29 Haziran 2011 Çarşamba

İlahi adalet…

Pkk tarafından acımasızca öldürülen oğlunun acısını kalbi hançerlenircesine derinliklerinde hisseden anne Oya Eronat, Diyarbakır milletvekilliğini hak eden ve anasının ak sütü gibi helal olan tek şahsiyettir.

Terörist Hatip Dicle’nin veto edilmesiyle oğlunun katili yerine milletin vekilliğine kavuşması, apaçık ‘ilahi adaletin’ bir tecellisidir. Oğlunun kasabı pkk yandaşlarının desteğiyle seçilen Oya Eronat, muhakeme edebilenler için fevkalade ibrete şayandır.

DTK ya da BDP’nin seçtirdiği vekiller milletin değil teröristlerin vekilleridir. Bu sebeple kendilerini milletvekili değil terörist vekilleri olarak tanıtmalı, halka meydan okuyup katledenlere asla inisiyatif tanınmamalıdır. Ayrıca CHP ve MHP’nin aday gösterdikleri Balbay, Haberal ve Alan gibi azılı elebaşlılarını seçtirmeleri, onların da BDP’den hiçbir farkları olmadığını ortaya koymakta, dolayısıyla BDP gibi parlamentoya girmeyerek millet meclisini kirletmemeleri, özürlerinin bir gereği olmalıdır. Teröristlerin ikamet ettiği bir meclis, terörizmi engelleyemez…

AKP’ye baskı kurarak Oya Eronat’ın istifasını dile getirme fütursuzluğunda bulunan Diyarbakırlı iş adamı, gazeteci ve politikacı yandaşlar, acaba kendi çocukları da teröristlerce öldürülmüş olsaydı aynı düşünceyi taşırlar mıydı? Masum insanlarımızın alçakça öldürülmelerinden memnunluk duyarcasına teröristlere arka çıkan vicdansız mahlûklar, Sayın Eronat’ın hukuken kazandığı hakkı etik sömürüsü yaparak mazbatasını iade ettirme utanmazlığında bulunmaları, binlerce şehit ve günahsızca öldürülen vatandaşlarımıza bir hainliktir. Ancak teröristçe düşünen ve hisseden zalimlerin vicdanlı davranabilmeleri ve muhakeme edebilmeleri mümkün müdür?

Sanki milli irade ve demokrasi; halkı acımasızca tepelemek, şiddet uygulamak, darbeyle rehin almak ve hükümeti silah zoruyla devirmekmişçesine yargıyı eleştirip iktidarın güdümünde olmakla suçlamak, nasıl adalet, yargı ve millet düşmanları olduklarını kanıtlamaktadır. Şüphe yok ki gerek CHP gerek MHP gerekse BDP’ye oy verenler büyük bir pişmanlık içindedirler. Aksi takdirde mazoşist oldukları savı meşruiyet kazanır.

Demokrasi ve milli irade manipülasyonuyla zehir akıtıp toplumu felç eden zorbalar bilmelidirler ki, terörist eylemler, sokak çatışmaları, insanları ve iş yerlerini yakma, güvenlik güçlerini öldürme, anaların gözyaşlarını akıtma, meclisi çalıştırmama, boykot etme, anayasayı yaptırmama, kriz ve gerilim gibi eylem, tehdit, şantaj ve korkularla teröristlerini aklayabilme lehine meclisten hiçbir karar çıkartamaz, zulümlerinin bedelini ödemekten kaçamaz, kanları akıtılan onbinlerce vatandaşımızın ve şehitlerimizin ruhlarına eziyet ettiremezler. Halkımız Başbakan Erdoğan’ı, onlar gibi zalimlerden kurtulabilmek ve bedelini ne olursa olsun adaleti egemen kılabilmek için seçmiştir.

Aziz milletimiz, ne ihanet, savaş ve krizlerin üstesinden gelerek güç ve direncinden hiçbir şey kaybetmedi de, CHP, MHP ve BDP gibi günahkârların çıkarmayı planladıkları krizleri mi aşamayacak?

Haksızlıkların cezasız kalmasından daha felaket ne olabilir? Özellikle MHP, kendi terörist vekili Engin Alan’ı aklayıp meclise girmesinde ısrar edebiliyorsa; neden BDP’nin de apo ile ilgili mücadelesi meşru sayılmasın? Azılı katil KCK teröristlerinin de vekil gerekçesiyle tahliyelerini beklediği sırada Bahçeli’nin Alan’ı sahiplenerek mahkemelere ve hükümete saldırması, gizli emelini de ispatlamaktadır. Apo’nun idamını gerçekleştirmeyip başımıza bela eden Bahçeli değil miydi? Mehmet Haberal, Mustafa Balbay ve Engin Alan CHP ve MHP’ce aday gösterilip milletvekili seçtirilebiliyor ise, neden BDP’de apo’yu aday gösterip milletvekili seçtirmesin?

Kabul edilmiş bir yanlışlık kazanılmış bir zehir olduğuna göre; gerek CHP ve gerekse MHP’nin canhıraş çırpınışlarının ardında apo’ya af sağlama düşüncesi kuvvetle muhtemeldir. Yoksa Balbay, Haberal ve Alan gibi toplumu yönlendirmede etkisiz güruhlar için halkı kışkırtacak böylesi yıkıcı bir tepkiyi ve yargıya hakareti başka hangi amaçla açıklayabiliriz? MHP ve CHP’nin KCK terör örgütü davasından tutuklu hain düşmanların ellerini güçlendirecek söylemleri, sadece terörist vekillerini kurtarmak değil, müttefikleri pkk’ya da destek çıkmaktır. Nasıl olurda millet düşmanları milletin vekili olabilir?

Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’nin hukuka ve millete nasıl hasım oldukları, kaos provokatörlüklerinden anlaşılmaktadır.

13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Köksal Şengül’ün muhalefet şerhine hayret edip, gerekçesini okuduğumda yanlı hareket ettiğine karar verdim. Birkaç kez ağırlaştırılmış müebbet hapisle yargılanan teröristler için; Haberal’ın sağlık koşulları ve Balbay’ın toplumsal konumu dikkate alınarak tahliye edilmeleri gerektiğini; kaçma, saklanma ve delilleri karartmalarının ihtimal dâhilinde olmadığı; pkk’lı terörist Sebahat Tuncel’in kararını gerekçe göstererek mutlaka serbest bırakılmalarını talep etmesi; sağlık koşulları yerinde olmayanlar ve toplumsal konumu etkili olanlar her ne suç işlerlerse işlesinler cezalandırılamaz gibi bir anlayışı meşrulaştırıyor ki, Köksal Şengül’ün adaleti mukim kılabilecek bir liyakate sahip olmadığı ortaya çıkmaktadır. Millet adına derhal istifasını vererek davadan çekilmesi, yargının selameti açısından fevkalade hayatidir. Bu sebeple HSYK’nın derhal soruşturma başlatarak, 13. Ağır Ceza reisi Köksal Şengül’ü görevden alması zorunluluk haline gelmiştir.

Sebahat Tuncel ile ilgili örnek verirken; neden milletvekiliyken yurt dışına kaçan ve hala interpolce aranan Turan Çömez ve Haberal gibi üniversite sahibi kaçak Bedrettin Dalan’ı emsal göstermiyor? Müebbet hapisle yargılanan ve aleyhlerinde birçok delil bulunan Balbay ve Haberal’ın tahliye edilmeleri akabinde değil milletvekilliği, cumhurbaşkanlığı dahi verseler bir saat Türkiye’de kalmayacakları son derece açıktır.

Eğer toplumsal konum, müebbet hapisle yargılanan suçlulara ayrıcalık sağlayabiliyorsa; neden apo cezaevinde tutuluyor? Yaklaşık iğfal edilmiş 2 milyon kişiye hükmedebilen apo’nun sosyal ve siyasi konumundan daha mı üstünler ki o taşeronlara sağlanacak imtiyazlar apo’ya tanınmıyor? Acaba Köksal Şengül, apo için de mi aynı düşünce ve duyguları beslemektedir?

Milletin amansız düşmanlarının işledikleri suçlara millet adına hesap soran yargıyı yerden yere vuran Kılıçdaroğlu ve Bahçeli, demokrasi manipülasyonlarıyla apo’dan farksız bir söylem ve konum içindedirler. Halkımız sandıkları gibi o kadar aptal mıdır ki, kendilerini yok etmek isteyen teröristlerin salıverilmemelerini milli irade gaspı olmakla değerlendirsinler? Asıl milleti kandırarak teröristleri seçtiren Bahçeli ve Kılıçdaroğlu, millet iradesine hıyanet etmişlerdir.

Milletin huzur ve güveni adına teröristlerin hak ettikleri cezaevlerinde kalıp mahkûm olmaları; nasıl bir mantık ve vicdanla milli irade gaspı, yargı krizi ve siyasi kriz gerekçeleriyle nitelendirilebilir? Halkın ele geçirdiği egemenliği ne kadar hazmedemeseler de, bir daha asla dikta iradesini yerleştiremeyeceklerdir.

Şunu çok iyi bilsinler ki, sırf terörist vekillerine meşruiyet kazandırabilmek ve statükoyu sürdürebilmek için TBMM’de hiçbir yasal düzenlemeye gidilemez, gerek Başbakan Erdoğan gerekse Ak Parti vekilleri, verdikleri mücadeleye ihanet edemezler. Darbecilerin, mafyanın, çetelerin, terörün ve bilumum suç imparatorluklarının üzerine cesaretle giderek halkının teveccühünü kazanmak suretiyle iktidarını pekiştiren Ak Parti, hiçbir suçlu için ne af ne de ayrıcalık getirebilir.

Bozkurt Bahçeli’nin ifade ettiği gibi yargı; milli iradeye, demokrasiye ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne meydan okumamış, bilakis millet adına adalete olan güven duygusunu arttırıp, milleti merhametsiz ve iflah olmaz teröristleri zincirlemekle korumuştur.

Ayrıca Bahçeli’nin ardına takılan kurtların tekbir getirme yerine ulumaları, kendilerine daha yakışır bir davranıştır. Unutmasınlar ki tekbir düşmanı Engin Alan için attıkları tekbirler, İslam’a ve insanlığa apaçık bir hakarettir…

Suçu ve suçluyu övmek suç ise de, Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’nin yargılanmamaları toplumu suça teşvik etmektedir.

“İşlenmiş olan bir suçu veya işlemiş olduğu suçtan dolayı bir kişiyi alenen öven kimse, iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” TCK. 215

“Halkı kanunlara uymamaya alenen tahrik eden kişi, tahrikin kamu barışını bozmaya elverişli olması hâlinde, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.” TCK. 217

23 Haziran 2011 Perşembe

Çocuk sapıklarının tepkisi…

Bulunduğu ilin asayiş, mal, can ve namusundan sorumlu Giresun Valisi Dursun Ali Şahin’in Bakanlar Kurulu Kararı gereği, mezuniyetlerini kutlayacak olan kız öğrencilerimizi kem gözlerden muhafaza edebilmek adına eteklerinin diz kapağını örtecek boyda olmasını, kolsuz ve askılı elbise giydirilmemesiyle ilgili genelgesine karşı koyanlar, çocuk pornosu izlemede Türkiye’yi dünyada birinci yapan ahlaksızlardır.

Genelgeyi, “çocukların başarısı etek boyuna indirildi” manipülasyonuyla tepki gösteren sapıklar, böylece şiddetle karşı çıktıkları türbanla ilgili düşmanlıklarını ve fikirleriyle çelişen nasıl bir paradoks içinde bocaladıklarını da itiraf etmişlerdir.

Yaratıcı Allah, yarattığı her canlının fıtratını bildiğinden sınırlar getirmiş, cinselliklerini fışkırtanların karşı cinslerini nasıl kışkırtıp şehvetsi tetiklemeye neden oldukları tehlikelere karşı uyararak, insanlık yararına tartışılmaz hükümler getirmiştir. Kişinin imansal veya iradesel direncini zorlayıcı imtihansal bir serbestiye imkân tanımayarak, doğrudan yasak koymuştur. Çünkü hiçbir fıtrat, teşvik edici cinselliğe karşı duramayacağından doğabilecek harami bakış, etkileşim ve ilişkilere neden olabilen tüm gerekçelerin önünü kesmiştir.

Ancak çağdaşlık adına çocuk-genç-yaşlı demeden teşhir ederek önce gözleriyle basınçlarını arttırıp sonra ya rıza ya da tecavüzle tatmin olabilmelerini kısıtlayacak ahlaki kurallara tepkide bulunmaları, şüphesiz sapkınlıklarının bir gereğidir.

Artık kadın vücutlarından uyarılamamaları çocuklara karşı ilgilerini arttırmış, kız çocuklarımızın mini etekleri ve göğüs dekolteleri iyice azmalarına, birkaç dakikadan müteşekkil iğrenç emellerine ulaşabilmek uğruna cinayeti bile göze alabilecek canavarlıklara sebep olmaktadır. Kadın vücudu o kadar ayağa düşüp sokaklara serildi ki, masum çocukların saf bedenleri heyecan oluşturur hale geldi.

Peki, suçlu sadece sapıklar mı? Azmettirenlerin hiç mi kabahati yok?

Özellikle ebeveynlerin, çocuklarının mahremlerinin saklanmasına tepki duymaları, herhalde teşhir etmelerinin doğurduğu sapınç gururlarındandır. Akabinde bakışa, ilişkiye, tacize, tecavüze veya cinayete uğradıklarında da hesap sorar, gözyaşları içinde tepinip dururlar.

İstanbul eski emniyet müdürü Celalettin Cerrah’ın Münevver Karabulut cinayetiyle ilgili ana ve babayı suçlayarak, “kızlarına sahip çıksalardı” açıklaması, ailece kabul edilmeyip öfkelenmelerine neden olsa da tamamen doğru ve diğer ebeveynlere apaçık bir öğüttü. Aylarca sokaklarda gösteri yapacaklarına kızlarına ahlak dersi verebilselerdi ne toplumu rahatsız eder ne de sefilliklerini ortaya dökerlerdi. Kızlarının yabancılarla ilişkilerine özgürlük gerekçesiyle destek verenlerin feryatları, içi boş bir ceviz kabuğundan farksızdır. Asıl suçlamaları gereken güvenlik güçleri ya da mahkemeler değil, bizzat kendileri ve teşvik edici çağdaş fikirleridir.

Cinselliklerini sergileyerek bacak ve göğüs dekolteleriyle mahremiyetlerini teşhir edenlerin gerekçeleri ne olursa olsun; tamamı erkekleri kendilerine çekebilmek maksadıyla baştan çıkarmak isteyen fahişelerdir.

Öyle ki, hedeflerine ulaşabilmek için tahrikte sınır tanımaz; ya gösterip ilişkiye girmez, ya ten uyuşumu sağladıklarında tereddüt etmeksizin çılgınca bacaklarını açar, ya da kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez mantığıyla çıkarı adına karşısındakine iffetini teslim eder. Ama çıldırttığı erkeğe yaklaşmayınca tacize yahut tecavüze uğradıklarında da namus sömürüsü yaparak kendisini masum, karşısındaki de suçlu olmakla yaftalarlar.

O kadar utanç verici olaylara şahit olmuş ve bizzat içinde bulunmuşumdur ki, şükürler olsun ki Allah’ın hidayetiyle tüm geçmişimden sıyrılmış ve dönüşümüme neden olan Hong Kong’daki olayın şifresini bulabilmek için Allah’ın yönlendirmesiyle Kur’an’a sarılarak, bir kul olduğum gerçeğine ulaşmam akabinde hırslarımdan vazgeçip 35 yaşında kendimi emekliye ayırmıştım.

Arayışım esnasında günümüzün popüler bir iş kadını, yurt dışında yapmayı planladığımız işbirliğiyle ilgili ofisime gelmişti. Öylesi bir dekolte giymişti ki, sanki iş değil aşk yapacaktık. Bir müddet gözlerimi vücudunda gezdirdikten sonra masamdan kalkıp yanına oturarak cüretkârca sergilediği bacaklarını okşamaya başladım. Amacım tahrik olmuş olup nefsimi tatmin etmek değil, kendisine bir ders vermekti.

“Ne yapıyorsunuz Mehmet Ali Bey” derken, aslında istiyor ama hiç beklemediği ani tavrıma anlam veremiyordu. Kendisine, bu giyinişinizin nedeni beni baştan çıkarıp yatağa atmak değil de nedir diye sorduğumda; bu nasıl bir düşünce diye yanıt vermesi akabinde; “iş toplantısına münhasır bir kıyafet giymeniz gerekirken, siz tıpkı bir fahişe gibi yanıma geldiniz, başka nasıl bir tepki bekliyordunuz, kusura bakmayın aklına ve iş becerisine değil de cinselliğine güvenenlerle iş yapmam, görüşmemiz bitmiştir.”

Kendilerini teşrif ve ikram eden kadınlar, aşağılık komplekslerinin esiri olmalarından sürekli beğenilmek, iltifatlara mazhar ve iktidar olabilmek için erkeklerle kıyasıya yarışıp müsavi görme hatta daha üstün kılma çabaları, ahlaktan yoksun bulunup başarılarını akıllarıyla değil de bedenleriyle elde etmek istemelerinden dişiliklerini hoyratça kullanır ve cinselliklerini ön plana çıkararak ellerindeki gücün sadece cazibeleri oldukları düşüncesiyle hareket ederler.

Dubai’deki şirketimin halka ilişkiler bölümünde çalışmak isteyen ve tahsilini ABD’de yaptığı ve üç dil bildiği referansıyla karşıma getirilen bir Türk bayanı görünce, Müslüman Türklüğümden utanmış ve kendisine, kusura bakmayın herhalde yanlış bir anlaşılma olmuş, şirketimiz kadın pazarlamıyor ve sizin gibi cinselliğiyle etkileme gücüne inanmış bir ateş topuyla çalışamayacağımızı, dolayısıyla itibarımıza leke getiremeyeceğimizi ifade ederek, açık olmanın da ahlaki kurallar dâhilinde hiçbir mahsur taşımayacağını, ancak fahişelere istisna bir düşünce ve giyimin iş hayatında makbul sayılmadığı telkinlerinde bulunma zorunluluğunda kalmıştım. Daha nice olaylar…

Eğer öngörüldüğü gibi iradelerle arzulara gem vurulabilecek bir nefsi denetim kudreti olabilseydi örtünme emrolunmaz, herkesin dilediği gibi mahrem yerlerini teşhir etmesi sakıncalı bulunmazdı. Zaten milyonlara göz zinasında bulunduranların namuslu sayılabilmeleri mümkün müdür? Karşı cinsini azdıracak nitelikte cinselliklerini deşifre edenlerin taciz ve tecavüz gibi bir şikâyette bulunabilme hakları yoktur. Dolayısıyla ne tacizcilerin ne de dayanamayarak tecavüzü gerçekleştirenlerin tek başlarına suçlu addedilmeleri apaçık bir haksızlık ve adaletsizliktir.

Kendilerine duyulmasını istedikleri ilgiyi bilgileriyle değil de şehvetsi bir hazla sağlamaya çalışanların azmettirici dekolte ve mimikleri taciz yahut tecavüzü zorunlu kılmaktadır. Ya, evli kadınlara ve erkeklere ne demeli? Bundan dolayı zinalar artmakta, çiftlerin hem birbirlerini aldatıp hem de kıskanmalarının döngüsü fırtınalar kopartmaktadır. Sonra da kimden olduğu belli olmayan gayri meşru çocuklar ve yıkımlar baş göstermekte, her iki taraf birbirlerini namussuzlukla ve ihanetle suçlamaktadırlar.

Sesleri yahut oyunculuklarıyla mesleklerini icra eden fahişe görünümlü şarkıcı ya da tiyatrocuların asıl amaçları erkekleri tatmin ederek şöhrete ve zenginliğe ulaşmaktır. Neredeyse külotları görünecek kadar topluma saygı duymayıp meydan okuyabilen sözde sanatçıların oturdukları sırada kıçlarının görünmemesi için olmayan eteklerini çekiştirmelerinin nasıl trajikomik bir görüntü oluşturduğunu dahi muhakeme edememeleri, vücutlarından başka ellerinde hiçbir şeyleri olmadığını kanıtlamaktadır. Ayrıca haber ya da tartışma programlarını yöneten bayanların bile cinselliklerini cüretkârca sergilemeleri, düşünen yahut sorgulayan değil de şovsal bir seks metası olduklarını ortaya koymaktadır.

Ahlakı, ailevi ve toplumsal düzeni çığırından çıkaran çağdaşlık sendromu, masum çocuklara da aşılandırılarak baştan çıkarmada etkin kılmak suretiyle toplumu sapıklaştırmışlar, kendileri son derece günahsızlarmış gibi medeniyet adı verdikleri bulaşıcı zehirlerini sinsice yaymaya devam etmektedirler. Bu sebeple tahrikkar kılıkta dolaşanlara olası bir taciz ve tecavüzde bulunan suçlulara verilen cezanın aynısı, azmettirme cürümlerinden dolayı hafifmeşreplilere de uygulanarak saldırganlaştırmalarının hesabı sorulmalıdır. Kendileri milyonları taciz ederken suçlu değiller de bir kişinin tacizi mi suç sayılabiliyor? Yoksa taciz ettikleri haktan daha mı ayrıcalıklı ve değerlidirler?

İnsan psikolojisi ve duygusal reaksiyonu akıl ve mantık kuramlarıyla çözebileceğini sanan teorisyenler, gerçeğin hiçte öyle olmadığını bildikleri halde yanlışlarında ısrar etmeleri, din dışı olmalarındadır. Eğer hipotezleri karşılık bulup mantık, duyguları bastırabilseydi, dünyada hiçbir suça ve sapkınlığa rastlanmazdı…

Kız çocuklarının mini etek, kolsuz ve askılı elbise giyememelerine karşı çıkan ebeveynlere diyeceğim odur ki; gelin, çocuklarınızı geleceğin fahişeleri yapmayın; erdemlik ve haya kavramlarını zihin ve kalplerine öyle kazıyın ki, nefisleri uçkurunda dolaşıp amaçları tatmin olmak olan erkek arkadaşlarına peşkeş çekip de ne kızlarınızı kirletip bunalım ve intiharlara sürükleyin ne de Münevver Karabulut gibi acı sonlar yaşatın; pozitif eğitimden ziyade ahlaka öncelik vererek hem kendisi hem de ebeveynler olarak sizler elem ve kederden kurtulup yaşam boyu dövünmekten sakının; sapıklara alt yapı hazırlayarak çocuklarınızı tepside sunmayın; kıvılcıma neden olabilecek dekoltelerden uzak durun ve birbirinizin iffetini pazarlamayın.

Medeniyet dediğin açmaksa bedeni
Desene hayvan senden daha medeni

Mehmet Akif Ersoy

21 Haziran 2011 Salı

Seçimi kazanabilmek için mi esip gürledi?

Başbakan Erdoğan’ın seçim kazanması akabinde halkımıza en ağır hakaretlerde bulunan, milletimizi insafsızca aldatarak varlıkları boyunca sömürüp baskı, tehdit ve yasaklarla zulümlerini sürdürmek isteyen, terör ve ahlaksızlıklarıyla insanlığı doğrayan jakobenlerden helallik isteyerek partisi ve milleti adına hakkını helal edip hesaplaşmayı bitirme çabası, her ne kadar barış ve uzlaşı adına bir hoşgörü sayılıp toplumca takdir edilse de, özde kabul edilebilmesi mümkün değildir.

Günlerdir aklımı kurcalayan Başbakan Erdoğan’ın özrünü hem vahyen hem siyaseten hem de sosyal bazda irdelemiş, ancak seçim meydanlarındaki söylemlerinin yalan ve iftira, amacının da milleti kötülerden sakındırmak değil seçim kazanabilmek olduğu imajı doğuran helallik talebi fevkalade rahatsız edicidir. Neden kararlılığında cesaretle ısrar etmiyor da sığınsı bir afta bulunabiliyor? Acaba seçimi kaybetseydi de helallik isteyecek miydi?

Oysa dik duruşuyla gerçekleri açıklayıp halkı tuzaklara karşı korumasından daha cesur ve insani bir davranış ne olabilirdi ki; teröristlerden, sömürücülerden, halkı köleleştirmek isteyenlerden, hak ve adaleti kıyıp ahlaksızlığı ve terörü meşrulaştıranlardan helallik talep edebilme hezeyanına düşebildiğini anlamakta zorluk çekiyorum. Geri adım atmasının nedeni düzensel ve çıkarsal bir uzlaşma arayışı mı, umutla beklenen anayasa değişikliğinde statükocuların taleplerini yerine getirme işareti mi, tek başına altından kalkamayacağı bir ürkeklik mi bilemiyorum. Art niyetli kötülere karşı herhangi bir nezaket gösterisi insanlığa apaçık bir savaştır. Lâkin kötülüklerin ilki ve en büyüğü, haksızlıkların cezasız kalmasıdır. Hak yoldan sapanların cehennemde odun olacaklarını vaat eden Allah’a karşı gelircesine millet adına nasıl helallikte bulunabilir?

Pkk, Ergenekon ve Balyoz gibi acımasız ve azgın terör örgütlerini müdafaa eden bir muhalefetten helallik istemesi, kendine güvenen milletine ihanet değil de nedir?

Halkı acımadan tepelemek isteyen canileri partilerinden aday gösterip fütursuz desteklerini açıklayan, türban gerekçesiyle vatandaşlarını dışlayarak vatanlarında özgürce okuma, çalışma ve kamu alanına girmelerini yasaklayan, dindarlara karşı amansız bir kin ve nefret güden, çağdaşlık adına ahlaksızlığı savunup dini hükümleri yererek fitnelerle milleti birbirlerine düşman kılan, ırklarını diğerlerinden üstün görerek hegemonyası altına almaya çalışan, ideolojilerini egemen kılabilmek için vahye ve peygambere saldıran, masum insanlarımızı diri diri yakan, bombalarla parçalayan, kahpece hazırladıkları tuzak ve komplolarla mal ve can güvenliğini ortadan kaldırarak korku yayıp tehditten vazgeçmeyenlerden nasıl bir helallik talep edebiliyor?

Başbakan Erdoğan’ın nefsi ya da çıkarsı düşünce ve duygularla hareket edemeyeceği, mağdur milletini temsil etmesinden haksızlık, acı ve feryatlarını hissederek muhakeme etmek suretiyle vicdanının sesine kalbini verip duruşundan asla taviz vermemelidir. Aksi takdirde umut olmaktan çıkıp, onlardan hiçbir farkı kalmaz. Doğru yolda görünüp de yanlışa göz kırpanlardan daha hain kim olabilir?

Emelleri halkı tutsak etmek, acımadan tepelemek, temel hak ve hürriyetleri zincirlemek, kandan ve gözyaşlarından haz duymak ve dine karşı savaşanlardan helallik istemek, sözlerinde hiçbir samimiyetinin olmadığını kanıtlar. Şeytanında bir yaratık olduğu dikkate alınırsa; nasıl olurda yaratılmışın iyi yahut kötü kıyasına gidilmeksizin yaratandan ötürü sevilebileceği düşünülür? Hâlbuki Allah, yoldan çıkmış olan zorbaların dost edinilmemesini, sevilmemesini ve kötüye karşı yaşam boyunca mücadele edilmesini buyurmadı mı?

Vahiy karşıtı hümanist felsefesinin etkisinde olan Başbakan Erdoğan, bundan böyle ne CHP, ne MHP, ne BDP yahut pkk, ne Ergenekon ve Balyoz örgütleri ne de İsrail veya benzeri vahşilere karşı eleştiride ve şikâyette bulunabilir. Unutmamalıdır ki kötü ve zalimleri yaratılmış olmalarından ötürü yaratandan dolayı sevmek, iyiyi yok etmektir.

Yine aldatıldığımı düşünüyor, sırf yapılacak anayasa değişikliği için şahsıma güvenenleri Ak Parti lehine yönlendirerek, adaletsiz rejimi meşrulaştırma gafletine düştüğüm kaygısını taşıyorum. Görünen köyün kılavuza ihtiyacı olmayacağı misali cesur ve kararlı bir lider sandığım Başbakan Erdoğan’ın seküler ve küresel düzene bağlı kalarak göstermelik bir anayasa yapılanmasına gidebileceği kuşkusu, derinsi bir sıkıntı duymama neden olmaktadır.

Tecrübe, her ne kadar yediğin kazıkların bileşkesi ise de, maalesef aldatılmaktan sakınamıyor, umudunuz biranda kırılabiliyor. Hakkımızda yazılan kaderi aşabilecek bir irade gücümüz bulunmadığından hiç kimsenin elinden hiçbir şey gelmektedir.

Ancak Başbakan Erdoğan ve Ak Parti şunu bilmelidir ki, eğer milletin düşünce, inanç ve duygularının yer alacağı adil bir anayasa değil de, o helallik dilediği çevrelerin etkisi altında kalarak yanlışı meşrulaştıran bir zehre kalkışırsa, ön ayak olduğum oyların hesabını çok şiddetle sorar ve iktidarlarını dar ederim.

“Oğlumun öğretmenine,

Öğrenmesi gerekli, biliyorum; tüm insanların dürüst ve adil olmadığını. Fakat şunu da öğret ona; her alçağa karşılık bir kahraman, her bencil politikacıya karşılık kendini adamış lider vardır. Her düşmana karşılık bir dost olduğunu da öğret ona. Zaman alacak biliyorum. Fakat eğer öğretebilirsen ona, kazanılan bir doların bulunan beş dolardan daha değerli olduğunu öğret. Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve hem de kazanmaktan neşe duymayı. Kıskançlıktan uzaklara yönelt onu. Eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini öğret ona. Bırak erken öğrensin, zorbaların görünüşte galip olduklarını. Eğer yapabilirsen, ona kitapların mucizelerini öğret. Fakat onu sessiz zamanlarda tanı. Gökyüzündeki kuşların, güneşin yüzü önündeki arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceğini. Okulda hata yapmanın hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona. Kendi fikirlerine inanmasını öğret, herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde dahi. Nazik insanlara karşı nazik, sert olanlara karşı sert olmasını öğret ona. Herkes birbirine takılmış bir yönde giderken, kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalış oğluma. Tüm insanları dinlemesini öğret ona. Fakat tüm dinlediklerini gerçeğin eleğinden geçirmesini ve sadece iyi olanları almasını da öğret. Eğer yapabilirsen, üzüldüğünde bile nasıl gülümseyeceğini öğret ona. Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret. Herkesin sadece kendi iyiliği için çalıştığına inananlara dudak bükmesini öğret ona ve aşırı ilgiye dikkat etmesini. Ona kuvvetini ve beynini en yüksek fiyatı verene satmasını, fakat hiçbir zaman kalbi ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret. Uluyan insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret ona. Ve eğer kendisinin haklı olduğuna inanıyorsa, dimdik dikilip savaşmasını öğret. Ona nazik davran, fakat onu kucaklama. Çünkü ancak ateş çeliği saflaştırır. Bırak sabırsız olacak kadar cesarete sahip olsun. Bırak cesur olacak kadar sabrı olsun. Ona, her zaman kendisine karşı derin bir inanç taşımasını öğret. Böylece insanlığa karşı da derin bir inanç taşıyacaktır. Bu, büyük bir taleptir, ne kadarını yapabilirsin bir bak bakalım. O, ne kadar iyi, küçük bir insan, benim oğlum.” Abraham Lincoln

16 Haziran 2011 Perşembe

Asla BDP’li vekilleri muhatap alma…

BDP’li seçilen vekillerin; “Bizi desteklemek Öcalan’ı desteklemektir, dağdaki yoldaşlarımızı desteklemektir” tahrik edici ve meydan okuyucu açıklamaları, kendileriyle hiçbir şart ve koşulda müzakere edilmemesini, diyaloga girilmemesini, anayasa değişikliğinde taraf kabul edilmemesini, hatta selamlanılmamalarını dahi mecbur kılmaktadır.

Her ne kadar Kürt kökenli 2 milyon vatandaşımızın oyunu alarak meclise girmişlerse de, tıpkı dinlerini yok etmek isteyen Müslümanların bilinçsizce CHP’yi desteklemeleri misali gerek tehdit ve şantaj, gerekse ırki politikalarla hükümete karşı bileyledikleri Kürt kardeşlerimizi manipüle ederek kandırmaları, kesinlikle temsil yetkileri olamayacağını belgelemektedir.

Oysa pkk gibi ateist değil Müslüman olan Kürtler, laik rejimin baskısından din kardeşliği çatısı altında ikna edilip birleştirilememiş, ırki temayüllerine terk edilmiştir. Eğer gerçekler Müslüman Kürtlere anlatılabilmiş olsaydı, BDP değil o oyu, tek bir vekil çıkarabilecek destek dahi bulamazdı.

CHP’nin dayattığı değişmez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez anayasanın temel maddeleri kalmaya devam edip milletin dileği doğrultusunda devrimleştirilmesi başarılamazsa, hiçbir sorunun ortadan kalkabilmesi mümkün değildir.

Artık başlarına Atatürk düşmanı bir eşkıya torununu getirebilen CHP’nin Atatürkçülüğü ile pkk’nın desteğiyle ayakta kalabilen MHP’nin Türk milliyetçiliği iddia ve etkilerini yitirmiş; böylece gerek din gerekse ırki olarak tartışılmaz bir hak olan halkın talepleri anayasaca teminat altına alınma zaruriyeti doğurmuştur.

Kendini meydana getiren milletinin farklılığından ürken bir rejim veya devlet, asla o milleti temsile layık olmayan bir zorbadır.

“Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı” başlığı altında her din ve etnik kökenin kimliği belgelenmeli, tek bir vatandaşın dini ve ırki kökü asimile gibi bir insanlık suçuna kalkışılarak isyana teşvik edilmemelidir. Ben bir Türk olarak; nasıl ki Kürt, Arap ya da başka bir etnisiteyi kabul edebilmem söz konusu değilse, hiçbir Kürt’te Türk’e dönüştürülemez ve Türk kimliğine zorlanamaz. Onun dini ve etnik kökü kimliğinde yer almalı, devletçe koruma altına alınarak, her alanda temsile hak tanınmalı ve çoğunlukla aynı değerde tutulmalıdır.

Ben, nasıl İslam’ı kabul etmiş bir Müslüman isem; Hıristiyan’ın, Yahudi’nin, Alevi’nin, Zerdüşt’tün, Kemalist’in, ateist’in hatta satanistin de vatandaş olmalarından ötürü inançlarını özgürce yaşama ve temsil edilme hakları bulunmalıdır. Sonuç itibariyle tüm ırkları, lisanları, düşünceleri, inançları ve dinleri yaratan Allah olduğuna göre; gerekçesi ne olursa olsun hiçbir gücün zorlama hakkı bulunmamaktadır. Adaletsiz rejim, ancak adaletle yıkılır…

Tanrısı olan Allah’a inanıp iman etmiş bir Müslüman, Hıristiyan ya da Yahudi’nin laiklik gerekçesiyle tanrılarına olan iman ve inançlarını reddedip aklın üstünlüğünü kabul etme ceberutluğu gayri insani bir vahşettir. Ateist olanın laikliği ya da Kemalist olanın Atatürkçülüğü tercih hakkı nasıl meşru ise, semavi dinlere iman etmiş insanların da yaşam ve ibadet biçimleri anayasada meşru sayılmalı ve dinlerinin hükümleri doğrultusunda hiçbir kısıtlamaya gidilmeksizin özgürce yaşamaları olmazsa olmaz hayati bir hak olarak kabul görmelidir.

Milletin kendi inanç ve değerleriyle seçtikleri vekiller inançları doğrultusunda yemin etmeli, laik ve Kemalist bir anda mahkûm edilmemelidir. Dolayısıyla yapılacak anayasada yemin, her vekilin ya da vatandaşın inancına göre düzenlenmelidir.

Ancak tüm vatandaşları kapsayacak bir anayasaya ile barış sağlanacak ve her vatandaş, devleti için malını ve canını ortaya koyabilecek bir fedakârlığı hissederek, çıkarları adına ne devletini yağmalamak isteyecek ne de düşman belleyecektir. Adil olan bir devlet, her vatandaşı için kutsal sayılır.

Eğer CHP Diktatörlüğü’nün inşa ettiği anayasaya cesaret ve kararlılıkla zamanında müdahale edilebilseydi; namı olup kendi olmayan bir cumhuriyetle yönetilir, inancı ve ırkından dolayı kendi vatanlarında dışlanan ve aşağılanan bir millet topyekûn esir olmazdı. İdeolojiye dayalı yargı ve eğitim sisteminin insanlarımızı nasıl bozduğu ve suçları arttırarak cehennem oluşturduğu göz ardı edilemez. Dolayısıyla gerek pkk’yı türeten, gerek kalplerdeki vicdanı silerek merhametsizliği mukimleştiren, gerek birlik ve beraberliğimizi parçalayan, gerek dikta ettiği düşünceyle isyanları tetikleyen, gerek temel hak ve hürriyetlere yasak getiren, gerek ahlaksızlığı yayan, gerek benlikleri azdırarak şeytanlaşmaya yol açan ve gerekse acımadan halkı tepeleyecek kadar gözü dönmüş darbecileri cesaretlendiren CHP ideolojisidir. Bu sebeple düzenlenecek olan anayasanın CHP vasiyetinden çıkarılması kaçınılmazdır. Düşünülen anayasaya CHP’nin millet lehine hiçbir katkı sağlamayacağı aksine köstek olacağı daha şimdiden takındıkları tavırla ortadadır. Halkını tüketen CHP, kendini de devleti de tüketmiştir.

Seçim meydanlarında laiklik ile ilgili tek bir söz etmeyen CHP, seçimin bittiği gece “Türkiye laiktir, laik kalacak” naralarıyla asla değişmediğini ve değişmeyeceğini kanıtlamıştır. Hangi Müslüman, Hıristiyan, Yahudi veya başka bir dine mensup vatandaş, böylesi bir dayatmayı kabul edebilir? Bir avuç zorba bir azınlığın çoğunluğa hükmedebileceği yanılgısı, bölgedeki halkların başkaldırışıyla güncelliklerini muhafaza etmektedir.

Bir avuç teröristten müteşekkil BDP’nin sözde caydırıcı ahkâmıyla Kürtlere özgürlük getireceği propagandası, tamamen CHP Diktatörlüğü’nün hükümeti ve milleti anayasayla zincirlemesinden dolayı yararlandığı bir fırsattır. Vicdanında iman, inanç ve merhamet olmayan pkk gibi bir güruhun, insani değer taşıyabilmesi mümkün müdür ki katledip tehdit ettiği halkına ve diri diri yaktığı insanlarına huzur ve refah kazandırabilsin?

Ayrıca anayasada; ne cumhurbaşkanlığının ne meclisin ne de hükümetin suçluları af etme yetkileri bulunmamalıdır. Suçu azmettiren ve suçluları cesaretlendiren af, bir topluma düşmanlıktan ve güvensizlikten başka bir şey getirmez. Af, ancak mağdurların ailelerince alınabileceği istisnai bir karardır. Devletin ya da meclisin mağdur yakınlarına danışmadan suçlular lehine alacağı karar, apaçık bir haksızlık, adaletsizlik ve zalimliktir.

Anayasa, her vatandaşın ırkına yer verilmesini hükme bağlamalı; Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Ermeni, v.s gibi beyanlara göre kimlikleştirilmelidir. Herkes görecektir ki, artık pkk’nın adını kirlettiği Kürtler, kendilerini Türk olarak beyan etmekten kaçınmayacaklardır.

Dinlerin semavi ya da semavi olmadığına bakılmaksızın vatandaşın taşıdığı inançlara göre İslam, Hıristiyan, Yahudi, Alevi, Kemalist, Budist, Şamanist, laik ve ateist gibi resmileştirilmeleri, özgürlüklerinin bir haklarıdır. Her inanç, diyanet kurumunda çoğunluğa göre temsil edilecek ve hiçbiri, diğerine baskı uygulamaya gerek bırakmayacak bir düzenlemeyle adaletsizliğe yer verilmemelidir. Irk gibi kimin hangi din ve inançta olacağına Allah karar verdiğine göre; devletin asimilasyonu, kaos ve savaş sebebidir. “Adalet devletin amacıdır. Sivil toplumun amacıdır. Adalet için daima mücadele edilecektir.” Alexander Hamilton

Gerek oy kullanmayanlar, gerekse meclise giremeyen muhalifler dikkate alındığında; anayasanın meclis çoğunluğu ile değil, referandum kararıyla halkın tasdikine sunulması boyunları eğdirecek ve hiç kimsenin söyleyecek bir sözü bulunmayacaktır.

Her ne kadar Ak Parti’nin 326 milletvekiliyle anayasayı referanduma götürebilecek bir çoğunluğa sahip değilse de, Allah’ın yardımı ve milletin baskısıyla eksik 4 vekilin halk yanında yer alacağına şüphem yoktur.

Dolayısıyla hükümetin; anayasa değişikliğiyle ilgili Türkiye sanki borsada pazarlanan bir şirketmiş gibi ortaklık hezeyanında bulunarak kardeşliğe hasım olan terörist BDP, statükocu CHP ve MHP ile uzlaşma arayışına girerek ne öz sulandırmalı ne de zaman kaybetmelidir. Hazırlanacak anayasa halkın onayına sunularak, kimin ne diyeceği sandıkla cevap bulmalıdır. Statükonun devamı adına demokratik argümanlarla anayasa hazırlığını manipüle etmeye çalışacakların ulumalarına kulakları tıkayıp, halkımızın her bir ferdinin memnuniyetinden öte hiçbir şey düşünülmemelidir.

Unutulmamalıdır ki kısa, öz ve anlaşılabilir bir anayasa; şüphe ve tereddütleri ortadan kaldırır, bozulan devleti diriltir…

“Adalet, mülkün temelidir.” Hz. Ömer

“Adaleti çiğneyen devlet adamlarını cezalandırmayan milletler çökmek zorundadır.” Hz. Muhammed (s.a.v)

13 Haziran 2011 Pazartesi

Artık etrafınıza değil adalete odaklanın…

Öncelikle kendine şiar Müslüman milletimizin muhakeme yetisini kullanarak anayasa adına Ak Parti tercihi, tanrısallığa da bürünseler hiçbir yalancı tarafından kandırılamayacağını ortaya koymasından fevkalade umut vericidir.

Ak Parti’nin, ifadelerine istinaden ustalık dönemleri için milletimizin tanımış olduğu krediyi liyakatle yerine getirme zorunluluğundan başka hiçbir çıkış yolu ve mazeretlerinin bulunmadığı tartışılmazdır.

Milletin değer ve inançları temelinde yapmayı düşündükleri köklü bir anayasa değişikliğini iç ve dış mihrakları memnun edebilmek maksadıyla herhangi bir manipülasyona kalkışmaları akabinde emanet verilen tüm oyların haram sayılacağı ve ihanetle anılacakları kaçınılmazdır.

Unutmamalıdırlar ki baskı, terör ve ahlaksızlıktan tarumar olmuş milletimiz, sırf anayasayı değiştirecekleri gerekçesiyle Ak Parti’ye kerhen destek vermiş, yakaladıkları fırsatı şımararak bir saniye sonrası meçhul yaşam ve iktidarları uğruna heba etmeyecekleri ustalıklarının bir gereği olmalıdır. Öyle adil davranmalıdırlar ki, Yaratıcıları Allah’ın “rahman” sıfatını baz alarak; dini, inancı, düşüncesi, ırkı, sınıfı, cinsiyeti ve ekonomik durumu ne olursa olsun herkese hakkaniyetle karşılık vermeli, kimseyi kimseden üstün görmeyip, en yakınları ya da partilileri dahi olsa ne nüfuslarını ne de devletin imkanlarını peşkeş çekmelidirler.

Hala hafızlardan silinmeyen Maliye Bakanı Kemal Unatıkan’ın sahteci ve sömürgeci cüretkârlığı ve işgal güçleri Irak’ta kadınlara tecavüz ederken eşinin ABD bayraklı tişörtle poz vermesi, Ak Parti’nin asla silinmeyecek bir kara lekesi olarak kalmaya devam etmektedir. Ancak partilerinin en alt tabakasından başbakana kadar tüm mensupları kendi çıkarlarını değil de sokaktaki vatandaşın lehine adaletle davranabildikleri an; gerçek bir sosyal ve adaletli bir hükümet olunabilecek, dolayısıyla geçmişteki lekelerde silinebilecektir. Böylece benliksi heva ve heveslerinin peşinde koşan bozguncuların yalan ve iftiralarının karşılık bulamaması, adil olmakla sağlanacaktır.

İvedilikle başbakan, bakanlar ve milletvekilleri başta olmak üzere tüm resmi ofislere ve dairelere; “Kendinize nasıl davranılmasını istiyorsanız öyle tevazu olun” yazısı asılmalı, dolayısıyla halk ile devlet sevgiyle bütünleştirilmelidir.

Milletimizi dinen ve ırkken bölerek parçalayan ve birbirine düşman kılan CHP Diktatörlüğü’nün dayattığı anayasadan kurtulabilmenin bilinci ve heyecanıyla dualarını esirgemeyen milletimiz, inşallah hedefine ulaşacak ve geçmişte olduğu gibi dünyaya adaletle hükmedecektir.
“Adım Kemal” diyerek ortalıkta dolaşan komediye milletimizin vetosu, şükürler olsun ki hala Allah tarafından korunup kollandığımızın bir delilidir.

Haydi, Başbakan Erdoğan ve hükümet! Söyleyeceğiniz her söz, düşündüğünüz her plan ve atacağınız her adım Allah ve millet adına olsun ki, hem sizler hem milletimiz hem de medet uman tüm dünya aydınlığa kavuşup, barış içinde yaşasın…

4 Haziran 2011 Cumartesi

Terörist BDP kadar bile olamadınız…

Birbirine hasım iki ırkçı parti olan dinsiz BDP ile imansız MHP’nin eşkıya CHP önderliğindeki Ak Parti aleyhtarı seçim ittifakı; “düşmanımın düşmanı benim dostumdur” felsefisini apaçık ortaya koymaktadır.

İlke ve ideolojilerine kıyarak psikolojik savaş adına sürdükleri dayanışmalarının hedefi statükoyu ve terörü devam ettirmek ise de, özgürlüğü köleliğe tercih eden taraftarlarının üzerlerinde oynan oyunu muhakeme edemeyerek fanatikçe desteklemeleri, doğruyu yanlıştan iyiyi kötüden ayıramamalarının bir sonucu yığınlıklarındandır.

Abraham Lincoln’ün, “Düşmanımı dost yaparak onu yok ederim” siyasetiyle MHP’yi dost edinerek bitirme planını ustalıkla eyleme koyan BDP, adayları olmayan Elazığ’da Ak Partiye karşı MHP’yi destekleme kararı, ülkücüleri pkk’lılaştırma pespayeliğini tetiklemiştir. Barajı geçebilme uğruna deşifre olan ahlaksızlıklarını pkk’nın yardım ve desteğiyle aşmaya çalışan Bahçeli ve ekibi, Müslüman Türk milliyetçilerine kahredici bir darbe indirmiş, varlıkları boyunca ölümüne mücadele ettikleri kutsal davalarına ve feda ettikleri canlarına sindirilemez bir lanet yaftalamışlardır. İşte şeytani hırsın, bir davayı nasıl kökten yok edip helak ettiğine şahit olmak, ülkücüleri nasıl etkileyeceği, ahlaksızlığı komplo teorisiyle savundukları gibi pkk’lılaşmayı da nasıl bağırlarına basabileceklerini çok merak ediyorum.

Her türlü değerine fiyat etiketi koymuş günümüz MHP’sine kim neden komplo kursun bir türlü anlayamıyorum. Milli ve dini değerlerine bağlı halkını acımadan tepelemeye ant içen Ergenekon teröristlerini aday göstermiş, ahlaksızlıkta sınır tanımayan yöneticileriyle milletin ırzına göz dikmiş, pkk ve CHP ile işbirliğine girmiş hain bir MHP’yi kim ne yapsın? Kökü çürümüş pis bir ağaca dönüşen MHP, ancak millet için bir tehdittir…

SP ve HAS parti, tıpkı MHP gibi seçilebilme hırsıyla din ve millet düşmanlarıyla öyle dolaylı bir ittifak içindedirler ki, Ak Partiye karşı oluşturulan cepheye lojistik destek sağlayabilmek için kıyasıya yarışmaktadırlar. Cennette yaşayan şeytanın benliğini yüceltmesinden ebedi cehenneme gark olması misali SP, HAS Parti ve benzeri oluşumlarda, hem dünyalarını hem de ahretlerini kaybetmenin hakirliğiyle benlikleri içinde eriyip tükenmektedirler.

Gerek Başbakan Erdoğan’ı gerekse Ak Partiyi dış politikalarından ve adil olmamalarından ötürü en kıyasıya eleştiren biri olarak, var olan liderler arasında Başbakan Erdoğan’la kıyaslanabilecek tek birinin bulunmaması tartışılmazdır. CHP Diktatörlüğü ve oligarşik bürokrasiyi millet lehine ıslah edip istikbal için umut doğuran Ak Parti, halkımızın şahit olduğu cesur ve kararlı tek hükümettir. Şüphesiz birçok hata ve yanlışı var ama alternatifin olmaması, kayıtsız arkasında durulmasını zorunlu kılmaktadır.

Ömrünü ezberle geçirip ne siyasetin ne ekonominin ne yaşamın ne de bilimin pratiğini bilmeyen Numan Kurtulmuş adlı sözde iktisatçı bir öğretim görevlisi, ezbersi teorileriyle ahkâm keserek kendisine güvenilmesini ve nasıl olacaksa Türkiye’yi düzlüğe çıkaracağı vaadinde bulunabilmektedir. Oysa gözlerine bakıldığında kesinlikle güven vermemekte ve Ak Partinin oylarını hain ittifak lehine düşürebilmek için gündeme getirilen bir taşeron olduğu apaçık ortadadır. Devlet yönetimi, kampüslerde öğrencilere ders anlatmaya benzemez. İman ve insanlığı temsil eden bir yürek taşımayanlar; koltuk için bukalemun misali renkten renge girer, cesaret ve kararlılıkla safını belirlemekten kaçınarak bir oy için kendine bedel koymaktan sakınmazlar…

Güya ihtisası olan iktisat, toplumları zenginleştirmek ve refah seviyelerini arttırmak üzerine teoriler üretir ama iktisatçıların neredeyse tamamı maaşlarının dışına çıkamaz. Bu meyanda izledikleri politikalar; işsizlik, enflasyon, üretim, ticaret, dağıtım ve bölüşüm ile ilgili gerçek yaşamda hiçbir başarıları ve katılımları yoktur. Kime istihdam sağlayabilmiş, ömründe ticaret yapmış mı, ne üretmiş, bilimde keşif gerçekleştirebilmiş ya da yenilik getirebilmiş mi, ezberlediği teorileri hayata geçirebilmiş mi, iktisat bilimine sahip olmayanlar kadar zengin olabilmiş mi, fabrikalar kurup üretim ve iş olanağı sağlayabilmiş mi, bir belde belediyesini dahi yöneterek tecrübe sahibi olmayan birine nasıl Türkiye gibi bir ülkenin idaresi verilebilir? Akademik unvanının dışında elinde ne var sorusu sorulmadığından ardına düşenlerin, sırf onlara koltuk temin edebilmek için kendilerini helak etmek istemeleri mühürden başka bir şey değildir.

Saadet Partisi için somut tek bir örnekle yetineceğim. Emanetçi Mustafa Kamalak’tan bahsetmeyip, ne kadar riyakâr oldukları türban’daki istismarlarıyla alenidir. Partilerinden 34 türbanlı kadın adayı göstererek, Ak Parti oylarını manipüle etmeye kalkışan SP; seçilmiş tek bir adayı olan milletvekili Merve Kavak’çıyı sahiplenmeyerek barbarlara kurban edip meclisten köşe bucak kaçmadılar mı? İktidarları zamanında Tuğgeneral Osman Özbek, Başbakan Erbakan’a hakaretler yağdırırken, neden ordudan ihraç etmeye cesaret edemediler ve hükmeden hükümetin gereğini yapamadılar? Darbeciler 28 Şubat’ta hükümete karşı tankları yürütürlerken; neden karşılarına dikilmediler, korkudan titreyerek hükümeti feshedip seçmenlerine ihanet etmediler mi? Vahyin emrettiği Müslüman değilseler de insan da mı değiller ki hala halkın karşısına çıkıp iktidarı talep etme hadsizliğinde bulanabiliyorlar?
Gerek Has Parti, gerekse SP seçmenleri; liderlerinin sanıyorlar mı ki Başbakan Erdoğan gibi dik durarak hayal bile edilemeyecekleri reformları gerçekleştirebileceklerini ve buyurgan dikta gücüne karşı milleti egemen kılacak temeli atabileceklerini!

İslam ve millet düşmanı pkk safında yer alan CHP ve MHP’nin cephesine hizmet eden Has Parti ve Saadet Parti yöneticilerine rejim vekilliği sunabilmek için dininize, milletinize ve vatanınıza hainlik etmeyiniz. Eğer onlar, şeytani bir benlik taşımasaydılar seçime girmez, şer cephesinin karşısında Ak Partiye destek vermek suretiyle geleceğin samimi neferleri olurlardı. Aynı düşüncelerim milliyetçi ve muhafazakâr kardeşlerim BBP için de geçerlidir.

Özellikle partilerinden aday gösterilmeyenlerin ya da partisi olduğu halde bağımsız aday olan asalaklara oy vererek çöpleştirmeyiniz. Geçmişte ne yaptılar ki bağımsız olduklarında yapabilsinler? İşsizlik ve yoksulluk sömürüsüyle kendilerine iş ve aş sağlama peşinde koşanlardan daha oportünist kim olabilir? Oysa hiç oy kullanmamanız insanlığınızın bir şerefidir.
BBP, SP ve Has Parti liderlerine önerim odur ki, seçimlerde etkin olamayacakları aşikarken; gerçekten memleket sevdalığında samimi iseler, zincirlere hapsedilmiş milletimizin mecliste çok daha yüksek temsil edilebilmesi ve hakkı olan anayasaya kavuşabilmeleri için, gelin Ak Parti önderliğindeki safta yer alın, yapacağı hata ve yanlışların önüne geçerek ve yapılmasını istediğiniz politikaların icrasında söz sahibi olarak, zaten sahip olamayacağınız koltuk hevasından millet adına bir kereliğine vazgeçiniz. Ancak birlikten kuvvet doğar. Böylece CHP, MHP ve BDP müttefikini yerle bir edin!

Yine birçok kişi Ak Partili olduğum yargısıyla eleştirecek ve propagandasını yaptığımı düşünecektir. Oysa oy kullanmayacağımı, gerekçelerini yazdığım kitapla noktalamış, tamamen milletin yaptığı ve dinin yer aldığı bir anayasa oluşunca oy kullanacağımı, böylece milletin temsil edildiği bir mecliste yer alabileceğimi bildirmiştim. Aynı gerekçelerle oy kullanmayanlar istisna, gelecek aydınlık ve milletin egemenliği için vatanına halel getirmek istemeyenlerin mutlaka Ak Partiye oy vermeleri; barışın, ahlakın, terörün, bağımsızlığın ve insanlıklarının kaçınılmaz bir gereğidir.

9 yıllık iktidarı boyunca Başbakan Erdoğan ve Ak Partiyi o kadar eleştirdim ki, bir gün kendilerine oy isteyebileceğimi tahmin bile edemezdim. Ancak, sanki kurtuluş mücadelesindeymiş gibi bir duyguya yoğunlaştığımdan, içinde ne kadar riyakâr ve fırsatçı üyesi de olsa; Apo, Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’nin milletimizin başına bela olmaması adına Başbakan Erdoğan’ın iktidarda kalmasını nefes kadar hayati buluyorum.

Beyni olup da aklı olmayanların nefsi çıkarları doğrultusunda şer ittifakının yanında yer alanlardan İskender paşa cemaatinin ilahiyatçı lideri Nurettin Çoşan ile Süleymancıların lideri Ahmet Deniz Olgun’un MHP’yi desteklemeleri, söz konusu liderlerin geçici bir dünya için cemaatlerini nasıl ahlaktan ve vahiyden yoksun bırakabildiklerini, statüko ve terörden yana olduklarını ortaya koymakta; cemaat üyelerinin münafık liderlerine itaat etmeyerek çıkarlarına peşkeş olmayacakları bilinciyle hareket edeceklerini düşünüyorum. Liderler için şirketlerinin çıkarları, cemaat için ise din, vatan ve namus önceliklidir. Sözde rehber edindikleri Allah’ın Resulü onlar gibi şirketleşmeyip ve dini paraya tahvil etmeyerek yoksulluk içinde İslam’ı canıyla tebliğ ettiği halde, münafıkların bir gözü dolar, bir gözü Euro’dan başka bir şey görmediklerinden din ve insanlık düşmanlarıyla ittifak kurmaya fetva verebilmektedirler.

Acaba destekledikleri kurt evrimcisi ve şer ittifakının amansız üyesi MHP mi dini hürriyetlerini sağlayacak? Müslümanları acımadan tepelemeyi planlamış darbecileri aday gösteren MHP mi kimliklerine şeref katacak? Ahlaksızlığa kefil olan Bahçeli mi sapıklaşmayı önleyecek? Unutmasınlar ki MHP’yi desteklemek, tıpkı CHP ve BDP gibi Allah’a bir küfürdür…

Müslümanların Allah adına yaptıkları yardım ve destekle holdingleşen bu liderler, nasıl olur da CHP ve BDP ile aynı çizgide politika yapıp terör ve ahlaksızlığı bayrak edinmiş MHP’yi destekleyebilmektedirler?

İsmailağa cemaati lideri Mahmud Ustaosmanoğlu efendinin Ak Partiyi “Diyalogcuların adaylarına oy vermeyin” diyerek, Saadet Partisi tercihini anlamakta zorluk çekiyorum. Dinlerarası diyalog girişimine en sert tepkiyi gösteren ve Fetullah Gülen ile birlikte Ak Partiyi en şiddetli eleştiren birisi olarak, ileriyi göremeyip de şer ittifakını güçlendirecek bir düşünce içinde bulunması, apaçık bir intihardır. Oysa Necmeddin Erbakan’ın başbakan olduğu hükümetin sokaktaki tüm sarıklı ve cübbelileri toplatıp gözaltına aldırdığı dönemi unuttular mı?

İçinde bulunduğumuz süreç, İslam ve millet düşmanlarının oyunlarını bozmak ve onların güçlerine dolaylıda olsa yardımda bulunanların çıkarsı din bezirgânlıklarına aldanmamaktır. Mahmud efendinin böylesi hayati bir yanlışlığı yapmayacağını düşünüyor, seçime bir kulaç kala doğru karar vereceğine inanıyorum. Ya ay kullanmamalı ya da hak ve adalet adına Ak Partiyi desteklemelidirler. Zaman, samanlıkta iğne ararcasına hata ve yanlışlara sapmış insanları ayıklama değil, samanlığı kurtarma zamanıdır.

Boşa giden oy, tıpkı karavana atılan bir kurşun misali hainleri güçlendirecektir.

Kim ne derse desin, Allah’ın yazdığından bir başkasının var olabilmesi mümkün değildir…

“Neye layıksanız, onunla idare edilirsiniz.” Hz. Muhammed (s.a.v)