27 Temmuz 2011 Çarşamba

Norveçli Apo…

Dünyanın neresinde toplu bir katliam, kin ve nefret var ise, muhatap İslam ve Müslümanlardır. Müslüman Türkiye’de bile pkk, Ergenekon, Balyoz, sol örgütler ve hatta CHP gibi Kemalistlerinde hedefleri İslam ve Müslümanlar olduğuna göre; eylemini tüm dünyaya gözdağı verebilmek ve Müslüman Türkiye’ye karşı dikkatleri yeni bir haçlı seferine odaklamak olan Norveçli apo ‘Anders Behring Breivik’ adlı azılı kâfirin münafıklardan daha az tehlikeli olmadığı düşünceleriyle ortadadır. değildir.

Norveçli acımasız kâfirin geçmiş ve günümüz Müslüman Türklere amansız hasımlığı itiraflarıyla ortadayken; Atatürk’e saygı duyması nasıl yorumlanmalıdır?

Geçmişten beri Türkleri aşağılayıcı “geri ırk ve insanlığın insan olmayan numuneleri” olmakla yaftalayıp tamamını ya Anadolu’da yok etmek ya da Asya steplerine sürebilmek üzere güçlerini birleştirmek suretiyle yüzyıllarca Müslüman milletimizle savaşan haçlı Batı, siyasi arenada öç ve garazını gizleseler de yetiştirdiği erleriyle her şart ve koşulda tek düşmanlarının Müslüman Türkler olduğunu hatırlatabilmek için uyandırıcı çansı katliamlara girişmektedirler. Bu sebeple siyasetteki ittifak ve göstermelik uzlaşılar yanıltmamalı, Batı’nın hiç değişmediği ve durağan yanardağ misali patlamaya hazır bekleyişlerinin sönmediği unutulmayarak zinhar güvenilmemelidir.

Hâlen Batı’nın Apo ve pkk desteğini özgürlük ve demokrasi gerekçelerine bağlı kılarak savunma yapanlar, Norveçli caniden daha cehennemîlerdir. Ayrıca tıpkı Norveç canisi mantığıyla 'halkı acımadan tepelemek' isteyen Balyoz Örgütü, fırsatını bulsalardı milyonları katletmiyecekler miydi?

Norveçli kâfirin çoğunluğu kendi dindaşı ve uyruğunda insanları öldürmesi, tıpkı pkk’nın Kürtleri katletmesinden farksızdır. Amaçlarına ulaşabilmek için kendi ana ve babalarını dahi doğramaktan kaçınmadıkları hem geçmişte hem de günümüzde vuku bulmuştur. Onlar nezdinde Müslümanlarla dostluk kuran dindaşların tamamı hain ve öldürülmeleri katli vaciptir.

Norveçli Apo, ataları gibi; “Bütün Müslümanlar Orta Anadolu’ya sürülmeli. Bu yolda biyolojik ve kimyasal saldırılar altyapıya zarar vererek kullanışlı olabilir” manifestosunda, Başbakan Erdoğan’la ilgili, tıpkı Ergenekon, Balyoz ve CHP’nin taşıdığı endişeleri paylaşıp, Türkiye’yi yeniden İslamlaştırarak Osmanlı’ya döndüreceği uyarısında bulunması, dikkatle okunmalıdır. Ayrıca topraklarımızın Yunanistan ve Ermenistan arasında bölüştürülmesini ve Kıbrıs’ın tamamıyla Rum kesimine dâhil olma talebi Batı’lı siyasetçilerin de bir dileği değil midir? Bu durumda Batı’lı müttefiklerimiz dost ise, cani olarak şöhretleşen Türk düşmeni Norveçli Apo’da bir dosttur.

Ermeni gençlerin özlemi olan sözde batı topraklarının Ağrı dağıyla birlikte Ermenistan topraklarına katılmasıyla ilgili Ermenistan Cumhurbaşkanının görüşü; “Bu sizin neslinize bağlı. Mesela benim nesil üzerine düşen görevi başarıyla yerine getirdi. 90′lı yıllarda vatanımızın parçası Artsah’ı (Karabağ bölgesini) düşmanın elinden kurtardık. Her neslin bir görevi vardır. Siz de ileride bizim gibi görevinizi yerine getirip getirmeyeceğiniz birlik ve beraberliğinize bağlıdır. Biz Ermeni ulusu her zaman Anka kuşu gibi küllerden dirilmeyi başarmışızdır.” Ancak Müslüman Türkiye’nin hiçbir zaman küle dönüşmediğini, var olduktan bu yana hep diri ve canileri yok ederek insanlığı baki kaldırdığını hatırlatmak isterim. Hep insan oldu, kıyamete kadar insan kalacak ve dünyanın neresinde bir barbar var ise, tepelerine binmekten imtina etmeyeceklerdir.
Gerek içeride gerekse dışarıda etrafımız acımasız düşmanlarla çevrili iken benliği çıldırmış iktidar heva ve hevesinde bulunanların birlik ve beraberliğimizi tarumar eden politik gösterileri, ihanetin ta kendisidir. Hak ve adalet adına savaş yapmayı zül saydığımızdan tabii felaketleri yaşıyor, savaştan çok daha büyük kayıplar vererek kaçıp da kurtarabileceğimizi sandığımız mal ve canlarımızı yitirebiliyoruz. Oysa dünyaya geliş ve yaşamamızın amacı, Hakk’ı ayakta tutup fitnenin yeryüzünden tamamen silinmesi ve adaletin egemen kılınabilmesi için kötülere karşı ölümüne savaşmaktır. Kötüye karşı mücadeleden sakınan insan değildir…

Tehlikeden kaçamadığın halde neden cesaretle karşısında duramıyorsun?

Başbakan Erdoğan’ın, insan sanıyla Kürtler adına pkk’lılara ‘açılım’ hoşgörüsünün asla fayda sağlamayacağına derinden şahit olmasıyla teröristin anlayacağı mücadeleye kalkışması, insanlık adına fevkalade sevindiricidir. Başbakan Erdoğan’ın zalim ve fırsatçılara karşı dünyadaki çıkışları sadece milletimizi ve Müslümanları değil, şanlı ecdadımızın da ruhlarını bahtiyar kılmıştır. Dolayısıyla benliğini şımartarak kalbi mühürlenmiş bir kötünün asla insan olamayacağı tartışılmaz düsturuyla yola çıkan Başbakan Erdoğan’a destek, her Müslüman ve insanın vazgeçilmez yükümlülüğüdür. Allah’ın da vahyinde buyurduğu yol, her ne gerekçelerle olursa olsun onlara müsamaha gösterilmemesi, hak ve adaletin tesisi için püskürtülmelerinin kaçınılmaz olduğudur.

Muhalefetin terörle mücadeleyle ilgili Başbakan Erdoğan’ın olması gereken yeni stratejisini eleştirmeleri, hem apaçık bir düşmanlık hem de riyakârlıktır. Terörle mücadeleden yana olduklarını beyan edipte Özel Harekât Polisine karşı çıkmaları ve TSK’nin devre dışı bırakıldığı gibi bir fitneyi yayma çabaları, samimi olmadıklarının bir kanıtıdır. Onlar halkın mal ve can güvenliğini değil, hükümetin başarısızlığı için çırpınmakta, öldürülen her güvenlik şehidimiz ve vatandaşlarımız için kına yakmaktadırlar.

Şehit olan her güvenlik gücümüz, bilinmelidir ki atalarının şerefli yolunu izlemekte, geriye bıraktıkları yakınlarına da onurlu bir paye bırakmaktadırlar. Ne mutlu şehit yakını olana…
Başbakan Erdoğan ne kadar hatalı olsa ve ben dâhil kimilerine göre tumturaklı bulunmasa da, ondan daha yiğidinin olmadığı aşikârdır. Bu sebeple din, namus ve vatan uğruna milletimizin yekvücut arkasında durmasının tartışılması dahi abestir.

“Cesaret insanı zafere, kararsızlık tehlikeye, korkaklık da ölüme götürür.” Seneca

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Apo beslenmemeli, mutlaka öldürülmelidir…

Hem de öyle besliyoruz ki, dünyanın hiçbir döneminde görülmemiş kişiye özel bir ada, askeri birlik, yetişmiş gardiyanlar, doktorlar, aşçılar, ziyaretçilerine mahsus özel transferler, hücumbotlar, yetmedi yalnızlıktan sıkılmaması için koğuş arkadaşları, gazeteler, kitaplar, televizyon, emrindeki terör örgütüne ve siyasi arenadaki temsilcilerine talimat özgürlüğü, devletçe muhatap alınma izzet ve itibarlığı, daha bilemediğimiz birçok olanaklar. Sanki binlerce insanımızı katleden ve katletmeye devam eden azılı bir suçlu değil de zaferler kazanmış ender bir lider…

Nasıl bir sabır, böylesi alçalmışlığı sineye çektirebilir?

Tarihte alamadıkları intikamlarını, örgütünü özgürce yönetebilmesi ve Türkiye’yi bölebilmesi için haçlılarca teslim edilen Apo, hiçbir düşmanın vuramadığı zinciri milletimize öyle bir geçirdi ki, dünyaya rezil rüsva olmamız bir yana kendi kendimizi bitirme sürecinin de temel taşı olmuştur. Sözde tutsak ettiği bir teröristle baş edemeyen devletin yabancılara karşı caydırıcı olabilmesi mümkün müdür? Neden İsrail, Ermenistan veya Rumların Türkiye’yi ciddiye almadığı başlığı, işte bu sefil politikalarda yatmaktadır.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Kıbrıs ile ilgili AB restini, hükümetin AB’den sorumlu ‘şaklaban’ bakanı Egemen Bağış’ın yanlış anlaşıldı diyerek geri adımı, Batı endeksli geleneksel politikaların üslup değişse de aynı minvalde devam ettiğini kanıtlanmaktadır. Sürekli ikiyüzlü ve teslimiyetçi politikalar ve bir zamanlar, Egemen Bağış’ın Başbakan Erdoğan ile ilgili olarak; “bu adamı iyi kullanın” sözleri, hala hafızalardadır.

Dengeyi sağlayabilmek için de Apo ve BDP’nin insanlarımızı katletmesine çanak tutulması; her ülkeyi yasa boğan katliamların ardından bol gürültülü ve şatafatlı meydan okumalar, törenler ve yürüyüşler düzenlenip bir dahaki felakete kadar her şey unutturulmuyor mu? Dolayısıyla hiçbir politikacı, terör sorununu çözebilecek bir cesaret ve kararlılıkta değildir, ekonomik refah ve istihdamla sorunu çözülebileceğini sanmaları ise, terör psikolojisini bilmekten bihaber olduklarını ve korkularından kalıcı bir çözüm için çekincelerini kanıtlamaktadır. Öyle olsaydı; hem Allah öldürülmelerini emretmez, hem de silaha, orduya ve savaşa gerek kalmazdı. “Allah’tan korkandan her şey korkar. Allah’tan kork­mayanı her şeyle korkuturlar.” Hz.Muhammed (S.A.V)

Bundan böyle Başbakan Erdoğan’ın aklını başına alması, kendine güvenerek seçen halkını ne Apo ne de BDP ile müsavi tutan politikalarından derhal vazgeçip, müttefik dostu ABD, nasıl terörle mücadele ediyorsa, aynı kararlılıkta millet adına dik durarak teröristlere hak ettiği davranışı sergilemesini öğütlüyorum. Aksi takdirde vereceği hesap bu dünyayla kalmayıp, ahrette de devam edeceğini hatırlatmak isterim. Apo’yu nasıl koruyorlarsa, halkını da öyle muhafaza edemeyen bir devlet, hükümet ve siyasiler; terörden mi yoksa milletten mi yana sorgusuyla karşılaşmaktan kurtulamazlar.

Batı’nın hegemonyasında varlık sürdüren bir devletin bağımsızlığı ve teröristleri püskürtme hürriyeti, ancak kendisine tanınan izin kadardır. Ancak millet, altın prangalarla politika sürdüren siyasiler gibi mahkûm olmayıp, kendilerine fiyat etiketi biçilmesinin hesabını sormakta tereddüt etmeyecektir.

İmralı’da görev yapan resmi ve sivil yetkililere çağrım odur ki:

Halkınızı acımasızca öldüren ve ülkenizi bölmeye çalışan kan içici şeytan Apo’yu koruyup besleyerek ne kadar büyük bir kötülük ve günah işlediğinizi muhakeme etmediğiniz takdirde hainlikle yaftalanacak, ahrette de elim bir azaba çarptırılacaksınız. Evet, belki emirleri yerine getiriyorsunuz. Ancak kendince düşündüğü çıkarları uğruna halkını ve vatanını teröristlere peşkeş çeken bir yönetimin emirleri geçersizdir. Her gün avlandırılan o güvenlik güçleri ve diri diri yakılan yavrularımız vicdanınızı sızlatmıyorsa, sıranın size ve yakınlarınıza da gelebileceğini unutmayınız. Lakin elinizdeki fırsatı değerlendirememenizin hayıfıyla öyle pişman olacaksınız ki, sonunda kurtuluş düşüncesiyle intihara kalkışacak ama ahrette daha büyük bir acının sizi beklediğini o an hissedemeyeceksiniz.

Adınızı tarihe altın harflerle geçirebilecek kahramanlık, bir hareketinize bağlıdır. Mutlaka aranızda kendini Allah’a ve insanlığa adamış bir insanın olduğu muhakkaktır. Yılanın başı Apo’yu öldürdüğünüz takdirde katliamlar ve gözyaşları duracak, devlet ve milletin onuru iade edilecek, dolayısıyla başsız kalan acımasız terör örgütü dağılacaktır. Belki intikam hırsıyla bir ayaklanma olabilir ama meşakkat olmadan zafere ve barışa ulaşılamaz.

Tıpkı Allah’ın izniyle Aziz Nesin’i durdurmam misali Apo’nun öldürülmesi içinde iki defa girişimde bulunmuş, ama Allah nasip etmediği için başarılı olamadığımı itiraf ediyorum.

Bir saniye sonrası meçhul dünyada eceliniz geldiği gün mutlaka öleceğiniz kaçınılmazdır. Ancak o ölümün korkakça mı yoksa kahramanca mı kavuşulabilecek bir son olduğu yargısı, hem dünya hem de ahret için ya bir kurtuluş ya da bir kayıptır.

Sizler, Apo adlı şeytana herhangi bir halel gelmemesi için yemeklerini dahi kontrol edip başında doktor bulundururken; o, halkınızın karınlarını deşen canavarları sevk ve idare etmektedir. Hiçbir insan böylesi bir vicdansızlığı sindiremez. Eğer hazmedilebiliniyorsa, o bir insan değil şeytanın ta kendisidir.

Devlet duygusallıkla yönetilmez fikri, insani değerlerle ölçülmeyen vicdansız bir tiranlığı meşrulaştırmaktadır. Bu sebeple insani değerlerden yoksun bulunmalarından teröristleri demokrasi ve barış adına kollamakta, yasamada etkili olabilmeleri için mutabakat arayışlarını dahi insafsızca sürdürebilmektedirler. Oysa amaç ne olursa olsun hiçbir teröristle uzlaşılamaz ve isteklerinin de ardı arkası kesilmez. Eğer ipin ucu verilmişse, ölene yahut öldürene dek kurtulabilmek mümkün değildir. Maalesef sadece ipin ucu değil, ipte oynatılan kuklalara dönüştürüldüğümüz de bir gerçektir.

Ey İmralı’da görevli insanlar! 75 milyonluk halkınız sizden fedakârlık ve atalarınıza layık bir kahramanlık beklemektedir. Unutmayınız ki yöneticiler, siyasi liderleriniz ve düşüncesine saygı duyduğunuz aydın bozuntuları kalplerine ve ruhlarına fiyat etiketi biçmiş içten pazarlıklı olmalarından, her geçen gün daha da azgınlaşan teröristleri sindirmeleri bir yana daha da cesaretlendirmektedirler. Düşünün ki, pkk terörüne en sert tepki gösteren MHP bile elinde fırsatı olduğu halde Apo denen şeytanın idamını iktidar ikbali uğruna gerçekleştirmiş, dolayısıyla kendini konumlandırdığı etiketiyle nasıl bir maske taktığı deşifre olmuştur. Halkının mal ve can güvenliğine muktedir olamamış yahut olma yolunda cesaret ve kararlılıkla otorite sağlayamamış bir iktidar ya da muhalefete itaat, yaratıcınız Allah’a ve halka ihanettir. Allah için, ülkeniz için, milletiniz için, dul ve yetimler için, ana ve babalar için, çocuklarınız için, hak ve adalet için Apo denen şeytanı öldürün…

Avrupa, İsrail ve ABD’ye sırtını dayayarak ülkemiz üzerinde ezeli emelleri bulunan haçlıların taşeronu BDP ya da pkk’nın Kürt aslı vatandaşlarımızla hiçbir ilgileri yoktur. Ancak zihin ve kalplerini iğfal ettikleri bir kısım Kürt kardeşlerimizin etki altında kalarak bilinçsizce teröre destek verme delaletinde bulunmuş olmaları asla yanıltmamalı ve topyekûn düşman belleme gafleti taşınmamalıdır.

BDP, pkk’nın ta kendisi olup, açık bir düşmandır. Ancak Kürt kökenli kardeşlerimizi pkk yahut BDP ile özdeşleştirme yanlışlığından kaçınmak, muhakeme edebilen her insanın akli ve vicdani bir yargısı olmalı, katiyen pkk ile kıyaslanmamalıdırlar.

Yaratıcı Allah’tan daha çok insan fıtratını kim bilebilir ve insana merhamet duyabilir? Öyleyse hilkatte bir eşiniz ama insanlıktan çıkmış yaratıkları bağışlar ya da hoşgörüyle barış ve uzlaşı adına aranızda barındırarak diyaloga kalkışırsanız, biliniz ki mutlaka ya sizi sürecek ya da öldüreceklerdir. Ayrıca kaçırılan iki asker ve sağlık görevlimizin bölgenin BDP’li bir vekilinin evinde tutulduğu asla bir ironi değildir.

Ey caniyi gözünden öte sakınan İmralılar! Halkınızı öldürmesi ve vatanınızı bölmesi için nasıl bir mantıkla Apo’yu koruyup kollayabilirsiniz? Allah’ın vaat ettiği ebedi kurtuluş; Allah ve Resulüne karşı savaşan, yeryüzünde düzeni bozmaya çalışan, insanlar arasına nifak sokan ve acımasızca öldürenlerin kesinlikle yaşatılmamalarıdır. Atalarınız geleceğiniz için ne dağlar bayırlar ve hudutlar kat ederek canlarını vermişlerken; sizler, başucunuzda duran azılı bir şeytanı öldürmekten mi imtina ediyorsunuz? Ona hizmeti nasıl özümsüyorsunuz? O kardeşlerinizi diri diri yaktırıp güvenlik güçlerimizi kahpe tuzaklarla öldürerek geriye gözü yaşlı dul ve yetimleri bıraktıran Apo’ya nasıl tahammül ediyorsunuz? Adınızın abideleşmesi, milyonlarca insanın duası ve Allah’ın müjdesi geri çevrilir mi? Bu çok onurlu bir taleptir; haydi, doktor misali insanlık adına Apo adlı öldürücü ve salgın virüsü yok ediniz…

Binlerce insanını katlederek namütenahi ekonomik zarara uğratan bir şeytanı, halkından daha üstün ve ayrıcalıklı tutup 1. derece güvenliğini sağlayan siyasilerin dost mu yoksa düşman mı oldukları sorgusu, her geçen gün daha da derinleşmektedir. Yoksa yaşadıkları yerde can güvenliği olmayan millet, İmralı’ya mı göç etmeli?

Artık Apo ve terör örgütüne karşı yaptırımı ortadan kalkan devlet ve siyasetin yerine canları yanan milletimizin hak ve adalet adına teröristleri yok etmeleri; hem nefsi müdafaa hakkıyla yasal bir zorunluluk, hem de Allah’ın tartışılmaz bir buyruğudur.

“Allah ve Resulüne karşı savaşanların ve yeryüzünde
(hak) düzeni bozmaya çalışanların cezası ya (acımadan) öldürülmeleri, ya asılmaları yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır.”
Maide 33

12 Temmuz 2011 Salı

Suçlu, CHP ve BDP’ye oy verenlerdir…

CHP ve BDP’li seçmenler, tıpkı balinaların sürü halinde intihar etmeleri misali insanlık, huzur, güven, adalet ve vicdanın amansız düşmanları CHP ve BDP’yi destekleyerek hem kendilerini hem de ülkelerini nasıl hüsrana uğratmada yapı taşı olduklarının farkında bile değillerdir. Balina veya koyunların rehber edindikleri liderleri benzeri Kılıçdaroğlu ve apo’yu kurtarıcı sanmalarından ya denizden karaya vurarak ya da uçurumdan aşağı atlayarak peşine takılan sürüler gibi acı ve dehşet içinde sadece kendilerini değil çocuklarını da karanlığa sürüklemektedirler.

CHP’nin yaklaşık 11 milyon seçmenine verdiği onca vaatleri yerine getirebilmek için siyaset yapmak yerine terörle yargılanan acımasız azgınlara sahip çıkarak devlete, millete ve yargıya meydan okuması, şüphesiz o seçmenleri de töhmet altında bırakmakta ve doğrudan sorumlu kılmaktadır. Sanki Balbay ve Haberal’ın salıverilmeleri ve canlarını acıtan terörü desteklemek maksadıyla oy vermişlercesine dolaylı olarak teröristlikle yaftalanmalarını nasıl sindirebildiklerini anlayamıyor, kendileri herhangi bir suçla yargılanıp tutuklu olsaydılar, acaba CHP aynı direnişte bulunacak ya da herhangi bir suçtan tutuklu olan yakınlarının yanında yer alabilecek miydi sorgusunu dahi yapmaksızın kayıtsız desteklerini sürdürebilmelerini hayvansı bir mantık ve boyundurukla örtüştürüyorum. Seçen kendileri ama seçtiklerine öngörülen ayrıcalığın hesabını aramayanlar düşünebilen insan olabilir mi?

İnsan, zekâ sahibi olmasına rağmen; neden hayvanlar gibi hatta daha da şaşkındır?

Zekâ, her şeyin içyüzünü anlamak ister. Ancak gözlemlerini hep ‘dışarıdan’ yapar, içeri sızmayı, bir manada duyguları ve sezgiyi işin içine katmayı kendisi için eksiklik ve zayıflık sayar. Tıpkı yaratıcıya karşı aklı ya da duygulara karşı mantık kompleksi gibi!

İşte böylesi gerçekten kaçan benlikçi zekâların ortaya koydukları muhakeme yetileri müspet sonuçlar doğurmayıp, bilakis felaketleri tetiklemektedir. Somut ve bilinçli (ezber) bilgi ve davranışları beyne, akla ve düşünceye; bilinç dışındakileri (ruhsal) de içgüdüyle bağdaştırdıkları halde, neden tehlikeyi sahipleniyorlar?

İnsanla hayvanı ayıran farkın insanın iyi ve kötüyü, doğru ve yanlışı ayırarak sadece nefsine değil tüm insanlığa karşı sorumluluk duyan bir fıtratta olmasıdır. Ancak yaşadığı toplum, huzur ve güven içinde olursa kendisinin de sağlık ve mutlulukta olabileceği idraki içinde benliğinin kışkırtmasına kapılmaz. Bu sebeple insan olmanın mükellefiyeti, doğrudan hilkatteki eşine, komşusuna ve topluma karşı duyduğu sorumlulukla orantılıdır. Sadece kendini düşünen hayvanlardan bile daha egoist bir hale dönüşmüş seküler beyinciler, kendi yerinde olabilmek için dünyadaki milyonları görmemezlikten gelip ne doymayı ne de şükretmeyi bilirler. Tıpkı CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ziyaret ettiği komşumuz Yunanistan’ın iflası ve içinde bulunduğu derin krize aldırış etmeden Türkiye’den şikâyetçi olabilmesi, benliği çıldırmış bir egoistin ortaya koyduğu bir davranıştır. Böylesi bir düşünce ve duyguyu doğuran etmenin şeytanın ebedi lanetlenmesine neden olan benlik olduğu, dolayısıyla hırsı uğruna değil milletini tüm dünyayı ateşin içine atmaktan kaçınmayacağı tartışılmazdır.

İnsanların benliğini tanrı edinmişleri rehber seçmeleri insan olma üstünlüklerini inkâr etmelerine neden olmakta, böylece hayvanlardan hiçbir farkları kalmamaktadır. Çünkü hayvanlarda tehlikelerden kaçıyor, aç kalmamak için mücadele ederek rızık peşinde koşuyor, çiftleşebiliyor, yavrularını yedirip büyüterek eğitebiliyor, düzen kurabiliyor, yuvalarını inşa edebiliyor, yön bulabiliyor, üretebiliyor ve zarar görebilecekleri her şeyden şiddetle kaçabiliyorlar.

“Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” A’raf. 179

Dünyada 550 milyon insan, günlük 1.5 dolarla tüm ihtiyaçlarını giderebiliyor ise; şikayet etmek haddi aşmak değil midir? Ki, onların büyük bir kısmına ne yakını ne de komşusu yardım etmektedir. Demek ki en yoksulumuzun yerinde olabilmek için 550 milyon insan duaya sarılıp hayal kurmaktadır. Beterin daha beteri olduğunu ilke edinmeyen ne kadar bilgili ve zengin olsa da o, cahillerin en cahili ve fakirlerin en fakiridir. Bir saniye sonrası meçhul bir yaşam için ırka, lükse ve paraya öncelik verenler insan mıdır?

İnsanı hayvandan ayıran en önemli özellik şükretmesidir. Ancak her şeyin madde ile kıyaslandığı öyle bir dünya var edildi ki, olanlar olmayanlardan daha korkunç sıkıntılarla debelenmekte, belanın binbir türlüsünü tatmaktan kurtulamamaktadırlar. Oysa hayvanlar para sorunu taşımamalarına rağmen ihtiyaçlarını karşılayabiliyorsa; insanlardaki para tutkusu bir lanet değil de nedir?

16.Yüzyılda yaşamış İngiliz devlet ve hukuk adamı Thomas More; “Her şeyin para ile ölçüldüğü bir yerde, toplumsal adalet ve rahatlık hiçbir zaman gerçekleşemez” tespiti, bugün daha da beter bir hal almıştır. Thomas More, İngiliz Kralı Henry VIII tarafından hain olmak suçlanıp idam edilmiş ve ölümünden 400 yıl sonra Papa Pius XI tarafından aziz ilan edilmişti.

Teröristlikle suçlananların vekil oldukları gerekçesiyle salıverilmemelerini “milli iradeye bir darbe” olmakla itham eden CHP ve BDP, apaçık milli iradeyi aşağılamaktadırlar. Yaklaşık 50 milyon seçmenin oyunu birkaç teröriste odaklayarak milli irade sömürüsünün yapıldığı tek ülke Türkiye olup, birkaç terörist, 75 milyonluk milletimizden daha değerli sayılabilmektedir.

Her ikisi de seküler olan CHP ve BDP’yi destekleyenlerin hayatlarında şimdikinden daha müspet bir gelişme olabileceğini sanmaları, insan gibi düşünemeyip hissedememelerini kanıtlamaktadır. Söylem ve hedefleri dikkatle irdelendiğinde öne çıkan argümanları özgürlük ve demokrasidir. Özgürlük ve demokrasinin ne ifade ettiğini kendileri bilmediği gibi seçmenleri de bilmiyor ama körü körüne tuzaklarına düşebiliyorlar. Dolayısıyla sirklerdeki illüzyonistlerden daha becerikli liderler, iradeleriyle herhangi bir yaptırımda bulunabilmeleri aşikâr ise de milyonları etkileyebilmeleri, A’raf Süresi 179. Ayetinde buyrulduğu gibi bir kısım insanların hayvandan daha aşağı oldukları tespitini doğrulamaktadır.

Felaketleri, ahlaksızlıkları, fitneyi, acımasızlıkları ve yok edici silahları doğuran düşünce olmasına rağmen düşüncenin suç olmaktan çıkarılmasından daha sadistçe ne olabilir? Her şey önce düşüncede olgunlaşır sonra eyleme dönüşür. Fitnenin adam öldürmekten çok daha büyük bir günah ve suç olduğu baz alınırsa, toplumları birbirine düşüren ve kıydıranların “karınca dahi incitmez” imajları canilerden çok daha tehlikeli oldukları gerçeğini örtbas edemez.

Einstein’ın kütle ile enerji arasındaki ilişkiyi açıklayan E=mc2 formülünü bulmasıyla kıyamet silahı olan atom bombasının üretilip milyonlarca insanın katledilmesi ve insanlık adına tehdit olarak devam etmesi; düşüncenin bir ürünü değil midir? Einstein, keşfettiği denklemin ardından atom bombasının yapılmasından büyük pişmanlık duymuş ama düşüncesinin ortaya çıkardığı felaketi engelleme gücü bulamamıştı. Oysa Einstein, insancıl davranışlarıyla tanınan, barışsever, haksızlıklara karşı ezilmişlerin yardımına koşan ve ömründe bir karıncayı dahi incitmemiş bir hümanistti.

Bir taraftan insan öldürülmesine karşı merhametsel bir duygu taşırken, diğer taraftan yeryüzündeki tüm canlıları yok edebilecek bir bombanın denklemsel keşfini gerçekleştirmesi mantığı nasıl açıklanmalıdır?

“Benim barışseverliğim bende insiyaki bir duygudur. Çünkü insanın öldürülmesi, bende tiksinti doğurmaktadır. Benim teorim, entelektüel bir teoriden doğmuyor, bilakis her türlü kan dökücülük, vahşet ve kine karşı duyduğum derin antipatiden ileri geliyor. Bu reaksiyonumu akılcılaştırmaya yönelebilirdim, ama bu gerçekte ‘a posteriori’ (olaydan sonra, ondan ibret alarak geliştirilecek bir tepki) bir düşünce olacaktı.” Albert Einstein

Bu sebeple düşünceleriyle toplumları yönlendiren ve harekete geçmelerini sağlayarak terörü tetikleyenler, azılı katillerden çok daha tehlikeli suçlulardır ve hür düşünce gerekçesiyle masum gösterilemezler. Onun için Balbay, Haberal, Alan ve KCK’lı vekiller çok daha korkunç bir tehdit ve atom bombasından farksızdırlar.

Eğer düşünce, eyleme dönüşmeden engellenemezse; etkiye göre atom bombasından çok daha şiddetli bir tahribata yol açar. İşte CHP ve BDP ya bu gerçeği hesap edemiyor ya da insanlık düşmanıdırlar.

“Herkese savaşın gücünü göstereceğiz” diye tehditte bulunabilen bir BDP’li vekil, düşüncesinden dolayı dokunulmamalı mı, yoksa hesap mı sorulmalıdır?

9 Temmuz 2011 Cumartesi

Korku diktatörlüğü öyle etkilemiş ki…

Başta Cumhurbaşkanı Gül olmak üzere politikacı ve gazeteciler, sözde uzlaşma adına dolaylı yollardan bile fikirlerini açıklarken CHP Diktatörlüğü’nün paranoyasıyla tepki koymaktan kaçınıyor, diktatörlükten cumhuriyete geçişimize engel olurcasına CHP’siz bir Türkiye düşünememenin korku, endişe ve karmaşasıyla sıkılmadan ‘demokrasi ve özgürlük’ ideallerini vurgulamaktan da geri kalmıyorlar.

Kime demokrasi ve özgürlük?

Milletten ne kadar saklamaya çalışsalar da BDP’nin pkk olması misali CHP, Ergenekon Terör Örgütü’nün ta kendisidir. Tıpkı BDP’nin pkk’yı bir terör örgütü olarak tanımaması gibi CHP’de etö’yü terör örgütü tanımak bir yana, bilfiil tüzel kimliğiyle yanında yer aldığını ve planlarında haklı olduklarını haykırabilmektedir.

Nasıl BDP, Türkiye’yi dünyaya şikâyet ederek sözde demokratik ve özgürlük haklarının gasp edildiğini ileri sürüyorsa, CHP’de Kılıçdaroğlu aracılığıyla ülkesi Türkiye’yi karalamakta ve terörist vekillerin serbest bırakılmaması hırsıyla öç peşinde koşmaktadır. Tıpkı BDP benzeri bir politika izleyerek medet umduğu haçlı sosyalistlerden yaptırım uygulatabileceğini sanması apaçık bir ahmaklıktır. Ki, teröre karşı dünyada hiçbir devletin kendisine hak verebilmesi mümkün değilse de Türkiye aleyhtarı Avrupalıların bugüne kadar izledikleri pkk yandaşlığı CHP’yi de kapsar. Böylece Türkiye’nin ezeli düşmanı Avrupalı haçlı parlamenterin pkk’lıların yargılanmaları sırasında duruşmalara katılması misali Ergenekon ve Balyoz davalarını da provoke etmeleri kuvvetle muhtemeldir.

CHP ve BDP ikilisi öyle danışıklı bir isyan içindedirler ki, önce BDP hem meclise girmemeyi hem de yemin etmemeyi açık bir taahhütle beyan ederken, CHP meclise girip yemin etmeme konusunda karar alarak sanki birlikte hareket etmedikleri görüntüsü vermeye çalışmıştır. Ne var ki çok geçmeden BDP’nin meclise girerek grup kurma müracaatında bulunması, ikilinin işbirliğini ortaya koymuştur. Tıpış tıpış yemin edecekleri sürede pek uzak değildir…

Ak Parti Hükümeti ile birlikte umutlanarak şahlanan Türkiye Halkı’nın iktidarını önleyebilmek ve bir daha kavuşamayacakları cephelerini kaybetmemek için CHP’ce güçlendirilip her türlü desteği alarak amansız bir tehdide dönüşen Ergenekon Terör Örgütü, pkk ile de dayanışmaya girişerek ebedi sandıkları egemenliklerini CHP lehine sürdürebileceklerini düşünmüş, ancak Başbakan Erdoğan’dan hiç beklemedikleri imansı bir direnişle karşılaşınca neye uğradıklarını şaşırmış, alışageldikleri şantaj ve tehditlerle yeniden gizli iktidarlarına ulaşabilecekleri hesaplarıyla alt üst olmuşlardır.

Ancak onları diriltmeye çalışan çakma demokrasi ve özgülük havarilerinin de tüm çaba ve gayretlerinin boşa çıkacağı kaçınılmazdır. Yeter ki hükümet ve milletimiz dik durmaya devam edebilsin…

Hele, terör karşıtı sözde muhafazakâr sünepe gazetecilerin ekranlara çıkarak “hâkimlerin yerine olsam serbest bırakırdım” açıklamaları ve tartışma sırasında CHP’lilerce aşağılanarak yönlendirilmeleri utanç vericidir. Oysa aklı başında hiç kimse, CHP ve yandaşlarının tuzağına düşerek tartışmaya girmemeleri terörle mücadele adına hayati bir önem taşımaktadır.
Ergenekon Terör Örgütünün derdest edilip kısmi çökertilmesinin ardından önce Genelkurmay’daki, sonra da yargıdaki oligarşin güçlerini yitiren CHP, tüyleri yolunan kaz misali çırpınmaya başlamış, debelendikçe daha da batarak kalıntılarıyla tarihe gömülmelerine bir kulaç kalmıştır.

Ergenekon Terör Örgütü’nün deşifre edilip namlı teröristlerin tek tek tutuklanmalarıyla telaşa kapılan CHP; hukuka, millete ve yargıya savaş açıp akıl almaz bir savunmayla destek çıkmasının ardında, aralarındaki bağın açığa çıkabilecek olmasıydı. Gerek sesli gerekse yazılı tüm deliller, failler ve tanıklar ortadayken çığırtmaya devam edebilmelerinin mantığını arayanlar, Ergenekon Terör Örgütü’nün CHP olduğu gerçeğini ya kabul etmek istememelerinden ya da gizlemeye çalışmalarındandır.

Terör gibi fevkalade ağır bir suçtan yargılananları partilerinden aday göstererek vekil yapan CHP, MHP ve BDP; terörist vekillerini serbest bırakmayan mahkemelere hayâsızca saldırarak toplumsal ve yasasal bir krize neden olabiliyorlarsa; hem millet hem de devlet tükenmiş demektir. Böylesi bir pespayeliğin tek bir örneğini başka bir ülkede gösterebilmek mümkün değildir. Ancak gergin olan CHP ve BDP’nin taşeron gazetecileri aracılığıyla sanki toplumda bir kriz ve gerginlik varmış gibi provokasyona girişmeleri mumdan farksızdır.

Milleti ve hükümetini tepelemek için örgütlenmiş Ergenekon ve Balyoz ile halkımızı barbaca katleden pkk terör örgütü üyelerini vekil olmaları gerekçesiyle salıvermeleri konusunda yapılmakta olan tartışmalar, terör mücadelesine derin bir yara açmakta, en amansız diktatörler dahi devrilip hesaba çekilirken, bizde masum ve kahraman addedilebilmektedirler.

BDP’nin pkk’lı teröristleri kahramanlıkla ödüllendirmesi gibi MHP’de terörist Engin Alan’ı kahraman belleyip arkasında durmaya devam etmesi; hem satanistleri hatırlattı hem de kimin teröristinin gerçek kahraman olduğu sorgusunu doğurdu. Öncesinde cennette yaşayan ve Allah’ın üstün kıldığı şeytanı “ben” demesinden dolayı lanetleyerek ebedi olarak cehenneme gark etmesi nasıl satanistleri ilgilendirmiyorsa, MHP’de Engin Alan’ın teröriste dönüşmesini kabul etmemektedir.

Neden seçilmelerine izin verildi sorusu öyle hilesel bir yönlendirmedir ki, yasaların yetkili kurumlar arasında bir bütünlük sağlamaması ve birbirine engelleyen yaptırımlar taşıması yargılandıkları mahkemelere danışılmayıp akıbetlerin sorulmamasına yol açmakta, dolayısıyla seçildikleri halde serbest bırakılmamaktadırlar. Müebbet hapisle yargılanan teröristleri vekil olmalarından ötürü özgür bırakılabilmeleri nasıl düşünülür?

Hukuk adına kanunlarla diledikleri gibi oynamakta mahir CHP, darbe yapmayan Genelkurmay’a kâğıttan kaplan, adaletle millet adına hükmeden yargıya da işgal gücü demek suretiyle ne kadar tehlikeli haçlı olduklarını kanıtlamaktadırlar.

Ayrıca apo’ya pkk’yı kurduran da Ergenekon ve Balyoz’un komutasındaki CHP’nin derin oligarşisidir. O zamanlar farklı unvanlarda faaliyet gösterenlerin tamamı, bugün olduğu gibi CHP Diktatörlüğü adına eylemlerini sürdürmüşler ve son nefeslerinde de çabalamaktan geri durmamaktadırlar.

Eğer CHP, sorumlu olduğu terör üyeleri için yeterince gayret sarf edip cezaevlerinden kurtaramazsa, saklı tüm gerçekler ifşa edilecektir. Bu sebeple meclisi terk edebilecek kadar ısrarını sürdürmekte, planınca önce medya ve bilim dünyasından şöhretli vekillerini tahliye ettirecek, sonra da geri kalanları. Zaten bunu da açıkça itiraf etmişlerdir.

Demokrasi ve özgürlüğün teröristleri kapsayan bir hürriyet olduğu anlayışına meşruiyet kazandırmaya çalışan CHP, sadece milletimizi değil dünyayı da dehşete düşürmektedir. Oysa gerek Ergenekon gerekse Balyoz davalarında tutuklu oldukları halde yargılandıkları cezalar göz önüne alınarak tahliye edilen onlarca faili neden görmemezlikten geliyorlar? Ağırlaştırılmış müebbet hapisle yargılanan herhangi birinin, tutukluluk süresi gerekçe gösterilerek tahliyesini talep etmek, nasıl bir aklın ürünüdür?

10 yıllık tutukluluk süresi aşıldığından tahliye edilen caniler, katiller ve Hizbullah üyelerinin salıverilmelerine tepki gösterilmemiş ve ‘bu nasıl adalet’ sorguları yapılmamış mıydı? Tahliye olmaları akabinde nasıl kaçtıkları ne çabuk unutuldu?

Cumhurbaşkanı Gül’ün umut ve cesaret vererek, gerek ETÖ ve Balyoz’un politik temsilcisi CHP, gerekse PKK’nın politik sözcüsü BDP ile hükümeti uzlaştırma çabası içine girmesi, nasıl bir muhakeme ve vicdandır ki, tahliyelerinden öte hiçbir alternatifi kabul etmeyenlerle hükümet arasında bir uzlaşma sağlayabilmek için millete, hukuka ve yargıya ihanet edercesine arabulucu olabildiğini anlayamıyorum.

Çok büyük sancılar çekilebileceği tehdidinde bulunanlar bilmelidir ki en korkunç sancı, doğum sancısıdır. Çocuk sevgisiyle tadılması zor bir sancıyı üstlenme cesareti ve kararlığında bulunan analar misali milletimiz de vatanları ve istikballeri uğruna her türlü sancıyı çekmeye hazırdırlar.
Bugüne kadar terörle mücadele edebilmek uğruna binlerce şehit vermiş ve katrilyonlarca kayba uğramış milletimiz, Başbakan Erdoğan’ı teröristleri salıvermesi için iktidara taşımamıştır. Kıyamete neden olacak olsa dahi adaletten asla taviz vermeyecek, haksızlıkların cezasız kalmasına müsamaha göstermeyecektir.

Şeytan misali benliği tavan yapmış Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibinin vatanı ve milleti heba etmekten kaçınmayacağı, terör lehine gerçekleştirdiği başkaldırısıyla ortadadır.

CHP’nin tek çıkış yolu, hezimeti mutlak olan Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibini alaşağı ederek, terörü dışlayan ve millet iradesine saygılı yeni bir genel başkan ve yönetim kadrosuyla meşruiyetini tazeleyip meclis çalışmalarına katılmaktır. Ancak isyanlarının bilinçli nedeni yapılması düşünülen yeni anayasayı baltalayabilmek amacıyla gerginlik çıkarmak suretiyle meclisi çalıştırmamak ise, vadeleri dolmuş olmalarından yapılabilecek hiçbir şey yoktur.

Ecel geldi CHP’ye, vekiller bahane…


3 Temmuz 2011 Pazar

Terör aşkına seçmenlerini sattılar…

Öncelikle seçmenlerine karşı gösterdikleri duyarlılık ve sorumluluklarının neticesi Balyoz Terör Örgütünü sahiplenmemelerinden ötürü Devlet Bahçeli ve MHP’li yöneticileri tebrik ederim. Hiç kimseye karşı önyargılı olmadığımı, böylece bugüne kadar eleştirdiğim MHP’yi isabetli davranışından dolayı takdir etmeyi de vazgeçilmez bir erdemlik kabul ediyorum.

Milleti acımadan tepelemeyebilmek için kurdukları Ergenekon Terör Örgütünde görev üstlenmiş Mehmet Haberal ve Mustafa Balbay adlı teröristleri vekil seçtirebilecek kadar akıl ve vicdanlarını yitirmiş Kılıçdaroğlu ve CHP, “arkadaşlarımızı satmayız” sadakatleriyle baştan beri Ergenekon Terör Örgütüne verdikleri desteği daha da ileri taşıyarak halık temsil edildiği meclisten vazgeçebilmişlerdir.

Hizmet adına seçmenlerinin umutlarını teröre peşkeş çekebilen CHP, yekvücut halinde mecliste dahi yemin etmeyip kendilerinden çözüm bekleyenlere ihanet ederek kurumsal varlıklarını iki teröriste odaklamaları, sanırım gerek seçmenlerine gerekse ‘acaba’ diyen milletimize unutamayacakları ciddi bir ders olmuştur. Böylece olası bir iktidarlarında Türkiye’nin nasıl terör örgütlerine teslim edilebileceği daha net anlaşılmış, CHP’nin gerçek amacı da ortaya çıkmıştır.
Sanki hepsi terör yandaşıymış gibi içlerinden birisi de karşı çıkıp; “ne yapıyoruz, hani biz millet için vardık, müebbet hapisle yargılanan teröristler için mi milletin karşısına çıkıp oy istedik, verdiğimiz vaatler arasında teröristleri kurtarabilmek adına meclise ambargo uygulama ve yasamayı boykot etme sözü vermiş miydik, CHP’yi iki teröriste endekslemenin hesabını veremeyiz” diyerek duruş sergilememesi, tamamının aynı düşünce ve duyguda olduğunu kanıtlamaktadır. Acaba seçmenleri o teröristler için mi CHP’yi desteklediler? Aile sigortası gibi ekonomik vaatler bir kamuflaj mıydı?

Alışageldikleri şantaj ve tehditlerle bugüne kadar başarılı olan CHP, akılları sıra hükümete ve yargıya da baskı uygulayarak amaçlarına ulaşabileceklerini hesap etmiş ama bekledikleri karşılığı bulamayınca işin içinden nasıl çıkacakları telaşıyla nefesleri kesilir hale gelmişlerdir.
Öylesi hayati bir reste girdiler ki, hapishanede zincirli terörist arkadaşları tahliye edilmezlerse ya harakiri yaparak intihar edecekler, ya da topluca Silivri’ye giderek arkadaşlarıyla birlikte orada yemin edecekler. Aksi takdirde tahliyeler gerçekleşmeden yemin etmeleri, onursuzluğun ve şerefsizliğin ta kendisidir…

Her siyasi parti ve üyeleri millet için var olmalı; ne ailesine ne yakınlarına ne de partililerine ayrıcalık tanıyarak adaleti lağvetmemelidir. Oysa CHP, millet adına tutuklanan teröristler için asli görevine ihanet etmiştir. Geçmişteki Fazilet Partisi, türbanından dolayı meclisten kovulan Merve Kavakçı’ya, sırf memlekette olabilecek bir gerilime fırsat vermemek için ilkelerinden vazgeçmiş ve haksızlığı bağırlarına basabilmişti. Ancak inanç ve imandan yoksun bir düşüncenin tutuklu teröristler uğruna vatanlarını dert edinmemeleri, insanlık dışı felsefelerinin bir sonucudur.

Siyasiler, hırs ve çıkarları uğruna yargıya müdahale etmemeli ve düşmanca savaş açmamalıdır. Düzeni ayakta tutanın yargı olduğu ilkesiyle hareket etmeli, böylece asayişin sağlanabildiği, ihtilafların giderilebildiği, cezaların yargıca hükme bağlandığı güvencesiyle topluma örnek olmalıdır. Lakin CHP, sanki ülkeyi yönetmeye aday siyasi bir parti değil de mahalle arasındaki camları taşlayan çocuklar misali çıldırmış bir tehdittir. Terör örgütlerinin bile bir stratejileri, planları ve hedefi olan amaçları vardır. Oysa CHP, eşine ancak tımarhanelerde şahit olunabilecek bir davranış içindedir. Ya arkadaşlarımızı tahliye ederseniz ya da meclise girmem! Bakalım, bu meydan okuyuşlarının arkasında durabilecekler mi, yoksa süt dökmüş kedi misali teslim mi olacaklar?

Ey oylarına ihanet eden CHP’li seçmenler! Kurtarıcı sandığınız Atatürk düşmanı eşkıya torunu Kemal Kılıçdaroğlu sizi değil, meğerse teröristleri kurtarma planları yapıyormuş. Şimdi ne yapacaksınız?

Mehmet Haberal, kendisine ve terörist arkadaşlarına sahip çıkmasından dolayı Kemal Kılaçdaroğlu’nu “demokrasi ve özgürlük” şövalyesi ilan etmiş…

“Ülkenin senin için ne yapacağı değil, senin ülken için ne yapabileceğin önemlidir.” John F.Kennedy