26 Mayıs 2011 Perşembe

Atatürk düşmanı bir eşkıya torunu…

Allah, CHP’yi kendi elleriyle öyle bir cezalandırdı ki, irtica ve Atatürk düşmanı yaftasıyla Müslüman milletimize hayatı zehir etmelerinin bedelini Genel Başkan olarak Atatürk düşmanı bir eşkıya torununu başlarına getirmekle ödediler.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Karabulut” olan soyadını değiştirmesi dikkatimi çekmiş ve neden sorusuyla ilgili araştırma yaparken, kendilerini Atatürkçü, milliyetçi ve solcu olarak tanıtan “Türk Solu” adlı bir sitenin Kılıçdaroğlu hakkındaki iddiaları, daha derinden irdelememe sebep oldu. http://www.turksolu.org/285/erdem285.htm

Öyle ya, bir insan soyadını ancak çevresinin ve toplumun bilmek istemediği ya utanılacak yüz kızartıcı bir suç işlediğinden, ya soykırım yaptığından, ya cinsiyet değiştirdiğinden, ya aranan azılı bir suçlu olmasından, ya vatan hainliğinden, ya da insanları katleden teröristliğinden dolayı DNA’sından farksız kimliğini değiştirme ihtiyacı duyar. Başka hiçbir sebep, bir insanın markası olan soyunu reddettirmez. Demek ki bundan dolayı Kılıçdaroğlu soy sop ile ilgili tartışmalara şiddetli tepki göstermiş ve hümanizm manipülasyonuyla gerçekleri örtebilme gayretinde bulunmuştu.

Aslında Kemal Kılıçdaroğlu hakkında herhangi bir araştırma ve delille ihtiyaç bulunmadığı söz ve davranışlarıyla ortada ise de, maalesef halkımızın CHP tutkusu böylesi bir komediyi muhakeme edememe körlüğüne neden olmaktadır. Her ne kadar görünen köy kılavuz istemese de, görme özürlülerin fark edebilmesi için her türlü bilgiyi sunmanın ülkemiz ve milletimiz lehine olabileceği kararlılığımı sürdürmekteyim. Ancak CHP’ye mühürlenmiş olanlara hiçbir kanıt fayda etmeyeceği de göz ardı edilmemelidir.

Bir gün, AİDS’li fahişelerle ilgili bir programda duyduklarıma inanamamış; sunucunun, kadının AİDS’li olduğu uyarısını üstüne basarak yapmasına rağmen erkeklerin fark etmez deyip ilişkiye hazır olduklarını bildirmeleri, tehlike ne kadar ölümcül de olsa birkaç saniyelik tatmin için yaşamların hiçe sayılabildiğine şahit olmuştum. Onun için CHP, MHP, pkk ya da muadil emellere destek verilebilmesini yadırgamıyorum. Sonuçta her tencereye bir kapağın bulunabildiği dünya da mantık aranabilir mi? Neden pkk, CHP gibi MHP’ye tek bir eleştiri getirmiyor ve seçim bürolarına saldırmıyorlar? MHP yöneticileri milletin namusuna göz dikmiş, çocuklarının gözü önünde evli kadınları düzerlerken; neden pkk için bir tehdit olsunlar? Pkk, CHP gibi MHP’de Ak Partiyi tek düşman görüyor…

Kurtarıcı Atatürklerine, ilkelerine ve mücadelesine ihanet eden öyle bir CHP oluşturuldu ki, Atatürk’e karşı 1937’de patlak veren Dersim isyanını başlatan Kureyşan aşireti, Kılıçdaroğlu ailesinin bağlı olduğu ana aşiretti. Kılıçdaroğlu, isyan eden aşiretini bertaraf eden Atatürk’e kin gütmekte, Dersim isyanın bastırılmasıyla ilgili tartışmalar sırasında Atatürk’e sahip çıkan Onur Öymen’i istifaya davet edip kendisini aday göstermeyerek intikamını almıştı.

Kılıçdaroğlu, genel başkanı olduğu CHP’de Atatürk’ün mücadelesine, düşüncesine, mirasına ve vasiyetine ihanet ederek; “Dersim coğrafyasında yaşanan olay, bir insanlık dramıdır. Bu bölgede yaşayan insanlar, o dönemin acılarını, o dönemin kaybolan hayatlarını, o dönemin ağıtlarını dinleyerek bugünlere geldiler. O dönemde yapılan çok ciddi, insanlıkla bağdaşmayan olaylar oldu” açıklamasını yaparak, Atatürk’ü dolaylı yollardan soykırım yapmakla suçlamış ama Atatürkçü CHP’liler hiçbir tepki göstermedikleri gibi bir de genel başkan yapabilmişlerdir. Demek ki CHP’lilerin Atatürkçülüğü, İslam karşıtlığı ve Müslümanlar aleyhine kullandıkları bir maskeydi.

Ya Genelkurmay, ADD ve Atatürkçü medyaya ne demeli? Atatürk ilke ve inkılâpları adına dindar ve türbanlı vatandaşlar aleyhine darbeye kalkışan, mitingler düzenleyen, manşetler yapan, muhtıra verenler; neden Kılıçdaroğlu’na tepkisiz kalıp, Atatürk düşmanı isyankâr bir aşiretin intikam komandosu olduğunu ifşa etmediler? Oysa onlar, geçmişten beri Müslüman politikacıların İslam’i duruşlarını kıyasıya eleştirip irtica gerekçesiyle baskı, darbe ve hakaretlerde bulunmadılar mı? Merhum Necmeddin Erbakan’ın başbakanlığı döneminde ülkesinin Müslüman ilim ehline başbakanlık konutunda verdiği iftar yemeğinden dolayı 28 Şubat darbesini gerçekleştirmediler mi? Dini hassasiyetlerinden ötürü generallerin küfürlerine ve partisinin kapatılmasına muhatap bırakmadılar mı? CHP’liler, başbakanlığın kapısına dayanarak siyah çelenkler bırakmak suretiyle hükümetin istifası için uluyup ihanetle damgalamadılar mı? Başbakan Erdoğan ve milletvekillerinin geçmişteki konuşmalarının yer aldığı kasetlerin avcılığını yaparak, laiklik karşıtlığıyla suçlamak suretiyle belediye başkanlığı ve iktidardan uzaklaştırmak istemediler mi?

Eğer her şey Atatürk Türkiye’si için ise; neden Atatürk düşmanlığı belgeli ve Atatürk’e karşı isyan etmiş bir eşkıya torunu olan Kemal Kılıçdaroğlu’nu korumaktadırlar?

Atatürk’ün bastırdığı isyanı “insanlık dramı ve insanlıkla bağdaşmayan olay” olarak eleştirebilen birinin CHP’ye genel başkan olması, kendilerince apaçık bir ihanet değil de nedir? Ayrıca Kılıçdaroğlu’nun insanlık dramı olarak nitelendirdiği Dersim isyanın da Atatürk’ün emriyle öldürülen teröristleri hümanist duygularla değil, eşkıya dedeleri ve akrabaları öldürüldüğü için sahte gözyaşlarını akıtmaktadır.

Vahye iman etmiş Müslümanlar devlete karşı silahlı hiçbir isyana kalkışmadıkları halde çarptırıldıkları en ağır cezalar Atatürkçülükle meşrulaştırılabilmiş, Ermeni dönmesi sünnetsiz Dersimlilerin cezalandırılmaları ise insanlık suçu bir soykırım olarak kabul görebilmiştir. Hem de Atatürk’ün CHP’sinde!

Kılıçdaroğlu’nun Dersim ile ilgili tüm açıklamaları pkk söylemiyle birebir aynı olup, Diyarbakır eski baro başkanı ve CHP genel başkan yardımcısı Sezgin Tanrıkulu’yu da Diyarbakır’dan değil de İstanbul’dan aday göstermesi, pkk ile giriştikleri gizli ittifaktandır. Çünkü Diyarbakır’ı pkk’ya teslim etmiştir. Bundan dolayı pkk’nın direktifiyle Diyarbakır’da partisinin kepenklerini indirmiş ve teröristlerin öldürülmesinde pkk’lılarla aynı safta yer alarak, yas ilan edebilmişlerdir. Hakkari’de kahraman askerlerimizce öldürülen 12 teröristin yasını tutabilen CHP’nin Diyarbakır’daki tüm seçim bürolarını kapatması, devlet düşmanı eşkıya torununun talimatı olmaksızın yapılabilir miydi?

Daha öncede ifade ettiğim gibi özellikle Kılıçdaroğlu’lu CHP, pkk’dan çok daha tehlikeli sinsi bir düşmandır. Diyarbakır 1. sıra milletvekili adayı Salih Sümer ve İl Başkanı Muzaffer Değer, Kılıçdaroğlu düşüncelsinin sözcülüğünü yaparak, teröristlere “gerilla” diyebilmekte, öldürülen teröristlerin ardından pkk’ca kurulan çadırlara taziye ziyaretinde bulunarak; asker, polis ve canı yanmış milletimize meydan okurcasına operasyonların durdurulmasını isteyebilmektedirler. İşte barış ve özgürlük manipülasyonuyla gizliden gizliye Dersim intikamı için bir alt yapı hazırlanmakta, demokrasi adına herkes de sessizce izleyebilmektedir.

Ey Genelkurmay, sözde vatan ve millet sevdalıları, barış ve özgürlük havarileri! Teröristlere açıkça destek çıkabilen CHP’nin arkasında durmaya devam mı edeceksiniz? Alçakça halkımızı katleden teröristleri masum ve onurlu milletimize mi tercih edeceksiniz? Bu kadar mı dinden ve milletin değerlerinden nefret ediyorsunuz? Sizlerin huzur ve güveni için canlarını veren şehitlerimizin akıttıkları kanlar, vicdanlarınızı sızlatmıyor mu?

Kılıçdaroğlu’nun kökü Kureyşan aşiretinin Haydaran koludur. Haydaran, Kureyşan’a bağlı 3 aşiretten biridir. Öyle ki, iki yıl süren Dersim isyanını bastırma harekâtında en son teslim olan aşiret ve en azılı devlet düşmanı olarak kayıtlara geçmiştir.

1931 yılındaki Genelkurmay kaynaklarında Dersim aşiretlerinin sicil kayıtlarında en tehlikeli ve yola gelmez bir hain olmakla belgelenen Kılıçdaroğlu’nun bağlı olduğu Haydaran aşiretiyle ilgili sabıka; tamamen gayri muti (Hakka ve devlete itaat etmeyen); şekavete melufturlar (haydutluk ve her çeşit kötülüğü huy edinmiş bir bela); hükümet kanunlarına itaatleri yoktur tespitlerindeki en dehşetsi vurgu, her çeşit kötülüğü huy edinip asla iflah olmayacaklarıdır.

Kemal Kılıçdaroğlu, ifadesindeki “Dersimde yaşayan insanlar, o dönemin acılarını, o dönemin kaybolan hayatlarını, o dönemin ağıtlarını dinleyerek bugünlere geldiler” kiniyle öylesi radikal bir soycudur ki, dedelerinin öcünü alabilmek için anıtkabir başta olmak üzere Atatürk’ün egemenliğini yıkmak için elinden geleni ardına koymayacaktır. Bülent Ecevit, bu gerçeği bildiğinden Kılıçdaroğlu’nun adaylığını veto etmiş ve yanına dahi yaklaştırmamıştı. Herkes bilsin ki devleti kuran CHP, hem devleti bitirecek hem de Atatürkçülüğü yok edecektir. Nasıl İslam’i referanslı politikacılar vahyi laikleştirmişler ise, CHP’de Atatürk’ü sömürerek Kılıçdaroğlu’nun hain emellerine peşkeş çekmektedir. Karşımızdakinin din ve millet hasmı bir eşkıya olduğu yargısıyla masum milletimizin tertemiz duygularını Mustafa Kemal sevgisiyle nasıl sömürdüklerini önyargıdan uzak bir serinkanlılıkla değerlendirdiğinizde; ne denli bir tehlikeye duçar olduğunuzu kavrayabileceksiniz. CHP, apaçık bir Atatürk simsarıdır…

Devlet düşmanı Kılıçdaroğlu aşireti, sadece 1937’deki Dersim isyanları tek başkaldırışları değildi. 1847 itibaren Osmanlı Devletine karşıda defalarca isyan etmiş ve o günün pkk’sı olarak milletimizin karınlarını deşmişlerdi. Sırf Müslüman oldukları için köyleri basıp çocukları katlettiler, kadınlara tecavüz ettiler, insanları bir ahıra doldurup yaktılar, Zerdüşt, Yezidi ve Hıristiyan olanlara dokunmadılar, özellikle Müslüman Türk ve Kürtleri vahşice öldürdüler. Onun için o aşirete bağlı her Dersimli, aradan yüzyıllar geçse de acımasızlıklarından, isyan ve ihanetlerinden vazgeçmez ve asla ıslah olmazlar. Çünkü fıtratları hainlik ve haydutlukla özdeşleşmiştir. Dersimin, neden pkk’nın eylem merkezi olduğunu hiç düşündünüz mü?

Onlar öylesine acımasız hainlerdir ki, tarihimizde en zor bastırılan isyanları 1877-78 yıllarındaki Osmanlı-Rus savaşı sırasında Rusların da yardımını alarak başlattıkları isyandır. İşte Kılıçdaroğlu’nun mensubu bulunduğu Haydaran aşireti bu isyanların elebaşısıydı. Bu sebepten dolayı Kılıçdaroğlu, Dersimli olmaktan gurur duyduğunu itiraf edebilmektedir. Bu nasıl mazoşist bir mantık ise, hem CHP’yi sorumlu tutup intikam peşinde koşuyorlar, hem de CHP’den vazgeçmiyorlar. Demek ki CHP, hedeflerine ulaşabilmek için bir öç alma sabrı olup, Kemal Kılıçdaroğlu’nu başa getirmeleriyle de ilk adımı atmış oldular.

Haydaranlar, Birinci Dünya Savaşı sırasında da rahat durmamış, tüm millet işgale karşı yekvücut birleşerek vatanları uğruna ölümüne savaşırlarken, Rus Ordusu Erzincan’a kadar geldiğinde, Dersim’i Ruslara bağlayabilmek için 1915 ve 1916’da da iki kez ayaklanmışlardı. Aslında milletimize en büyük darbeyi Rus ve Ermeni düşmanlar değil, Ermeni dönmesi alevi Dersimliler vurmuştu.

Bu gerçeği bizzat yaşayan Mustafa Kemal’di. Osmanlı Devletinde Tümgeneral rütbesiyle 16.Kolordu Komutanlığı görevini yürüten Mustafa Kemal, 1916 yılında Dersimli hainlerin ihanetlerine ve barbarlıklarına yakinen şahit olmuş ve halkımızı acımasızca katletmelerini asla unutamadığından 1937’deki isyanlarını kanla bastırmak zorunda kalmıştı. Başka türlü baş edilebilmeleri imkânsızdı…

Dersimli aşiretlerin hedefi ve amacı apaçık ortadayken; bir başkasının Kılıçdaroğlu başkanlığındaki CHP’yi desteklemeleri mantıken mümkün değilse de kadersel bir zorunluluk olduğu kaçınılmazdır.

Kılıçdaroğlu’nun özellikle Dersim tarihine çok meraklı olduğunu açıklaması ve Atatürk’ün Tunceli olarak değiştirdiği kentin adını Dersim’de ısrar etmesi, sadece CHP’nin değil, tüm milletimizin başına nasıl bir çorap öreceğini ortaya koymakta, ancak elde edeceği güçle orantılı amacına ulaşabileceği muhakkaktır. Hatta Türkiye’nin Dersim olarak adını değiştirme emelleri de hafızalarında saklıdır.

Unutulmamalıdır ki zamanında Osmanlı vatandaşı olan Dersimliler, nasıl defalarca isyan edip Rus ve Ermenilerle ittifak kurup vatana ihanet etmişler, özellikle Müslüman Türk ve Kürtleri doğramışlar ise; bugünde pkk ile aynı safta politika yaparak intikamlarını almakta, fırsatını buldukları bir savaşta aynı duyguları tekerrür ederek düşmanlarımızla müttefik olabileceğinden kimsenin kuşkusu olmasın.

Kılıçdaroğlu’nun ermeni köklü annesinin, tutamayacağı vaatlerinin, iftiralarının, politik yalanlarının ve kayırmacılılıklarının hiçbir önemi bulunmamakta, asıl fecaat, olası bir iktidarı ya da güçlü bir muhalefetiyle mecliste etkili olmasının ardından barış ve özgürlük manipülasyonuyla pkk’ya bağımsız bir özerkliği teslim etmesidir. Zaten iktidara geldiğinde terörü kökten kurutacağından emin bir ifade kullanması ve pkk’lı teröristlerin mücadelelerine meşruiyet kazandıran açıklamalar yapması, hedefi bağımsız bir devlet kurmaktan başka hiçbir uzlaşmaya yanaşmayan pkk’ya federasyon hakkı, hatta bağımsız bir devlet tanıyacak olmasındandır.

Bugün Kılıçdaroğlu’na bayılanlar, yarın nasıl ayılacaklarını bir tahmin edebilseler; sanırım yaşayacakları dehşeti tatmamak için bugünden ölmeye razı olurlar.

Önyargıdan arınıp biraz muhakeme edilebilinse; istikbaldeki asıl tehlikenin çapulcu pkk ya da emperyalist güçler değil, Kılıçdaroğlu’lu CHP olduğu anlaşılabilecektir. Acaba gözleri oldukları halde göremeyenlerin, kulakları oldukları halde işitemeyenlerin, kalpleri oldukları halde kavrayamayanların; Kılıçdaroğlu gerçeğini fark edebilmeleri mümkün müdür?

Mühürlü insana gerçeği anlatmak, yol kesen haydutların eline silah vermeye benzer.

22 Mayıs 2011 Pazar

Bahçeli’nin de kaseti çıkabilir…

Zinaya kesinlikle yaklaşılmamasını, çok kötü bir yol ve hayâsızlık olduğunu ısrarla vurgulayan Allah; zina eden erkek ve zina eden kadını lanetleyerek, ne şahitliklerine ne vekilliklerine ne de toplumu idare etmelerine izin vermektedir. Birçok ayette zinanın haksız yere adam öldürmek, hırsızlık yapmak, iftira etmek ve çocuklarını öldürmekle eş değerde tutulması, zinanın hiçbir gerekçeyle hoş görülemeyeceğini ortaya koymaktadır.

“Kocası zina yapan kadının zinası bir hükümdür” başlıklı yazımda da ifade ettiğim gerçekler doğrultusunda zinaları deşifre olan politikacıların eşleri de zina yaptıkları takdirde evlilikleri devam edebilir. Aksi takdirde boşanmaları bir zaruridir.

Milleti yönetmeye aday CHP ve MHP’li zinacıların aldattıkları eşlerinin nasıl bir tavır alabilecekleri siyasi ve toplusal ahlak açısından fevkalade önemli olup, milliyetçilik ve muhafazakârlıkla özdeşleştirilen ülkücülerin, Deniz Baykal ve Nesrin Baytok örneğinde oldukları gibi ahlaksızlığı sindirmemeleri ve onursuzca aldatılan eşlerin de zinacı kocalarını derhal boşamaları dini ve iffetsi bir zorunluluktur. Sanırım onlar da kocalarını değil ahlaksızlığı ortaya çıkaranları suçlayacaklardır.

“Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenmez; zina eden kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan erkek evlenir. Bu, müminlere haram kılınmıştır.” Nur 3

Hangi insan, evli bir kadını şehvetine peşkeş çekebilmek için çocuğuna haçlık verip dışarıya göndererek o çocuğu anasıyla yatabilir? Acaba Mehmet Ekici veya onu destekleyen MHP'lilerin kendi çocuklarının gözleri önünde eşiyle bir başkası ilişkiye girse, tepkileri aynı olur?

Dizi ve filmlerdeki gayrimeşru çarpık ilişkilerden ahlak zırhı iyice delinen halkımız, öylesine yozlaşmış ki ahlaksızlığı bayraktar edinmiş kimseleri “özel hayat veya mahremiyet” kalkanıyla savunup, harami haysiyetsizleri değil de görüntüyü alanları ve namuslu vatandaşları bilgilendirenleri kıyasıya eleştirmeleri; “nasılsanız öyle yönetilirsiniz” hadisiyle birebir örtüşmektedir. İslam hukukunda gayrimeşru fiillerin caydırıcı olabilmesi açısından halkın şahitliğinde teşhir edilip aleni ceza uygulanması, söz konusu zinacıların ifşasını meşru kılmaktadır.

Çağdaşlık maskesiyle insanlarda ne ar ne namus ne de hayâ bırakan medya, ahlaksız zinacılara bariyer olmaktan geri durmamaktadırlar. Hele içlerinde öyle küstahlar var ki, eşinin kendisine hediye ettiği pornografik kadın figürü kol düğmelerinden övünüp, ekranlardan kendisini izleyen namuslu halkımıza ve çocuklarımıza pornoculuğu aşılayarak yok edici dejenerasyona yol açan kepazeliğe şahit olmuştuk.

Zinaya, eşe ihanete ve faziletsizliğe sahip çıkan bir düşüncenin vaatlerindeki yoksulluğu, yolsuzluğu, kayırıcılığı, rüşveti, ayırımcılığı, suçları, namussuzluğu, vicdansızlığı, haksızlık ve adaletsizliği giderebilmeleri mümkün müdür?

Sadece millet için değil bir insan için bile yaşamın temel taşı olan ahlak kurallarıyla oynandığında sadece kendisini değil içinde bulunduğu toplumu, hatta tüm dünyayı felakete götüreceği kaçınılmazdır.

Devlet yönetimi aileden başlar. Kişinin gerek ekonomi, gerek sosyal, gerek siyasi, gerekse askeri idarede; aile yaşamı baz alınarak liyakatli olup almadığı ölçü alınır. Montaigne der ki; “Bir aile ile bir krallığı yönetme arasında pek büyük fark yoktur.”

Bu durumda ahlaktan yoksun aldatıcı zinacıların devlet yönetmesine fırsat verilebilir mi?

1976 yılında yaklaşık 18 yaşında iken Cidde’de hediyelik eşya ve kristal avize dükkânı açmış ve Suudi Arabistan Havayollarının ‘first class’ yolcularına verilen hediyelik eşyalarını fason üreterek ihraç ediyordum. Kısa zamanda çevrem gelişmiş ve dünyanın çeşitli firmalarından teklifler alıyordum.

O firmalardan biri de Belçika’da elmas işleyen bir şirketti. Elmas fabrikasının sahibi Yahudi bir işadamıydı ve eşiyle birlikte İstanbul’a gelerek, ürettiği elmasların Suudi Arabistan’da pazarlanmasıyla ilgili işbirliği teklif etti. O zaman herhangi bir Yahudi firmasının Suudi Arabistan’a mal satışı yasak ve iş birliği yapanlarda kara listeye alınıyordu.

Yahudi, benimle çalışabilmesi için şart koştuğu ve hakkımda istihbarat edinmeye çalıştığı konu öylesine ilginç ve şaşırtıcıydı ki, aile yaşantımın nasıl olduğu, aile içinde mutlu mu yoksa mutsuz mu olduğum, aile bireylerine karşı dayanışma, sevgi ve saygımı, her hangi bir konuda yalan ve aldatmaya yönelip yönelmediğim, aile fertlerinden şikâyet edip etmediğim gibi çeşitli sorular sorarak bilgi edinmek istiyordu. Böylesi sorular sorması üzerine; neden güvenilir ve başarılı olup olmayacağım konusunda değil de aile yaşantımla ilgilendiğini sormam üzerine; bir insan, işindeki güvenirliği, başarısı ve istikrarı ailedeki düzeniyle orantılıdır, sözü hala kulaklarımdadır.

Ailenin önemine vakıf profesyonel yöneticiler, istikrar ve kararlılık adına öncelikle işe alacakları kişinin kariyerleri, tecrübeleri ve aktifliklerini değil, ailedeki düzenlerine yoğunlaşırlar. Çünkü aile yaşantısında itinayı, mutluluğu ve güveni sağlayamayanların doğru, dürüst, sabırlı, adaletli, paylaşımcı ve merhametli olabilmeleri söz konusu değildir.

Bu sebeple aile hayatı hüsranlıklarla dolu olanların eş, çocuk, kardeş, ana ve babalarına yaptıkları saygısızlık ve ihanetlerinin millete karşı yapacaklarına da şüphe bulunmamaktadır.
İş, evlilik ve bir dernek üyeliğinde dahi merak edilen aile yaşantısı milletvekilliğinde aranmamalı mıdır? Ülkeyi yönetmeye aday bir parti veya adayın aile ve ahlaki yapısı önemsenmediğinden milletin talan edilmesi için yarışılıyor ve ahlaksızlıkta sınır tanınmıyor. Kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına yapabilen birinin güvenebilinir, hatta insan olabirliliği mümkün müdür?

Bugün özel hayat adına ahlaksızlara sahip çıkanlara sorum odur ki, o evli kadın ve genç kızları nüfuzlarını kullanarak tecavüzden farksız kandırarak zina yapanlar; eğer kendi anneleri, kız kardeşleri veya kızlarını tatmin aracı kullansalardı aynı hoşgörüde bulunurlar mıydı? “Kötülüklerin ilki ve en büyüğü, ahlaksızlıkların cezasız kalmasıdır.” Platon

Evli ahlaksızlar böyle ise, bekârlar nasıldır?

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, deşifre olan yardımcılarını toplumun bekası adına sert bir şekilde dışlayıp kesin ihraç kararıyla aralarından uzaklaştıracağına, başta Başbakan Erdoğan ve Fetullah Gülen hoca olmak üzere hırçınlaşarak sağa sola saldırması, kendisinin de bir kaseti olabileceği ihtimalini güçlendirmektedir.

Partisinin çıkarlarını toplumun namus ve ahlakından öncelikli gören Bahçeli ve Kılıçdaroğlu, Başbakan Erdoğan’ın hata ve yanlış içinde olan partililerini hiçbir gerekçeyle savunmayarak derhal ihraç etmesini örnek almalıdırlar. Sözde partisinin baraj altında kalması için kendilerine komplo düzenlendiği gibi bir duygu sömürüsüne kalkışması, asıl ahlaksızlığın ta kendisidir. Eğer görüntülerdeki yardımcıları ise bu nasıl bir komplo olabilir? Kadınlarımızın ve çocuklarımızın ırzlarına geçen sapıklarda komplo argümanlarıyla aklanmalıdırlar mı?

Bay Bahçeli! Partin zarar görmesin diye ahlaksızlarını aklamaya çalışıp adaleti kıymakla devlet yönetilemez. IMF Başkanı Strauss-Kahn gibi dokunulmaz zannedilen ve üstelik başarılı bir kimlik bile, gücüne ve konumuna bakılmaksızın zinaya teşebbüs şikâyeti üzerine uçağından indirilip ellerine kelepçe takılarak gözaltına alınması ardından mahkemece tutuklanabiliyorsa, işte devlet ve adalet budur. Sen ise, konuşmaları ve rezaletleri apaçık bir kanıt olarak ortaya dökülen zinacılarını komplo manipülasyonuyla korumaya çalışıyorsan, değil devlet, kümesteki tavukları dahi idare etme liyakatine sahip değilsin…

Diğer taraftan halkı acımadan tepelemek ve halkın seçtiği hükümeti kanla devirebilmek maksadıyla bir araya gelen general, subay, gazeteci, akademisyen ve işadamlarının yargılanmalarına ve tutuklanmalarına karşı çıkan başta Genelkurmay olmak üzere gazeteciler, CHP ve MHP’ye millet egemenliğindeki ABD hukukun güç, rütbe, makam ve şöhret tanımaksızın nasıl eşit işletildiğini öğrenmelerine sağlık veririm. Üstelik bizdeki teröristler gibi kesin kanıtlar olmayıp sadece bir oda temizlikçisi bir kadının şikâyetiyle IMF gibi bir kurumun başkanı tutuklanabiliyor ve dünyadan tek bir itiraz çıkmıyor. Terörist dostlarına ve zinacı bayraktarlarına kapak olsun….

Devlet Bahçeli’nin müzmin bir bekâr oluşu ve liderliğin ilk adımı olan aile yönetme tecrübesinden yoksun kalmasından devlet yönetiminde başarılı olamayacağının yanı sıra fıtratsal bedii zevklerini giderebilme ihtiyaçlarını harami yollardan elde etmiş olabileceği tartışılmazdır. Çünkü vücut gelişmesiyle başlayan cinsel arzu ve tatminsel süreci engelleyebilmek yaradılış fıtratına aykırıdır. Yemeden, uyumadan ve içmeden yaşayabilmek nasıl imkânsız ise, tüm hastalıkların ve zindeliğin panzehiri olan cinsel ilişkiden de eksik kalabilmek söz konusu değildir. Evlenmeyerek kendilerini tatminden soyutladığı sanılan din adamlarının sonradan meydana çıkan sapıklıkları beklenen bir sonuçtur. Şüphesiz Bahçeli’nin cinsel tatminini nasıl çözüme ulaştırdığı bilinmese de, inançsal bir tutkuyla tapınaksı bir yaşam sürmediğinden nefsi arzu ve isteklerinden kopabilmesi mümkün değildir.

Devlet Bahçeli şunu bilsin ki, öyle kabadayılık ve tehditlerle gerçeğin açık perdelerini örtemez, ileride ortaya çıkabilecek görüntülerine de mani olamaz. Yaratıcıları Allah’tan utanmayanların kendileri gibi yaratık insandan utanmaları, bedbahtlığın ta kendisidir. Muhalefetteyken atıp tutan, iktidara geldiğinde ise nasıl süt dökmüş kediye dönüştüğü hala hafızalardadır. Her kim ahlaksızlıkları deşifre ediyorsa bedeli ne olursa olsun yanında olmayı ahlaki bir görev addediyorum. Ayrıca söz konusu iğrenç ahlaksızlıkları kamuoyuna duyuran yiğit ülkücüleri tebrik ediyor, namus adına yaptıkları mücadelelerinin mübarek olmasını diliyorum.
Kimilerinin dini nikâh adı altında aralarında kıydıkları gizli nikâh, zaten ne Allah ne de toplum nezdinde muteberdir. Nikâhın anlamı açık bir duyurudur.

Evlilik hayatında istikrarlı ve başarılı olmuş bir kimse, her işte muvaffak olur. Bu sebeple hem dini hem siyasi hem ahlaki hem sorumluluk hem sabır hem de insani açıdan fevkalade hayati bir başlangıç olan evlilik öyle önemlidir ki, İslam peygamberinin defalarca evlenmiş olmasının sebebi de böylece kanıtlanmış olmaktadır. Evlilik, bir düzen kurabilmenin ilk merhalesidir. Evlilik hayatı; sevginin, merhametin, tahammülün, adaletin ve sabrın kapısıdır.

Allah ve Resulüne iman ettiğini ileri sürdüğü halde evlenmeyenlerin şöhretleri ne olursa olsun ne Müslüman ne de lider olabilecek liyakate sahiptirler.

“’Allah’a ve Peygamber’e inandık ve itaat ettik’ diyorlar; ondan sonra da içlerinden bir gurup yüz çeviriyor. Bunlar inanmış değillerdir.” Nur 47

“Gerçekten, sizin gibi bir beşere itaat ederseniz, herhalde ziyan edersiniz.” Mü’minûn 34

Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’ in şu hadisleri, evliliğin fertsel ve toplumsal önemini yeterince ispatlamaktadır.

“Kıyamet günü ateş ehli olarak haşredilecek kimselerin çoğu, içinizden bekâr olarak ölenlerdir.”

“En kötüleriniz, (bu dünyadan)bekâr olarak ayrılanlarınızdır.”

“Sizin en kötüleriniz, içinizden bekâr olanlarınızdır ve bunlar şeytanın kardeşleridirler.”

“Ümmetimin en iyileri evliler, en kötüleri ise bekârlardır.”

“Bir kimse evlenince imanın yarısını tamamlamış olur. Artık diğer yarısı için de Allah’tan korksun.”

“Aranızdaki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden elverişli olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleştirir. Allah (lütfu) bol olan ve bilendir.” Nur 32


17 Mayıs 2011 Salı

Ya ver ya da yok et…

Öyle demir prangalara vurulmuşuz ki, ne içeride ne de dışarıda ülkenin güç ve güvenliğini sağlayamıyor, müstemlekesi olduğumuz Batı’nın direktifleri doğrultusunda bir avuç çapulcu teröristin kuklasına dönüşerek bağımsız kararlar alamıyoruz.

Terörist diye yaftaladıkları kendi düşmanlarını saf dışı bırakabilmek için ülkeleri işgal edip milyonları katledebiliyorlar ama sıra bize geldiğinde akıl almaz engel, yaptırım ve baskılarla terörizmi özgürlük gerekçesiyle meşrulaştırabiliyorlar. Müslüman isen terörist, Marksist ya da İslam karşıtıysan kahramansın…

Usame Bin Laden’i sağ yakaladıkları halde başına bir kurşun sıkarak cinayet işlemeleri memnuniyet doğuruyor, lakin halkımızın acımasız teröristi apo adındaki canavara dokunmak bir yana tüm taleplerini yerine getirip pazarlık yapılabiliyor, rahatı için yeni koğuşlar devreye sokulup yalnızlığını giderebilmek için arkadaş gönderilebiliyor, sağlık ve yemek koşulları en üst düzeyde karşılanıp en sıradan şikâyeti hassasiyetle ciddiye alınarak örgütünü yönetmesine fırsat verilebiliyor ve bunun adına insan hakları ekseninde demokrasi ve barış denebiliyor.

Dünyadaki her ayrılıkçı teröriste uygulanan yaptırım ne ise onu uygulamada aciz devlet, milletimizin ezeli ve ebedi düşmanlarının telkinleriyle apo’yu taraf almak suretiyle uzlaşıya gitmeye çalışması apaçık bir ihanettir.

Bu durumda pkk terör örgütünce kıyılan ve zarar gören halkın sorumlusu devlet değil midir? Pkk’yı hak ettiği gibi cezalandıracağına milletin başına bela eden devletin ta kendisidir.

Neymiş efendim; aman kan akmasın, analar ağlamasın, gençlerimiz ölmesin gibi bir acziyet; bir taraf için korkaklık ve teslimiyet, diğer taraf için emellerine kavuşabilmek maksadıyla apaçık bir manipülasyondur. Bir millet; dini, vatanı, namusu ve güvenliği için savaşmayacak da nasıl varlığını sürdürecek? Kanlar içinde doğanın kanlar içinde ölmesinden daha normal ne olabilir? Başta ABD olmak üzere İngiltere, Avrupa ve birçok devlet, çıkarları ve güvenlikleri uğruna dünyanın bir ucuna seferler düzenleyip askerlerini savaştırırken, nasıl olur da tarihi savaş meydanlarında geçmiş milletimiz azılı teröristler karşısında el pençe durarak vatanlarını ve birlikteliklerini korumaktan imtina edebilmektedirler? Ecdadımız ihanetsi uzlaşmalarla mı halkı ve topraklarını muhafaza ettiler? En büyük izzet; yatakta, yolda ya da hastalıktan değil de savaşırken ölebilmektir. Ne mutlu eceli kahramanca savaşırken gelene… “Ya öl ya da ol! İşte bunu bilmiyorsan zavallı bir misafirsin karanlık yeryüzünde.” Goethe

Pkk mı üstün, Türkiye mi?

“Üstün durumda iken gevşeyip barışa çağırmayın. Allah sizinle beraberdir. O amellerinizi asla eksiltmeyecektir.” Muhammed 35

Neden korkuyoruz? Sonsuza kadar yaşayacağımızı mı sanıyoruz? Her an gelebilen ölüm; sarp ve sağlam kalelerde, etrafımızı çevreleyen orduların ortasında, rahat ve emniyetli yataklarımızda, güvendiğimiz doktorların gözetiminde dahi bizleri fethetmiyor mu?

Bugüne kadar hangi korkağın bir keşfi, başarısı, ilmi, zaferi ve kahramanlığı iktidar olabilmiştir? Lideri lider, kâşifi kâşif, dini din, milleti millet yapan cesaret, kararlılık ve inançtır. Bu fazilete sahip kimseler dünyaya hükmetmiş, buluşlar gerçekleştirmiş ve lâyık oldukları liyakate ulaşmışlardır. Bu lider ve orduları; başarılarını, zaferlerini ve kahramanlıklarını günümüz müstemlekeleri gibi teslimiyetçi politikalarla, nefsi çıkarlarla, aşağılayıcı pazarlıklarla ve ihanetlerle değil, vücutlarına saplanan oklarla, süngülerle, kılıç darbeleriyle, mermilerle, bombalarla ve tahammülü imkansız zorluklarla acı çekerek, işkenceler görerek, felâketler yaşayarak, ölümü, zindanı veya idamı şeref addederek, güçlüklere göğüs gererek cesaretle elde etmişlerdir. Kaçmamışlar kovalamışlar, korkmamışlar savaşmışlar, susmamışlar haykırmışlar; karşılarındakinin gücü ve sayısı ne olursa olsun hak ve adalet adına dimdik durmuşlardır.

Hayatta öyle değerler vardır ki, her neye mal olursa olsun asla dokunulmamalıdır. Cesur olmayan bir insan, ne deha ne bilge ne kahraman ne de lider olabilir. Her alçağa karşılık bir kahraman, her bencil politikacıya karşılık kendini adamış siyasi liderler ve ezberciye karşı kendini keşfe adamamış bilim adamları olmayan toplumlar, hor ve hakir kalmaya, artıklara mahkûm olmaya ve yenilmeye mecburdurlar.

Evlatlarını ülkesi, dini ve milleti adına feda eden ana ve babalar kahretmemeli bilakis onur duymalıdırlar. Allah, merhamet ve insanlık hasmı terörist ana ve babalarda evlatlarını kendi elleriyle ya saf dışı bırakmalı ya da öldürmelidirler ki adaletle hükmeden gerçek bir ana ve baba olduklarını kanıtlasınlar.

Ancak çocuklarını halkına karşı kışkırtıp yağmalattıran ve öldürten ana ve babalar lanetlilerin ta kendileridir.

Çocuk oldukları gerekçesiyle suçlulara ve pkk’lılara çıkarılan af ve cezadan muaf tutma yasası terörü teşvik etme ve azdırmaktan öte bir şey değildir. Yaratıcı Allah, buluğ yaşını erkeklerde 12 kızlarda 9, bu yaştan sonrakilerinin genç ve tıpkı büyükler gibi ceza ehliyetine haiz olduklarını hükme bağlamıştır. Adam öldürme, zarar verme, Molotoflarla masum insanları yakma, mağaza ve iş yerlerini ateşe vermede terörist ve caniler gibi davrananlar, nasıl oluyorsa yargı safhasında çocuk muamelesi görebiliyorlar?

Oysa iki cihan sultanı Fatih Sultan Mehmet Han, 1432’de dünyaya gelmiş ve daha yaşı 12 iken 1444’de tahta çıkarak Varna zaferini kazanmıştı. Tarih bunun gibi nice liderler, bilim adamları, sanatçılar, düşünürler ve kahramanlarla dolu iken; nasıl olurda acımasızca suç işleyen aklıselim canavarları çocuk oldukları gerekçesiyle cezaları ya hafifletiliyor ya da ehliyetten yoksun görülebiliyor? Masum insanları alıkoyup testerelerle parçalara ayırabildikten sonra çöp bidonlarına bırakanların yaşı 18’den küçük olması aylarla hesap edilerek ceza indirimine gidilmesi, yasalarca işlenen daha korkunç bir cinayetdir.

Pkk yahut siyasi kolu BDP’nin talebi bağımsız bir devlet kurmak, doğu bölgelerinin kendilerine verilmesidir. Ortaya attıkları hak ve hürriyet argümanlarının tamamı bir hile ve amaca giden yolu haklı çıkarabilme mazeretleridir. Eğer devlet, bu taleplerine sıcak bakıyorsa pazarlıkta ve uzlaşıda bir mahal yoktur. Yoksa kökünü kurutacak her türlü tedbire başvurmalı, düşmana karşı nasıl bir müdahale gerekiyorsa; en yakını dahi olsa yalvarmasına kulak asmadan yok etmelidir ki, huzur ve güven teminat altına alınabilsin.

Pkk’nın amacı apaçık ortadayken; neyin açılımı, diyalogu, müzakeresi ve barışı söz konusu olabilir? Ya göz diktikleri toprakları vereceksin ya da bedeli ne olursa olsun bertaraf edeceksin. İş uzadıkça içinden çıkılmaz bir hal almakta ve her geçen gün taraf toplayan teröristler, unutulmamalıdır ki dün milletin yanında yer alarak koruyuculuğu üstlenen aşiretler bile bugün pkk’nın tarafına geçebilmiş ve devletin kendilerine verdikleri silahları millet aleyhine kullanabilmişlerdir. Dolayısıyla çapulcu bir terörist örgütüyle baş edememenin acizliyle hem dünya hem de millet nezdinde sefil olunmuş, ne yazıktır ki şanlı tarihimize kara bir leke getirerek muhatap bir güç kabul edebilmişizdir.

Apo’yu Türkiye’nin başına bela eden ve meşrulaştıran Devlet Bahçeli’nin içinde yer aldığı hükümet, keşke apo’yu teslim almayıp bu konuma getirtmeseydi bugün yaşananlar olmayacaktı. Ahlaksız yardımcılarının iğrenç görüntülerinden oy kaybı endişesi duyarak Başbakan Erdoğan’ın başına gök kubbeyi geçireceği tehdidinde bulunan Bahçeli, madem böylesi tanrısal bir güce sahip; neden o kubbeyi apo ve pkk’nın başına geçiremedi? Pazarda satılan bir leğeni dahi geçirmekten aciz şovmenin ahlaksızlıkta sınır tanımayıp evli ve kendilerinden onlarca yaş küçük kızları kirleten yardımcılarını ihraç etmeyip göstermelik istifaya zorlaması, gerçekte nasıl korkunç bir riyakar olduğunu ortaya koymuştur. Tıpkı teröristleri partisine kabul etmesi gibi o ahlaksızları da hizmet ettikleri gerekçesiyle koruma altına alması, sözde hizmet eden her azılı suçlu ve ahlaksızlıkları toplumca masum görülebilecekleri mesajı vermiştir. “Memleketler parasızlıktan değil, ahlaksızlıktan çökerler.” M.T. Cicero

Ahlaksızlıkla özdeşleşmiş MHP ve CHP, daha muhalefetteyken gayrimeşruluğu savunuyorlar ise, iktidara geldiklerinde neler yapabileceklerini düşünmek bile istemiyorum…

Tanrısal vaatlerle ve ahlaksızlığı meşrulaştıran sahiplenmeyle iktidarı ele geçirebilme pespayeliğine son vermeli; geçimden ve işsizlikten daha büyük tehlike olan ahlaka ve pkk’ya odaklanılmalıdır.

1915’de Rusların yanında yer alarak Osmanlı’ya ihanet edip Müslüman Kürtleri ahırlarda yakarak kadınlarımızın ve çocuklarımızın ırzına geçen Ermeniler, bugünde Pkk maskesiyle halkımızı biçmektedirler. Ermeni Terör Örgütü Asala’nın yerini pkk’nın aldığı, böylece pkk’nın Ermeniler adına milletimizle mücadele ettiği, sözde Ermeni Soykırım yalanını tanıyan batının neden gizliden gizliye pkk’yı desteklediği de kanıtlanmaktadır.

Hatırlanacağı üzere; I.Dünya Savaşında ülkemizi işgal etmek isteyen ve yüz akımız Çanakkale Savaşıyla püskürttüğümüz İngilizler, bugün olduğu gibi Türkler ile Kürtlerin arasını açabilmek için İstanbul’daki İngiliz sefirinin İngiltere Dışişleri Bakanlığına gönderdiği telgrafta; “Hükümetimizin niyeti Türkleri ne olursa olsun zayıf düşürmek ise de, Kürtleri onlardan ayırmak hiç de fena değildir ve bu mümkündür. Ancak bu çok dikkatli bir şekilde icra edilmelidir.” Ancak İslam’i kardeşlikle bütünleşmiş Türk ve Kürtleri ayırmaya o gün güçleri yetmemiş ama bugün, İslam karşıtı şoven Türk ve Kürtleri birbirlerine düşman kılarak, ayrılık zehrini kökleştirebilmişlerdir. Bu sebeple ikinci bir Çanakkale Savaşı ruhunun zorunluluğu görmemezlikten gelinemez.

O günün fedakâr ve cesur Müslüman Kürtleri bugünde dini kardeşliğe hayati önem vermekte; şişlere geçirilen yetimlerini, gözleri oyulan babalarını ve karınları deşilen analarını anmakta, dolayısıyla haçlıların taşeronu pkk’ya, argümanları ne olursa olsun geçit vermemek için ecdatlarının peşinden giderek hainleri yok etmekte kararlıdırlar…

O zaman İngilizlerle işbirliği yaparak milletimize ihanet eden Kürt Teali Cemiyetinin yerini bugün açılımı Kürdistan İşçi Partisi olan pkk almıştır.

Din ve millet karşıtı Pkk ve BDP açık bir düşmandır, günü kurtarma hesapları ve Batı hegemonyasından vazgeçilip, gelecek cehennem hazırlanmamalıdır. Teröristlerce seçilen vekillerin milleti temsil unvanları, devlet ve milletin nasıl kendine düşman olduğunun bir göstergesidir. Oysa onların hiçbirine millet yönetiminde yer verilmemeli ve sert bir müdahalede bulunularak, ihanete doğrudan ya da dolaylı yollardan ön ayak olunmamalıdır. Silah çekene silahla, fikirle savunana fikirle karşı çıkıp derdest edilmelidirler. Olabilecek kaybın hesabı yapılmaksızın sonuca hedeflenilmelidir. İşte o zaman devlet olunabilir, milletin mal ve can güvenliği korunabilir…

Yıllar önce “Neden Oy Kullanmıyorum” adlı kitabım da; gelecekte apo’nun Türkiye cumhurbaşkanı olacağını ifade ettiğimde birçokları tarafından komik bulunmuş, ancak gelişen süreç içinde tespitimin ne kadar doğru olabileceği anlaşılmıştır. Bir zamanlar T.C. pasaportu taşıyan haydut Celal Talabini’nin Irak’a devlet başkanı olabileceği ihtimaline kimse inanmazdı. O olduysa apo neden olmasın? Çünkü süreç o mecrada ilerlemektedir. Devletleri ve milletleri mahveden o artıksı çıkarlar değil mi?

Emperyalist barbarların itaatten kaçınan iktidarları tehlikeli görüp, önce devirip sonra ülkelerini bölerek yeni taşeronlarıyla yollarına devam etmeleri ana stratejileridir.
Eğer insanlarımız ölüyor ve ölmeye devam ediyor ise: ya adam gibi savaşalım ya da istedikleri toprakları vererek Lozan misali bir anlaşma yapalım…

“Düşmanların en büyüğü, düşmanlığını gizleyendir ” Hz. Ali

“Kendilerine hıyanet edenleri savunma; çünkü Allah hainliği meslek edinmiş günahkârları sevmez.” Nisa.107

12 Mayıs 2011 Perşembe

Dehşet verici kıyas…

Kendini Allah’a, insanlığa ve adalete adamış Usame Bin Laden gibi bir kahramanı, emperyalist barbarların çıkarları uğruna insanları katleden acımasız apo ile özdeşleştirebilme sapkınlığında bulunabilen İslam ve insanlık karşıtları; destekçileri ABD, İsrail ve Avrupa’nın telkinleriyle Usame Bin Laden’i gözden düşürebilmek maksadıyla “terörist başlığıyla” aynı kefeye koydurarak, İslam’i birlikteliğe ve kardeşsi bütünlüğe darbe indirmişlerdir. Bundan dolayı dinleri ve hakları için canlarını feda eden Usame Bin Laden ve mücahidlere karşı kin ve nefret kusup, emperyalist canavar ABD’nin terörist yaftasını meşrulaştırabilmişlerdir. Apo’nun kıyaslanabileceği teröristler; olsa olsa Bush, Obama, Blair, Sharon ve Netanyahu’dur…

Laik ve Kemalist Türkçü Ergenekon ve Balyoz örgütlerinin pkk ile müttefikliği, Müslümanları iktidardan uzaklaştırmaktan başka bir hedef taşımamaktadır. Yoksa fikren birbirine düşman pkk ile Ergenekon’un işbirliği mümkün müdür?

Sadece onlar mı? İslam’dan beslenen devşirmelerde Batı’nın gücünü arkalarına alabilmek amacıyla inançlarına ve kardeşlerine fiyat etiketi koyabilmişlerdir. Yıllar önce Fetullah Gülen’in ikamet ettiği ABD’den, Usame Bin Laden ile ilgili kin ve nefret dolu sözleri hala tüylerimi ürpertmektedir. Peygamberlik hayatı boyunca zulme karşı cihad eden Hz. Muhammed, halifeler ve sahabeyi de dolaylı yollardan teröristlercesine ABD ve İsrail’in işgal ve zulmüne karşılık dinlerini, özgürlüklerini ve vatanlarını canı pahasına savunan direnişçileri lanetlemesi ve esaretsi bir barış adına Müslümanların boyun eğip teslim olmalarını isteyerek; “Ömrümde hiçbir insana gönül koymadım ve nefret etmedim. Dünyada nefret ettiğim tek insan Usame Bin Laden’dir “ ifadesi ile şakirdi Hüseyin Gülerce’nin; “Cihad vahşettir, direnişçiler zavallıdır” açıklamalarının takdirini cemaate bırakıyorum.

Yaklaşık 700’den fazla ayetle cihadın tek kurtuluş olduğunu vurgulayan ve cihadın nasıl yapılacağını tafsilatıyla tarif eden Allah’ın emrine vahşet diyebilen Hüseyin Gülerce, tartışmasız bir mürteddir. Ayrıca Usame Bin Laden, servetini Allah yolundaki bir cihada harcayacağına Fetullah Gülen’in emrine amade etseydi, herhalde Gülen’in en gözde adamı olur ve uçarak cennete ulaştırırdı.

Fetullah Gülen’in hümanizm adına açıklama yaparken; yüzbinlerce Müslüman’ı katlettiren, milyonlarcasını yurtlarından çıkartan, ırzlarına geçirtip hamile bıraktıran, karınlarını deşip dışarı çıkardıkları bebekleri köpeklere yedirten, çocukları nişangâh tahtası yapıp atış talimleri yaptırtan, Abu Gharip cezaevi gibi birçok yerde en ilkel dönemlerde dahi görülmemiş işkencelere tabi tutturan, mahkûm ettikleri Müslüman erkekleri birbirlerine tecavüz ettiren, dışkılarıyla yıkayan, kocalarının gözleri önünde Müslüman kadınları iğfal ettiren Bush’u, Blair’i ve namı insan kasabı olan Sharon’u suçlamayıp da tek katil olarak Usame Bin Laden’i işaret etmesinin yorumunu, akıl ve vicdanlarınıza havale ediyorum.

Gülen’in Nuriye Akman adlı gazeteciyle yaptığı röportajında; Allah’a isyan üzerine kurulmuş seküler düzene karşı çıktığı için Usame Bin Laden’in Müslümanlığın aydınlık çehresini kirlettiğini, ona göre o korkunç tahribatı tamire kalkışabilmek için senelerin gerektiğini, bu kirliliği düzeltebilmek için her yerde değişik platformlar kurarak ve kitaplar yazarak Müslümanlığın vahyi bir düzen, özgürlük ve egemenlik iddiası bulunmadığını anlatarak, o yola kilitlenmiş insanları lanetlediğini belirtebilmesi; Müslüman mı, kafir mi, yoksa münafık mı olduğunu ortaya koymaktadır.

Ne acıdır ki aynı duyguların bugünde devam etmesi, Zaman Gazetesi’nin Usame Bin Laden’in şehit edilmesiyle ilgili yazarların alçak tepkilerden anlaşılmaktadır. Acaba dünyanın birçok yerinde açılan okullarda özgür Müslümanlar değil de ABD ve İsrail’e sadık köleler mi yetiştiriyorlar?

Emperyalist barbar ABD ve İsrail’in olduğu bir dünya, hiçbir zaman daha iyi ve daha güvenli bir hale gelmeyecek, değil rahat bir nefes almak, acı ve karanlıklardan kaçıp kurtulunamayacaktır. Ruhlarını ve kalplerini zalimlere satmış münafıkların İslam adına fetva verdikleri bir İslam dünyasında da vahiy, hak ve adaletin egemen kılınamamasının sebebi gayet açıktır.

Tek amacı ırkçı ve marksist bir devlet kurarak ABD ve İsrail’in ayakçısı olabilme uğruna halkını katleden apo ve terör örgütü, insanlığın hiçbir değeri adına hoş görülmemeli, bağışlanılmamalı ve şeytani mücadelelerinde haklı bir gerekçeye zemin hazırlanmamalı, pazarlık yapılmamalı, kamu önüne çıkarılarak tartışmalarına dahi imkân verilmemelidir. Hatta saldırdıkları yerde öldürülmeli ve asla teslim alınıp salıverilmelerine fırsat tanınmamalıdır. Acımasız katil oldukları halde öyle şımartıldılar ki, kahredici eylemlerini diledikleri gibi korkusuzca yapabilmekte ve tüm ülkeyi esir alırcasına milyonları tehdit edebilmektedirler. Demokrasi kavramanın katilleri meşrulaştıran nasıl bir manipülasyon olduğu, ABD, İsrail ve pkk’dan açıkça anlaşılmaktadır.

Kürtlerin diğer vatandaşlardan farklı hiçbir sorunu bulunmamakta, amaçları Siyonizme taşeron bir devlet kurmak olan pkk argümanlarının amacı dikkatle okunmalıdır. Asıl hedef Müslüman Türkler gibi Müslüman Kürtlerdir. Dolayısıyla Müslüman Kürtlerin dil ve ırki kimlik gibi vahiy dışı hiçbir sıkıntıları bulunmamaktadır. Çünkü vahye iman etmelerinden böylesi benliksi bir arayışta da olabilmeleri imkânsızdır. Allah’ın vahyinde belirtilen hükümler dışında dil ve ırk adına adam öldürülemez, hak iddia edilemez, isyan çıkarılamaz ve savaşılamaz…

Öyle ki türbanlı dindar bir kadın vekil olamaz ve meclisin izleyici locasında dahi bulunmasına izin verilemez, katil teröristlere hiçbir yaptırım uygulanmayıp pkk’yı desteklerinden ötürü hiçbir yasak dahi konulamazken; neyin hak ve özgürlük mücadele yaygarası koparıyor ve milyonlara meydan okuyabiliyorlar? Şimdi anlıyorum ki “açılım” müsamahasının ne kadar yanlış olduğu ve teröristlere sadist bir devlet kurma fırsatı doğuracağı aşikârdır.

Sırf inanç ve kıyafetlerinden dolayı yıllardır o kadar zulme, dışlanmışlığa, eğitim ve çalışma haklarından elem ve keder içinde mağduriyet çekmiş Müslümanlar; bir kere olsun silahlanıp isyan etmişler midir? Sokaklara çıkıp Molotoflarla güvenlik güçlerine, mağazalara, otobüslere saldırıp insanları diri diri yakmışlar mıdır? Kahpece tuzaklar kurup güvenlik güçlerini öldürerek eş ve çocuklarını dul ve yetim bırakmışlar mıdır? Çocuklarını polislerin önüne sürerek taş attırmak ve siper ettirmek suretiyle huzur ve güveni bozmuşlar mıdır? Çocuklarını dahi feda edebilecek vicdansız ana ve babalar olmuşlar mıdır? Hangi Müslüman, hakkını elde edebilmek için katliamlara kalkışarak devlete isyan etmiş, güvenlik güçlerini öldürmüş, halkını bombalamış ve canlı canlı insanları yakmış, düşmanlarla ittifak kurmuş, dağlara çekilerek terörize olmuş, halk ve kardeşlerini acı ve dehşete sürüklemişlerdir?

Bu sebeple ister genç ister yaşlı, ister sivil ister resmi, ister kadın ister erkek, ister belediye başkanı ister milletvekili olsun mutlaka hak ettikleri karşılığı almalıdırlar. Pkk ya da BDP camiasına katılan sözde Müslüman referanslı Altan Tan ve Şerafettin Elçi gibi münafıklara dine ihanet edercesine destek çıkmak, lanetin ta kendisidir. İslam’da aynı ırkı taşıyanlar mı yoksa aynı dine mensup olanlar mı kardeştir? Küfrü imana tercih eden öz baba ve kardeş bile olsa veli ya da dost edinilemeyeceği hükme bağlanmışken; nasıl olurda aynı ırka mensup gerekçesiyle kâfir ve münafıklara arka çıkılabiliyor?

Sıradan Müslüman Kürtler dışında cami imamlarının dahi pkk destekleri, zalimlerin nasıl haklı görülerek taraftar toplayabildiğini ortaya koymakta, dolayısıyla devlet, siyasiler ve medyanın ılımlı duruşları zehrin yayılmasında etkili olmaktadır. Pkk’nın % 70’i ermeni asıllı Alevi, diğer kalanı ise Zerdüşt ve Yezidi dinlerine inanmaktadırlar. Öyleyse Müslümanların pkk desteği nasıl bir aklın, dinin ve vicdanın doğrusudur? Ya askerleri şehit edilen Genelkurmay’ın bazı hain subaylarının pkk işbirliğine ne demeli? Namaz kılanı, Kur’an bulunduranı ve türban takanı fişleyerek ordudan ihraç eden Genelkurmay, milleti pkk’ya peşkeş çeken subaylara neden bir yaptırım uygulamıyor? Yüksek yargının deşifre olan üyelerinin pkk’dan medet uman açıklamaları hiç düşündürmüyor mu?

Kürtçü teröristler, ABD ve İsrail’in ekonomik ve askeri destekleriyle hayallerindeki özerkliğe kavuştukları anda; efendileri gibi Türkiye’de tek bir Müslüman kalmamacasına savaşacaklarından kimsenin şüphesi olmasın. Hatırlarsanız, ABD’nin dayatmasıyla Hüseyin Gülerce aracılığında pkk ile dayanışma projesinin deşifre olmasıyla yoğunlaşan tepkiler geri adım atmalarına neden olmuştu. Ancak ABD’nin direktifiyle gizliden gizliye bir işbirliğinin sürüp sürmediğinin bilgisi Fetullah Gülen’dedir.

Pkk, ezeli Müslüman Türkiye düşmanı ABD, İsrail ve Avrupa’nın gizli bir projesidir. Her ne kadar pkk’yı terörist olmakla damgalasalar da, Türkiye bölünene ve Müslümanlar yok olana kadar yardım ve desteklerini sürdüreceklerdir. Apo’yu idam edilmeme karşılığı Türkiye’ye teslim eden ABD ve idam edilmemesi için ortalığı ayağa diken Avrupa’nın Usame Bin Laden’in şehit edilmesiyle attıkları sevinç çığlıkları ve memnuniyetleri, Apo’nun bir terörist değil Türkiye’yi bitirme ajanları olduğunun açık bir göstergesidir. Biz, çıkarlarımız için mücadele eden Usame Bin Laden’i teröristlikle aşağılarken, onlar on binlerce kişinin katili Apo’yu özgürlük şövalyesi gibi bir payeyle ödüllendirmektedirler. Usame Bin Laden’in şehit edilmesinden, tıpkı İslam karşıtı terörist batılı liderleri gibi büyük memnunluk duyan Cumhurbaşkanı Gül, acaba Apo için de aynı duyguları mı paylaşmaktadır?

Türkiye’nin 11 Eylül sonrası dünya gündemine oturup saygı duyulması ve batılı müttefiklerce el üstünde tutulmasının sebebi, “Neden Oy Kullanmıyorum” adlı kitabımda da belirttiğim üzere; El-Kaide ve Müslüman direnişçilere destek vermemesi ve batıya olabilecek saldırılarda kalkan vazifesi görmesidir. Çünkü haçlılar için en tehlikeli millet Türklerdir. Pkk’yı başımıza öyle bir bela ettiler ki, onla uğraşmaktan muhakeme edemez, dostu ve düşmanı tanımaz olduk. Yoksa bir avuç çapulcu böylesi ahkâm kesebilir miydi? Ne hikmetse savaştıkları terör adına ayrıcalıklı kılınan sadece pkk’nın olması hain planlarının bir kanıtıdır.

Pkk ya da BDP öyle şeytandır ki, demokrasi havariliğiyle bir taraftan meşru olmayan haklarını mecliste çözeceklerini savunup kan akmamasını ve anaların ağlamamsı sömürüsü yapıyor, diğer taraftan eşkıyalıkla istediklerini elde edebileceklerini sanarak yağmalıyor, öldürüyor, korkutuyor ve kendi ırklarından olan asker ve polisleri bile acımadan katledebiliyorlar. Bu millet varlığı boyunca kanlar içinde yaşamış ve kanla doğmuştur, kanla kimi korkutuyorlar? Ayrıca Başbakan Erdoğan’ın İslam’i ve insani hassasiyetinden dolayı kendilerine sunduğu imkânları dahi mücadele sonunda elde ettiklerini düşünmeleri, barışçıl yollarda uzlaşamaz olduklarına ve teröristlikle nasıl yoğrulduklarına bir delildir. Barış adına pkk’ya ne kadar taviz verilirse o kadar daha ister ve canlı Müslüman tek bir Türk ve Kürt kalmayıncaya kadar şiddetten asla vazgeçmez. Çünkü ABD ve İsrail’in bir kuklasıdır, insan olmadıklarından ve hainlikle özdeşleştiklerinden asla bir müzakereye yanaşılmamalıdır.

Batı’lı ve İsrailli efendilerine güvenerek nasıl barbarca saldırıp öldürüyorlarsa; aynı karşılıkta saldırıp öldürülerek sorun kökten çözülmelidir. Bunun için güvenlik güçleri asla merhamet göstermemeli ve kendilerini öldürenleri kesinlikle sağ koymamalıdırlar. İnsanlıklarını yitirmiş korkunç yaratıkları hapse tıkmak ya da uzlaşı ummak mümkün olabilir mi? Çünkü onlar en aşağıların arasındadır…

Korkarım ki milletimiz bu gidişle ileride bu acımasız teröristlere karşı canını, malını, namusunu, çocuklarını ve inancını korumak amacıyla sivil milis kuvvetleri kurup kendilerini savunmak zorunda kalacak ve bilmukabele de bulunarak yakaladıkları yerde öldüreceklerdir. Zira artık tahammül edemeyen halkta böylesi bir nefsi müdafaanın hâkim olduğunu müşahede etmekteyim. İşte o zaman acımasızca öldürdükleri asker ve polisi arar, yaptıkları her eylemin karşılığını canlarıyla ödemek zorunda kalırlar.

Bedeli ne olursa olsun mutlaka ezilmeli, tehditleri püskürtülerek yanıtsız bırakılmamalı, hiçbir gerekçe ve mazeret nefes almalarına müsaade etmemelidir. Nasıl ki şeytan insanlığın bir düşmanı ise, pkk da İslam’ın ve Türkiye Halkı’nın acımasız ve ezeli bir düşmanıdır…

Demokrasi ve özgürlük adına mücadelelerini başta Filistin olmak üzere Mısır, Suriye, Tunus, Libya ve Yemen gibi özgürlük direnişçilerle kıyaslamaları Siyonizm’in bir stratejisidir. Onlar hiçbir ırk ve din ayırımı yapmaksızın diktatörlüğe ve rejime karşı mücadele etmektedirler. Müslüman Kürtlerin korku ve ırki etkiyle Allah düşmanlarına destek vermeleri, hem dinlerine hem insanlıklarına hem de gelecek nesillerine korkunç bir ihanettir.

“Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir!” Tevbe 73

“Allah düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Gerçek bir dost olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah kâfidir.” Nisa 45

Bir kısım pkk’lı teröristlerin listesi:

PKK_maskelilerin_listesi

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Ey bre gafiller…

Müslüman olduğunuzu kabul ettiğiniz halde vahiyden öyle kopmuşsunuz ki, dünyaya gelme nedeninizin sırf Allah yolunda mücadele etmek olduğu zorunluluğu nefislerinize ağır geldiğinden, kendi istek ve düşüncelerinize göre inşa ettiğiniz dininizi tüyü yolunmuş sıska bir kaza çevirmenizin ahmaklığıyla düşmanların taşeronluğunu yaptığınızın farkında bile değilsiniz.

İslam, Allah’ın iradesine kayıtsız-şartsız bağlılıktır. Dolayısıyla İslam olduğunu ikrar eden hiçbir mümin; yeryüzü ile yeryüzündekiler, gökyüzü ile gökyüzündekiler ona düşman bile olsa zerre kadar korkmaz, savaşmaktan kaçınmaz, zafer ya da yenilgi gibi bir kuşkuyla şehit olmaktan geri durmaz. Zulme ve haksızlıklara karşı sadece savaşır…

Eceli belirlenmiş birinin bir başkası tarafından yaşatılması veya öldürülmesi asla mümkün değildir. Canı kim verdiyse alanda O’dur. Fiziki araçlar tıpkı hastalık misali birer mazerettir.
ABD gibi sefil ve terörist bir düşmanın ömrünü Allah yolunda mücadeleyle geçirmiş Usame Bin Laden’i iradesi ve gücüyle şehit edebileceğine inanılarak, ABD benzeri insan kasabı teröristleri can alıcı tanrı seviyesine yüceltmekten daha cahilce ne olabilir?

Her iman etmiş Müslüman’ın hedefi, her türlü hesaptan muaf tutulup doğrudan cennetle müjdelendiği şehitlik mertebesidir. Dolayısıyla riskli uzun bir yaşamı değil ebedi hayat olan cennete bir an önce kavuşmak, imanın bir gereğidir.

Usame Bin Laden, vahyin emrettiği doğrultuda zalimlere karşı mücadele etmiş tumturaklı bir Müslüman’dır. Ondan ve o yolda mücadele eden mücahidlerden bir başkasının Müslüman sayılamayacağı vahyin bir hükmüdür.

Gıpta ettiğim Usame Bin Laden, ırkı ve dini ne olursa olsun diğerleri gibi hiçbir zaman sivil halkı hedef gözetmemiş, ekonomik ve makam çıkarı gütmemiş, işgal ve sömürü maksadıyla asla bir eylemde bulunmamış, hiçbir zaman iktidar hesabı yapmamıştır. Barbarların görünüşteki galibiyetlerinin gerçekte bir hiç olduğunu kanıtlayabilmek adına giriştiği eylemlerdeki sivil kayıplar kadersi bir sonuçtur ve o barbarları tanrılaştıranların da onlara değil Allah’a tevekkül etmelerine bir uyarıdır. Tıpkı deprem ve afetlerde meydana gelen kayıplardan Allah’ı sorumlu tutabilmek nasıl akıl dışı ise, hak ve adalet adına savaşan Usame Bin Laden’i de yükümlü tutmak delaletin ta kendisidir.

İşgalci düşman barbarların sinagog ve bankalarına yapılan saldırılarda Türk vatandaşların öldürüldüğünü gerekçe göstererek Usame Bin Ladin’in tüm insanlığı ilgilendiren davasını karalamaya çalışanlar bilmelidirler ki, ecel nerede yazılmış ise oradan kaçıp kurtulabilmek mümkün değildir. O kişiler oralarda değil de yataklarında ölselerdi, suçlu kimi göstereceklerdi.

Vakit Gazetesinde yayınlanan ilanımın, gazetenin hukuk bölümünce kesintiye uğramasından yayınlanmayan bir paragraf ve Tevbe Suresi 111. Ayeti bilgilerinize sunuyorum.

“Cennete kavuşan o mübarek naşını sevinç gösterileriyle karşılayan cehennemlikler bilmelidirler ki, kâinatın sahibi Allah’ın hala diri olduğunu, sıralarını bekleyen on binlerce Usame Bin Laden’in vadeleri geldiğinde zalimleri topyekûn helak ederek hak ve adaleti egemen kılacaklardır. ”

“Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O’nunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte bu, büyük kazançtır.” Tevbe 111