, refah ve kalkınmayı sağlayan; etnik ve dini, ekonomik ve sosyal durumu ne olursa olsun hiç kimseyi kayırmayıp adaletle hükmeden; toplumun ve düzenin bekası için suçluya hak ettiği cezayı, iyiye de mükâfatı veren; idaresi altındaki insanların her biri için aş, iş ve barınak sağlamakla sorumlu olan; halkı tok, huzur ve güvende olmadan kendini emniyette hissetmeyen; dürüstlükten ve vicdandan ödün vermeyen, sadece kendi insanını değil insanoğlunu gözetip uğranılan haksızlıklara sessiz kalmayan kutsal bir yapıdır. Siyaset, kısaca yaşamın bütünü, suyu, nefesi ve ruhudur. Siyasetin olmadığı bir toplumda ne düzen, ne birlik, ne güç, ne adalet, ne de dirlik olur.

Başta Hz. Muhammed (s.a.v) olmak üzere, tüm peygamberler en mükemmel devlet adamları olarak siyasetin içinde yer alıp toplumları yönetmiş, hak ve adalet adına zalimlere karşı mücadele ederek doğruluktan sapmamışlardır. Dolayısıyla Kur’an, düzenin temel yapısı teşkil eden küresel bir anayasadır.

İnsanı insan yaratmadığına, ne yapıp yapmayacağını, kalbinden ne sakladığını, ne zaman ve nasıl ihanet ve nankörlüğe kalkışacağını ve geleceği bilmediğine göre; yaptığı anayasa ve çıkardığı yasalara güven duyulabilir ve düzen sağlayabileceği düşünülebilinir mi?
Ayrıca Tanrı nedir; kimdir; işlevi nedir; kudretinin etki gücü nedir; her şeyi mi yönetiyor; izni olmaksızın herhangi bir şey gerçekleşebilir mi; kurallarına riayet edilmeli mi; beşerce etkisiz kılınabilir mi; mağlup edilebilinir mi; iradesi savsaklanabilir mi; yazgısı bozulabilir mi; insan iradesinin Tanrı üzerinde yaptırımı var mı; gökyüzünde Tanrı yeryüzünde insan mı egemen; Tanrı doğuşta ve ölümde mi mevcut; Tanrıya inanılıp peygamberlerine inanmamalı mı; hükmettiği yasalara sırt mı çevrilmeli gibi soruların irdelenmesi akabinde Allah ve elçilerine tumturaklı iman edilebilecek, hata ve yanlışlardan sıyrılarak had aşılamayacaktır.

Siyasette insan; din de Tanrı gibi bir anlayışa hayvanlar dahi güler ve kendilerinden üstün ve akıllı insanların gerçekte nasıl sefil oldukları karşısında ancak pes derler.

Ruhun bedenden ayrılması nasıl insanı cesede döndürüyor ise; siyasetsiz bir din de tıpkı ruhsuz beden misali ölüdür…

Tanrı’nın, dinin ve siyasetin ne olduğunu bilmeyenlerin ahkâm kesişleri, tıpkı Konfüçyüs’ün öğrencisine verdiği yanıtla özetlenebilir. Talebelerinden biri Konfüçyüs’e; "Ölüm nedir?" diye sorduğunda, Konfüçyüs; "Hayat hakkında ne biliyorsun ki sana ölümden bahsedeyim." der.
Bir toplumun anayasası ne ise, dini de odur. Bir toplum kurtarıcı ve anayasa yapıcı olarak kime inanıyor ise, tanrısı da odur.

Kimi sözde İslam âlimlilerinin siyaseti şeytanla özdeşleştirebilmeleri, ya cehaletlerinden yahut bilinçli olarak vahyi seküler politikaya peşkeş çekerek çerçöpe çevirmek istemelerindendir.

Kur’an’ın ancak yazdığı Risale-i Nur adlı eseriyle anlaşılabileceği iddiasında bulunup kitabullah’ın önüne geçme cesaretinde bulunan Said Nursi adlı şahıs, Mektubat adlı batıl kitabının 22. sayılı mektubunda; "Şeytandan ve siyasetende Allah’a sığınırım" vurgusu, vahyin emrettiği dinin değil kendi batıl dininin yolunda olduğunu kanıtlamıştır. Zaten birçok açıklamasında sapkınlığını itiraf etse de; Allah’ın, İslam’ın ve peygamber amacının bilinmemesinden güvenirliliği sürebilmektedir.
 
İslam’ı siyasetten arındıran müşrikin ta kendisidir…

Allah’tan aldığı mesaja hiçbir katkıda bulunmayarak doğrudan insanlara ulaştırmakla görevli elçi, ayetleri devlet yönetiminden ayrı tutabilir mi? Dolayısıyla Resule itaat emri, tümüyle siyasal otoritesine tâbi olmayı zaruri kılar.

Hz. Muhammed (s.a.v)’in devlet yönetimindeki uygulamaları, özellikle günümüz Müslüman iktidarlarına örnek teşkil etmesi gerekirken, sanki kudret batıl güçlerdeymiş gibi umursanmamakta, böylece semavi siyaset reddedilmektedir. Oysa Allah Resulünün izlediği siyaset de bütün fert ve toplumları kapsayan ve bütün eğilimleriyle insan tabiatını göz önünde bulunduran bir genişlik ve derinlik taşımaktaydı.
Allah’tan başkasını koruyucu ve iktidar edinenleri Allah görüp gözettiğinden, görevi vahiyle uyarmak olan Hz. Muhammed (s.a.v)’in hiçbir sorumluluğu bulunmamaktadır.  Çünkü o, kendisine gelen vahyin gereğini yapmış, din ve devlet işlerinin birliğini bozmamıştı.   
(İnsanlar) kendi aralarında (din ve devlet) işlerinin birliğini bozdular. Hâlbuki hepsi bize döneceklerdir.” Enbiya 93
Siyaseti Allah ve Resulü mü bilir, yoksa nefsi galebe çalmış beşer mi?
Ayrıca kendini Allah ve Resulüne adayarak gerçekleri haykıran Vakit Gazetesinin uğradığı elim saldırı, hak yolda ilerlediğine bir kanıttır. Geçmiş olsun demeyecek, gazasını kutlamanın sevincini paylaştığımı ifade ediyorum. 

9 Ocak 2013 Çarşamba

Yüzyılın münafığından inciler…


Azılı İslam ve millet düşmanı PKK müşriki ile sözde barış adına girişilen teslimiyetsi müzakerelere destek veren Fetullah Gülen, Nisa Suresi 128. Ayeti referans göstererek sulh için “el de öpülebilir, etek de öpülebilir” açıklaması, ne kadar cahil ve ayet saptırıcı bir münafık olduğunu kanıtlamıştır.

“Şu ümmet için en çok korktuğum şey, dili ve sözleri ile âlim; kalbi ile cahil olan kimselerdir.” Hz. Ömer (r.a)

Söz konusu ayet, birbirlerine düşman olmayıp sadece geçimsizlikten ve birbirlerine yüz çevirmelerinden ötürü endişe duyan eşleri sulha çağırmakta,  dolayısıyla hayra işaret etmektedir.
PKK denen müşrikle yapılan barış diyaloglarını ayetlere atıfta bulunarak dolaylı yollardan meşrulaştırma çabasının açıkça bir manipülasyon olduğunu kendide itiraf etmektedir. Diyor ki, “Ayetin belli bir hadise ile alakalı olmasının, onun mana ve kapsamının da hususi kalmasını gerektirmeyecektir.”
 
Oysa ayette mevzu edilen olay geçinemeyen karı-koca ilişkisi, diğer tarafta ise önüne geleni katleden sapkın bir terör örgütü! Bu iki olayı müsavileştirebilmek ve aynı açıdan değerlendirebilmek mümkün müdür?

Ayrıca Allah, Maide suresi 208. Ayette; Ey iman edenler! Hep birden barışa girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o, apaçık düşmanınızdır.” buruğuyla, yalnızca kendine iman ettikleri halde ayrılığa düşmüş müminleri barışa davet etmektedir. Yaklaşık 700’e yakın ayette de kötüye karşı savaşılmasını ve iyiliğin egemenliği için ne cezadan vazgeçilmesini ne de tövbe edinceye kadar bırakılmalarını emretmektedir.

Bu sebeple din ve insanlık düşmanı canileri eşlerin geçimsizliklerinden doğan anlaşmazlıklarıyla aynı düzeyde kıymetlendirmek, apaçık bir cinayet ve ayetleri alaya almaktır.

Açık ve seçik ayetlere karşı gelen Gülen, ayetle kesinlikle ilgisi olmayan katilleri sulh adına aklama girişimi, ne denli bir düşman olduğunu belgelemektedir.

Madem öyle:

“Dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” Bakara 120

“Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.” Maide 51

“Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa, artık onun Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur. Ancak kâfirlerden gelebilecek bir tehlikeden sakınmanız başkadır. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş yalnız Allah'adır.” Al-i İmran 28

“Allah nezdinde hak din İslam'dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah'ın ayetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah'ın hesabı çok çabuktur.” Al-i İmran 19

“Kim, İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.” Al-i İmran 85

“Sizin dininize uyanlardan başka hiçbir kimseye inanmayın.” Al-i İmran 73

Görüleceği üzere; gerek yorumları gerekse davranışlarıyla yukarıdaki hükümlerin tamamına muhalif olan Gülen, arzularına uyduğu hıristiyan ve yahudilerin sevgi, destek ve rızalarını kazanmış olmasının küfrü içindedir.

Allah, hak ve tek din olarak İslam’ı belirtmesine ve İslam’dan başka hiçbir dinin kabul edilmeyeceğini vurgulamasına rağmen; neden Gülen, hıristiyan ve yahudilere tek dinin İslam olduğunu ve kendilerinden inandıkları dinlerinin kabul edilmeyeceğini söylemekten kaçınmaktadır?  Sürdürdüğü dini diyalogla Allah’a savaş açan Gülen, barış adı altında hıristiyan ve yahudileri dost edinerek mi İslam’a hizmet etmektedir?

İşte Gülen, apaçık ayetleri yok sayıyor ama PKK ile sürdürülen teslimiyetsi barış için Kur’an’dan ahkâm keserek, ayetleri eğip bükmek suretiyle küfre peşkeşini sürdürebiliyor.

Fetullah Gülen’in öncesinde cennette yaşayan şeytan misali saptırılmış olması her ne kadar aşikâr ise de, kimilerince Allah ve Resulünün önüne konularak daha iyi bildiği konumu çarpıklıkları da beraberinde getirmekte, böylece vahiy doğranmaktadır.

Öyle ki, Peygamber efendimizin yaptığı Hudeybiye Antlaşması’nı örnek göstererek, “Hudeybiye Sulhu'ndaki mantık ve muhakemeyle, yapılması gereken şey neyse onu yapmak lazım” açıklaması, ya Hudeybiye Anlaşması’nı bilmediğini ortaya koymakta ya da bilinçli saptırmaktadır.
Hudeybiye Antlaşması, teslim olan Mekkeli müşriklerin İslam devletinin şartlarını kabul etmeleriyle yapılmış, dolayısıyla barış maddeleri İslami hukuk çerçevesinde belirlenmiştir. Günümüzdeki PKK’lı müşrikler misali Mekkeli müşrikler hiçbir talep ve dayatmada bulunmamış, İslam devletinin ve Kur’an’ın bekası adına insani değerlere ve adalete razı olmuşlardı. 

O zaman nasıl Mekkeli müşrikler Müslümanların savaş için geldiklerini zannedip korkuya kapılarak söz konusu anlaşmayı teklif etmeleriyle sulh sağlanmış ise, bugün PKK’lı müşrikler meydan okumasını sürdürmekte ve Müslüman Mehmetçiklerimizi şehit etmeye devam etmektedir.

Oysa yapılmak istenen barış, sanki Mekkeli müşrikler misali devlet mağlup olmuş ve PKK’lı müşriklerden korkmuşçasına ‘aman’ denilerek barış teklif edilmiştir.
   
BDP Genel Başkanı terörist Demirtaş, “Yendiyseniz neyi müzakere ediyorsunuz” ana başlığıyla devlete ve millete meydan okumasını sürdürmekte, asla taviz vermedikleri ültimatomlarını daha da cesaretlenerek sıralayabilmektedir.

Ancak hükümete “el de öpülebilir, etek de öpülebilir” fetvasını veren F.Gülen, düşmana karşı onursuz ve imansız bir beyaz bayrak çektirebilmiştir. Oysa Allah resulü, Hudeybiye Antlaşması ile Mekkeli müşriklere beyaz bayrak mı çekmişti?

Maalesef Başbakan Erdoğan, “Para her şeyi yapar” felsefesiyle güttüğü Manukyan politikası doğrultusunda askeri harcamaları kısıtlayabilmek, terörle mücadelenin ekonomiye getirdiği yükü engelleyebilmek ve oy kaybına uğramamak için, neden PKK’nın elini de eteği de öpmesin? Nasıl olsa hocaefendi fetva vermedi mi?
 
PKK, asla barışa yanaşmamakta ve taleplerinden zerre misali ödün vermemektedir. Gerçekte sözle değil özde barış yanlısı bir politika gütselerdi, kabadayılığa son verir, benliği terk eder ve silah bırakırlardı. Zaten en korkunç ölümcül hata, Müslüman Kürtlerle PKK’lı müşrikleri özdeşleştirmek değil midir? 
   
Kanla ve ağlayarak doğan insanoğlunun kanını ve gözyaşlarını durdurabilmek imkânsızdır. Bugün kan akmasın ve analar ağlamasın diyerek lanetli PKK ile uzlaşarak huzur ve güvene kavuşacaklarını sananlar, bilmelidirler ki etraflarını çevreleyen binlerce musibetle o kanlar akacak ve anaların gözyaşları durmayacaktır. Ne zaman ki doğum kansız ve doğan bebekler gülerek dünyaya gelirler, o zaman kandan ve gözyaşlarından kurtulabilinir.

Allah, üstün durumda olan Müslümanların dahi barışa gitmelerini yasaklamışken, F.Gülen kim oluyor ki müşrik canilerle yapılacak bir barışı savunabilmektedir? Demek ki Gülen, İslam’a göre değil hümanizme göre fetva vermekte, Türkiye’nin parçalanmasına ve ezeli bir düşman edinmesine çabalamaktadır.

PKK’ya güneydoğu verilse de, gözünü İstanbul’a dikeceğinden şüphe duyulmasın. Aslında kalplerinde yatan Türkiye’nin tamamıdır.

Hıristiyan ve yahudilerle yaptığı ittifak doğrultusunda misyonunu sürdüren Gülen, Allah yolunda cihad eden Müslümanlara nasıl hasım ise, Müslüman milletimizin de düşmanı olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü dostları haçlı Batı, vahyin emrettiği Müslüman bir Türkiye değil Gülen’in asimile etmeye çalıştığı münafık bir Türkiye özlemindedir. Yoksa Gülen’i neden desteklesinler! 
     
Üstün durumda iken gevşeyip barışa çağırmayın. Allah sizinle beraberdir. O amellerinizi asla eksiltmeyecektir.” Muhammed 35   

Yoksa Allah, barış düşmanı mıdır?
    

4 Ocak 2013 Cuma

Allah ve Resulünün yanında Atatürk bir hiçtir…


CHP Genel Başkanının; “Atatürk’e karşı çıkmak vatan hainliğindir” açıklaması, Atatürk’ün bir tanrı olduğu deklarasyonudur.

Türkiye gibi dünyadaki toplumların sahip oldukları vatanlar, tamamıyla Allah’ın arzıdır.  Allah, kimi toplumların vatanlarını genişletir, kimi toplumların vatanlarını daraltır, kimi toplumları da vatansız bırakarak egemen güçlerin sığıntılığına terk eder. Dolayısıyla hiçbir vatan kişiye endekslenemez, o vatanın varlığı ve bağımsızlığı için fedakârlık yapıp canını veren her fert, diğerinden ne aşağı ne de üstün tutulamaz.

Bir arada yaşayan yahut farklı milletlere haiz toplumların ortak paydası ulus, ırk veya kültür değil doğrudan dindir. Tüm milletlerin tek safta bütünleşip uğruna mücadeleye değer edindikleri amaç, yegâne dindir. Dinsiz bir idealin etrafında farklı ırk ve kültürleri bir araya getirmek imkânsızdır. Her ne kadar çıkara odaklı bir bütünlük oluşturulmaya çalışılsa da, dinin devreye girmesiyle kurulan yapı otomatikman çöker.  Ulusal yapı ise, tıpkı tükürükle yapıştırmaya benzediğinden güveni ve istikbali mevzubahis değildir.

Ancak tanrısal hüviyet taşıyan ve tanrının elçisi olanlar ırk, kültür ve tebaalarını ikinci plana öteleyerek toplumun ortak paydası olabilir. Bu sebeple Atatürk bir tanrı yahut herhangi bir dini temsil eden peygamber mi ki, herkesin ortak paydası olabilsin?

Nasıl ki Hz. İsa (A.S), Hıristiyanların ortak paydası olup bağlı tüm milletleri tek çatı altında birleştirebiliyor; Hz. Muhammed (S.A.V)’da Müslümanların ortak paydası olup bağlı tüm milletleri tek çatı altında toplayıp uğurlarına canlar verilebiliyor ise; Atatürk kimdir?

Atatürk, Kemalist dinin kurucusu ve Kemalistlerin ilahı olabilir; lakin Müslümanların, Hıristiyanların ve bilumum farklı inançlıların yaşadığı bir vatanda karşı çıkılmaz bir tanrısallıkla yüceltilmesi, apaçık bir saldırı, hür inanç ve düşünceye darbedir.

Atatürk, Allah’a olan iman ve inancı reddedip aklın üstünlüğünü kabul eden ateist bir anlayış olan laisizm ile Allah’ı, peygamberlerini ve dinlerini reddeden bir devlet adamı değil miydi? Nasıl olur da herhangi bir Müslüman, Hıristiyan veya Yahudi’nin Atatürk’e karşı çıkmaması beklenir? Bu durumda Atatürk’e değil de dinlere karşı çıkılması mı vatanperverliktir?

Atatürk’e karşı çıkmak vatan hainliği de Allah’a, peygamberlerine ve dinlerine karşı çıkmak nedir?
      
Vatanın bekası ve bağımsızlığı için canlarını verenler Allah için değil de Atatürk için mi savaşarak şahadet mertebesine ulaşıyorlar?

Atatürk adına millete ve hükümetine savaş açıp acımadan tepelemeye kalkışan 28 Şubatçılara, Ergenekon ve Balyoz Terör Örgütlerine karşı çıkmakta mı vatan hainliğindir? Acaba CHP’ye karşı çıkmakta mı vatan hainliğidir?

Devleti Osmanlıyı yıkıp yerine CHP Diktatörlüğünü kuran Atatürk’ü, milletimizin 600 yıllık şanlı ve şerefli bir devleti yokmuş gibi devlet sahibi yaptığı anlayışı, dinsiz bir devlet kurmuş olmasından mıdır? 
    
Herhangi bir Müslüman vatandaşın vatan için girdiği ölümcül mücadeleyi Allah için değil de Atatürk için yapması mümkün müdür?

Derece bakımından şehitliğin gazilikten daha üstün olduğu aşikârken, vatan için canlarını veren şehitlerin Atatürk’ten daha üstün olduğu ortaya çıkmıyor mu?

Ruhun bedene emredip düşünce ve davranışlarını yönlendirerek can, ilim ve bilim katması misali vahiyde siyasete emrederek düzeni, hakkı ve adaleti sağlar. Nasıl ki ruhun bedenden ayrılması ölümü gerçekleştirir ise, vahyin siyasetten koparılması beşeri tanrılaştırır, dolayısıyla nefsin hüküm sürdüğü karmaşa vicdanı ve adil yargıyı biçer.

Allah’a, Resulüne ve İslam’a itikat etmiş biri olarak Atatürk’e karşı çıkmam vatan hainliği ise, böylesi bir vatan hainliği ancak bir onur ve kurtuluştur. 

Müslüman milletin amansız ve ezeli düşmanı putperest ve ayrılıkçı CHP’nin iktidara gelemeyeceği tartışılmazdır. Her ne kadar taktığı maske ve attığı taklalarla kendini kamufle etmeye ve İslam’a karşı Atatürk’ü kullanarak zihinleri karıştırmaya gayret etse de, gerçeğin açık perdelerini kapatmaya yeterli olmayacaktır.

Ülkedeki terör olaylarının ve isyanların odağı olan CHP, ancak terör faaliyetlerine ve ayaklanmalarına gizli destekle umut olabilme arayışlarından bir sonuç çıkaramayacaktır. Üniversitelerde baş gösteren protestolardan tutunda sokaklardaki gayrikanunî yürüyüşlere kadar hepsinin senaristi ve azmettiricisi olan CHP, hazırladığı tuzaklar ve oyunların içinde can çekişecektir. Günlerdir konuşulan ODTÜ’deki olayları bizzat hazırlayarak öğrenci masklı militanlarını provoke etmek suretiyle Başbakan’ın yaptığı fevkalade hayati açılışı engellemeye çalıştıran CHP’dir. Ama çapulcu birkaç öğrenci gündeme getirilerek, asıl şeytan gizlenebilmiştir.

Müslüman düşmanı Kemalist ve solcuların “Üniversiteler bizimdir” sloganıyla Başbakan’a ve halka savaş açmaları, tıpkı Donkişot’un yel değirmenine meydan okumasından farksızdır. Bunlar sermayeye de karşıdırlar ama dünya nimetlerinden faydalanabilmek için kapitalistten daha insafsız ve hırslıdırlar. Oysa kimdirler ki, üniversiteler onların olacak! Üniversiteleri kuran ve bütçelerini veren hükümetin başını üniversiteye sokmak istemeyenden daha pespaye kim olabilir? Sadece üniversiteler mi, vatanı dahi kendilerinin sanan mahlûklar, ütopyalarından öteye geçip sabrın tükenebileceğini muhakeme edememektedirler. Her ağzı ve beyni olan insan olabilir mi?

O kadar düşmansı bir politika içindedirler ki, muhalefet edilmemesi gereken dış ilişkilerde dahi sorunlu olunan zalim iktidarlarla işbirliğine girişerek hükümetin yani devletin aleyhindeki ihanetleri, asıl amaçlarını da ortaya koymaktadır. 
           
CHP, millete sağlayacağı bir yarar olmamasından Atatürk ile vahametini örtbas etmeye çalışmaktadır. Atatürk’ten başka bir politikası ve çözümü bulunmadığından, tıpkı dinsel münafıklar gibi beş vakit Atatürk’ü anarak secde yaptıklarından, Atatürk ile aldatmaktadırlar.

Daha önceki birçok yazında da ifade ettiğim gibi CHP, Müslüman milletimizin tek hasmı olup PKK’dan daha acımasız ve fitnecidir. Hegemonyası altında bulundurduğu asker, yargı ve üniversiteleri millet egemenliğine kaptırmasıyla arda kalmış çetecikleriyle çıkaracağı kaoslar sayesinde iktidara geleceğini düşünen CHP, asla uzlaşılabilmesi mümkün olmayan bir düşmandır.

PKK yola gelebilir ama CHP asla!

Ülkemizde tek bir Müslüman kalmayıncaya kadar çatışmadan vazgeçmeyecek olan CHP, milletin başına her türlü belayı sarmaktan kaçınmayacak, dini değer taşıyan herhangi bir iktidarı sindiremeyecektir.

CHP’nin Atatürk bağlılığı, tıpkı Hıristiyanların tanrılaştırdıkları İsa’dan faksızdır. Oysa o İsa, Allah’ın elçisi bir beşer olan Hz. İsa (a.s) olup, Müslümanlarca da iman edilmiş bir peygamberdir. Atatürk’te milletimizce sevgi ve saygıya duçar olmuş bir lider olup, CHP’nin tanrılaştırdığı o Atatürk değildir. 

Benim nezdim de vatanı uğruna şehit düşen her Mehmetçik, Atatürk’ten daha değerlidir.