30 Kasım 2011 Çarşamba

İran tehdidi haksız mı?

Ekilenin biçileceği her ne kadar tartışılmaz ise de; vahyin hükmettiği dışında düşmanın dost, dostun da düşman olamayacağı hem ilahi bir teyit hem de yaşanılmış tecrübelerdir. En büyük ihanet ve felaketler, çıkara odaklı ilişkilerdir. Dolayısıyla çıkar, riyakârlık ve korkuyu, korku da boyundurukluğu doğurur. İlahi hükümlere aldırış etmeksizin herkesin nefsi menfaati doğrultusunda birbirini sömürmesi, özün yitirilmesini ve çok daha berbat bir ziyanın yol açmasını tetiklemektedir.

Üretilen çeşitli mazeretler, asla İslam’a karşı sürdürülen din savaşını örtbas edemez. Allah, birçok ayetinde buyurduğu üzere; “ancak Müslümanlarla din hususunda savaşanlar, bozgunculukta bulunanlar, fitne çıkaranlar, din kardeşlerini düşmanlara peşkeş çekip işgal ettirerek yardım edenlerle” dost olunmaması, ittifak kurulmaması, işbirliğine girilmemesi emredilmiş ve kim onları dost edinir ya da müttefikliğe girişirse onlardan farksız zalim olmakla yaftalanmışlardır.

Haçlı Batı ve Siyonizm’in bitmek tükenmez ezeli İslam düşmanlığı vahiyce de bildirilmesine rağmen, sözde İslam kimlikli iktidarların geçici çıkarlarını gözetebilmek maksadıyla düşmanlarıyla kurdukları ittifaklar hükmen teslimlerine, karşı çıkan yahut direnen Müslüman kardeşlerine cephe almalarına neden olmuştur.

İliklerine kadar haçlıların tutsağında varlık sürdüren çakma iktidarlar, şatafatlı yapıları ve ekonomik güçleriyle dokunulmaz olacaklarını varsaysalar da dost sanıp korundukları barbarlarca nasıl bir bir helak edildiklerini ya da hortumlandıklarını inatla kabul etmek istememektedirler. Çünkü onların egemen olmadığı bir dünyayı cehennem addettiklerinden nasıl korunup kollanacakları paranoyasıyla sürekli şüphe ve tereddüt içinde bocalamakta, dolayısıyla sahip oldukları dünya nimetlerine ve canlarına bir halel gelir endişesiyle mücadele etmekten kaçınmaktadırlar. Oysa haçlıların safında ittifak kurdukları İran İslam Cumhuriyeti öyle mi?

İran, onlar gibi beşerden değil Allah’tan korkan ve gücüne inanan bir imana sahip olmasından aldatıcı ve geçici yaldızlı yapılara, kölesel övgülere, yapay birlikteliğe ve saltanatsı iktidara önem vermemiş, istikbaldeki tehlikeyi hiçbir zaman göz ardı etmeyerek kıyametsi savaşa hazırlık yapmıştı. Onlar, her an yıkılacak yapıları ve şeytansı çağdaşlıklarıyla övünürlerken; İran, hiçbir gücün zincir vuramayacağı bağımsızlığı ilke edinmek suretiyle silaha yatırım yapmış ve halkını savaşa hazırlamıştı. Hakkında yazılmış ecelden hiçbir milletin kaçamayacağı itikadıyla ne ABD’den ne Avrupa’dan ne de başka birinden korkmuş, haksızlık ve adaletsizlik karşısında şereflice olabilecek bir şahadetin sonsuz saadetine güvenerek tetikte beklemektedir. “Analar ağlamasın, gençler ölmesin” gibi teslimiyetçi duygulara pirim vermemiş, varlığının yegâne amacı olan mücadeleyi dinsel iman ve yaşamsal onur yapmıştır.

Ölümün bir yok oluş değil kurtuluş ve ebedi dirlik olduğuna inanmış bir toplumun karşısında hangi güç barınabilir? Yaşam ya da çıkar için savaşanla şehit olabilmek için savaşan bir olur mu?

İranlı üst düzey bir komutan; “İran’a karşı bir saldırı oluşursa ilk adım olarak Türkiye’deki füze kalkanı sistemlerini vuracağız ve daha sonra diğer hedeflere yöneleceğiz” sözlerini milli değil insani ve savunma maksatlı değerlendirdiğimizde tepki duymamızın haksız olacağı ve bir Müslüman olarak aynı duruşu sergilemekle yükümlü olduğumuz tartışılmazdır.

İran’a karşı düşünülen savaşın apaçık bir din savaşı olduğunu ve Müslümanların kendilerini tehdit edici bir güçten korktuklarından diğer İslam ülkeleri gibi boyun eğdiremedikleri İran’ı hedef aldıkları, hatırlarsanız Irak’ı İran’la savaştırmalarına dayanır. Ancak İran’ın dininden ve onurundan başka kaybedecek hiçbir şeyi bulunmadığını hesap edemediklerinden, başta Türkiye olmak üzere tüm körfez ülkeleri cehenneme dönerek o böbürlendikleri zenginlikleri yerle bir olacak, en pahalı markalarla süsledikleri nadide bedenleri, kuşandıkları mücevher ve gösterişli makyajlarıyla toprağa karışacaklardır. Irak’ta ırzlarına geçilen Müslüman kadınları, hunharca işkenceler altında katledilen kardeşlerini ve kafaları gövdelerinden ayrılan çocukları rahat koltuklarından izleyenler, aynı felaketi yaşamayacaklarını mı sanıyorlar?

Nasıl olurda bir Müslüman, Allah’ın apaçık uyarısına karşın din kardeşine değil de ebedi düşmanına dayanıp güvenebilir? Nasıl olurda dinlerinin hasımlarıyla aynı cephede kardeşlerine karşı savaşır ya da aleyhlerine destekte bulunabilir?

Sanki kendileri vahyi bir yoldaymışçasına İran mezhebini eleştirmeleri ve acımasız düşmanlarını değil de Müslüman kardeşlerini tehlikeli sayabilmeleri nasıl vahiy karşıtı olduklarını ve gerçekte iman etmediklerini göstermektedir.

Allah’tan temennim o dur ki, şımarıklıktan haddi aşan özellikle Müslüman toplumların savaşla yüzleşmeleridir. Bilhassa İran’la çıkabilecek bir savaş; neyin gerçek neyin yalan, kimin dost kimin düşman, kudret sahibi Allah mı yoksa Batı mı olduğunu ortaya çıkaracaktır.

Ayrıca Esad rejimi zalim ve acımasız da olsa Siyonist karşıtlığı duruşu, akla İsrail yanlısı bir hükümetin mi başa getirilmek istendiği şüphesini doğurmaktadır. Haçlılarca Müslümanların kuşatıldığı bir zamanda özgürlük ve demokrasi bahanesiyle devrim adına baş gösteren isyanlar normal midir? Başbakan Erdoğan’ın İslami siyaseti değil de seküler laik rejimi dayatması kimin güdümüdür ve kimin çıkarlarına hizmettir? ABD ve İsrail düşmanı her kim, ne kadar kötüde olsalar onlardan daha beter değillerdir.

İsrail’in kardeşlerini ve vatandaşlarını katledip meydan okumasını özde elem edinmeyip sadece sözle dile getiren Başbakan Erdoğan’ın İsrail’i İran’a karşı koruma amaçlı radarı ve sonrasında füze rampalarını Türkiye’ye konumlandırması, asla güvenilmeyeceğini ve Hıristiyan-Siyonist çıkarlarına hizmet ettiğini kanıtlamaktadır.

Dinen Fetullah Gülen ile siyaseten Başbakan Erdoğan’ın izledikleri yol aynı olup, yalnızca Türkiye aleyhine değil İslam ve insanlık âlemi içinde korkunç bir tehdit oluşturduklarını düşünmekteyim.

Öyle daldan dala zıplayarak birilerini kandıramayacakları anlaşılmış, daralan saha safı zorunlu kılmıştır. Hem batılın hem de hakkın tarafında olunamayacağı hakikatiyle kendilerine güvenenleri ne ahrette ne de dünyada ateşe atmayacaklarını ve mutlaka çark edeceklerini umut ediyorum.

ABD ve İsrail’in hırslarına uyarak İran ile çıkabilecek bir savaşta kaybedecek olan Türkiye ve Körfez Ülkeleridir. Bilmelidirler ki Türkiye’deki hiçbir Müslüman, ABD ve İsrail çıkarları adına İran’a karşı durmayacağı gibi İslam adına İran’ın safında yer alacaktır. Hiç kimsenin aptal olmadığı ve her ne kadar ahkâm kesilse de İran Halkıyla kardeş olan Türkiye; Irak, Afganistan ve Libya’daki ihaneti bir kez daha tekerrür ettirmeyecek ve geçmişte olduğu gibi gelecekte de emperyalizme ve barbar emellere son verecektir.

İranlı komutanın din kardeşliğine vurgu yaparak milletimizin dikkatini çekip; “Türkiye’ye yerleştirilecek füze kalkanı sistemi, NATO’nun değil ABD’nin istemi üzerine İsrail’i koruma amacıyla yapılıyor. Onlar, başta Türk halkı olmak üzere dünya kamuoyunu kaldırmak için NATO’un bu işi yapmak istediğini söylüyorlar. Günümüzde Siyonist rejim (İsrail) işlerini ABD adına, ABD ise işleri NATO örtüsü altında yürütmektedir. Buna rağmen Türk halkı bilinçlidir ve biz inanıyoruz ki bu akıllı millet bu komployu önleyecektir. Müslüman Türk halkı, zamanı geldiğinde bu sistemi paramparça edecek” sözleri, gerçeğin ta kendisidir.

Komşularla sıfır sorun politikasının altında yatan amacın tamamen ABD ve İsrail çıkarlarına dayalı bir müstemleke bölgesi oluşturabilmek gelişmelerle kanıtlanmış ve vahyin vurguladığı cihadı akıllarınca ortadan kaldırarak haçlılara kulluğu muhkem kılabilmek olduğu anlaşılmıştır. Ancak İran, oyunu bozduğundan saf dışı bırakılmak istenmektedir.

Ne yapılırsa yapılsın insanlık düşmanı İsrail’in cehennemsi sonu önlenemeyecek, taraf olanlarda aynı akıbete uğrayacaklardır.

Müslüman için ölümün bir izzet, şeref ve ebedi ölümsüzlük olduğu gerçeğini hiç kimse değiştiremeyecek, bir saniye sonrası meçhul olan aldatıcı dünyanın heva ve hevesine kaptıramayacaktır.

Allah, ancak hükümlerine teslim olmuş muttakilerle beraberdir. Dolayısıyla kâfirce veya münafıkça dünyada birkaç gün daha fazla yaşamak ya da daha fazla saltanat sürmenin ne kazancı olabilir?

Allan nezdinde 1 gün, bizim saymakta olduğumuz 1000 yıl kadar ise; acaba kaç kişi 1 saatten fazla yaşamaktadır?

Milyonlarca musibetin kuşatması altında olan insanlar, hangisine karşı tedbir alma iradesine sahiptir ki mücadeleden kaçarak kurtulabileceğini sanmaktadır?

“Onlar senden azabın çabuk gelmesini istiyorlar. Allah vadinden asla dönmez. Muhakkak ki, Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.” Hac 47

26 Kasım 2011 Cumartesi

F.Gülen kalbe değil cebe odaklıdır…

Fetullah Gülen fıkhı, insanın iman ya da inkâr etmesinin hiçbir önemi bulunmadığı; inancı, düşüncesi ve davranışı ne olursa olsun insan olmasından ötürü mutlaka saygı duyulması ve hayat felsefesi şeytani bile olsa kesinlikle gözetilmemesi, maddi yardımların iman için yeterli olacağı üzerine inşa edilmiştir.

Oysa Allah, Nas Süresi 6. Ayette cin yani şeytanla insanları eşdeğerde tutmuş ve “Gerek cinlerden gerek insanlardan” müteşekkil bütün vesvesecilerin şerrinden Allah’a sığınılmasını müminlere buyurmuştur. Allah, cinlerin kötülükteki temsilcisi şeytan ile insanların kötülükteki temsilcisi kâfir ve münafıkların birbirlerinden farkı olmadıklarını uyararak, fenalıklarına karşı Allah’tan başka barınılacak hiçbir gücün bulunmadığı, ortaya koyduğu hükümler dışında kurtuluşun mümkün olamayacağı ve saptıranlardan sakınılması zaruriyetini vurgulamıştır. Bu sebeple birçok ayetinde “Ey cin ve insan topluluğu” hitabı, Kur’an ve Hz. Muhammed (S.A.V)’in sadece insanları değil cinleri de bağladığını, dolayısıyla şeytanın cin zürriyetinden olması misali ebedi olarak lanetlenmiş hilkatte insan olan kâfir ve münafıklarında iman ve küfür noktasında ayrı tutulamayacağı deklare etmiştir.

En’am Süresi 112. Ayette, ”Her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık” emrine rağmen Gülen; “herkese karşı bağrımızı açmamız lazım. İnsan, Allah’ın sanatı insana saygı duyulur. Başkalarının anlayışlarına başkalarının telakkilerine dünya görüşlerine hayat felsefelerine saygılı olmak ayrı şeydir. İşte söven adama, sultanım sinem sana da açık gel seni de bağrıma basayım der. Bence günümüzde buna ihtiyaç var, mukabele de bulunmamak lazım. Hiçbir şey orda hissedilmemeli. Kötülükleri unutma mevzunda ciddi gayret göstermeli” düşüncesi, Allah’a apaçık bir başkaldırı ve lanetli düşmanı sevgili bir dost edinmektir. İnsanın da bir şeytan olduğunu biliyor muydunuz?

Abese Süresi 17. Ayette; “Kahrolası insan! Ne inkârcıdır” buyurarak, insanların çoğunun şükretmediklerini ve ne kadar böbürlenseler de Nisa Süresi 28. Ayette buyrulduğu üzere zayıf yaratıldıkları bildirilerek, peygamberlerin uyarılarına ve iman etmeleri konusunda ısrarcı olmalarına karşın çoğunun iman etmeyecekleri Yunus Süresi 103. Ayetle noktalanmıştır. Böylece Allah’ın saptırdığını peygamberlerin dahi doğru yola iletebilmeleri mümkün kılınmamaktadır. Ancak hainlere sözde insan olmaları sıfatıyla sinesini açan F.Gülen, Allah’ın tartışılmaz ve asla değişmez hükümlerine karşı gelerek, peygamberler üstü hidayet veren bir konumla açtığı okullar, vaazlar, kitaplar ve batıl olan hümanist hoşgörü felsefesiyle sapanları doğru yola kavuşturabileceği iddiası, ancak sömürgeciliğinin bir taktiğidir.

Tumturaklı teslim olmayıp iman etmeyenlerin Allah’ın, meleklerin ve insanlığın lanetine uğradıkları yaftası, şüphesiz nankörlükleri, Allah emirlerini kendi istek ve düşüncelerine göre seçmeleri ve düşmanları memnun edici yorumlarla haddi aşmalarının bir sonucudur.

Örneğin; nüfusunun % 95’i Müslüman olan Türkiye’de halkını tahrik ederek dinine meydan okuyabilen Hakkı Devrim adlı 80’lik bir ucube, yüce peygamberimizi “kabile şefi” ve “Kur’an’ın vahiy olmadığını” açıklayabiliyor; diğer taraftan ezan sesi hiç duymamış bir gayrimüslim ise İslam’la bütünleşebiliyor. Peygamberimizi öldürmeye gelen Hz. Ömer’in bir anda imana erişmesi ile cennette yaşayan şeytanın bir anda saptırılarak ebedi lanete uğraması dikkatle muhakeme edildiğinde; fayda ve zarar verme gücünün sadece Allah iradesinde olduğu anlaşılabilecektir.

Eğer hidayet verici böylesi bir irade; Gülen ve benzeri seçilmiş addedilenlerce başarılabiliniyor ise, neden Hakkı Devrim gibi kâfirleri imana getirmeleri bir yana, üstelik küfür de ettirebiliyorlar? Acaba kâfir Hakkı Devrim gibi söven adama da sinenin açılabileceğini ve bağra basılabileceğini savunan Gülen, Maide Süresi 33. Ayet gibi birçok hükümde mukabelesel bir ceza emrolunmuşken; nasıl iman etmiş bir mümin olabilir? Böylece küfür ve kötülüklerin unutulmasını İslamsız bir insanlıkla özdeşleştirebilen Gülen; tıpkı kâfir Mihri Belli’nin ölünce İslam’i usullerde Diyanetçe kıldırılan cenaze namazı misali, müşrik Hakkı Devrim’in de cenaze namazını kıldırabileceğinden ve rahmet okuyabileceğinden şüphe yoktur.

Ayrıca halkının dininden ve ezanından fevkalade rahatsız olup, Müslüman milletimizi “ilkel Kureyş kabilesinin inançlarına teslim olmakla” sözde aşağılayan ve Müslümanları Türk saymayan kâfir Esin Afşar adlı sanatçı artığının cenaze namazı da İslami bir törenle kıldırılabilmiştir. Neden dirisini yakıştırmadığı İslam’a ölüsünü emanet etmişti? Neden ilkel bir gömüyü o nadide bedenine layık görmüştü?

Vahyi retçi Fetullah Gülen’in yanlışlarını hediye edip Allah ve Resulünün emrettiği yola davet etmemle birlikte “iftira” atmakla, Ergenekoncu, Balyozcu. Mason ve İslam düşmanı gibi suçlamalarla karşı karşıya kalmama yanıtı Allah, Araf Süresi 179. Ayetle vermektedir. “Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.”

İftira, asılsız isnatta bulunmak ve karalamak maksadıyla uydurmaktır. Oysa F.Gülen’in söz ve davranışlarının vahye aykırı olduğunu, İslam âlemine darbe indirdiğini ve Müslümanları haçlıların boyunduruğu altına sokmaya çalıştığını ayetlerle anlatmaktan başka asılsız hiçbir ifadede bulunmadım. Sırf cemaatte ki müminlere saygımdan ve küfür ehlinin Gülen’e saldırılarından dolayı aynı cephede yer almaktan kaçınarak, “Neden Oy Kullanmıyorum” adlı kitabımı dahi piyasadan çekmiş, hatta kimi zaman savunma mecburiyetinde kaldığımı takip eden arkadaşlar çok iyi bilir. Ancak sessizliğin gelecek için ne denli büyük bir tehlike olduğu ve yanlışa sürüklenen Müslümanların haçlılara tutsak edildiği gerçeğine daha fazla seyirci kalamaz, apaçık bir vahiy karşıtı olan F.Gülen’in zehrini engelleyebilmek için hatır tanımaksızın Allah adına mücadeleye giriştim.

İslam’ı yok edebilmek için hıristiyan-siyonist ittifakının sürdürdükleri Müslüman avlarına karşı cihadsı direnişi önleyebilmek maksadıyla fevkalade ihanetsi bir misyon yürüten F. Gülen, vahiysiz bir İslam adına faaliyetlerini devam ettirmekte, ileride düşünülen olası bir din savaşında kolu-kanadı kırık, boyun eğmiş korkak bir yığını oluşturabilme çabasındadır. Gerek bedelli askerlik gerekse vicdani ret projeleri, özellikle Türk milletinin savaşsız teslimiyeti için bir altyapı olup, arkasında F.Gülen’in olduğu kuvvetle muhtemeldir.

İstiklal savaşlarında çocuk ve kadınlara dahi nasıl ihtiyaç duyulduğunu unutan siyasiler, şüphesiz korkunç bir ihanet içindedirler. Silah kullanmasından bihaber ve gazadan kaçınan askerlik ve savaş karşıtı bir toplum, zincirler altında yaşamaya, ezilip hor görülmeye mahkûmdurlar. Ancak onlar için din, şeref ve bağımsızlığın hiçbir ehemmiyeti olmayıp; yemekten, içmekten, geçici saltanattan ve zengin bir hayat sürmekten başka bir idealleri yoktur.

Haçlılarca kırılmaya devam eden İslam ülkeleri, sanki hiç ölmeyeceklermiş gibi aldatıcı dünya nimetlerini kaybetme korkularından daha beter bir sonla helak olacaklarını kestirememektedirler. Oysa Allah, ayetlerinde bu gerçeği uyarmasına rağmen, kuduran nefisler Allah’ın vaatlerinden daha üstün gelmektedir.

“Vay başımıza gelenlere! dediler; gerçekten biz zalim insanlarmışız.” Enbiya 14

“Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size ayetlerimi anlatan ve bu günle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi! Derler ki: “Kendi aleyhimize şahitlik ederiz.” Dünya hayatı onları aldattı ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.” Enam 30

F.Gülen’in parayla güçlü olmak hırsı, şeytanınkinden farklı değildir. Özellikle kurban paralarının taşeronsu imparatorluğu için ne denli önemli olduğu, aşağıda bilgilerinize sunduğum belgeyle gayet açıktır. Dolayısıyla “Kurban paralarıyla kiliseler mi yaptırılıyor” yazıma karşılık belge isteyen cemaat üyeleri, önyargıdan ve gülenperestlikten sıyrılabilirlerse amaç anlaşılabilecektir.
Gülen’in karizması ve duygularda sinmeyen gözyaşları gözleri perdelemekte, dolayısıyla Allah, Resulü, vahiy ve iman önemli olmayıp; parası olan, para toplayan, cemaate katılıp teslim olan ve kendini övenler makbuldür. Ayrıca Gülen’in 20 yıl önceki gözü yaşlı vaazları güncelmiş gibi dağıtılıyor ama ölmeyip sağ olduğu halde, ABD’ye göç ettikten sonra tek bir vaazına rastlanamıyor. Acaba satanistler, şeytanın cennetteki anına saygı duyduklarından mı aşk ve tazimde bulunuyorlar?

“Her insan topluluğunu önderleri ile birlikte çağıracağımız o günde kimlerin amel defteri sağından verilirse, onlar, en küçük bir haksızlığa uğramamış olarak amel defterlerini okuyacaklar.” İsra 71

Fetullah Gülen, 28 Şubat sonrası ABD’ye kaçacağı sırada cemaat üyelerine öyle bir tamim çıkardı ki, İslami her değerden ve ibadetlerden vazgeçtiği halde bir tek “PARA”’dan caymaması, kıblesini de ortaya koymuştu. Gerçekten vahiyde emredilen dosdoğru bir mümin olsaydı; şereflendirildiği İslam’ı canı pahasına savunur ve gerekirse hapis yatmaktan kaçınmazdı. Ancak amacının İslam değil, haçlıların yardımıyla vahiy aleyhtarı bir iktidar kurmaktı. Korkarım ki ülkemiz herhangi bir savaşa girdiğinde de vatanı terk edeceklerinden şüphe yoktur.

İşte, eşine bir daha başka hiçbir yerde rastlanılamayacak o adi, tabansız ve sömürü riyakârlık: Bakalım, bu belgeye de iftira diyebilecek misiniz?

1- Evlerde bulunan Risale-i Nur Külliyatları kaldırılacak. Herkes, bu eserleri sivil olan akrabalarının yanına götürecek.

2- Evlerden, Hocaefendi’nin kaleme almış olduğu eserler kaldırılacak. Kuran-ı Kerim’den başka hiçbir dini kitap kalmayacak.

3- Evlerin giriş kısmına, hatta dış kapı açıldığında görülebilecek yerlere Atatürk’ün fotoğrafları asılacak. Odalarda, 10. Yıl Nutku ve İstiklal Marşı duvarlarda olacak.

4- Evlerde, görünür kısımlarda, Nutuk gibi kitaplar bulunacak.

5- İşyerine giderken Sabah, Milliyet, Cumhuriyet gibi gazeteler alınıp götürülecek ve işyerinde herkesin görebileceği yerlere bu gazeteler konacak.

6- Zaman gazetesi, Aksiyon, Sızıntı gibi dergilere başka isimler altında abone olunacak. Dergi ve gazete ücretleri yatırılacak. Fakat kesinlikle ev adresi verilmeyecek. Bu yayınlar evde bulunmayacak.

7- Telefonlar istihbarat birimleri tarafından dinlenildiğinden, telefonlarda kesinlikle dini konuşmalar yapılmayacak. Selam verilmeyecek. Hatta hayırlı sabahlar bile denilmeyecek. İyi günler, günaydın türü konuşmalar yapılacak.

8- Telefonda hizmetler hakkında konuşma yapılmayacak. Hiçbir elemanın ismi zikredilmeyecek. Adres verilmeyecek. Sohbet yapılacak evler hakkında konuşulmayacak.

9- Eğer herhangi bir evde buluşma olacak ise telefonlarda kodlu konuşulacak. Mesela ‘Bu akşam maçı nerede seyrediyoruz?’, ‘Bu akşam bizde okey oynayalım mı?’ ‘Gelirken şu isimleri de çağır’ gibi.

10- Cuma namazına üç hafta üst üste gidilmeyebilir. Bu nedenle birimlerde bulunan elemanlar üç gruba ayrılacak. Her hafta bir grup gizlice Cuma namazına gidecek. Diğer kalan iki grup birimlerinde kalacak. Birim amirlerinin gözleri önünde bulunarak dikkat çekilmeyecek. Hatta mümkünse, Cuma namazı vaktinde, Polis Evi’nde birim amirleri de çağrılarak yemekler tertiplenecek. Kurum içinde bulunan halı sahalarda yine birim amirleriyle maç yapılacak.

11- Kesinlikle hiçbir vakit namazı işyerinde kılınmayacak. Cem edilecek. Yatsı namazında evde topluca kılınacak.

12- Çöp kutularından boş bira kutuları ve içki şişeleri toplanacak. Evdeki çöpler dışarı konduğunda bu şişe ve kutulardan birkaç tanesi çöpün görünen kısımlarına konulacak.

13- İşyerinde kendi cemaatimizden başka bir grubun ya da cemaatin elemanlarının başı derde girdiğinde kesinlikle yardım edilmeyecek. Hatta görmezlikten gelinecek.

14-İşyerinde lehimizde ve aleyhimizde cereyan edilecek tüm konular anında bağlı olunan imama bildirilecek.

15- Önceden hanımlarının başları açık olup sonradan kapananlar, eşlerinin başını açacak. Eşinin başını açan her eleman eşiyle beraber birim amirlerinin görebileceği yerlere gidecek. Mesela; polis evine yemeğe veya bayramda bayramlaşmaya.

16- Önceden hanımlarının başları kapalı olsa dahi önemli yerlerde çalışanlar mutlaka eşlerinin başını açacak.

17- Akademi, kolej ve polis okulu öğrencileri hafta sonunda dershanelere gönderilmeyecek. (Dershaneden kasıt cemaatin evleri veya kendilerine ait dershaneler olsa gerek.)

18- Tüm öğrencilerle pastane ve lokal gibi yerlerde buluşulacak.

19- Tüm akademi, kolej ve polis okulu öğrencileri mutlaka bilgisayar kursuna gidecek.

20- Kurban bayramlarında hiçbir eleman kurban kesmeyecek. Deri toplama işine girmeyecek. Fakat tam bir kurban parası imama verilecek ve bu para hizmete aktarılacak. Hizmetten bu elemanlara sadece bir but gönderilecek. Böylece deri toplama işi olmayacak. Herkes kurban kesmiş olacak. Çevreye de kurban kesmedik denecek.

21- İşyerinde ve çevrede lâiklik ve Atatürkçülüğü öven konuşmalara iştirak edilecek. Dini öven konuşmaların olduğu gruplardan uzak durulacak.

22- Son alınan duyumlarda MİT, Emniyet Genel Müdürlüğü’nde çalışan tüm amir sınıfı personelin adreslerini tespit etmiş ve bu amirlerin evlerine giderek bir adres sorma bahanesi ile kapılar çalınıp hanımlarının kapalı olup olmadıklarını tespit etmektedir. Bu nedenle evlerde kadınlar başı açık duracak ve kapı çalındığında başlar açık olarak kapılar açılacaktır.

“İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun.” Ali İmran 175

“Buyurdu ki: Korkmayın, çünkü ben sizinle beraberim; işitir ve görürüm.” Ta-Ha 46

12 Kasım 2011 Cumartesi

Fetullah Gülen, mahir bir şairdir…

Sözlerindeki sisli üslubunu edebi ve şiirsel akışla zenginleştirmesi anlaşılmazlığını gizlemekte, dolayısıyla büyük bir çoğunlukça ne kastettiği apaçık bilinemese de eski ve yeni imajı gizemine ayrı bir anlam kazandırmaktadır. Bilinçli olarak seçtiği sözcüklerin felsefi boyutu her ne kadar bilmeceye neden olsa da, herkes kendince yorumlar çıkararak müspet yargıya varmakta, böylece dokunulmaz kılınmaktadır.

Hümanist ve tavizci düşüncesi içyüzünü perdelese de, maksadındaki anlam aramanın gerekliliği ya da din gibi temel kuralları olan ilahi yapıyı tahrip etmiş olması dikkate alınmamakta, dolayısıyla uyandırdığı benliksi duygular yanlışı doğrulaştıran ikna etkisini güçlenmektedir. Böylece kurallara itaat eden değil kurallar koyan bir Gülen olarak hatasız ve kusursuz tanrısallığa yüceltilmesi, batıl kalplerin kaçınılmaz öznesidir. Gerçek kaçırır, yalan yakınlaştırır…

Müminleri başka inançlara ve karmaşıklığa sürükleyen Gülen; ölçülü, kafiyeli ve sanatsal dizeleriyle öyle etki uyandırıyor ki, verdiği öğütlerle kurmak istediği düzen veya dinin temel dayanağına ihtiyaç duymaksızın her söz ve davranışı “mutlak doğru” algılanmakta, böylece Gülen’e karşı gelmek, Allah ya da Resulüne karşı gelmekle özdeşleştirilebilmekte hatta daha da şiddetli bir öfke doğurabilmektedir.

Kalplerde kurtarıcı bir tanrı ama sözlerde din kahramanı bir ulema olmakla payelenmiş Gülen’den bir başkasının Kur’an’ı anlayamayacağı, yorumlayamayacağı, fetva veremeyeceği, insanları tevhid inanç temelinde bir araya getiremeyeceği, safları birleştiremeyeceği ve dualiteyi değiştiremeyeceği anlayışı; Allah ve Resulünden ziyade her şeyi bilen Gülen’i egemen kılmaktadır. Dolayısıyla ırki ve dini ayrılıkları küresel barış adı altında dinler arası diyalog sonrası bütünleşmeyle aşılabileceğini sanan şair ve hümanist Gülen; Allah’ın ifadesiyle şaşkın şaşkın ilerlemekte ve ardına takılanlarda sapıklaşmaktadırlar. Kalplerini Allah’a değil, Gülen’e döndürenler mümin sayılabilir mi?

Yapamayacağı şeyi söyleyenden daha yalancı, iftiracı, günahkâr ve sapkın kim olabilir?

“Çünkü her şeyi işiten, her şeyi bilen O’dur. Şeytanların ise kime ineceğini size haber vereyim mi? Onlar, günaha, iftiraya düşkün olan herkesin üstüne inerler. Bunlar, (şeytanlara) kulak verirler ve onların çoğu yalancıdırlar. Şairler, onlara da sapıklar uyarlar. Baksana onlar her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar. Ve onlar yapamayacakları şeyleri söylerler.” Şuara 220-226

Şair F. Gülen’in Samanyolu Tv’de yayınlanan barış ve diyalog adına verdiği mesajsı şiiri:

Birileriyle böyle temasa geçerken köprüler tesis ederken, âleme bağrımızı açarken, bir ayağımız işin merkezine Hz Mevlana ifadesiyle yerleştirip diğer ayağımıza 72 millet, 100 küsur millet, şimdi 140 ülke falan diyorlar ya, 140 ülke böyle açtılar, herkesi bağrınıza basarsınız ama bilmek lazım ki biz ne kadar doğru ne kadar sevgiyle Mevlana gibi böyle herkese bağrımızı açsak bile fakat gelip onun yüzüne bir böyle hısımdır kâfirsen 72 millet ayağını uzatıyorsun, var mı Müslümanlıkta böyle bir şey diyen böyle bugünün de yani işte bu şeyler Selçukluların son dönemi ki bu Keykubat döneminde Konya’ da. Evet, nefret etmiş insan ve bunları da görmüş hep kendisine zındık demişler, sapık demişler, serseri demişler her şeyi demişler. Onlara bile bağrını açmış size de benim sabrım sinem açık, kalbime girdiğiniz zaman, ayakta kalma endişesine kapılmayacaksınız. Sizin için de bir iki sandalyem var kalbimde hazır. Bence bugün de denmesi gerekli olan şey budur, yani herkesin kendi içimizde böyle mezhep farkı falan filan gözetmemek, herkese karşı bağrımızı açmamız lazım. Bir taraftan böyle inanca saygı, imana saygı aynı duygu ve aynı düşünceyi paylaşmaya saygı bulurken diğer taraftan O nu unutmamak lazım. İnsan, Allah’ın sanatı insana saygı duyulur. Kendi değerlerimizi çokça alınır çok yürekli yaşamamız lazım. Başkalarının anlayışlarına başkalarının telakkilerine dünya görüşlerine hayat felsefelerine saygılı olmak ayrı şeydir. Kendi değerlerimizi kusursuz milimi milimine yaşamak ayrı bir meseledir, şeydir ve bunları yaşarken de bizi bu yanımızla değerlendirebilirler yani. Bizim kusurumuzdan sonra ikinci kez onlarda o türlü düşüncelere balik olan salik olan o şeydir. Efkarın hercümerç olduğu dönemde Hz. Mevlana’nın eda ettiği misyon çok önemlidir. İşte söven adama, sultanım sinem sana da açık gel seni de bağrıma basayım der. Bence günümüzde buna ihtiyaç var, mukabele de bulunmamak lazım, bunları yarın için bile utandırmamak adına bence onları duymazlıktan gelmek lazım, kortekse bazı olumsuz şeylerin kapılarını kortekste kapamak lazım. Hiçbir şey orda hissedilmemeli. Kötülükleri unutma mevzunda ciddi gayret göstermeli. Benim yaptığım kötülüğü bir iyilik varsa şayet bir iyilik yapmış bir zaman sizi de bir mümin olarak görebiliriz demiş çok güzel bir laf, ben de kendime hakikaten böyle bakıyorum görülebilir ancak. Çünkü Allah bilir hakiki mümini, buna aferin çekmeli. Çok teşekkür ederim buna ihtiyaç var. Her şeyin altüst olduğu üst üste deformasyonların yaşandığı efkârın allak bullak olduğu bir dönemde bu türlü olumlu tavırlara davranışlara düşüncelere ihtiyaç var. Bayramlar inşallah bunları hatırlatır.

Yaratıcı Allah’ın açık ve seçik buyruklarına tefsir ihtiyacı bulan Gülen’in şiirini de biz yorumlamayalım…

“Biz ona (Peygamber’e) şiir öğretmedik. Zaten ona yaraşmazdı da. Onun söyledikleri, ancak Allah’tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır.” Yasin 69

Öncelikle Mevlana’ya atfedilen “ne olursan ol yine gel” sözü vahye aykırı ve İslam dışı seküler bir hümanist söylemdir. Çünkü Allah, ancak iman etmiş Müslümanları tek safta toplamış, kendilerinden olmayanların dışlanmasını emretmiş ve ilişkilerle ilgili uyarılarda bulunmuştur. Bununda en somut kanıtı, Mekke ve Medine gibi kutsal şehirlerin gayrimüslimlere haram kılınması, hiçbir şart ve koşulda İslam’ı kabul etmeksizin oralara girmelerinin yasak olmaları gibi birçok hüküm. Acaba Gülen’in istikbaldeki hedefinde gayrimüslimlere Mekke ve Medine kapılarını açmak var mı?

Gülen’in dinler arası diyalog temelinde dinleri uzlaştırıcı ve birleştirici misyonunun doğurduğu tepkiyi geri püskürtebilmek için Mevlana felsefesine sığınarak, “bir ayağımız işin merkezine Hz Mevlana ifadesiyle yerleştirip diğer ayağımıza 72 millet, 100 küsur millet, şimdi 140 ülke falan diyorlar ya” gibi geveleyip, Mevlana’nın asıl ifadesindeki “Ben bir pergel gibiyim, bir ayağım şeriatta durur, diğer ayağımla dünyayı dolaşırım” sözündeki “şeriat kelimesini dahi telaffuz etmekten kaçınması, şüphesiz dostlarının düşman olduğu şeriat karşıtlığındandır. Zaten Gülen ve müttefiklerinin asıl savaşları şeriat değil midir? Amacı; Allah iradesine kayıtsız-şartsız teslim manası taşıyan İslam’ı, Allah iradesinden çıkarıp Vatikan’ın iradesine sokmak olmasaydı, Kur’an’dan başka dostlar edinir miydi?

“Rabbinizden size indirilene (Kur’an’a) uyun. O’nu bırakıp da başka dostların peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!” Araf 3

Gülen, hümanist odaklı şiirinde; “herkesi bağrınıza basarsınız ama bilmek lazım ki biz ne kadar doğru ne kadar sevgiyle Mevlana gibi böyle herkese bağrımızı açsak bile fakat gelip onun yüzüne bir böyle hısımdır kâfirsen 72 millet ayağını uzatıyorsun, var mı Müslümanlıkta böyle bir şey diyen böyle bugünün de yani işte bu şeyler Selçukluların son dönemi ki bu Keykubat döneminde Konya’ da. Evet, nefret etmiş insan ve bunları da görmüş hep kendisine zındık demişler, sapık demişler, serseri demişler her şeyi demişler. Onlara bile bağrını açmış size de benim sabrım sinem açık, kalbime girdiğiniz zaman, ayakta kalma endişesine kapılmayacaksınız. Sizin için de bir iki sandalyem var kalbimde hazır” dizeleriyle Hz. Muhammed (S.A.V)’in vahiysel duruşunu değil de Mevlana’nın küfür ehli gayrimüslimlere bağrını açmasını rehber edinmesi, davasının asıl özünü de ikrar etmektedir. Gayesi Peygamberimiz gibi Allah’ın emirlerini tebliğ ve itaat etmek değil, küfür ile iman ehlini sözde insanlık adına tek çatı altında bütünleştirmektir. Acaba Allah’ın Resulü, ifade ettiği 72 millete bağrını açarak hak yola davet etmedi mi? Adil davranmadı mı? Irk ve inançlardan dolayı ayırıma girişip zulme mi kalkıştı? Zorla İslam’ı mı kabul ettirdi? Yeryüzünün en ücra köşesine kadar vahyi tebliğ yapmadı mı? Allah’ın hükümlerini ve Peygamberimizin hadislerini bozan, değiştiren ve dünyadaki iktidar gibi az bir bedele satanlar; serseri, zındık ve sapık değil de nedirler? Allah’ın sapık dediğine muttaki mi denmelidir?

“Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine Kitap verilenlerden dininizi alay ve oyun konusu edinenleri ve kâfirleri dost edinmeyin. Allah’tan korkun; eğer müminler iseniz.” Maide 57

Allah ve Resulünün düşmanlarına bile sinesini açabilmiş Gülen’in kalbi, cehennemi değil de nedir? İman etmiş hangi mümin o kalbe girmek ister ve yer bulma endişesi taşır? Yoksa Gülen’in kalbi tanrısal mı ki giren hidayete kavuşuyor?

“İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Siz, bütün kitaplara inanırsınız; onlar ise, sizinle karşılaştıklarında “İnandık” derler; kendi başlarına kaldıklarında da, size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: Kininizden ölün! Şüphesiz Allah kalplerin içindekini hakkıyla bilmektedir.” Ali İmran 119

Devam ederek; “yani herkesin kendi içimizde böyle mezhep farkı falan filan gözetmemek, herkese karşı bağrımızı açmamız lazım. Bir taraftan böyle inanca saygı, imana saygı aynı duygu ve aynı düşünceyi paylaşmaya saygı bulurken diğer taraftan O nu unutmamak lazım. İnsan, Allah’ın sanatı insana saygı duyulur. Kendi değerlerimizi çokça alınır çok yürekli yaşamamız lazım. Başkalarının anlayışlarına başkalarının telakkilerine dünya görüşlerine hayat felsefelerine saygılı olmak ayrı şeydir.” Oysa Gülen, mezhep farkını değil din farkının misyonunca olumsuzluğu üzerinde çaba sarf etmekte, dolayısıyla tepki çekmemek için dini, mezheple manipüle ederek kötü ve yanlış dâhil her şeye bağrını sonuna kadar açmaktadır. Allah’a imanı yeterli bulan Gülen, gayrimüslimlerle aynı duygu ve düşünceleri paylaşılmasını savunmakta, Allah’ın sanatı diye nitelendirdiği insana kayıtsız saygı duyulma mecburiyetini vurgulamaktadır. Acaba sadece insan mı Allah’ın sanatı? Ne yazıktır ki müttefiki İslam düşmanı barbarlara, kıydıkları Müslümanlardan dolayı hiçbir eleştiri getirmemekte, sanki suçlu ve günahkâr Müslümanlarmış gibi sürekli gayrimüslimlere karşı saygıda bulunulma gerekliliğinin altını çizmektedir. Allah, Resulü ve Müslümanlara saygı duymayanlara saygı da bulunabilinir, bağra basılabilir ya da dost edilebilinir mi?

“Eğer onlar Allah’a, Peygamber’e ve ona indirilene iman etmiş olsalardı onları (müşrikleri) dost edinmezlerdi; fakat onların çoğu yoldan çıkmışlardır.” Maide 81

Ayrıca bırakın küfrü imana tercih etmiş bir yabancıyı, baba ve kardeş bile olsa veli ya da dost edinilmemesi emrolunmuş, aksi davranışta bulunanlar açıkça zalim ilan edilmişlerdir.

“Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) veli edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin kendileridir.” Tevbe 23

…“Efkarın hercümerç olduğu dönemde Hz. Mevlana’nın eda ettiği misyon çok önemlidir. İşte söven adama, sultanım sinem sana da açık gel seni de bağrıma basayım der. Bence günümüzde buna ihtiyaç var, mukabele de bulunmamak lazım, bunları yarın için bile utandırmamak adına bence onları duymazlıktan gelmek lazım, kortekse bazı olumsuz şeylerin kapılarını kortekste kapamak lazım. Hiçbir şey orda hissedilmemeli. Kötülükleri unutma mevzunda ciddi gayret göstermeli.” Hâlbuki Allah, kötülüğün temsilcisi şeytan ve dostlarına karşı asla taviz verilmemesini, hakkın, doğrunun, adaletin, barışın ve iyiliğin egemen olabilmesi için sert bir mücadele yapılmasını şart koşarken; Gülen ise, düşünce ve duyguların sahibi, fıtratları yaratan, kalplerde saklı olanı bilen, mahlûkatın ne yapacağını ve kötünün nasıl sindirileceğini tayin eden Allah’ın mutlak ceza hükmünü insanlık dışı olmakla suçlarcasına mukabelede bulunulmamasını ve zalimlerin eziyetlerini duymazlıktan gelinmesini öğütleyebiliyor. İnsanı yaratan ve merhametli olan Allah mı, yoksa F.Gülen mi? Eğer olumsuz şeyler, kortekste (beynin insan davranışlarını kontrol eden kısmı) kapatılabiliniyorsa; neden emperyalist dostlarına telkinde bulunup da Müslüman işgal ve katliamlarını engellemiyor? Haksızlık karşısında hiçbir şey hissetmeyen ve susmayı “insana saygı” erdemliği sayan Gülen, apaçık şeytanın elçiliğini yapmaktadır. Acaba Allah ve Resulünden daha çok mu insana hoşgörü ve sevgi duyuyor ki, ne kadar vahşi ve zalim olsalar da kötülüklerine ceza verilmemesini ve işledikleri canavarlıkların unutulmasını istiyor? Ayrıca Allah, neden cehennemi yarattı? Neden Allah, kâfirleri insan oldukları halde lanetliyor ve onlara karşı cihad emrediyor?

“Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer ne de kötüdür!” Tahrim 9

“Ey iman edenler! Kâfirlerden yakınınızda olanlara karşı savaşın ve onlar sizde bir sertlik bulsunlar. Bilin ki, Allah sakınanlarla beraberdir. “ Tevbe 123

“Zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur (cehennemde yanarsınız). Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra (O’ndan da) yardım göremezsiniz!” Hud 113

“Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” Hz. Muhammed (S.A.V)

…“Benim yaptığım kötülüğü bir iyilik varsa şayet bir iyilik yapmış bir zaman, sizi de bir mümin olarak görebiliriz demiş çok güzel bir laf, ben de kendime hakikaten böyle bakıyorum görülebilir ancak. Çünkü Allah bilir hakiki mümini, buna aferin çekmeli. Çok teşekkür ederim buna ihtiyaç var. Her şeyin altüst olduğu üst üste deformasyonların yaşandığı efkârın allak bullak olduğu bir dönemde bu türlü olumlu tavırlara davranışlara düşüncelere ihtiyaç var.” İnsanın işlediği suçlar ve günahların affı tamamen Allah’ın dileğinde olup, hiç kimsenin tahminsi dahi olsa hüküm verebilmesi söz konusu değildir. Allah’ın bir buyruğuna karşı gelmek nasıl kişiyi kâfir yapabiliyorsa, samimi duygularla af dileyip tövbe etmesi de O’nun rahmetinde saklıdır. Tağutun peşine takılan Gülen’in İslam’ı alay ve oyun konusu yapanlarla giriştiği ittifak, ayetleri nefsi doğrultusunda eğip bükmesinden sonra geçmişteki iyiliklerine güvenerek mümin kalabileceğini düşünmesi, şüphesiz Allah’ın takdiridir. Ancak Ali İmran Süresi 90. Ayette: “İnandıktan sonra kâfirliğe sapıp sonra inkârcılıkta daha da ileri gidenlerin tevbeleri asla kabul edilmeyecektir. Ve işte onlar, sapıkların ta kendisidirler.”

Gülen, haksızlıklar ve küfür karşısında susmanın olumlu bir düşünce ve tavır olduğunu beyan ediyor, Allah ise savaşılmasını! Kim doğru söylüyor ve kime itaat etmeliyiz?

Gülen’in kendince yaptığı iyiliklere ve geçmişteki imanına itimat ederek, asiliği ve ihanetinin bağışlanabileceği umuduyla af edilebileceği düşüncesi, sanırım şeytanın Allah’ın affına güvendirerek kendisini nasıl kandırdığının bir yanılgısı olsa gerek. İslam’ı deformasyona uğratmasının ve müminlere Allah’a değil de kendisine itibar ettirmek istemesinin bedelini mutlaka ağır ödeyecek

“Ey İnsanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Ne babanın evladı, ne evladın babası namına bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki, Allah’ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan, Allah’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.” Lokman 33

Allah, birçok ayetinde sadece İslam’a iman etmiş Müslümanları müjdeleyerek şereflendirmiş, diğer inanç sahiplerini kâfir, müşrik, münafık, fasık ve zalimlikle aşağılayıp safları kesin bir hatla ayırarak; Müslümanların onların arzularına uymamasını, dostluk kurmamasını, boyun eğmemesini, Allah hakkında tartışmamasını, inkârlarında aralarında bulunmamasını, asla doğru yola gelmeyeceklerinden ayetlerin tebliğ edilmemesini, uzak durulmasını, cezadan kaçınılmamasını ve mutlaka cihadsı bir mücadele yapılmasını buyurmuşken; Allah iradesine rağmen Gülen; hümanist şairliğiyle şeytanı ortadan kaldırabilecek bir ittifakla yapıyı ters yüz edip sadece iyiliğin hâkim olabileceği bir düzeni mi inşa edebilecek?

“İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inanmayanlar ise tağut (batıl davalar ve şeytan) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır.” Nisa 76

Kimin dost kimin düşman, kimin doğru yolda kimin sapmışların yolunda olduklarını Allah açıkça bildirmiş, dolayısıyla ayetler hakkında ileri geri konuşarak zanlarınca hoşgörü temennileriyle zalimlerle işbirliği içinde bulunanların Allah iradesini ve asla değişmeyecek olan “o kitap”’taki yazgıyı başkalaştıramayacağı kesindir.

“Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle baş başa bırak.” En’am 112

Şair Gülen gibi yaldızlı sözler fısıldayan münafıklar, asla emellerine ulaşamayacaklardır. Her kim Gülen’in Hakk yoldan uzaklaştıran davetlerine intisap ederse, bilmelidir ki davet ettiği şeyin ne dünyada ne de ahirette değer bir tarafı vardır.

“Gerçek şu ki, sizin beni davet ettiğiniz şeyin dünyada da ahirette de davete değer bir tarafı yoktur. Dönüşümüz Allah’adır, aşırı gidenler de ateş ehlinin kendileridir. “ Mü’min 43

“Ayetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile oturma.” En’am 68

“Allah düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Gerçek bir dost olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah kâfidir.” Nisâ 45

1 Kasım 2011 Salı

Yarabbi! F.Gülen’i Müslümanlara musallat etme!

İsrail’in Van depremiyle ilgili yardım teklifinin hükümetçe kabulü, ülkeyi işgal etmesinden daha beter bir tahribat ve mağlupsu bir zayıflık doğurmuş, havada uçuşan onca meydan okuyuşun aslında hakikat gibi görünen bir aldatmaca olduğu kanıtlanmıştır. Dolayısıyla gerçeğin en büyük dostunun zaman, en büyük düşmanın ise riyakâr politikalar olduğu bir kez daha anlaşılmıştır.

İsrail devletini terörist ve acımadan insan öldüren cani olmakla suçlayan Başbakan Erdoğan, nasıl olur da terörist bir devletin yardımını kabul edebilecek kadar devlet ve milleti aşağılatıcı bir davranışta bulunabilmiştir? Eğer devlet, Van’daki bir afetle baş edemiyorsa, daha fazla ilde baş gösterebilecek felâketlerin altından nasıl kalkılacaktır?

İsrail’in gönderdiği birkaç kümessi konteynır barakaya sözde kararlılığını, devlet, millet ve insanlık onurunu peşkeş çekemeyeceği kuvvetle muhtemel olan hükümetin keskin manevra nedeni; yularları elinde bulunduranların baskısıyla ilişkilerinin eski hale dönüşebilmesi için altyapı hazırlığından başka bir şey değildir.

Onur; izzetinefis, haysiyet, özsaygı, şeref, erdem, vakar, saygınlık, kendine saygı duyma ve başkalarını da kendine saygılı kılma olduğuna göre, böylesi bir pespayeliği devlet onuruyla açıklayabilmek mümkün müdür?

İsrail olmaksızın ABD ile müttefik ya da dost kalabilmenin imkânsızlığı her ne kadar aleni ise de, İsrail’le köprülerin atılmasına rağmen ABD ile olan ilişkilerimizde herhangi bir sıkıntı meydana gelmemesi, gerçeğin içyüzünü ortaya koymaktadır. ABD’nin ruhu olan İsrail; neden tekbir geri adım atmamış ve Türkiye’nin haklı ve hukuki isteklerinin üzerine sifon çekebilmiştir?

İsrail’in yardım talebinde bulunup hükümetin reddettiğiyle ilgili basında çıkan haberlere dahi ateş püskürebilen Başbakan Yrd. Bülent Arınç; “Bunu söyleyenler çok çirkin bir iş yapıyorlar. Bizim İsrail'le hükümetler arası ilişkilerimiz belki(!) yeterince iyi olmayabilir. Bu konuda kamuoyunun yeterince bilgisi var. Ama bir deprem, bir afet karşısında ‘insani duygularla hareket eden bir İsrail hükümetine’ hatta onun da üzerinde sayın Cumhurbaşkanı Perez'in taleplerine bizim red cevabı vermemiz çok çirkin ve yakışıksız olur. “ açıklaması, Başbakan Erdoğan’ın “one minute” çıkışı, ifade ettiği İsrail’in terörist bir devlet olduğu, Filistin’i işgal ettiği, insanları acımasızca katlettiği, çocuk ve kadınları öldürdüğü, ambargo altında can çekişen halka yardımları yasaklatarak ölüme terk ettiği, pkk’ya destek verdiği ve 9 vatandaşımızı hunharca kıydığı gerçeğini apaçık yok saymaktır. Acaba Bülent Arınç, Başbakan Erdoğan’ın bilgisi dışında mı bu açıklamayı yapmıştır?

Eğer Bülent Arınç’ın; “İsrail’in insani duygularla hareket eden bir devlet” olduğu yaklaşımı doğru ise; 9 vatandaşımızı öldürmesi insani mi? Filistin Halkına yıllardır yaptığı soykırım meşru mu? Esir düşmüş bir askeri için komşu ülkeyi yerle bir etmesi hak mı? İnsanları esarete ve açlığa mahkûm etmesi adil mi? Filistinlilere gönderilen yardımlara ateşle karşılık verip aktivistleri öldürmesi ve gönderilen her yardımı yasaklaması insani bir duygu mu?

Arınç’a göre; eğer İsrail devleti insani duygularla hareket ediyor ise, öldürülen vatandaşlarımız ve Filistinliler canavar mı?

Madem İsrail Cumhurbaşkanı Perez’in insani taleplerine red cevabı verebilmemiz mümkün değil ise; neden Başbakan Erdoğan, Davos’ta Perez’i sert bir dille eleştirerek cinayet işlemeyi herkesten daha iyi bildiklerini, plajlarda masum sivilleri acımadan katlettiklerini, insanlık tarihinin en korkunç zulümlerini yaptıklarını, Filistinli çocukları öldürmekten mutlu olduklarını, insanlık suçlarında sınır tanımadıklarını, İsrail barbarlığının zalimliğin çok ötesinde ve gangster olduğunu açıklayarak rest çekti?

Bu durumda İsrail; Başbakan Erdoğan’ın ifadesiyle zalim bir terörist devlet mi, yoksa Bülent Arınç’ın yaklaşımıyla insani duygularla hareket eden adil bir devlet mi?

“Gerçeği insanların ölçüleri ile değil, insanları geçeğin ölçüsü ile tanı ” Hz Ali (r.a)

Ak Parti Hükümetinin ABD ve İsrail politikalarının fikir babası; geçmişte gözü ağlayıp, bugün kalbi kaskatı kesilmiş Fetullah Gülen’dir.

İslam’ın tek hak din olarak evrene inmesiyle özellikle hıristiyan ve yahudilerin başta Peygamberimiz Hz. Muhammed olmak üzere şeytanı geride bırakan kin ve düşmanlıkları sayısız entrikalara ve katliamlara neden olmuş, kıyamete kadar da bitmeksizin sürecek nefretleri vahiyle bildirilmiştir. Bu sebeple Allah; şartlar ve çıkarlar ne olursa olsun hıristiyan ve yahudilerin dost edinilmemesini, arzularına uyulmamasını, birbirleriyle kurdukları ittifakla İslam’a ezeli düşman olduklarını, onları dost tutanların zalim olduklarını, dinlerine uymayan Müslümanlardan razı olmayacaklarını açık ve seçik ayetlerle uyarmıştır.

Herkes bilmelidir ki, insani değerleri mihenk edinmiş sokaktaki barışçıl hıristiyan ve yahudileri değil, iktidar sahibi zalim barbarların altını çiziyorum.

Haçlıların elebaşısı ABD, vahye iman etmiş Müslümanları tehdit ve savaşla sindiremeyeceği idrakine varmasıyla çareyi, içten çökertmekle mümkün olabileceği sonucuna vararak, Fetullah Gülen’le işbirliğine girişmiş ve böylece kendisine her türlü siyasi ve maddi destek vererek küresel bir yapılanmaya teşvik etmişti. Üstelik işbirliği, terör adına İslam’a savaş açmış en azılı Müslüman düşmanı George Bush’la yapılmış ve sıradan Müslümanlar bile terörist oldukları gerekçesiyle gözaltına alınıp işkencelere tabi tutulurlarken, Fetullah Gülen el üstünde tutulmakla kalmayıp, Bush’un desteğiyle dünyanın her bir yanına organize edilmişti.

George W. Bush, İslam’ı yok etmek için tanrı tarafından görevlendirilmiş kutsal bir elçi olduğunu açıkça dile getirmiş İslam karşıtı en radikal akım olan bir evanjelist’tir. Evanjelistler, hıristiyan olmalarına rağmen yahudilere ve siyonizm’e olan bağlılıklarıyla eski ahit’te yer alan, “yahudilerin tanrının seçilmiş halkı olduğu, kutsal toprakların yahudilerin malı olduğu, yahudilerin mesih’in gelişiyle birlikte bir dünya egemenliğine ulaşacakları” kehanetlerini tamamen kabul eden Protestan teolojili hıristiyan-siyonist bir akımdır. Dünyayı yöneten güçler olarak bilinen evanjelistler, yahudiler ne kadar cani ve acımasız olsalar da kendilerini onlara destek verme zorunluluğunda hissederler. Bu sebeple İsrail’e hiçbir yaptırım uygulanamamaktadır.

Evanjelistlerin diğer bir hedefi, müslüman-siyonist ittifakıyla İslam dünyasına da dinen hükmedebilmektir. İşte Fetullah Gülen’in tercih edilme nedeni; hem Türkiye’nin geçmişten gelen İslam ülkeleri nezdinde ki karizması hem güçlü bir örgütlenme potansiyeline sahip olması hem de İbrahimi dinler temelinde tevhidi inancıyla dinlerarası diyalogu İslam toplumlarına kabul ettirebilecek bir vizyonu ve ikna gücü bulunmasındandır.

Acaba Fetullah Gülen’de Müslüman-siyonist kanadının bir evanjelist üyesi midir?

Daha önceki yazılarımda da ifade ettiğim gibi, namları farklı olsa da haçlıların hedefi vahiydir! Yoksa diledikleri kurallarla özdeşleşmiş yapay bir İslam’ın ve arzularına boyun eğmiş sözde Müslümanların düşmanı değil, bilakis dostudurlar.

Cihad ve adalet şuurunun kendileri için ne denli tehdit ve tehlike olduğunu tarihlerinde yaşayan haçlıların egemenlik, işgal ve sömürgeciliklerinin son bulacağı korkuları, vahyin ortadan kaldırılmasını zaruri kılmakta, vahyin hükmetmediği bir İslam düzmecesiyle köleleştirecekleri Müslüman kimlikler için, Fetullah Gülen gibi münafık taşeronları kullanmaktadırlar.

Geçen gün Samanyolu tv’de izlediğim Fetullah Gülen’i açıklamasında; İslam’ın savaş değil barış dini olduğunu, (ağzında geveleyerek) Peygamberimizin bir tek Bedir Savaşına katıldığını ve onunda bir savunma mücadelesi olduğunu belirtmesi, amacını açıkça ortaya koymaktaydı.
Oysa Peygamberim Hz. Muhammed (s.a.v)’in emir ve komutasında; Ebvâ, Buvât, Bedrul ûlâ Sefevân, Zül Uşeyre, Bedir, Benî Kaynukâ, Sevîk, Karkaratülküdr, Gatafân, Benî Süleym, Uhud, Hamrâülesed, Benî Nadîr, Bedrul Mevid, Zâtür Rikâ, Dûmetülcendel, Müreysî Benil-Mustalik, Hendek, Benî Kurayza, Benî Lihyân, Gâbe, Hudeybiye, Hayber, Mekkenin Fethi, Huneyn, Taif ve Tebük olmak üzere 27 mücadele gerçekleşmiş, bu mücadelelerden sadece dokuzunda çarpışma meydana gelmiştir.

Demek ki Peygamber efendimiz, Fetullah Gülen gibi vahye etiket koyarak kâfirlerle ittifaka girmek suretiyle nemalanmamış, vahyi egemen kılabilmek için elçilik müddetince hiçbir cihaddan geri durmamıştı. Allah Resulünü kendine benzetmeye çalışan Fettulan Gülen’in nasıl şeytanlaştığı, mühürlü olmayanlar için son derece açıktır.

Ancak kalp kör olduktan sonra gören göz ve kanıtlar ne işe yarar?

Maalesef Ak Parti hükümeti, Fetullah Gülen’in vesayeti altındadır. Onun telkinleri doğrultusunda siyaset yapmakta ve özellikle dış ilişkiler yön kazanmaktadır. Bu, öylesine bir etkidir ki, ömrünü laiklik karşıtı bir mücadeleye harcamış Başbakan Erdoğan bile, laik totalitarizme karşı halk devrimlerinin gerçekleştiği İslam ülkelerinde ısrarla laiklik çağrısı yapabilme cüretkarlığında bulunabilmişti. Başbakan Erdoğan gibi nice ilahiyatçılar dönüşebiliyor ise, sıradan insanlar ne yapsın?

Öyle ki, ilahiyatçı Prof. Dr. Suat Yıldırım, bir dönem “Dinlerarası diyalog, Hıristiyanlaştırma faaliyetinin adıdır" derken, Fetullah Gülen’in tuzağına düşmesiyle kendisine alternatif olarak hazırlatılıp üç dinin kitabı olarak sunduğu “Gerçek Furkan” adlı meale İncil ve Tevrat’tan alıntılar yaparak, hak ve vahiy olan tek din İslam’ı, hıristiyan ve yahudiler’e peşkeş çekmek suretiyle diyalogculuğun keskin bayraktarı olabilmiştir. Evanjelistler, bu kitabı Amerika’da 20 Dolara, Ortadoğu’da ise bedava dağıtmaktadırlar.

Aksiyon dergisin de, "Müslüman ümmetler ve hıristiyan ümmetler, isa’nın şahsiyeti etrafında birleşerek hem kendilerini hem de insanlığı kurtarmalıdır." diyen ilahiyatçı Yıldırım, acaba Hz. Muhammed (s.a.v)’e itaat edilmeyeceğiyle ilgili efendisi Fetullah Gülen’e bir vahiy mi gelmişti ki, Hıristiyanların rabbi olan tanrı isa’nın etrafında birleşme fetvası verebilmiştir? Ayrıca Hıristiyanların rabbi olan isa, Müslümanların iman ettiği peygamber Hz. İsa (a.s) değildir.

Öncesinde Allah’a duamız,”Yarabbi! Şeytanı bizlere musallat etme” diye yakarırken, şimdi; “Yarabbi! Fetullah Gülen’i bizlere musallat etme” olmalıdır. Günümüz için özellikle Türkiye’deki Müslümanların imanlarını koruyabilmeleri açısından başkaca bir kurtuluş duasına ihtiyaç bulunmadığını düşünüyorum.

ABD ve İsrail nezdinde Türk devletinden daha etkili konumu bulunan Fetullah Gülen, gerek Türkiye’ye gerekse İslam âlemine vurulmuş zincirleri daha da perçinleştirmiştir. Başbakan Erdoğan’ın umutsu çıkışlarını engelleyerek geri adımlar arttırıp ABD ve İsrail’in önünde ayağa kalkarak diklenmemesini, barbar emperyalizme karşı Müslüman toplumlara hak ve adalet adına önder olmamasını ikna ederek, tutarsız davranışların müsebbibi olmuştur. Başbakan Erdoğan’ın çelişkili siyasetinin sorumlusu Fetullah Gülen’den başkası değildir.

Öylesine ürkütücü bir misyonerliği yürütüyor ki, özellikle dünyanın dört bir yanında açtığı okullarında sömürgeci haçlılara köleler yetiştirmekte, hürriyet adına baş kaldıran Müslüman direnişçilerin, efendilerine herhangi bir zarar vermemeleri için şeytansı bir örgütlenmeyle Müslümanları vahiyden uzaklaştırmaktadır.

Oysa sadece milletimiz değil, haçlılara esaret yapmaya çalıştığı tüm insanlar, şeytandan kaçarcasına Fetullah Gülen’den sakınmalı; değil eğitim masrafları, yurtlar ya da değişik çıkarlar, dünyayı bağışlasa dahi vahiy ve insanlık onuru adına arkalarını dönmelidirler.

Bu gerçeği ısrarla inkâr etmeyi sürdüren cemaat, tıpkı Hinduların ineklere tapması misali “gülenperest“olmalarından gerçeğe, yalanmış gibi bakmaya devam edebiliyorlar. Dolayısıyla insanların hakikate değil de hakikat gibi görünen şeylere inanmalarına yapılabilecek hiçbir şey yoktur.

Neden insanlar şeytanın cennette yaşadığı anı referans almayıp lanetliyorlar da, Müslüman sandıkları kişilerin şeytan misali saptırılmış olabileceklerine inanmak istemiyorlar?

“O, Haçlılardan çok daha tehlikeli amansız bir münafık ve eşine nadir rastlanabilecek bir zındıktır."