30 Haziran 2010 Çarşamba

Şeyh Said asıldı da apo neden affedildi?

Bugün Kürtlük adına mücadele ettiği öne sürülen terörist apo ve bdp’nin aynı seküler doktrinleri paylaşan rejimin ajanları olduğu, İslam temelli bir Kürt özgürlüğünü engelleyebilmek amacıyla Marksist pkk’ya geçit verildiği bilinmelidir.

Osmanlının yıkılıp CHP cumhuriyetinin kurulmasıyla İslam’a ve Kürt halkına karşı düşmansı politikalar üretilmesi Şeyh Said’i ayaklandırmış; “Bizleri ve Türkleri bağlayan sadece din kalmıştı, Türk hükümeti dini de kaldırdı ve artık bizi bağlayan hiçbir şey kalmadı” diyerek, haksızlık ve adaletsizliğe karşı halkına; ‘Evet ben cihada başladım, korkanlar cihad edemeyecekler, hastalar gelmesin. Bu yol korkakların yolu değildir’ inancıyla sefere koyulmuş, Osmanlının yüzyıllardır din çatısı altında sağladığı birlik ve beraberliği CHP’nin yıkmasıyla kardeşin kardeşi öldürdüğü savaş, tarihin en acımasız katliamıyla neticelenmişti.

Birgün önce haçlı düşmanlarına karşı cephede omuz omuza savaşan kardeşler, fitne tohumları eken CHP’nin ırkçı ve din karşıtı baskılarıyla birbirlerine hasım olmuş, sonuç; 14 şehir, 700 köy, 9000’e yakın ev harabeye dönmüş, 50.000 kişi göç ettirilmiş, 7500 kişi zindanlara atılmış, 660 kişi idam edilmiş ve 80.000 Müslüman Kürt öldürülmüştü. Belki de bir o kadar da Müslüman Türkler zayiat vermiş, tıpkı Müslüman Kürtlere yapılan zulüm Müslüman Türklerin imani ruhlarını darağaçları ve kurşunlarla bedenlerinden ayırmıştı. İstiklal Harplerinde düşmana karşı vermediğimiz kıyımsal kayıpları kardeş savaşında verebilmemizin sorumlusu kimdi?

Şüphesiz din ve Kürt düşmanı mason CHP… Ancak Abdullah Öcalan gibi CHP devletine ajanlık yapan Şeyh Said’in bacanağı hain Kaso (Binbaşı Kasım), Müslüman Kürtlere unutulmayacak bir ihanet yaparak, Şeyh Said ve arkadaşlarının yerini ihbar etmiş, böylece Şeyh Said ve 46 arkadaşı idam edilmesiyle mücadele yenilgiyle sonuçlanmıştı. Apo, kendisi gibi hain Kaso’nun izini sürerek Müslüman Kürtleri Müslüman Türk kardeşlerine düşman kılmış, CHP diktatoryasının bir piyonu ve Müslüman Kürtleri bastırma ve silme görevini üstlenerek din karşıtı totaliter rejime kurban etmiştir.

Bütün bu gerçeklere rağmen Kürtlerin nasıl oluyor da Apo gibi bir ajanın peşine takılabildiğini ve atalarına ihanet edebildiklerini, Müslüman Türklerin CHP desteğiyle özdeşleştiriyorum. İlmik boynuna geçirildiğinde Şeyh Said’in Kürtçe söylediği son söz; “Şu anda fani hayata veda etmek üzereyim. Halkım için feda olduğuma pişman değilim. Yeter ki torunlarım düşmanlarıma karşı beni mahcup etmesin.”

Ne acıdır ki Şeyh Said’in korktuğu gerçekleşmiş, canını verdiği İslam ve adalet için torunları, canından üstün saydığı değerlerine peşkeş çekip düşmanlarıyla işbirliği yaparak, Kürtçülük adına Marksist/ateist bir ajan/hainin kölesi olabilmişlerdir.

Uğruna 80.000 Müslüman Kürdün öldüğü Şeyh Said, asılmadan önce bir kâğıdın üzerine Arapça; “Değersiz dallarda beni asmanıza pervam yoktur. Muhakkak ki ölümüm İslam ve Allah içindir” yazmıştı.

Peki, peşine düşülen apo, bdp ve pkk’lı teröristler hangi davayı güdüyor, ne için öldürüyor ve ölüyorlar? İslam düşmanlığı, Marksizm, ırkçılık, Ergenekon ve İsrail taşeronluğu…
İşte İslam düşmanı olmasından ötürü haçlı batıca ve laik diktatörlükçe koruma altına alınan apo asılmadı, binlerce Müslüman Türk ve Kürdün katili pkk, İslam’dan ve Müslümanlardan üstün ve ayrıcalıklı görüldü.

Beyazların zencileri olimpiyatlardan olimpiyatlara sevmesi gibi, Anıtkabir Tapınak Şövalyeleri de pkk’yı İslam karşıtlığından dolayı desteklemekte ve işbirliği yapmaktadırlar. Dün onbinlerce Müslüman kürdü katledenler, bugün Marksist/ateist Kürtlere bağımsızlık verebilme arayışı içindedirler…

“Bir zencinin rengini değiştirmenin tek yolu, beyaz adamlara beyaz yürekler vermektir.” Panin

Mümkün mü?…

27 Haziran 2010 Pazar

Kürtlerin tamamı pkk’lı mı?

Kürt kökenli meclis ve hükümet üyeleri, bürokratlar, sivil toplum örgütleri ve Müslüman halkları; pkk ve temsilcisi bdp’nin kendilerinin vekili olmadığını, Marksist bir ırkçı devlet kururak Müslüman milletimizin ezeli hasmı emperyalistlerin üssü olabilme uğruna birlik ve beraberliğimizi bozup bölmek amacıyla dâhili ve harici haçlıların bir taşeronu olduğunu haykırmamaları; gizli bir destekleri mi olduğu şüphesini derinleştirdiğinden fevkalade düşündürücüdür. apo’nun kölesel vesayetini kabul ettiklerine dair 3 milyon Kürt’ün imza verdikleri doğru mu?

Toplumda Kürt=pkk imajına neden olan akıl almaz suskunluğun müsebbibi, acımasızlara karşı yekvücut tepki göstermeyen bir ağızdan “ne pkk ne de bdp, Kürt halkını ve haklarını temsil etmektedir” duruşundan kaçınan Kürtlerdir. Tıpkı dini münafıklar gibi düşünce ve davranış içinde bulunan Kürtler, bunca gerginliğin ve katliamların asıl sorumlularıdırlar.

Kürt halkı adına hareket ettiğini iddia eden pkk, kendi insanlarını insafsızca öldürerek, korkutarak, tehdit ederek, yoksulluğa mahkûm kılarak, kalkınmalarını engelleyerek, devletin güçsüz ve korumada aciz olduğu görüntüsü vererek, işledikleri zalimlikle güç ve destek kazanmalarının ardında T.C. devleti kadar Kürt Halkının da bulunduğu tartışılmazdır.
Zamanında Atatürkçü diktatoryaya karşı inanç ve insanlıklarını savunmayıp dinlerine ve insaniyetlerine fiyat etiketi koyarak faşistliğin kökleşmesine katkı yapan Müslümanlar nasıl hor ve hakirliği hak etmişler ise, Müslüman Kürtler de aynı zilletin bir parçası olmaktan ve apo diktatoryasının zulmünden kurtulamayacaklardır.

Aslında pkk’yı çökertecek olan Kürtlerdir. Lakin vicdanları körelten ve insanlıktan çıkartan ırki bir milliyetçilik, her toplumda olduğu gibi onları da canavarlaştırmış ve özellikle Türk ırkına karşı kinlendirdiği tavırlarından anlaşılmaktadır. Yoksa aş, iş, dil ve ekonomi gibi mazeretler, asla bir insanın kardeşini ve çocukları öldürebilecek kadar canileşmesine yeterli nedenler değildir. Ayrıca ülkenin diğer bölgelerinde yaşayan yoksullardan çok daha iyi durumda oldukları da unutulmamalıdır. Uyuşturucu dâhil gayri-meşru ne kadar iş varsa onlar yapmakta, haraç almakta, Batı’dan, Ermenistan’dan ve İsrail’den inanılmaz yardımlar görmektedirler. Bu sebeple aş, iş, lisan ve eğitim özgürlüğünün dağdakileri indireceği ve terörü bitireceği iddiasında bulunanlar; ya ahmakların ta kendileri ya da pkk’ya zafer kazandırma gayretindedirler. Ancak talep ettikleri bağımsız bir devlet kurma amacına ulaşsalar da fıtratlarının kaçınılmaz gereği inatçı hainlikleri ve intikamları devam edecektir.

Hükümet ve halk; hiçbir şart ve koşulda pkk ile pazarlığa oturmamalı ve insanlık adına dahi olsa herhangi bir tavize yanaşmamalıdır. Çünkü insan değillerdir. Açılımı dahi alçakça istismar ederek sözde Kürt temsilcisi olduğunu öne süren Allah ve peygamber düşmanı bdp, “kendileriyle değil İmralı ile anlaşın ve onun çizdiği yol haritasına itaat edin” düşünceleri, zaten Türk-Kürt kardeşliğini değil pkk egemenliğini vurgulayan bir duruştur.

Hükümetin pkk gerçeğini algılayamayarak, toplumsal bir uzlaşma ve iyi niyet adına giriştiği açılımın Müslüman ve insan Kürtlerin, tıpkı Müslüman ve insan Türkler veya diğer etnik vatandaşlar gibi hiçbir önem arz etmediği, adaletin hükmettiği bir düzende inanca ve ırka dayalı bir açılamada gerek bulunmayacağı malumdur. Önce adalet, sonra adalet, yine adalet…

Devletin egemen düşünce ve ideolojisi adalete dayanıyorsa; hangi ırk ve inançta olursa olunsun tek bir şikâyet ve çatışma mevzubahis olmaz, benlik hapsedildiğinden kıskançlık, gaddarlık, ayrıcalık ve kayırmalarda görülmez.

Masum insanlarımızı, milletin mal ve can güvenliğini koruyan kahraman askerlerimiz ve polislerimizi kahpece katleden pkk’nın meclisteki harami temsilcileri nasıl bir cüretkârlığa sahiptirler ki, halkımızı yakıp yıktıkları ve karınlarını deştikleri yetmezmiş gibi vekillerine “şerefsiz, namussuz, alçak, onursuz” diye meydan okuyabilmektedirler. Ülkenin başbakanına karşı din aleyhtarı subaylar ve MHP ile aynı üslup ve düşmanlıkta bulunan bdp, bu cesareti nereden ve kimden almaktadır?

Yıllarca insanlarımızı sadistçe doğrayıp diri diri yakarak büyük bir ekonomik bedel ödeten Apo adlı insan kasabı drakulayı pazarlıklı bir teslimiyet sonrası idam etmeyerek, pkk’yı palazlattıran ve siyasi arenada da milletin başına bela ettiren fırsatçı oy avcılarından DSP ve ANAP; nasıl şehitlerin kanları, kundaktaki bebek, çocuk, kadın-erkek, dul ve yetimlerin beddualarıyla silinip süpürülmüşler ise, MHP’de sırasını beklemektedir. Irkçı MHP’nin de pkk gibi ceset ve kandan beslendiği ve halka kötülükten başka verebileceği hiçbir iyilik bulunmadığı geçmişteki referanslıyla ortadadır. Mühürlü olmayanlar mutlaka bu gerçeği kavrayacaklardır.

Onbinlerce insanı acımasızca katledip geriye gözü yaşlı dul ve yetim bırakmış bir katilin affını millete danışmadan bağışlayabilen üç kafadar “Ecevit, Yılmaz ve Bahçeli”; egoist halk düşmanlarıdırlar. Her ne kadar idam kararını meclisin kaldırdığını iddia ederek sıyrılmaya çalışsalar da, hükümet oldukları dönemde geçerli olan idam cezasını uygulayabilecek iktidara ve iradeye sahiplerdi.

Halkının güvenliğini, canını, onurunu ve şerefini tasa eden hiçbir hükümet; azılı bir düşmanın teslimi için pazarlık yapmaz, mutlak bir idam cezasını ortadan kaldıracak bir fırsatçılığı lehine çevirmeye kalkışmaz. Hak ettiği cezadan kurtaracak bir teslim alma yerine, keşke kaçmaya devam etseydi de şereflice bir yakalama ardından pkk’nın başı kesilebilseydi, bugüne kadar ne askerlerimizin ne de vatandaşlarımızın kanı akar, teröristler uğruna heba edilen yetim hakkı yoksulluğa çare olurdu. Ancak ihanetsi çıkarlar ve iktidara gelebilme alçaklığı, o gün zafer çığlıkları atan DSP-ANAP-MHP hükümetin, Genelkurmay’ın ve halkımızın nasıl bir belayı davet ettiklerinin acı ve dehşetini yaşıyor; ister kabul edilsin ister edilmezin demokrasi, barış, insan hak ve hürriyetleri adına güvenlik güçlerinin silahlarını bıraktırmak isteyen TÜSİAD, TOBB, DİSK ve medyanın şöhretli hainleri, pkk’ya teslim olmamızın sinsi çabası içindedirler. Özellikle faşist ve sömürgeci devletleri ve terör örgütlerini masumlaştıran sihirli anahtar “demokrasi” adına mecliste dahi olabilen bir pkk’yı caydırabilmek veya püskürtebilmek artık mümkün değildir.

Yaratıcı’nın cinayetten suçlu yaratıklar için emrettiği ölüm cezası meşru ve adil değil de canilerin affı mı bir insan hakkı?

Dağ, taş demeden ve geçilmez denen sarp kayalardan gemiler yüzdürerek, barbarları teslim alıp diz çöktüren atalarımıza ve tarihimize ihanet eden Yaşar Büyükanıt adlı eski bir Genelkurmay Başkanı’nın; “TSK gitse Kandil’i temizleyemez” hainsi hezeyanı, kahraman TSK’ya komuta görevi yapan Genelkurmay’ın neden başarısız olduğunu kanıtlamaktadır. Aynı Genelkurmay Başkanı; "Bizim için PKK’nın oradaki kampları ve hareketleri BBG evi gibidir" dememiş miydi? Öyleyse bir ihanet içinde midir? Eğer bir Genelkurmay Başkanı teslim bayrağını çekmişse, bundan böyle pkk’yı kim durdurabilir? Komutanlığın teslim olduğu bir terör örgütüne neden vatan evlatları kurban veriliyor?

Söz konusu Büyükanıt, laiklik konusunda Türk silahlı kuvvetlerinin endişesi doruğa çıktığı için hükümete muhtıra verme haklılığını savunabilirken; askerlerimiz katleden ve Türkiye’yi bölmek isteyen çapulcu bir pkk için askeri bir zaferi imkânsız bulabilmektedir. Neden pkk için de endişeleri doruğa çıkmıyor? Laik ve ateist olduklarından mı?

İşte pkk; nerede Genelkurmay! İşte millet; nerede devlet!

TBMM, gözü dönmüş pkk vekillerini kalbinde yaşattığı halde güvenlik endişesiyle etrafına bariyerler örmesi nasıl bir anlayıştır? O militan vekillerden her birinin her an vücuduna bombalar sararak meclis salonunda patlatabileceği kuvvetle muhtemelken, içe değil de dışa karşı neyin tedbirini alıyorlar?

Ey Müslüman Kürt Halkı! pkk denen insanlık düşmanı teröristler, doğrudan sizlerin sorunu ve sorumluluğudur. Çünkü onlar sizler adına eylem ve siyaset yaptıklarını iddia etmekte, böylece insanlığı ve vicdanları doğramaktadırlar. Ama her ne kadar karşı olduğunuzu mırıldasanız da açıkça tepki gösterip tavır almıyor, kardeşlerinizin ve insanların zalimce kıyılmalarını izliyorsunuz. Kendi ırkdaşınız askerler de şehit olmakta, çocuklarınız, eşleriniz ve oğullarınız biçilebilmektedirler. Hiçbir vicdan, akıl ve adalet anlayışı; faşist ırki bir mücadeleye olurluluk vermez.

Kemalist rejimin haksızlık ve adaletsizlerinden herkesimin muzdarip olduğu ama pkk gibi hiçbir ırk ve inanç sahibinin diğerlerine saldırıp kanını dökerek, dul ve yetim dağları oluşturmadığı açıktır. Atatürkçü ve Türkçü teröristlerin Ergenekon çatısı altında pkk gibi bir plan içinde olmalarına gösterilen tepkiyi örnek alarak, sizler de pkk’yı hazırladığı tuzakta boğmalısınız. pkk’nın Doğu illerimizdeki seçim başarıları fevkalade ürkütücü, dolayısıyla her Kürdün bir pkk’lı olduğu izlenimi doğurmaktadır.

Oysa sizler, dinleri ve vatanları uğruna pkk gibi azılı düşmanlara karşı İstiklal harplerinde aç-susuz savaşarak, Türkiye’ye zaferler kazandırmış o kahraman ecdadın torunları değil misiniz? Öyleyse o kahraman dedeleriniz gibi neden pkk’ya CİHAD ilan ederek gömmüyorsunuz? Canlarınızı verdiğiniz ve vermeye hazır olduğunuz yüce dininiz, böylesi lanetsi bir ırkçılığa ve kan dökücülüğe müsaade ediyor mu? Dininizin amansız düşmanı sefil bir Marksist ve şimdinin Hıristiyan devşirmesi bir şeytanın ardına düşerek yahut sessiz kalarak, ne korkunç bir ihanetin içinde olduğunuzu muhakeme edebiliyor musunuz?

Küfrü imana tercih ederek pkk’ya katılan ister akrabanız, ister arkadaşınız, ister babanız, isterse kardeşleriniz olsun onları dost edinmeniz ve sahiplenmeniz zalimlik ve haramdır.

“Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi veli edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin kendileridir.” Tevbe.23

Sizler ki tarihlerinde iman, yiğitlik, sadakat, cesaret, ahlak ve cömertlikleriyle nam salmış bir topluluk olarak, nasıl oluyor da kan içicilere boyun eğebiliyor ve vaatlerine kanıp barbarlıklarına seyirci kalabiliyorsunuz? Domuz eti yedikten sonra domuz kafasını kaya üstüne koyup resim çektirebilen vahşilerle aynı safta olmayı sindirebiliyor musunuz? Namazı oyuna alıp alay eden sapıklara doğrudan veya dolaylı desteğiniz, dinini ırk adına satan fasık damgası yemekten sakınmıyor musunuz? Sizler için erdemli bir insan olmak mı yoksa haçlı ırkçı bir haydut olmak mı daha şereflidir? Yaratıcı’nın sizleri Kürt, bir kısmımızı da Türk yaratması ayrıcalık ve üstünlük için bir kıymet ve savaş sebebi sayılabilir mi?

İslamiyet’in, Kürtlerin köleliğine zamk olmaktan öteye gitmediğini, Tanrı’nın cehenneminin kula olan sevgisi olduğunu ve Tanrı’nın öldüğü gibi sapık fikirlere sahip pkk gibi bir şeytanla birlikte anılmanız dininize bir küfür değil mi? pkk ve Ergenekon terör örgütlerine karşı savaşmayan bir insanın insan veya Müslümanlık gibi bir şerefi hak edebilmesi mümkün mü?

“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Resulünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” Tevbe.24

Müslüman oluşumuzdan dolayı Atatürkçü ve Türkçülerin kuşatmasına karşı birlik ve beraberlik içinde mücadele etmemiz gerekirken; ırkçı bir pkk çapulcusuyla bütünlüğümüzü yarmanızı nasıl insanlığınız ve inancınızla bağdaştırabiliyorsunuz? ABD ve İsrail güdümlü CHP-MHP-bdp ittifak amacının İslam karşıtı olduğu apaçıkken, nasıl delaletsi bir muhasebeyle tuzaksı manipülasyonları fark edemiyorsunuz?

pkk ile mücadele sizlerin şerefi ve namusudur. Ya sizler adına ahkâm kesmelerine son vererek dışlayacak ya da Allah ve insanlık adına o din ve insan cellâtlarını içinizden söküp atacaksınız. Aksi takdirde pkk ile özdeşleştirilmenize mani olamaz ve haklı tepkilerden sıyrılamazsınız.

Unutmayınız ki nefret nefreti cinayet cinayeti doğuracak, gelecek nesillerimizi dahi kapsayacak bir düşmanlık hayvan ve taşları bile kuşatacaktır.

Haçlı güçlerine teslim olmamış Müslüman bu millet, pkk ve Ergenekon gibi atık taşeronlara hiç teslim olmaz…

24 Haziran 2010 Perşembe

MGKSB’de 1.tehlike İSLAM, 2. pkk…

Milli Güvenlik Kurulu Siyaset Belgesindeki vahye iman etmiş Müslümanların pkk’lı teröristlerden daha tehlikeli olduğu deklarasyonu; neden pkk’nın güç, cesaret, üstünlük ve galibiyet kazanabildiğine açık bir delildir. Ancak konuşarak ve tartışarak kafa karıştıran döküntülerin, ihaneti şaşırtmaktan öte hiçbir gerçekçiliği bulunmayan irtica gerekçesiyle din karşıtı rejimi ve Kürt mazeretiyle pkk’yı meşrulaştırabilme çabaları, varılması amaçlanan hedefe ulaşabilme sinsiliklerini ortaya koymaktadır. İyi polis kötü polis taktiğiyle rejim bayraktarları CHP, MHP ve bdp’yi güderek, aynı amaç doğrultusunda yönlendirmektedirler.

Rejim aleyhine İslam’ın pkk’dan çok daha büyük bir tehlike olduğu düşüncesiyle aynı inançları paylaşmalarından pkk’ya özerklik ve toprak vermeye hazır bir niyet taşıdıkları ama halkı terör, korku ve ölümlerle yıldırdıktan sonra rızasıyla ayrışmada kararlı oldukları, muhakeme edebilen akıllar için son derece açıktır. İran gibi şeriatla yönetilen bir İslam devletinin komşusu olmaktansa laik bir pkk’nın komşusu olmak; şüphesiz ABD ve İsrail gibi seküler rejimimiz içinde bir güvencedir.

Gerek İran düşmanlığı gerekse Başbakan Erdoğan ve Ak Parti hasımlığı bu acımasız düşüncelerinin bir sonucudur.

İran’ın İslam devriminden ve Ak Parti’nin hükümete geçmesinden itibaren rejimce tehdit bellenip sürekli kaygı ve telaş içinde soğuk bir savaş yürütülmesi, Türkiye’yi hem içeride hem de dışarıda güçsüz bırakarak; bütünlüğünü, güvenliği ve caydırıcılığını tahrip etmiştir. Yoksa bir avuç çakal sürüsünün ne Müslüman Kürt halkını peşine takabilecek ne de Müslüman Türk milletini tehdit edebilecek bir inandırıcılığı ve gücü bulunmaktadır.

Müslüman bir İran ile komşu olmaktansa laik bir pkk ile komşu olmayı planlayan totaliter rejim, ABD ve İsrail’le ortaklaşa senaryolaştırdıkları ihanetsi stratejiyi alttan alta devreye sokmakta, çok yakın bir gelecekte doğu bölgesini pkk’ya devrederek, İsrail güdümlü BOP’un hâkimiyetini sağlamayı amaçlamaktadırlar. Her ne kadar Başbakan Erdoğan’ın Medeniyetler İttifakı çerçevesindeki rolünü BOP’la özdeşleştirmeye çalışılsalar da, gizli aktörün Atatürkçü diktatör rejim olduğu bilinmelidir.

Diğerleri gibi Başbakan Erdoğan’a biçtikleri misyon ve güç sarhoşluğuyla dinini ve İslam kardeşliğini satabilecek bir münafıklıkta olabileceğini düşünen haçlı ittifak, umduklarını bulamamanın yenilgisiyle gözlerini CHP-MHP-bdp konsorsiyumuna çevirmişlerdir.

İslam ve Müslüman düşmanı rejimin cami, ezan, namaz, oruç ve hac serbestliğiyle ilgili tekerlemeleri sözde dine bir saygı ve özgürlük olarak kabul görse de, asıl maksadın camiye giden, namaz kılan, oruç tutan, türban takan ve hac farizasını yerine getiren insanların fişlenmesi, her şart ve koşulda devletten uzaklaştırılmasıdır. Yoksa kalplerde saklı olanları ve kime tapınıldığının bilebilmesi söz konusu olamayacağından ancak fiziki ibadetler, rejim aleyhtarı bir davranışın delili sayılmakta, peşinen tehlikeli bir düşman yaftasıyla mühürlemektedirler.

Sözde devlet olmanın getirdiği mutlak bir iktidar anlayışıyla dinin kurallarını kendileri belirlemekte; neyin helal neyin haram olduğu hükümlerini vererek, vahyin sahibi Allah’ın ilkelerine göre değil devlet dininin sahibi Atatürk’ün ilkelerine göre İslam’ı şekillendirmişler, “namaz kıl, oruç tut, hacca git, türban tak ama devletten uzak dur” diktasıyla duvarlar örmüşlerdir.

Düşünebiliyor musunuz; halkın seçimiyle başa gelmiş bir başbakan ve cumhurbaşkanını, sırf vahye iman etmiş Müslüman oluşlarından tahammül edemeyip dışlamışlar, yönetimde oldukları müddetçe gerek darbe gerek yargı gerekse tepkileriyle yıldırabilmek için ellerinden geleni ardına koymayıp göz açtırmamışlardır. Oysa onlar, rejim aleyhine hiçbir girişimde bulunmamışlar ama Müslüman oluşları baştan kaybetmelerine, dolayısıyla düşman tutulmalarına yeterli neden sayılmıştır. Ak Partiyi kapatma girişimleri dahi gerçek niyetlerine tartışılmaz delildir.

Daha öncede ifade ettiğim gibi pkk’nın Kürt sorunu ile ilgili iddialarıyla Müslümanların duçar oldukları sıkıntılar karşılaştırıldığında; pkk’lı Kürtlerin gerek mecliste gerekse sokakta çok daha özgür ve ayrıcalıklı oldukları tartışılmazdır. Halkın seçtiği türbanlı vekili “burası devlete meydan okunacak yer değildir” diyerek kapı dışarı eden zihniyet, askerlerimizi ve halkımızı katleden pkk’lı vekillere ise saygıda kusur etmemiş ve bağırlarına basabilmişlerdir.

2002’de Ak Parti’nin seçim zaferiyle hükümete gelmesi, İslam düşmanı oligarşin güçleri harekete geçirip isyana sevk etmiş; bir taraftan taşeronları pkk terör örgütünü canlandırmışlar, diğer taraftan da onlarca darbe hazırlığına kalkışarak, hükümeti devirmeyi ve Müslüman Halkı sindirmenin kanlı yollarını aramaya koyulmuşlardır.

Darbe planlarını her ne kadar eyleme dönüştürememişler ise de pkk’yı gücü nispetinde organize ederek gerekli gerginliği ve korkuyu yayabilmişlerdir. Herkesin dikkatinden kaçtığı bir gerçek ise; diktatörlüğün kalesi yargı ve Genelkurmayla ilgili anayasa değişikliğinde bdp’nin de CHP gibi bir duruş takınması, oylamalara dahi katılmayarak efendilerinin emrine itaat etmesidir.

Anıtkabir Tapınak Şövalyelerin boyunduruğu altında hapis hayatı sürdüren Abdullah Öcalan, aldığı emri BDP’ye dikta ederek, tamamen Ak Parti muhalifliği sürdürmekte, lehlerine dahi olsa statükocular aleyhine olabilecek her türlü girişimin karşısında yer alabilmektedir. Açılıma da bu sebepten karşıdırlar. Irkların uzlaşması pkk’yı ortadan kaldıracağından, ne Abdullah Öcalan ve vekillerinin ne de rejimin işine gelmektedir. Çünkü din temelindeki bir kardeşlik ve barışçıl bir bütünlük; hem rejimin hem de olası bir pkk devletinin sonu denmektir.

Halkın gerçeği anlayamaması için Türkçülük, Atatürkçülük ve Kürtçülük argümanlarıyla İslam’la savaşılmakta, bundan dolayı CHP, MHP ve bdp’nin şiddetli bir İslam düşmanlığı Ak Parti üzerinden devam etmektedir.

Eğer halkımız, manipülasyonlarla hazırlanan tuzağa düşüp rütbeli ve cübbeli mihrakların başaramadıkları darbeyi seçimle gerçekleştirirlerse; apo’ya verilen söz yerine getirilecek, tıpkı idamdan kurtarılması gibi ikinci aşama olan affı devreye sokularak, Atakürt doğurtulacaktır.

Gerçeğin perdeleri son derece açık ama hâlâ pkk gibi bir avuç ırkçı ve taşeron terörist sürüsünü ciddiye alıp, asıl orduya ve yargıya hükmeden Ergenekoncu muhatapları çeşitli gerekçeler ve kayırma mantığıyla görmemezlikten gelinmesi sorunların artmasına yegâne nedendir. Ancak diyeceksiniz ki, aylardır onca kıyamet koparılıp Ergenekon başta olmak üzere birçok rütbeli ve cübbeli teröristler deşifre oldu da ne oldu? Mehmet Haberal adlı şöhretli bir teröristi tahliye etmemesinden dolayı dokuz onurlu hâkime ceza verilmedi mi, savcılar açığa alınmadı mı, teröristlerin ifadeleri saltanat sürdükleri hastanelerde alınmadı mı, sırasıyla tahliyeleri gerçekleştirilmedi mi, HSYK’nın baskı ve tehditleri yargı camiasını korkutmadı mı? Hangi vicdan, İlhan Cihaner’in enrikalarla tahliyesi akabinde görevinin başına getirilmesine isyan etmez?

Dış güçler veya dış mihraklar gibi bir bakış; dâhili hainlerin korunmasında sinsi bir kamuflajdır. Evet, ülkeler üzerinde emelleri olan yabancı güçlerin düşmanlıkları inkâr edilemez. Ancak başarılı olabilmeleri için mutlaka hainlere ihtiyaçları vardır. Her ne kadar güçlü ve azgın olurlarsa olsunlar, işgallerini dahi hainler olmaksızın gerçekleştirebilmeleri söz konusu değildir. Hedef saptırmada ısrarla kullanılan dış güçler safsatasını trajikomik bir çaresizlik ya da hainleri saklama taktiği buluyorum.

İsrail’in pkk’yı desteklediği tartışılmazdır ama asla pkk ile doğrudan bir ilişki içinde değildir. Kimi zaman Barzani, kimi zaman o malum Atatürkçü terör örgütlerindeki üst düzey yöneticiler aracılığıyla pkk’ya yardım yapmaktadır. Büyük Ortadoğu Projesi için hayati taşeronları pkk’lı ve Irak’lı Kürtlerdir. İran’ın, bölgesindeki İsrail yanlısı Kürtleri yerle bir etmesi, BOP için fevkalade bir güç kaybıdır.

Mutlaka halka her şeyi anlatmak, bedeli ne olursa olsun hükümetin vazgeçilmez bir yükümlülüğüdür. Halka gerçekler açıklanıp birlik sağlanabildiğinde ne İsrail amacına ulaşır ne pkk ne CHP ve MHP ne de Atatürkçü terör örgütleri!

Her ne kadar aş, iş, yoksulluk, yolsuzluk, şehitlik, özgürlük ve milliyetçilik edebiyatı yapsalar da; CHP, MHP ve bdp ülkeyi bölemeyecek, din kardeşliğini yok edemeyecek ve bu şerefli milleti birbirine düşman kılamayacaklardır. Herkes bir tuzak peşinde ama Allah da millet düşmanlarının kurdukları tuzaklarına düşürmek için vaat ettiği zamanı beklemektedir.

pkk’yı ve siyasi temsilcisi bdp’yi adam yerine koyup asıl hainleri örtbas etmeye devam etmemizden daha cehennemi bir aptallık ve tehlike olamaz. Bu sebeple pkk gibi bir hiçi telaffuz etmeyi bırakıp, Genelkurmay ve yargıya sızıp meydan okuyabilecek kadar cüretkar rütbeli ve cübbelilerin hadleri bildirilmelidir.

Biraz duyarlılık, biraz cesaret, biraz kararlılık; vallahi milletimizi o şanlı günlere taşımaya yetecek, ne ekonomik ne siyasi ne hukuk ne de güvenlik diye bir sorun kalacaktır.

23 Haziran 2010 Çarşamba

Ya sert bir mücadele ya da vatandaşlıktan çıkın…

Milleti düşünce ve inançlarından dolayı düşman kamplara bölerek, uyguladıkları ideolojik çakma bir hukukla vicdanları delip geçen yargı diktatoryasının karşısında çaresiz kalan hükümet ve halk; nasıl bir istila ve tutsaklıkla çevrelendiğinin inanılamaz acı gerçeğini yaşamaktadır.

Alışageldikleri silahlı baskı, tehdit ve darbeleri sinsi bir manevrayla yargıya devreden Anıtkabir Tapınak Şövalyeleri, bağımsız ve dokunulmaz yargı manipülasyonuyla millet düşmanı teröristleri eşine rastlanmayacak taktiklerle cezadan sıyırabilmek için akıl almaz bir cüretkârlık ve hoyratlıkla adaleti izabe potalarında eritmişler, dolayısıyla adaletsizliği işleyen yargıçların çekenlerden daha sefil olduğu bir hukuk cürufu inşa edilerek, Atatürkçü ideolojik suçlar suç olmaktan çıkarılmıştır.

İnsanı maddi bir meta sanan Darwinist anlayışlarından dolayı insanın ne olduğunu çözemeyen evrimciler, hedef ve gayeleri eşitliği sağlamaları gerekirken yanlı, iltimaslı ve baskın kararlarla dine ve dindarlara karşı acımasız tavırlarıyla adaleti katletmişlerdir.
Önce köpeklerine ısırtıp sonra itlâf ekiplerini çağırarak topyekûn bir temizliğe kalkışma planlarıyla halkına komplo ve kumpas kurarak, ezmeyi düşünen silahlı ve cübbeli bürokratların egemen olduğu bir devlette ne seçilmiş hükümetin ne de hiçbir vatandaşın mal, can ve yargı güvenliği bulunmamaktadır.

Cumhuriyet ve demokrasi tiyatrosunun halk temsilcisi aktörü politikacıların gerçeği itiraf etmeyip mücadeleden kaçmalarından kronikleşen diktatörlük her ne kadar deşifre olsa, belgeler ve gizli konuşmalar kamuoyuna yansısa da etkilenmeyip yıkılmamakta, CHP ve MHP’nin iktidarsı yağma emellerinden dolayı halk egemenliği adına mücadele eden hükümete karşı taarruzları, acımasız varlıklarını sürdürmede motivasyon sağlamaktadır.

Fikir ve düşünceleriyle zaten iktidarda olan CHP’nin tıpkı aç sırtlan misali tetikte bekleyen insafsız üyelerinin hükümete gelmeleriyle talanlamayı düşündükleri devleti ve geçmişte olduğu gibi millettin haklarını zimmetlerine geçirerek zengin olabilmeleri için hukuksuzluğu ve adaletsizliği meşru sayan silahlı ve cübbeli statükocuları desteklemeleri anormal karşılanmamalıdır. Ancak inançlı ve halk yanlısı bilinen MHP’nin CHP’den çok daha tehlikeli nefsi düşmanlığı, en azından dinleri ve vatanları uğruna canlarını vermiş ve işkencelere maruz kalmış ülkücüler açısından fevkalade düşündürücüdür. İman ve vicdan sahibi hiçbir ülkücünün yoldan çıkmış Devlet Bahçeli ve ekibinin ihanetsi emellerine dolgu malzemesi olmayacaklarını düşünmekteyim.

Milletimiz; acımasız diktatörlükten, terör belasından ve yabancı düşmanların tehdit ve saldırılarından kurtulabilmenin sıkıntı ve mücadelesini yaşarken, absürt gerekçelerle sürekli erken seçim talep eden Devlet Bahçeli; velev ki iktidar gelse ne yapacak ve neyi değiştirecek?

Ne yurt içinde ne de yurt dışında hiçbir itibarı, bilgisi, cesareti, güvenirliliği, projesi ve çözümü olmayan Devlet Bahçeli’nin Başbakan Erdoğan karşıtlığı: ülkeyi kalkındırmaya, terörü önlemeye; İsrail’i durdurmaya; ABD’nin hegemonyasından kurtarmaya; dikta otoriteden sıyırıp bağımsızlığa kavuşturmaya; Genelkurmay ve yargı kıskacından sakınmaya; yargıdaki haksız ve adaletsizlikleri engellemeye; ideolojik baskıları durdurmaya; ayırımcılığa son vermeye; bütünlüğü, huzur ve güveni tesis etmeye ve uluslararası arenada söz sahibi yapmaya yeterli olacak mı? Ergenekon terör örgütü, balyoz, kafes ve milleti birbirine düşürme eylem planlarına karşı çıkmayarak hükümete cephe alan ve halk iradesini desteklemeyen, yargı diktasına bir nebze de olsa son verecek referandum kararı aleyhinde CHP ve BDP ile aynı çizgide bulunan, teröristleri kurtarabilmek için azılı PKK fikir hocası Yalçın Küçük adlı hainle işbirliği yapan yüksek yargı üyelerinin entrikalarına sessiz kalan, İsrail saldırısını dahi alçakça istismar ederek Başbakan Erdoğan’a yüklenen Devlet Bahçeli’den ne olacağı sanılıyor? Ne var ki Allah’ın saptırdığını doğru yola ulaştırabilecek hiçbir delil, hatta mucizenin dahi fayda sağlamayacağı muhakkaktır
.
Tıpkı PKK gibi general, amiral ve subayların Ak Parti düşmanlıkları, neden onlarca şehit verebildiğimize açık bir kanıttır.

Gerek dünyadaki kanlı ve işgalsi gelişmeler, gerek Ortadoğu’daki hayati stratejik önem, gerekse PKK terör örgütünün saldırıları ve yok oluşlarıyla ilgili planlar yapacaklarına; Ak Parti hükümetini iktidardan uzaklaştırmak ve halkı sindirebilmek, yetmedi katledebilmek amacıyla yekvücut giriştikleri onlarca darbe hazırlıkları; sanki Genelkurmay’ın hedef ve gayesi olan milleti koruyup muhafaza etmek değil de hükümeti ve halkı ortadan kaldırma amacı taşıdığını hafızalara kazımıştır. Başbakana duydukları kin ve nefret, terörist başı Apo’yu da aşarak parolalarına yansımış, “Adi Başbakan” isyanlarıyla hükümet otoritesini zayıflatıp, PKK terör örgütünü cesaretlendirmişlerdir. TSK’ni sevk ve idare etmekle yükümlü bir komutanlık, böyle isyansı ve ihanetsi bir düşünce içindeyse; PKK’yı çökertebilmek ya da yabancı bir düşmanı elimine etmek veya caydırıcı olabilmek mümkün müdür?

“Düşmanımın düşmanı benim dostumdur” felsefesiyle Ergenekon Terör Örgütü kurucularının ve diğer darbe planlayıcı asker ve yüksek yargı üyelerinin nasıl PKK teröristleriyle içi içe oldukları ve taşeron olarak kullandıkları görüntüler ve belgelerle kanıtlanmış, dolayısıyla PKK ve uzantı örgütlerinin meydan okuma sebepleri netlik kazanmıştır. İrtica adına Müslümanlar hakkında istihbarat toplamaktan PKK’nın askerlerimizi şehit eden kanlı karakol ve birlik saldırıları hakkında istihbaratı bilgilere gerek görmemiş, bugün toprağa verdiğimiz şehitlerin katledişleri öyle nutuklarla ve törenlerle geçiştirilmeyecek bir vahameti dikkatlere sunmuştur. Bu sebeple hiç kimse, Genelkurmay ve yüksek yargının hükmettiği bir düzende yasal hakkı olan iktidara kavuşamamış bir hükümeti şehit olan kahramanlarımızdan ötürü suçlayamaz ve sorumlu tutamaz. Genelkurmay ve yargıca iktidarı vesayet altında bulunan bir hükümete hiçbir konuda eleştiri getirilemez ve hesap sorulamaz. Açıkça ifade ederim ki terörün artmasına, şehitlere ve gözü yaşlı ailelere karşı sorumlu tek merci Genelkurmay’dır…

Hükümet; radikal ve önyargılı insanın fıtratsal psikolojisinin değişebileceği yanılgısıyla halk desteği ve uzlaşmayla diktatörlüğe son verebileceğini, aykırılıkları giderebileceğini, birlik ve beraberliği sağlayarak ülke menfaatinde birleştirebileceğini, nefreti yumuşatarak her şeyin insanlık ve adalet adına ittifakla çözümlenebileceği umuduyla ne içeride ne de dışarıda düşündüğü bir insaniyet çatısını gerçekleştirememiştir. Kadersel bir yaptırım olmasından ve Allah’ın izni olmadan ne onun ne de bir başkasının başarabilmesi de imkânsızdır
.
PKK’nın siyasi ve askeri stratejisini tatbik eden ve Genelkurmay’da hazırlanan “irticayla mücadele eylem planı”’nı uygulamaya sokan Erzincan Başsavcısı ve 3.Ordu Komutanı’nın aklanması ve başsavcının tahliyesi için Yargıtay’daki yargılamaya açık destek vererek, bizzat onur izleyicisi olan PKK hocası Yalçın Küçük; yargı, ordu ve pkk üçgeninin tartışılmaz simgesi olmuştur. Ergenekon Terör Örgütü üyesi, Apo’nun kadim dostu, PKK’nın halkımız ve askerlerimize daha acımasız saldırışlarının stratejisti ve fikir babası Yalçın Küçük; terörden yargılanan başsavcı İlhan Cihaner’in ve kimi yüksek yargı üyelerinin yakın arkadaşı ise, o yargıya nasıl güvenebilirsiniz? Ayrıca CHP’nin kukla genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, neden PKK’lı Yalçın Küçük’ü savundu?

Artık her şey aleni, konuşulacak ve tartışılacak bir şeyde yoktur. Ne hükümetin ne de Müslüman milletin yaşam ve adalet güvencesi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin referandum aleyhine alacağı kararla, hükümetin ve Ak Parti milletvekillerinin toptan istifası ve her Müslüman vatandaşın hiçbir kaygı gütmeden derhal vatandaşlıktan çıkma talepleri gündeme gelerek, hukukun ve adaletin olmadığı despot bir devlette insanca yaşayabilmenin olanaksızlığı dile getirilmelidir. Bakalım, Müslüman milletin olmadığı bir Türkiye var olabilir mi?

Bir insan için mal ve canın şereften daha değerli olmadığı, şeref kaybedildiğinde geriye hiçbir şeyin kalmayacağı bilinciyle asla esarete, haksızlık ve adaletsizliğe razı olunmamalıdır. Aksi takdirde şerefsiz bir mahlûktan öte bir değer taşımazsın.

Bırak öldürsünler, bırak idam etsinler, bırak hapsetsinler; ama asla insanlığınıza tecavüz ettirmeyiniz…

Tarihin Müslüman düşünür ve liderlerinin örneksi yaşamları yanı sıra batılı bir kısım düşünür ve liderler de şeref ve adaleti yaşamlarından öncelikli görmüştü. Örneğin Sokrat, devlet dinini bozmak ve gençliğe zarar vermekle suçlanmıştı. Her ne kadar kendini suçsuz görmüş, düşünce ve inanç özgürlüğü uğruna mücadele etmişse de, iktidara gelen kendi gibi demokrat ama kukla hükümetçe idama mahkûm edilmiş, barbar otoriteye boyun eğip şerefsizce yaşamaktan ise şerefli bir ölümü tercih etmişti. Dostlar gözyaşları içinde onu zindandan kaçırmak istemişler, ancak o kabul etmeyip, “Kaygılanmayın, gömdüğünüz sadece bedenimdir.” demişti.

Bir de bir kısmınız ebedi hayat olan ahirete iman etmiş Müslüman, bir kısmınız da kendini insanlığa adamış hümanistler olacaksınız…

Sokrat’ın karısı ve arkadaşları idam kararına çok üzülüyorlardı. Karısı, Sokrat’ın tutsak edildiği zindana son kez gittiğinde; “Yazık, suçsuz yere seni öldürecek olmalarına çok üzülüyorum.” İdamına saatler kalan Sokrat’ın cevabı ise tüm insanlığa ders verir nitelikteydi: “İyi ki haksız yere öldürülüyorum, bir de suçlu olarak mı öldürülseydim?”

Teoriyi akıl ve kalbinin odağı haline getiren halkımız, teoride iktidar pratikte genelkurmay ve yargının vesayeti altında zincirlere vurulmuş hükümete tenkit hakkı bulunmamaktadır. Hükümetin kendi başlarına buyruk olan rütbeli ve cübbeli buyurganların hegemonyasına ayak sürttüğü zaman kurumlar arası kavga kışkırtmalarıyla suçlayan ve suçlayanlara tepki göstermeyerek; siyasi, askeri, ekonomik ve sosyal hüsranı hak eden insanlar, peşin hükümden sıyrılıp adil bir muhakemeye kalkıştıklarında, gerçeğin önlerinde durduğunu görebilecek ve haddi aşanlara gerekli dersi vererek ıslah edebilme yolunu seçebilmelidirler. Aldığı sosyal ve ekonomik kararları dahi yargıdan dönebilen bir hükümet; işsizliği ve yoksulluğu nasıl aşabilir, yatırımlarıyla istihdam oluşturabilir, eşit paylaşımı, hakkı ve adaleti mukim kılabilir?

Devletin oligarşileşmiş kurumları tehditlerini sürdürüyor, ideolojik baskı ve inatçı kararlarıyla bariyer olabiliyor, başbakanı “adi başbakan” parolalarıyla aşağılayabiliyorsa; hükümet ne yapabilir? Başbakan ve emrindeki hükümet, sırf bir huzursuzluk ve gerilme olmaması maksadıyla gösterdiği azami tevazuunun bedelini ödemekte, bu olumsuzluklara rağmen yaptıklarını da takdir etmek gerekir. Eğer anayasanın kendine tanıdığı yetki doğrultusunda cesur ve kararlı bir duruş sergileyebilseydi; ne Genelkurmay ne de yüksek yargı ahkâm kesemeyecek, tek başına kalsa da tarihteki örneklerden biri olabilecekti. Ancak ruhlarına ve kalplerine fiyat etiketi koymuş satılık partilileri de geri adım atmasında önemli rol oynamışlardır.

Satın aldığı gömleğinin fiyatını sormayacak kadar ileride olabilecek iktidar umuduyla ulaşabileceği zenginliğinin hayalini yaşayan bir kukla ile başbakanın yurt dışı gezilerini “dünyanın bir ucunda ne işi var” düşüncesiyle tarihinden bile bihaber bir sefilin peşine takılarak, dileklerinize kavuşacağınızı mı sanıyorsunuz? Kavuşacağınız tek şey, statükonun ve oligarşinin daha da kökleşmesi, alıştığınız esaretin daha da derinleşmesidir. CHP, MHP ve BDP’nin verebileceği tek şey; felaket, yokluk, kargaşa, düşmanlık, ölüm, zulüm, tutsaklık ve şerefsizliktir…

Ne zamanki Genelkurmay ve yargı oligarşisinin ortadan kaldırılması için hükümete tam destek verir, el birliğiyle millet egemenliğini sağlarsınız; işte o zaman hükümete hesap sorma hakkı doğar. Bugün hesap sorulması gereken Genelkurmay ve yargıdır…

Soramıyorsanız topluca vatandaşlıktan çıkınız!

Türkiye’de oligarşin güçler, dünyada da İsrail mahkûm edilmez ise; hiçbir sorun çözüme kavuşturulamaz…

“Genelde insanlığın kaderi, hak ettiği olacaktır.” Einstein

“Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken: “Ne işde idiniz!” dediler. Bunlar: “Biz yeryüzünde çaresizdik” diye cevap verdiler. Melekler de: “Allah’ın yeri geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!” dediler. İşte onların barınağı cehennemdir; orası ne kötü bir gidiş yeridir.” Nisa.97

21 Haziran 2010 Pazartesi

Neden Sivas’ı da kamulaştırmıyorsunuz?

Tabela devleti ve hükümetinin; Türkiye’yi kan denizine dönüştürmeyi amaçlayan azılı bir hainin kışkırtmasıyla meydana gelen Sivas olayını, Allah’ına ve kitabına küfredilen Müslüman topluma fatura ederek, asıl suçlu ve suçluları ödüllendirme ve cesaretlendirme kararını dün olduğu gibi bugünde şiddetle kınıyorum.

Müslüman milletimizin hayati değerlerine savaş açarak, ülkeyi cehenneme çevirme planlarının Sivas ayağıyla oluşan kaosun faili Aziz Nesin ve körükleyen çevrelerin yasalar önünde sorgulanmasına dahi ihtiyaç duyulmayıp, duygusal maneviyata değil de mantıksal cesetlere odaklanılarak Madımak Otelinin kamulaştırılmasıyla aklanıp abideleştirilmeleri, muhakeme edebilen hiçbir aklın ve vicdanın kabul etmeyeceği bir sonuçtur.

Türkiye Halkının Allah’a ve dini İslam’a iman etmesini aptallıkla aşağılayıp sürekli taciz ve tahrik eden, akabinde Kur’an’a şeytan ayetleri diyerek ve yabancı bir sapığın yazdığı nifaksı kitabını Türkiye’de yayınlama girişiminde bulunma fütursuzluğuyla il il dolaşarak konferanslar vereceğini açıklayan Aziz Nesin’in şeytansı eylemine ilk kucak açan Sivas’lı Ali’siz Marksist Aleviler, malum olayın planlayıcısı ve azmettiricisiydiler.

Sivaslı Müslümanların İstiklal Harplerinin kazanmalarına sebep olan imanlarını açığa çıkarmasıyla haklı tepkileri belki kontrolden çıkmış olabilir ama tek başlarına sorumlu tutulup en ağır cezalara çarptırılmaları, şüphesiz İslam karşıtı ideolojik anlayışın taraflı ve intikamsı bir adaletsizliğiydi. Onyedi yıl önce gerçekleşmiş ve tüm ülkeyi saracak bir cehennemin haklılığını savunan bir teslimiyet, asla bir uzlaşma değil bilakis dengesizliği, huzursuzluğu ve yapılan haksızlıkları hatırlatacak bir girişimdir.

O günden bugüne kadar hiçbir hükümetin doğabilecek tepkiden ve haksız bir ayırımcılıktan ötürü cesaret edemediği “şeytan müzesi”’ne Ak Parti Hükümetinin halka danışmadan kamulaştırma onayı, tıpkı Osmanlı Devletinin yıkılma sürecindeki attığı yanlış basmaklardan farksızdır. Üstelik Ak Parti; Allah’a, dinine ve halka savaş açmış simgesel bir kaleyi mabede dönüştürmek suretiyle laneti de sahiplenmiştir. Ayrıca Sivas’ta bir referanduma dahi gerek görmeyerek jakobence karar alması, Allah’larına ve dinlerine hakaret edilen Müslümanları derinden yaralamış, azılı düşman Aziz Nesin ve avanesini meşrulaştırmıştır.

Söz konusu Ali’siz Aleviler; neden Türkiye’yi karıştırıp halkın manevi değerlerine saldıran Aziz Nesin’i dışlamak yerine Sivas’a davet ederek infiali fitillemişlerdi?

Sırf Marksist-ateist Alevileri memnun edebilmek ve oylarını lehe çevirebilmek maksadıyla hükümetin açılım güdümlü aldığı karar; neden aşağılanan milyonlarca türbanlı kadınlar ve dindarlar içinde uygulanmıyor? Türbanlı ve dindarların oyları, Alevilerinkinden değersiz mi?
Milletin hiçbir ferdinin tasvip etmediği 2 Temmuz olaylarını ideolojik bir bakışla yargılayan laik sistem; Müslümanları suçlu ve katil, provokatörleri ise mağdur ve kahraman yaparak, her zamanki gibi adaleti katletmiştir. Adaletin olmadığı bir düzende insanların ölmesi, hapsedilmesi, ailelerin yıkılması, eş ve çocukların dul ve yetim bırakılması normal değil midir? Laik ve putperest bir düzende; inançların savunulması suç sayılmayacak da mükâfatlandırılacakmış gibi saf bir talep ve sorguda bulunmamda ahmaklığın ta kendisi olsa gerek…

Hükümetin kararıyla özel idarece kamulaştırılan binadan ibaret bir Madımak Oteli, bölücü ve yıkıcı taraftarları mutlu etmeyecek, Sivas’ın topyekûn kamulaştırılıp her yere dikilecek heykellerle özrün kabullenilebileceği yolu da açılmış bulunmaktadır. Kimi Alevi önderleri, yanındaki binalarında kamulaştırılarak gül bahçesine dönüştürülme istekleri, ileride olabilecek gelişmelere açık bir ipucudur.

Artık çuvala sokulan mızrak; açılım, barış ve uzlaşma adına gerek Ermenilerin gerekse PKK’lıların öldürüldükleri yerlerinde kamulaştırılarak, müzeye ve gül bahçesine dönüştürülebileceği ihtimal dışı değildir.

İslam düşmanı bir kesimin memnuniyeti için harcanan beyt-ül mal’daki hakkımı haram ediyorum. Sırf dinleri ve ülkeleri uğruna kendilerini feda ederek çeşitli ağır hapislere çarptırılan ve aileleri dağılan yüzlerce insanın elem ve kederlerinin hükümeti saracağı mutlaktır.

Ya Müslümansın, ya değilsin! Hiç kimse Allah ve Resulünün hükümlerini kendi istek ve düşüncelerine, diğer bir ifadeyle siyasi, sosyal veya ekonomik çıkarlarına göre yorumlayamaz.

“Allah ve Resulüne karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak) düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya (acımadan) öldürülmeleri, ya asılmaları yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahrette de büyük azap vardır.” Maide.33

18 Haziran 2010 Cuma

İnsanlık adına haydin savaşa…

Düşmanlığın adı müttefik, haksızlığın adı çıkar, işgalin adı özgürlük, korkaklığın adı kahramanlık, yenilginin adı galibiyet, müstemlekeliğin adı güç birliği, İslam’ın adı irtica, Müslüman adı terörist olduğu dünyadan merhaba…

İşte böylesi bir dünyada insanlığa ve barışa savaşla ulaşabilinir, uzlaşma şeytanın nefret ettiği en iyi erdemliktir.

Güvenlik, ancak adaletle tesis edilir. Adaletin olmadığı bir dünyada hiçbir canlının ve milletin kendini güvende hissedebilmesi ve varlığını sürdürebilmesi mümkün değildir.

İsrail’in insanlığa meydan okumasına karşı materyalist çıkarlarını insan hayatından önemli sayan iktidarlar, jakoben ABD ve İsrail’den çok daha riyakardırlar. Emperyalist egemenliklerini BM gibi uluslararası kurumlarla meşrulaştırarak baskı ve tehdit aracı kullanan diktatörler, müstemleke altına aldıkları devletleri de emelleri uğruna yönlendirerek insaniyeti kıymakta, inançlarından ve bağımsızlıklarından ödün vermeyenlere en acımasız yaptırımlar ve saldırılarla esarete zorlamaktadırlar.

İnsanlık onuru öylesine elimine edildi, hak ve adalet lağvedildi ki; geçmişin insanlarıyla günümüzdekiler kıyaslandığında insanlıktan tek bir eser kalmadığı aşikârdır. Bir avuç insan koca ordulara karşı yılmadan mücadele edip hak ve adalet yolunda ölmeyi şeref addederlerken, şimdi nasıl kaçıp kurtulabilecekleri haysiyetsizliğiyle stratejik hesaplar yapılabilmektedir. Devletler var, ordular var ama insanlık ve yürekler yok…

“Yenileceğinden korkan, daima yenilir.” Yıldırım Beyazıt

Vicdanlı ümmetsel atalarımız, dünyanın bir ucunda haksızlığa uğramış toplumların ırk ve dinlerine bakmaksızın zulümden kurtarabilmek amacıyla seferler düzenleyip barbar iktidarların zalimliklerine son verirlerken; yanı başımızdaki kardeşlerimizi sözde güvenliğimiz ve ekonomik çıkarlar uğruna canavarların kucağında bırakabilmekteyiz. Böylesi bir güvenliği kurtuluş ve kazanç sanabilen düşünceden daha sefil ne olabilir?

Kaçmamışlar kovalamışlar; korkmamışlar savaşmışlar; susmamışlar haykırmışlar; çıkar düşünmemişler adalet dağıtmışlar; yağmalamamışlar imar etmişler; sömürmemişler yardım etmişler; karşılarındakinin gücü ve sayısı ne olursa olsun hak ve adalet adına dimdik durarak insanlığı yüceltmişlerdir. Hayatta öyle değerler vardır ki her neye mal olursa olsun asla dokunulmamalı ve fiyat etiketi konmamalıdır. Cesur olmayan bir insan; ne mucit ne bilge ne de lider olabilir, ezberler ve artıklarla ödüllendirildiklerinden çöpten farksız bir döküntü olurlar…

İran, Kuzey Kore ve Küba gibi onurlu iktidar ve halklar ile kendini Allah’a adamış mücahitlerin zalimlere başkaldırarak boyun eğmemeleri, neden insanlığın tamamen yok olmadığına açık bir delildir. Şüphesiz kendilerini şeytana satmış kukla devletlerin yiğit halkları da aynı mücadelenin taraftarlarıdırlar.

İran, aleyhine alınan ambargo kararları ve tehditleri hiçe sayarak, insanlık adına kendilerini feda edebilecek imansal bir özveriyle azılı düşmanı İsrail karasularına girme cesaretinde bulunarak Gazze Halkına yardım yapma girişimi, başta Türkiye Cumhuriyeti olmak üzere diğer müstemlekelere bir ibret ve cesaret kaynağı olmalıdır.

Gemimize saldırıp dokuz yardım gönüllüsü vatandaşımızı öldüren ve onlarcasını yaralayarak zindanlara mahkûm eden ABD tetikçisi İsrail’e sözlü tepkiden öte hiçbir müdahalede bulunmayıp hala yol haritasını tartışan Türk Devleti, ikinci bir yardım gemisini yola çıkarabilecek haklı caydırıcılığını dahi kullanamamıştır.

Bağımsız Müslüman düşmanı ABD iştahını kabartmış saldırma planları yaparken, İran’ın İsrail’e meydan okuması, insanlık adına kaçınılmaz bir umut, fırsat ve tarihin altın sayfalarına bir dönüştür. Onurlu halkımızın İran’a yapacağı desteği ve olası bir savaşta yanında yer almasını önlemek maksadıyla İran’ın Türkiye’ye düşman olduğu provokasyonunu işleyerek, kardeş ve komşu ülkeler arası savaş senaryolar üreten siyonist yandaşlarının çabaları, kalplerdeki yanardağı söndürmeye kâfi olamayacak ve amansız düşmanlara merhamet kapılarını açtırmayacaktır. Ayrıca öyle nankör ve haindirler ki, amacı Türkiye’ye yardım ve PKK belasından kurtarabilmek olan İran’ın İsrail desteğindeki PKK’yı çökertme operasyonlarını dahi inkâr edercesine tavır alabilmeleri, saklı kimliklerini deşifre etmeye yeterlidir.

Unutulmamalıdır ki ortak hedef; ulusalcı, ırkçı ve maddi bir çıkar değil tamamen insanlık adınadır. Onun için İsrail’in hak ettiği cezaya çarptırılması, dünyadaki her türlü olumsuzluğu ve fitneyi kökten bitirecektir. Ne var ki insan hayatını maddi ve milliyetçi kazançtan üstün tutan düşüncelerin politik hezeyanları, ABD ve İsrail gibi suç imparatorluklarını kötülük üreten merkezlere dönüştürmüştür.

İslam kardeşliği gibi bir vahyi alttan alta yok sayarak asıl düşmanları örtbas edip kardeşleri düşman belletme gayretleri, tamamen siyonist ve emperyalist güdümlü masonik bir stratejidir.
Hükümetimizin, dünyanın baş belası ABD’nin Irak işgalinde gösterdiği haksız yardım ve işbirliğini İran’ın haklı mücadelesinde göstereceğini düşünüyor, yanında yer alarak insan katli ve zulmünün son bulmasında gerekli duyarlılıktan ve destekten kaçınmayacağına inanıyorum. Tarih incelendiğinde; dünyadaki huzur, güven, barış ve adaletin ancak kötüye karşı yapılan savaşlarla sağlanabildiğine tanık olunacaktır.

İran’ın Gazze’deki insanlık vahşetine karşı giriştiği yardım desteğine hiçbir Müslüman ve insan arkasını dönemez. Barbar İsrail’in alışageldiği kan içiciliği ve olabilecek bir savaş anında tüm Müslümanları Allah adına CİHAD’a, gayrimüslimleri de İNSANLIK ve ADALET adına savaşa davet ediyorum.

“Allah yolunda savaş. Sen kendinden sorumlusun. Müminleri de teşvik et. Umulur ki Allah, kâfirlerin gücünü kırar. Allah’ın gücü daha çetin ve cezası daha şiddetlidir.” Nisa.84

Sürekli korku ve tehdit içinde onursuzca yaşayarak dünyanızı şeytanların istilasına teslim etmeniz, ölmekten veya öldürülmekten kaçabileceğinize imkân sağlamamakta; o başına gelmesinden korktuğunuz olası bir savaşta ölmeseniz bile deprem, felaket, kaza, hastalık gibi binlerce sebepten yine de ecelinizden kaçamadığınızı muhakeme ederek, inanmış bir insana yakışır şerefli ve mutlak bir kazanç olan mücadeleye koşun. Belki güvensiz sandığınız savaşta değil de çok güvenli düşündüğünüz yatağınızda ölümün beklediğini aklınızdan çıkarmayınız.
İslam Devletinin Başkomutanı yani Genelkurmay Başkanı Halid Bin Velid, şehit olamamanın üzüntüsüyle yatağında öleceği sırada, başına toplanarak duada bulunan Ashab-ı Kiram’a söylediği son sözler: “Ömrüm savaş meydanlarında geçmiştir. Vücudumun herhangi bir organı yoktur ki ok ve kılıç yarası almamış olsun. Lakin canım yatakta çıkıyor. Müjdeler olsun o savaştan kaçan korkaklara.”

Ancak para her şeyi yapar diyerek para için her şeyi göze alan materyalistler, inandıklarını iddia etseler de böylesi bir kazancı asla idrak edemezler.

Sizleri esarete mahkûm edip hem dünyanızı hem de ahretinizi ziyan ettirerek saptıran liderlerinize ve hocalarınıza kanmayın. Mallarınızı ve canlarınızı sahibiniz Allah, insaniyet ve adalet için sarf edin ki, gerçek kurtuluşa erişerek bir saniye sonrası meçhul hayatın debdebesiyle kendinize yazık etmeyin.

Olabilecek bir savaşta asla mallarınızı ve canlarınızı feda etmekten kaçınmayıp hazırlığa girişiniz, biliniz ki yegâne kurtuluş budur…

“Resulüm de ki: Eğer ölümden ve öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmanın size asla faydası olmaz! (Eceliniz gelmemiş ise) o takdirde de yaşatılacağınız süre çok değildir.” Ahzab.16

16 Haziran 2010 Çarşamba

ABD ve İsrail halklarına!

Her ne kadar farklı din, ırk, ulus ve kültürde olsanız da diğer insanlarla hilkatte bir eş olduğunuz, dolayısıyla erdemlik dışında ne sizlerin ne de diğerlerinin hiçbir üstünlüğü ve ayrıcalığı bulunmamaktadır.

Nefsinizin yahut toplumunuzun kabul etmeyeceği bir dayatma ve kötülüğü bir başkasına layık görebilme anlayışıyla faşistleşmiş iktidarlarınıza ya destek vererek ya da sessiz kalarak arkalarında durmanız; takdir edersiniz ki mutlak bil mukabeleyi tetiklemekte, zamanında hesap sormadığınız devletlerinizin kazandırdığı düşmanlıkla tehdit, korku, mal ve can kayıplarına maruz kalmaktasınız.

Sorgulanması gereken suçlunun iktidarlarınız mı yoksa nefsi müdafaada bulunan direnişçiler mi olduğunu adil bir tarafsızlıkla cevaplayabilmenizdir.

Rejimlerinizin ve iktidarlarınızın manipülasyonlarıyla Müslüman halklara yahut ötekilerine karşı olan kindarlığınız insanlık ve adalet dışı tecavüzlere, tertiplere, işgallere ve saldırılara neden olmakta, kendilerini savunanların meşru bağımsızlık mücadeleleri çocuklarınız dâhil olmak üzere hepinizin canını yakmaktadır. İşgalci ve acımasız devletlerinizi değil de onur savaşı veren direnişçileri terörizmle ve düşmanlıkla yaftalamanızı vicdanlara danıştığınızda; şüphesiz haksız bir muhakeme ve egoizm içinde olduğunuz yanıtını alacaksınız.

Sizlere zarar veren suçlulara ve esarete karşı nasıl bir adalet arayışıyla en ağır cezadan yana iseniz; suçlu iktidarlarınızın binlerce masumu katletme, işkence yapma, baskı ve tehditle korkutma ve vatanlarını istilâ edip sömürme taarruzlarına da şiddetle tepki göstermek ve cezalandırmak mecburiyetindesiniz. Eğer “benim” deme benliğiyle gerçeklerden kaçınırsanız, başınıza gelecekleri de peşinen kabullenmiş durumdasınız.

Sahip olduğunuz bağımsızlık, özgürlük, huzur ve güven duygularının düşman belleyip haklarını gasp ettiğiniz insanlarda da mevcut olduğunu unutmamalısınız. Çünkü onlarda sizler gibi insan, his ve duyguları da farksız değildir.

Ne ekilirse onun biçileceği ya da kötülük yapılmazsa kötülük bulunamayacağı; adil dengenin mutlak bir sonucudur. Bir yabancının özelinize ve yönetiminize müdahale etmesi nasıl fevkalade büyük bir sorun ise, sizinde bir başkasının yaşamına, düşüncesine, dinine, yönetimine, ekonomisine ve rejimine müdahalesi o kadar haksız bir girişimdir. Ki bazen çocuklar dahi özelin mahremiyetiyle ilgili tepkiyi ebeveynlerine gösterebilmektedir.

Devletleriniz tanrı, sizde tanrının seçilmiş çocukları değilsiniz. Yahut kendiniz iyi geri kalanın kötü anlayışı yok oluşun bir hezeyanıdır. Bundan dolayı mı dünyaya hükmetme ve tüm insanları boyunduruğunuz altına alabilmek için sömürüyor, iktidarları mıhlıyor ve karşı çıkanları işgal, soykırım, katliam, ambargo ve zindanlarla cezalandırmayı insan hakları, demokrasi, özgürlük ve çağdaş düzenle bağdaştırabiliyorsunuz? Kendinize yapılmasını istemediğiniz bir şeyi bir başkasına yapmayı mantığınıza ve vicdanınıza sığdırabiliyor musunuz?

İnsan olan her fani, kendini karşısındakinden farklı düşünmeksizin hak ve adaletle yoğrulmak zorundadır. Aksi bir benlik hâkimiyeti şeytanlaşmaya yol açtığından insanlığın yitmesine, dolayısıyla şeytan gibi nefsi hırs ve ihtiraslarıyla merhametten ve erdemlikten yoksun kalmasına neden olmaktadır. Böylesi insanlıktan çıkmış yaratıklarla da adil ve barışçıl bir düzen inşa edebilmek söz konusu değildir.

Belki barbar iktidarlarınız dünyadaki yönetimleri çeşitli entrikalarla dize getirebilmektedir, ancak acı çeken ve onurlarını kaybedenlerin pespaye hükümetler değil halklar olduğunu, bundan dolayı da halkların haykırışını hiçbir gücün susturamayacağı tarihsel ve kadersel bir gerçektir. İnsan aç kaldığında, felaketlerde, savaşta, adi suçlarda ve başarısız yönetimlerde sabır gösterebilir, ama dokunulmaz değerlerine saldırıldığında kendini ölüme adayabileceği akıllardan çıkmamalıdır. Müttefik adı altındaki müstemleke devletlerin garantisi, satın aldığınız kalemşorlar ve misyonunuzu yürüten debdebeli odalıklarınız sizleri yanılttığından olsa gerek gelecekteki kıyametsi fecaati öngöremiyor ve bir gün, halkların bir araya gelip yakanıza yapışarak nerede bir ABD’li ve İsrail’li bulduklarında intikam alabileceklerini hesap edemiyorsunuz.

Haksızlığın, adaletsizliğin, kayırmacılığın, zulmün, aşağılanmanın, işgalin, baskının olduğu bir yerde ve kutsal değerlere saldırılması anında müdafaa hakkı mahfuzdur, meşrudur ve fıtratsaldır. Bu, insanı insan yapan ve ona erdemlik kazandıran en tabi temel bir kuraldır. Her hak ve adalet arayışı bu inanç temelinde eylem kazanmakta, dolayısıyla bu uğurda verilen canlardan şeref duyulmaktadır.

Fiziki olarak da ruhsal olarak da iyi ve kötü olayların araçsal müsebbibi insanların düşünce ve duygularıdır.

Bugüne kadar devletlerinizin emperyalist vahşi politikaları ve cani saldırılarına destek çıkmak suretiyle körükleyip daha çok azgınlaştırmakla, dünyayı yaşanmaz hale getirdiğinizin belki farkında değilsiniz. Lakin küresel basıncın iyice artarak patlama noktasına geldiği bilinciyle iktidarlarınıza mani olmak; insanlığın istikbali, sizlerin ve çocuklarınızın geleceği açısından fevkalade hayati bir önem taşımaktadır. Yoksa oluşacak kaostan, yıkıcı savaşlardan, vahşi çatışmalardan ve can kayıplarından devletlerinizin sizleri koruyabileceğini mi zannediyorsunuz?
11 Eylüldeki haklı karşılıkta geçmiş başkanınız zalim Bush, kendisini güvence altına alarak saatlerce havadaki bir savaş uçağının içine gizlenmiş, ama sizler acı ve feryatlar içinde diri diri parçalanıp ölümü tattığınızda, korkuyu en derinlerde yaşadığınızda, sakat kaldığınızda ve ağıtlar yaktığınızda kendisini ve avanesini başucunuzda bulamamıştınız. Oysa sizleri o felaket sürükleyen sisteminizin ve başkanınızın barbar politikaları değil miydi?

Sadece sizlerin değil tüm dünyanın umut bağladığı Barack Obama ne yaptı? 06.11.2008 tarihinde “Değişim umudu taşımayın” başlıklı yazımda sistemin bir kuklası olacağının altını çizmiş ve boşuna umutlanılmamasını vurgulamıştım. (http://mehmetalisadoglu.blogspot.com/2008/11/barack-obama-nn-abd-bakan-seilmesiyle.html)

Öngördüğüm üzere çakma kurtarıcı Obama, emperyalist sistemin emir erliğine devam ederek, tıpkı Bush gibi insanlığın yaşam hakkına açılmış savaşı durdurmak bir yana, daha da şiddetlendirecek politikalar üretmiştir. Ya da yapmaya mecbur edilmiştir. Demek ki sorun seçilen başkanlar ve hükümetler de değil, insanlık düşmanı şovenist ve faşist sistemlerde.
Ancak onların sadece kendi canlarını ve çıkarlarını düşünüp halkının katlini tepeden seyredebilecek kadar vicdansız canavarlar olduğu gerçeğini idrak edemeyen sizler, desteklerinizle cesaretlendirmektesiniz. Klasik slogan; her şey özgürlük, ABD ve İsrail için…

Benliklerinizden sıyrılıp adil bir muhakemeye kalkıştığınızda; 11 Eylül eylemini gerçekleştiren suçlunun El –Kaide değil bilakis düşman üreten sisteminiz olduğuna karar verebileceksiniz. Dolayısıyla sizleri öldüren, çocuklarınızı ve eşlerinizi dul-yetim bırakan iktidarınızdır. Eğer siz, tehdit gerekçesiyle kıtalar ötesi saldırılarla halkları işgal edip katlederseniz, onlarda sizleri öldürür. Bundan daha meşru bir hak düşünülemez. Önce teröristin kim olduğuna, terörizmi kimin teşvik ettiğine ve kimin başlattığına önyargısız karar verebildiğinizde; zaten hiçbir sorun kalmayacak ve hiç kimse diğerine karışmayarak, her toplum kendi yağıyla kavrularak ve sorunlarını içeride çözerek, yardım hilesi ve küresel tehdit manipülasyonlarına son verilip, adil bir işbirliği ve eşit paylaşımla uluslar arası bir ortaklık ve samimi bir dostluk payidar kılınabilecektir. Sizler ne kadar özgürlük, bağımsızlık, zenginlik, barış, huzur ve güven yanlısı iseniz, insan olmalarından diğer toplumlar da o taleptedir.

Yaratıcı, her milletin rızkını doğal zenginlikleri veya iş güçleriyle pay ettiğinden silah gücüne dayalı bir işgale ve sömürgeciliğe izin vermemiştir. Bir taraf zenginlikten şişerken diğer tarafın fakirlikten iskelete dönüşmesi vicdan sahibi hiçbir insanın olur veremeyeceği insafsızlıktır.
Ellerindeki nükleer silahlarla dünyaya meydan okuyan ABD, İsrail, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere gibi sömürgeci ülkeler terörist değil de İran, El-Kaide, Hizbullah ve Hamas mı terörist? Ellerinde nükleer silahlar bulunan devletlerin bir başka ülkeye nükleer silah yaptırımına zorlamaları nasıl bir mantıktır?

Tarihi; katliamlarla, acımasız işgallerle, en acımasız ve en iğrenç işkencelerle yazılı ABD gibi bir devletin vatandaşı dahi olmak alçaltıcı bir utanç değil midir? İran’ın dünya aleyhine büyük bir tehlikeli olduğu ve nükleer silah üreteceği propagandasıyla yaptırım uygulayan ABD, dünyanın ilk nükleer silahını kullanarak, yüzbinlerce Japon’u acımasızca katleden insaniyet kasabı bir canavar olduğu ortadayken; neden ABD’ye değil de sahip olacağı iddiasıyla İran’a yaptırım uygulanıyor? Nükleer silahlarını imha etmeyen ve üretimine son vermeyen BM güvenlik konseyi üyelerinin İran’a, Kuzey Kore’ye veya bir başka ülkeye yasak getirebilmeleri nasıl bir aklın doğrusu olabilir?

Irak’ı da benzer yalanlarla işgal edip 1 milyondan fazla insanı öldüren bir soykırımı ve ırzlarına geçerek tarihsel sapıklığı gerçekleştiren ABD değil miydi? 2.Dünya Savaşındaki yenilgisini atom bombasıyla zafere dönüştürebilen bir ABD tehdit değil de İran ya da El-Kaide mi tehdit?

ABD’nin tetikçisi, namütenahi ağır silahların ve nükleer bombaların sahibi İsrail tehdit değil de Hamas mı tehdit? Sadist bir askerini onbinlerce insan hayatına bedel biçerek Lübnan’da canlı hayvan dahi bırakmamacasına bombalar yağdıran İsrail değil de kendini savunan Hizbullah mı terörist?

Biraz vicdanlarınızı yokladığınızda sizler de benim gibi düşünecek; bağımsızlıkları için erdemli bir mücadele içinde olan ne El-Kaide ne Hamas ne de Hizbullah direnişçilerini terörist değil, kahramanlıkla onurlandırabileceksiniz. ABD ve İsrail’in olduğu bir dünyada kadersel şeytan bile masumdur.

Ya zalim devletlerinizi uyararak kontrolü ele alacak ya da dünyanın neresinde olursanız olun yaptığınızın karşılığını ödemeyi sindireceksiniz…

Mutlaka iktidarlarınızın zulmünden rahatsız olan ve tepki duyan insanlar mevcuttur. Fakat vatandaşlığını taşıdığınız terörist devlet kimliklerinden dolayı potansiyel bir düşman safında görülmekte, dolayısıyla hedef olmaktan kurtulamayacaksınız.
Hiç kimse için değil, yalnızca adalet ve insanlık uğruna yürekleriniz kabarıp mücadele ederseniz; kan göllerinden ve ceset yığınlarından beslenen vahşilere cesaret vermeyerek inlerine kaçırtırsınız.

Artık dünya, ABD ve İsrail’in vahşiliklerine daha fazla dayanabilecek bir mukavemette değildir. Adi bir suçlunun tehdidi dahi tutuklanıp cezalandırmasına geçit vermezken; nasıl oluyor da şu tehdit, bu tehdit paranoyalarıyla insanlar katledilebiliyor, ambargolara mahkûm edilebiliyor, işgale uğrayabiliyor, akıl dışı işkencelere ve aşağılanmalara maruz bırakılabiliyorlar?
Direnişçilerin ABD ve İsrail’e müttefik ülkelere saldırıları da meşrudur. Adaletle hükmedeceklerine zalimden yana tavır almaları, aynı cezaları hak etmelerine tartışılmaz bir sebeptir. ABD’de; ya benden yanasınız ya da düşmansınız diyerek cephe almıyor mu?

Ey ABD ve İsrail devletlerinin insan vatandaşları! Sizleri koruyup kollamaktan aciz iktidarlarınıza dolaylıda olsa vereceğiniz zerrecik bir hak ve destek; insan olmaktan çıkmanıza neden olabilecek bir sondur. Sizlere sundukları maddi hayata ve kozmetik ürünlere kanıp, öldürülmenizi ve önünüze konulacak bedelleri engelleme güçleri bulunmayan yalancı barbarlara inanmayın. Çünkü insan olmadıklarından vicdanen hissedemiyorlar, dolayısıyla sandığınız gibi kendinizden yani insan değillerdir. Sizleri felakete ve vicdan azabına sürükleyen saptırılmış yaratıklara dayanarak insaniyeti doğramayın. İnsanlığı tehdit eden ve yok etmek isteyen iktidarları durduracak sizlersiniz. Sizlerin halk desteği olmadan zulüm yapabilmeleri asla söz konusu değildir
.
Hiçbir gerekçe; vahşice öldürülen, ırzlara geçilen, tecavüze uğrayan, hamile bırakılan, yurtlarından çıkarılan, açlığa terk edilen, evleri başlarına geçirilen, kucaklarda çocukları ve kundaklarda bebekleri katledilen, eş ve evlat acısıyla yanıp tutuşan, dehşetle yataklarından fırlayan, sokaklarda dolaşamayan, bir lokma yiyecek bulamayan, saldırı korkusuyla psikolojileri bozulan insanların suçlu yahut terörist ithamlarla felaketleri yaşamalarına geçit vermez. Nasıl böylesi bir hayatın parçası olma fikri dahi ürpermenize yetiyorsa, sizler gibi acıyı ve mutluluğu hisseden onları da elem edinerek, en yakınınız dahi olsa kötüye karşı mücadele etmelisiniz.
Belki düşüncelerini, inançlarını, ırklarını, kültürlerini, tiplerini, adet ve geleneklerini beğenmeyebilir, sevgi ve saygıda göstermeyebilirsiniz, buna da zorunlu değilsiniz. Ama insan olmalarından ötürü tahammül erdemliği içinde merhamet ve hoşgörü göstermeli, sahip olduklarınızın aynısına hakları bulunduğu bir eşitlikten yana olmalısınız ki kimsenin kimseden çekinmediği yaşanabilir bir dünya oluşabilsin.

Artık kıyameti davet eden bencil iktidarların değil halkların egemen olduğu bir barışla felaketlerin durdurulabileceği anlaşılmaktadır. İktidarların aralarındaki işbirlikleri ve anlaşmalar toplumların düşünce ve duygularını yansıtmamakta, adalet, yaşam ve vicdan üzerine yapılan kahredici pazarlıklarla düşmanlıklar tetiklenip, masum insanlara kıyılmaktadır.

Eğer huzur ve güvenli bir hayat, çocuklarınızın gelecek kaygılarını gidermek istiyorsanız; yetki verdiğiniz kan emici iktidarlarınıza dur diyebilmelisiniz. İtlerin üreyip kervanların sindiği bir dünyada seyirci kalmanıza kadersel dengenin müsaade edebilmesi imkânsızdır.

Muhtemelen silah gücü olan devletlerinizden dolayı dokunulmaz olduğunuzu sanıyorsunuz. Ancak unutmayınız ki gaddarsı zulüm şiddetlenir ve haksız baskılar devam ederse; güvendiğiniz devletleriniz, satın aldıkları müttefikler ve güçsüz olduğunu düşündüğünüz iktidarların zorla sakinleştirdiği halklar isyan edecek, ABD ve İsrail vatandaşı avına çıkmak suretiyle dünyayı cehenneme çevireceklerdir. İlk Çağ’larda ve geçmiş felaketlerde dahi eşine rastlanmamış bir kargaşayla yeryüzünde biriken kan ve irinler buharlaşarak gökyüzünde birikecek ve yağmur misali tekrar yeryüzüne yağacaktır. Bilmelisiniz ki çıkarcı iktidarların gücü ve hâkimiyeti bir yere kadardır. Zaten adaletle şahitlik etmediklerinden şeytanlar galebe çalmakta, insanlığa koydukları fiyat etiketi yüzünden cesetler ve iniltilerle gurur duyulabilmektedir.

Tıpkı sizler gibi hiçbir insan hayvan muamelesine ve kötülüğe layık değildir. Gerekirse ABD ve İsrail vatandaşlığını reddederek kimliklerinizi yırtın ve insanlık adına önemli bir fedakârlıkta bulunun. Yoksa herkes acı, işkence ve korkular içinde ölecek. Hiç kimse ama hiç kimse insanlığı tüketen çıkarcı ve acımasız iktidarlara ve aldatıcı anlaşmalara güvenmesin. Sonunda tüm sorunları insanlıkla özdeşleşmiş halklar çözecektir.

“Yaptığımız şeyler için pişmanlık zamanla geçer, ne var ki yapmadığımız şeylere pişmanlığın çaresi yoktur.” Sydney J. Harris

13 Haziran 2010 Pazar

Erdoğan kurtuldu, Gülen boğuldu…

İnsanoğlunun söz ve davranışları her ne olursa olsun asıl kalplerde saklananın önemli olduğu vahiyde, değişik gerekçelerle başkalaşım gösterenlerin inanç ve dinine aykırı gelişmelerdeki tutumu, sindirebilme orantısıyla eşdeğerdir.

Gerek Başbakan Erdoğan’ın gerekse Fetullah Gülen’in yahudi-mason ittifakının iknalarıyla giriştikleri siyasi ve dini işbirlikleri bir güç kazanma stratejisi adına yapılmış olsa da, nasıl korkunç bir tuzak ve bataklık olduğu zaman içinde anlaşılmıştır.

Başbakan Erdoğan’ı motive etmek ve İslam karşıtlığına cesaretlendirmek maksadıyla özellikle yahudi lobilerince kendisine sunulan cesaret madalyaları ve Batı’nın sınırsız övgüleri her ne kadar sarhoş olmasını tetiklemişse de, kalbinin derinliklerindeki iman uyanmasına, dolayısıyla geri adım atmasına etki yapmıştır. Gülen gibi kayıtsız-şartsız teslim olmayıp “dur” diyerek, haksızlık ve adaletsizliğe karşı cılızda olsa tavırlar almış, insanlığa ve Müslümanlığa düşman caydırıcı güçlere bazen boyun eğmeyerek dik durabilmiştir.

Fetullah Gülen’in iman ve cesareti öyle bir tavra yeterli olmamış, para ve güç için her değerine, son açıklamasıyla insanlığa, yetmedi zulüm içinde canilerce zincirlere vurulmuş Müslüman kardeşlerine dahi fiyat etiketi koyarak, batıl bataklıkta çırpınışını sürdürmüştür.

Allah’ın ayetlerini az bir bedel karşılığı satabilecek kadar şeytanlarla bütünleşmeyi hizmet sanması, o’nun vahiydeki kriterlerce bir Müslüman değil saptırılmış bir fasık olduğunu ortaya koymuştur. Dini felsefesi her ne kadar İslami referanslar taşısa da, Allah’ın mutlak değişmez ve değiştirilemez hükümlerine bir başkaldırı ve arayış içinde haçlılar lehine kalkansı misyonerlik görevi yürüttüğü görmemezlikten gelinemez.

Kimilerinin Müslüman olduğu zannıyla Gülen’e ve karma anlayışlı hizmete karşı eleştirilerimi haksız veya ağır bularak bozgunculuk yaptığımı ve kardeşler arası nifak soktuğumu belirtmeleri, vahiysiz bir İslam düşüncesini benimsemiş olmalarındandır. Ancak vahiysiz bir İslam; hıristiyanlık ve musevilikten farksız batıl bir din olur ki, Allah ve Resulü böyle bir dini kesinlikle kabul etmemektedir. Allah ve Resulünün hükmettiği bir şeyi, hangi gerekçe ve şartlarda olunursa olunsun, iman ettiğini iddia eden bir kimsenin kendi istek ve düşüncesine göre yorumlama hakkı bulunmamaktadır.

Adil bir uzlaşma ve barışı değil de müstemlekesel bir dayatma içinde olan Batı ittifakının şartlarını kabul etmek; Allah’a, peygambere, İslam’a ve Müslümanlık gibi bir şerefe apaçık ihanettir. Eğer öyle olsaydı başta peygamberimiz Hz. Muhammed olmak üzere halifeler ve milyonlarca Müslüman savaşmaz, cihad ayetleri emrolunmaz, Allah yolunda savaşıp şehit olanlar ve dünyayı ahıret karşılığı satanlar ebedi cennetlikle müjdelenmez, İslami ordular haksızlık ve adaletsizlik bayraktarı kötülere karşı mücadeleden kaçınıp canlarını feda etmez, Gülen’in güttüğü hizmet yolunda küfre boyun eğmenin rahatlığıyla hayvanlar misali yiyerek, içerek, uyuyarak ve heyecansız namaz kılarak; onun gibi esir ve meşakkatsiz bir hayat sürerlerdi.

Sürekli Müslüman direnişçileri eleştirip lanetleyen ve İslam ülkelerinden uzak duran Fetullah Gülen; İslam düşmanı ABD otoritesi ve yahudi-mason güvencesi altında uluslar arası hizmetlerini sürdürürken; gerek ABD gerek İsrail gerekse herhangi bir Batı ülkesi aleyhine tek bir demeç vermiş mi? Ölen birkaç yahudi çocuğu için hüzün çektiğini ifade ederken, acımasızca katledilen Filistinli Müslüman bebekler için tek bir kınama yapabilmiş mi? Neden Müslüman ülkeler işgal edildiğinde, katledildiğinde, ırzlara geçildiğinde, yurtlarından çıkarıldığında, insanlık dışı işkencelere maruz bırakıldığında, baskı ve tehditlerle yıldırılmaya çalışıldığında, ambargolarla açlığa ve yokluğa terk edilip kalkınmaları engellendiğinde, çocuk-kadın demeden hunharca parçalandıklarında ve bağımsız olmamaları konusunda BM ve NATO gibi kurumları yaptırım amaçlı kullandıklarında hesabını hiç sormadı?

İslam; öyle Fetullah Gülen’in eğitim adına şarkıcı nesiller yetiştirerek caka atmasıyla, zulüm içinde inleyenlere yardım edilmemesiyle, vahşi barbarlara diz çökelmesiyle, açık zindanlara hapsolunmasıyla, Allah’a ve dinine saldıranlara eyvallah denmesiyle, hak düzeni bozmaya çalışanlara sessiz kalınmasıyla, dinleri ve ırkları yok etmek isteyen faşistlere teslim olunmasıyla, zalimlerin yardıma muhtaç bıraktıkları insanlara el uzatılmamasıyla, hak ve adalet adına kanının son damlasına kadar harp edilmemesiyle, İstiklal uğruna baş kaldırılmamasıyla ve haksızlık karşısında susularak dilsiz şeytana dönüşmesiyle yayılmadı…

Herkes Gülen’in İslam’a hizmet ettiğini, insanlara İslam’ı sevdirdiğini ve hidayete vesile olduğu hemfikriyle onun ne kadar korkunç bir zehir saçtığını kestiremiyor. Çünkü onun İslam anlayışı vahyi değil, İncil-Tevrat karmalı bir akide ve haçlı boyunduruğundaki teslimiyeti teşvik eden bir hümanizmdir. Dikkatli bir çaba, gerçeğin açık perdelerini kapatmaya çalışanlara gerekli bir cevap olacaktır.

İslam’ı ve peygamberimiz Hz. Muhammed’i reddederek kabul etmeyen Batılı camianın Gülen fikirlerini önemseyerek ilgi göstermeleri; onun yüzyılın peygamberi ilan edilebileceğine işaret değil midir?

Ayrıca Gülen’in ilmini öne çıkaranlara cevabım odur ki, yaratılmışların içinde, peygamberlerde dâhil olmak üzere ilim erbabı tek yaratık şeytandır.

Eğer kendi vatandaşlarını ve dindaşlarını; sırf Allah rızası ve insaniyet adına ambargo altında sürünen kardeşlerine yardım götürmelerini zalimden izin almadıkları gerekçesiyle suçlayabiliyorsa; onun bir insan ya da Müslüman olabilmesi mümkün müdür?

Adil olmak gerekirse; Başbakan Erdoğan daha fazla dayanamayarak haksızlık karşısında haykırabilirken, Fetullah Gülen hiçbir adaletsizlik yokmuş gibi haçlıların safındaki taşeronluğunu sürdürebilmiş ve avukatlıklarını üstlenebilmiştir.

İran aleyhine alınan kukla BM yaptırım kararına hükümetin ret oyu vermesi, alışagelen manda altındaki Türkiye politikasının umut verici bir şahlanışıdır. Şüphesiz Batı’nın sömürgeliğini onur addeden CHP, MHP, vitrin mankenleri ve aydın bozuntuları ne kadar “aman” feryatlarıyla ulusalar da; gerek milletimiz gerek Müslümanlar gerekse emperyalist karşıtı taraflarca sevinçle karşılanmış, artık barbar haçlı güçlerinin bundan böyle diledikleri gibi hükmedemeyecekleri akıllara nakşedilmiştir.

Faşist İsrail’den hiçbir farkı olmayan MHP, hükümetin aldığı kararla İran, Hamas, Hizbullah ve diğer Müslüman gruplarla aynı fotoğrafta yer aldığı eleştirisiyle nasıl insanlık düşmanı bir koalisyonun taraftarı olduğunu kanıtlamıştır. Oysa faşist MHP ya da efendisi canavarlarla aynı fotoğrafta yer almaktansa, haksızlık karşısında direnen kahramanlarla bir arada olma şerefini yeğlerim.

Artık Erdoğan; insan sellerine, alkışlara, övgülere ve partililerin güçsüz desteklerine değil sadece Allah’a dayanıp güvenmeli, kendini doğru yoldan alıkoyacak öğütlere kulaklarını tıkayıp, Müslümanları bir araya getirmek suretiyle imani çelikten bir pakt oluşturarak, tıpkı ABD’nin uyguladığı strateji benzeri imtina eden veya karşı çıkan iktidarları, içerde örgütleyeceği halkla devirerek sarsılmaz bir güç oluşturmalıdır. Ayrıca Ahmedinejad’ın BM kararını mendile benzetmesini bir nezaket sayıyor, tuvalet kâğıdını bile iltifat telakki ediyorum. Neden terörist İsrail’in BM kararlarına uymadığı konusunda tek bir itiraz var mı?

Kendilerinin ABD’ye satan Rusya ve Çin, hala bağımsız devlet statüsünde olduklarını mı sanıyorlar? O güçlerine ve nükleer silahlarına rağmen ABD mafyasına boyun eğebiliyorlarsa, şüphesiz vatandaşları büyük bir utanç yaşıyordur. Bilmelidirler ki Allah, bir gün Kuzey Kore’yi başlarına öyle bir bela edecek ve nükleer silahlarla vurduracak ki, bakalım ABD kendilerini kurtarabilecek mi?

Canlarını Allah’a, insanlığa ve adalete adamış bir avuç iman sahibinin 11 Eylüldeki zaferleri, ABD ve İsrail’e ders olmamış ki tüm Müslümanları kışkırtmak aptallığında bulunarak, halklarını tehdit etmektedirler. Aslında onlar, ölmekten son derece korkak sefil yığınlardır. Kimilerinin “savaş çıkartmak istiyorlar, tuzağa düşmeyelim” tezlerini korkaklığın bir paronayası buluyor, Müslümanların ciddi bir duruşlarında kaçacak delik arayacaklarına şüphe duymuyorum. Çünkü Allah öyle vaat ediyor. Herkesçe malum olduğu üzere hiçbir Müslüman ne savaşmaktan ne de ölümden korkar…

İnsani, hele de insan kasabı lanetli devletlerin aldığı yaptırım kararlarının Allah nezdinde hiçbir kıymeti yoktur. Allah’a iman etmiş hiçbir insan, millet ve devlet; haklarında alınan çöpsü kararlardan tedirginlik duymaz, telaşa kapılmaz ve bir zarar görebileceği zannıyla asla teslim olmaz. Çünkü mutlak irade, üstünlük ve hikmet sahibi sadece ve sadece yaratıcı Allah’tır…

“Allah’ın insanlara açacağı herhangi bir rahmeti tutup hapseden olamaz. O’nun tuttuğunu O’ndan sonra salıverecek de yoktur. O, üstündür, hikmet sahibidir. “ Fatır.2

11 Haziran 2010 Cuma

Bozulan insandan daha korkunç yaratık yoktur…

Şeytanın lanetlenmesine neden olan benlikle birlikte insanoğlu zaman içinde özgür irade ütopyasıyla Yaratıcı’sına başkaldırarak bozulmuş, ancak teoriden öte pratikte hiçbir üstünlük sağlayamamıştır. Tarihin her döneminde kötülere karşı kendini adamış iyiler dengeleri korurken, Fransız Devrimiyle insanların, özellikle politikacı, din ve bilim adamlarının tamamen azgınlaşmaları kötüye karşı mücadele edebilecek iyilerin hükmetmediği devletler ya şeytanın elçisi olmuş ya da işbirlikçilikleriyle iyi ve doğru, hak ve adalet ne varsa silip süpürerek sömürgeci, riyacı ve yalancılara dönüşmüşlerdir.

Kötülerin nefislere galebe çaldıran egemenlikleri dini ve ahlaki kuralları da tarumar etmiş, böylece ne din ne de ahlak varlık göstererek kötüye rakip olamamışlardır. Kötü konuşmayıp acımasızlıkla eylemlerini sürdürürken, sözde iyilik yanlıları ise konuşmaktan başka hiçbir mukabelede bulunamamışlardır. Kötülerin yaydığı korku sendromu insanoğlunu etkilemiş, inandıkları halde iman etmedikleri Yaratıcı’larına dayanıp güvenemediklerinden karşı koyamamışlar, dolayısıyla duygu sömürüsü ve zerre kadar yaptırımı olmayan ’kınama’ safsatalarıyla iyiliği doğramışlardır. Ne yazık ki kötünün efendileri karşısında kınatmayı dahi başaramamaları ayrı bir alçalası gerçektir…

Zulüm, haksızlık ve ayırımcılık içinde inleyen halkın tasarruflarıyla ülkelerin tüm kaynakları ordulara akıtılmakta; ya ezeli ve amansız düşmanlarla ya da şov amaçlı yapılan askeri tatbikatlar ve sözde kahramansı gösterilerle kötünün mahvı maksadıyla sefer ilan edilememekte, bilakis palazlanması için iyiliğe ve adalete, hatta halkına karşı bir güç göstergesine dönüştürülmektedir. Güçlü olan kötünün müttefiki olmak bir imtiyaz sayılmıştır.

Yanlışın ve kötünün taraftarı olmayan ne politikacı ne din adamı ne bilim adamı ne de düşünürler itibar görmekte, vicdan ve adalet lehine olabilecek bir insaniyet adına yekvücut bütünleşmektense çıkarlar gözetilerek kötünün sultalığı pekiştirilmiştir.

“Güç kimdeyse kral odur” mantığıyla Yaratıcı’nın mutlak gücü ve varlığını reddederek yaratığın gücü ve varlığını tanıyan Darwinist felsefesini bilinçsizce kabul eden müminlerin bozulmalarından şeytan hâkim olmakta, böylece örümcekten farksız güçler mukavemetsiz yapılarıyla ahkâm kesebilmektedirler.

Caydırıcı bir altyapı kararlılığı ve savaşsı bir cesareti olmayan devletlerin söz sahibi olabilmeleri mümkün değildir. Onların ekonomik kalkınmaları ve güçleri bir bombayla, hatta bir tehditle bertaraf olabilecek zayıflıktadır. Örneğin Japonya, dünya ekonomisinde süper bir güç olmasına rağmen siyasette örümcek evinden farksız bir çürüklüktedir. ABD’nin kuklası olma zilletiyle esaret altındaki emir erliği ekonomide güçlü olmasına hiçbir fayda sağlamamaktadır. Körfez ülkeleri de aynı değil mi?

İstanbul’da toplanan ve çoğunluğu Müslüman ülke olan AİGK’ya (Asya’da İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler Örgütü) terörist insan kasabı İsrail’in üyeliği, başta Türkiye ve İran olmak üzere üye Müslüman ülkeler için bir utanç kaynağı ve İsrail aleyhtarı duruşlarının da bir samimiyetsizlik göstergesiydi. AİGK, BM ve diğer örgütler, tıpkı Hıristiyanların ölülerini allayıp pullayarak görücüye çıkarmaları misali cenazelerdir. Öyle olduğu da İsrail aleyhine alınamayan basit bir kınama kararı bile gerçeğin anlaşılmasına kâfidir.

Söz konusu gösteride İsrail vahşeti gündemden düşmeyerek hem verilen mesajlar hem de kameralar karşısında İsrail caniliği vurgulanırken, ne gariptir ki başkanlık bildirisinde İsrail’e kınama kararı çıkmayabilmiştir. Özellikle Türkiye ve İran, İsrail’in üyesi olduğu bir örgütlenmede ne işleri var? Öyleyse neden İsrail aleyhtarlığı yapmaktadırlar? Bir taraftan İsrail’le aynı yatağa gireceksin, öbür taraftan fahişe diye bağırıp çağıracaksın. Haydi, canım sende!

Terörist İsrail’in katılımcı tüm ülkelere boyun eğdirerek aleyhine kınama kararı çıkartmaması, tüm Müslüman sömürgeci iktidarlar gibi Türkiye ve İran’ın da gerçekçiliğini ortaya koymuştur. Türkiye’nin dönem başkanı olduğu ve 22 ülkenin katıldığı AİGK’de de İsrail zafer kazanmıştır. Hem de İstanbul’da! Sonra da çıkmışlar işbirliklerinden ve yaptıkları anlaşmalardan gurur duyabiliyorlar. Hıristiyanlıktaki cenaze evleri, ölüye yaptıkları en gerçekçi makyajla popülaritelik kazanırlar…

Türkiye’nin Dönem Başkanı olduğu karar bildirgesiyle ilgili Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün açıklaması, ağlanacak halimize nasıl zafer çığlıkları atabildiğimize en açık delildi. “Uluslararası ve bölgesel barış ve güvenliği tehlikeye atma potansiyeli taşıyan tehditleri ele almak sorumluluğu tahtında, bir üye ülke hariç, tüm diğer üye ülkeler, 31 Mayıs sabahı Doğu Akdeniz’de uluslararası sularda seyretmekte olan ve Gazze Şeridi’ne insani yardım taşıyan uluslararası yardım konvoyuna İsrail Silahlı Kuvvetleri tarafından gerçekleştirilen eylem karşısında derin endişelerini ifade etmişler ve bu hareketi kınamışlardır.”

Demek ki toplumlar o kadar aptal ki böylesi bir riyakârlığa aldanabiliyorlar. Tamamı ABD’nin kulu olma şerefsizlikleriyle sadece halklarına karşı güçlü ve iktidardırlar. Tıpkı dışarıda horlanıp aşağılanan bir sefilin evinden içeri girmesiyle “ulan evin reisi benim” diyerek masum eş ve çocuklarını itip kakması gibi…

Kükre Erdoğan, kükre Ahmedinejad! Nasıl olsa aptal insan yığınlarınca kolayca kahramanlığa yüceltebiliniyorsunuz.

Biz insanlar, Allah’ın A’raf Süresi 179. Ayetinde buyurduğu gibi hayvanlardan da aşağı sapkın yaratıklarız. Başbakan Erdoğan’ın namı değer “one minute” çıkışıyla İsrail’e karşı duruşu bir umut doğurmuş ama sözlerinin aksine İsrail’le olan ihanetsi işbirliği derin yaralar açmıştı. Ekim 2009’da, Uluslar arası Atom Enerjisi Kurumu’nda İsrail’in nükleer kapasitesiyle ilgili soruşturma maddesi gündeme gelince, Başbakan Erdoğan liderliğindeki Türkiye, oylama sırasında toplantı salonundan dörtnala kaçmıştı. Sonrada çıkıp İsrail’in nükleer silahlarından şikâyetçi olduğunu ve bölgede nükleer silah istemediğini haykırmasının bir inandırıcılığı mümkün mü?

Diğer taraftan Türkiye’nin İsrail’e karşı veto hakkını elinde bulundurduğu en önemli kozlarından biri de OECD üyeliğiydi. Filistin Halkının tüm itirazlarına rağmen Mayıs 2010’da İsrail’i OECD üyesi yapan kararın altına imza atan Başbakan Erdoğan değil miydi? Sus, bari konuşma…

İşte bozulmuş insanların en cüretkârlarına şahit olduğumuz dünyada; ya 3. Dünya Savaşı ya da kıyametsi bir felaketle Allah’ın emrini beklemekten başka bir çarenin kalmadığı alenidir.

Geçen akşam kanallar arası dolaşırken, çıkar ve reklam amaçlı tartışmaları dinlemeye tahammül edemediğim bir programda; kalbinin çirkinliği yüzüne yansımış ve adının Nuray Mert olduğunu öğrendiğim bir hilkat garibesi, ambargoyla esarete mahkûm edilmiş kardeşlerine yardım amaçla yola çıkan şehit ve gazileri insafsızca eleştirerek, “onlar Allah adına ve şehit olabilmek için yola çıkmışlar” sözleriyle İsrail saldırısını haklı göstermeye çalışması, tipik bozuk bir insan gerçeğini ortaya koymaktaydı. Gemide onlarca farklı ırk ve inancın aynı hedefte birleşerek; kimi Allah, kimi Muhammed, kimi İsa, kimi Musa, kimi hümanizm, kimi Buda, kimi Hindu adına çıkmış ve insanlık adına birleşerek terörist bir devleti karşılarına almak suretiyle maddi hiçbir menfaat gözetmeksizin insaniyet namına cesaretle canilere meydan okumuşlardı. Söz konusu hilkat garibesi hatun, o fedakârlığı, korku ve dehşetsi meşakkati yaşamadığı halde hayvanları dahi imrendirecek bir girişimi kötülercesine Müslümanlara saldırabilmesi, insan olmadığına açık bir delildi. Eğer insan olsaydı ya saygı duyar ya da kendisine layık “noterdamın kamburu” adına o erdemli orduya katılırdı. Kanal kanal dolaşarak ücret ve şöhret karşılığı insanlığı satan pespayelerin düşünce ve davranışları, lanetsi fıtratlarından dolayı anormal karşılanmamalıdır. Çünkü şeytan görevini yapmaktadır…

ABD, tetikçisi İsrail’i kayırarak hiçbir yaptırıma yanaşmazken, İran’ın nükleer programına karşı kuklası BM Güvenlik Konseyi’nde en sert yaptırım kararları alma girişimine destek veren ülkeler apaçık Müslüman ve adalet düşmanıdırlar.

Ancak şu çok iyi bilinmelidir ki, halkların haykırışını hiçbir güç ve silahın durduramayacağı o gün geldiğinde, hain iktidarlar kaçacak yer dahi bulamayacaklardır.

Dünyanın nasıl oyun, oyuncak ve aldatmadan ibaret nefsi bir fenomen olduğu gerçeğini idrak ederek, geri dönüşü imkansız yola girmeden önce haksızlık ve adaletsizliklere karşı öyle celalli olunuz ki; ananız, babanız, evladınız, kardeşiniz ve devletiniz aleyhine dahi olsa asla adaletten şaşmayınız.

Asla bozulmuş insanlara, hele politikacılara ve dinlerine bedel biçen din adamlarına güvenmeyiniz. Yaratıcınız Allah’a dayanıp güvenin, vekil ve destek olarak O size yeter.

Savaştan başka hiçbir çıkış yolu yoktur, kaçmaya çalışsanız da bir şekilde yüzleşmekten kurtulamayacak, o debdebeli yapılar ve bakımlı bedenler en acı dehşeti tadarak, topyekûn yerle bir olacaktır…

Unutmayınız ki hiçbir güç, strateji ve bilgi; kaderin akışını ve mutlak sonu engelleyemez...

9 Haziran 2010 Çarşamba

Vallahi o koltuk sana haram…

Müslüman milletimizi terörist İsrail’e teslim eden başbakan vekili Bülent Arınç’ın içinde olduğu hükümeti şehit kanları boğacaktır.

Türkiye’nin şerefine ve bağımsızlığına saltanat sürdüğü koltuktan ihanet eden Arınç, hücumbotlar ve helikopterlerle yardım gemimize saldıran ağır silahlı teröristler karşısında yılmayarak ve diz çökmeyerek iman güçleriyle direnen kahraman vatandaşlarımızı yönetebilecek bir liyakatte olmadığı her ne kadar aşikâr ise de, parti çıkarları böylesi bir alçalmışlığı önemsemeyerek, Arınç’ı görevden almamakla aynı düşünceyi paylaştıklarını tasdik etmektedirler. Bu sebeple Arınç’lı bir hükümet başbakanın İsrail karşıtı dik duruşuna gölge düşürmekte ve samimiyetini sorgulatmaktadır.

Arınç efendi, “Kimse bizden İsrail’e savaş ilan etmemizi beklemesin” sözlerinden pişmanlık duyup özür dileyeceğine, daha da haddi aşarak acımasız katil İsrail argümanlarını meşrulaştıran yardım gönüllülerini suçlayıcı ifadelere arka çıkması, hiçbir gerekçeyle bağışlanamaz.

Tüm dünya halkları, hatta bir kısım insaf sahibi museviler dahi İsrail’i lanetleyip canlarını insanlık adına hiçe sayan kahraman gönüllülerin vicdani girişimlerini müdafaa ederlerken, cennette yaşayan şeytanın lanetlenmesi misali Allah’ın ayetlerini dünyevi çıkarları uğruna satan Fetullah Gülen’in “Yardım gemisinin İsrail’in izniyle gitmesi gerektiğini, böyle olmadığı için eylemin “otoriteye karşı” bir eylem olduğu” açıklamasından cesaretlenen dalkavuk Arınç’ın “Bana Hoca Efendi’nin İsrail ile ilgili sözlerini soruyorlar. Burada cevaplayayım. Hoca Efendi, her zamanki gibi doğru söylüyor” beyanı, Müslüman kimlik ve akıttıkları gözyaşlarıyla toplumları etkileyen münafıkların gerçek niyetlerini ortaya koymuştur. Mühürlü yığınların dışında nasıl bir münafık olduğu tartışılmaz olan Fetullah Gülen’in kendisini kurtaracağını sanan Bülent Arınç, yürekleri dağlanan ve şerefleri doğranan milletimizi temsil etmemelidir. İyi bilmelidir ki Başbakan Erdoğan’a dizdiği övgüler ve partideki sözde vazgeçilmez gücü de onu perdelemeye yetmeyecektir.

Varlığı boyunca dünyadaki huzur ve güveni bozan, toplumları işgal eden ve fitneleriyle işgal ettiren, kendinden başka hiçbir din ve ırka yaşam hakkı tanımak istemeyerek entrika, komplo ve kumpaslarla dünyayı cehenneme çeviren, bebek-çocuk-kadın demeden katledip insanları açlığa, zincirlere ve işkenceye mahkûm eden, en acımasız soykırımı işleyerek uluslar arası hukuka meydan okuyan, dünyadaki işlenen tüm kötülüklerin tetikleyicisi, Müslümanların amansız ve acımasız hasmı olan bir otoriteden; insanlık adına izin alabilmek mümkün mü? Merhamet bekleyebilmek olası mı? Hak ve adalet adına barışçıl bir dünya talep edebilmek söz konusu mu? Ambargolarla tecrit edilen masum insanlar, barbar otoriteden izin alınamadığından çaresizliğe ve ölüme terk edilmedi mi? Şeytanla insani bir işbirliği yapılabileceği hangi dinde ve düşüncede mevcuttur? Şüphesiz satanizm de!

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun. O’na yaklaşmaya yol arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz. “ Maide.35

Açıkça ABD ve İsrail yanlısı olduğunu dahi itiraf etmekten kaçınıp, eğitim, hümanist ve dini söylemlerle en korkunç sömürüyü gerçekleştiren Fetullah Gülen, peygamberimizin buyurduğu ”Münafık, kâfirden yetmiş kez daha tehlikelidir” hadisiyle, cani Netanyahu’dan çok daha sinsi bir cehennemîdir. En azından Netanyahu’ya bir düşman olduğu bilinciyle tavır alıp arkanızı dönmüyorsunuz ama kendinizden bildiğiniz bir hainin ihanetini kestiremeyip yıkılabiliyorsunuz. Ki onların en etkileyici anahtarları sözde sevgi, insanlık, barış ve merhamettir.
Şahsıma nasip olmayan o onur gemisiyle yola çıkan kahramanların anti-Müslüman’ıyla dahi kıyaslanamayacak seviyesizlikte olan gerek Fetullah Gülen gerekse Bülent Arınç; Filistin ve insanlık tarihine bir utanç abidesi olarak kazınmışlardır.

İsrail işbirlikçisi BDP ile aynı düşüncede olan CHP ve MHP’nin Bülent Arınç’la ilgili bir gensoru vermeye cesaret edememeleri dahi, İsrail yandaşlıklarına açık bir delildir. Şüphesiz onlarda sömürdükleri o şehit kanlarına gömülecek ve İsrail’in akıbetine uğrayacaklardır.
Alçak İsrail saldırısına aman vermeyerek canlarını feda edip şehitlik mertebesine ulaşan ve yaralanarak gazi olanlar bir yana; İsrail canavarların tehditlerine dimdik durarak belirsiz süreli zindanları ve işkenceleri göze alıp sınır dışı belgelerini imzalamayan kadın ve erkek yiğitleri saltanat koltuklarından eleştirebilecek kadar alçalabilen insaniyetten uzak korkak ve riyacı politikacı, hoca, gazeteci ve yorumcuları zalim İsrail’den daha insafsız buluyorum.

“Başörtüsü namusumdur, iktidara gelince çözmeye söz veriyorum” vaadiyle halkı aldatarak sekiz yıldır namusunu unutup bir koltuktan diğerine oturabilen Bülent Arınç’ın milletimize yenilgi tattırması anormal sayılmamalıdır. En etkili silahı olan hatipliği, gözyaşı ve Müslüman kimliği kendisini yeterince gizlemekte ve insanların gerçeğe inanmaları tereddüde mahal verebilmektedir.

İnsanoğlu muhakemeden yoksun öyle ahmaktır ki, iman ettikleri önderlerinin hata ve ihanetlerini kıyasıya savunabilmekte, aklayacak yorumlara kalkışarak yanlışı meşrulaştırabilmektedirler. Gerek devletler gerekse kişiler bazında farkında olmadan iki tanrı edinebilmenin şirki; sevgi, tazim, itaat ve korkuyla açığa çıkmaktadır.

“Allah buyurdu ki: İki tanrı edinmeyin! O ancak bir Tanrı’dır. O halde yalnız benden korkun!“ Nahl.51

Fetullah Gülen’in neden Allah’ın ipine değil de Vatikan ve Haçlı ABD’nin ipine tutunarak İslâm düşmanlarıyla ittifak yapabildiğini cemaatine yayınladığı tebliğiyle anlayacaksınız.

Günümüz Roma İmparatorluğunun otoritesi ABD ve tetikçisi İsrail, Gülen’e biçtikleri misyonerlik göreviyle hem milletimizi hem de İslam dünyasını içerden vurmaktadırlar. Sahip olduğu okulları, basın ve yayın kuruluşları, şirketleri ve cemaatini sinsice emelleri uğruna nasıl kullandıkları, Gülen’in düşünce ve fetvalarıyla ortadadır. Vahiysel İslâm’ı asimile ederek, Müslümanları vahiysel şuurdan ve cihaddan uzaklaştırmak suretiyle güçsüzleştirip haçlı otoritesinin esaretine mahkûm etmeye çalışan taşeron Gülen; dinler arası diyalog manipülasyonuyla barbar ABD ve İsrail’in zulmüne ve işgaline karşı dinlerini ve vatanlarını canları pahasına savunan direnişçileri lanetliyor, Müslümanların boyun eğip teslim olmalarını isteyerek, küresel barışa en büyük engel görebiliyor.

Yüz binlerce Müslüman’ı katleden, en adi işkencelerle öldüren, yurtlarından çıkaran, ırzlarına geçen, Kur’an’ı ayakları altında çiğneyen, peygamberimize hakaret eden, vatanları işgal eden, camileri bombalayan canilerin yandaşı Gülen kimdir ve alttan alta kimin hesabına çalışmaktadır?
Acaba öncesinde cennette yaşayan şeytanın ‘bir bilgi’ye göre Yaratıcı tarafından lanetlenip ebedi cehenneme gark edilmesi misali dünün Müslüman Gülen’i de aynı akıbete mi çarptırılmıştı? Büyük bir çoğunluğu samimi ve ihlaslı hayırsever ve hizmet ehli cemaat üyeleri, neden gerçeği kabul etmemekte direniyorlar?

Aslında Fetullah Gülen’in 28 Şubat’tan sonra aldığı dehşet verici kararlar akabinde vahiysel hükümlerden vazgeçip güç gördüğü sadece paradan taviz vermeyip ABD’ye yerleşmek suretiyle haçlı ittifakına katılması, tarih boyunca pek az rastlanabilen bir örnektir.

İşte Fetullah Gülen’in 28 Şubat post-modern darbesiyle birlikte cemaate yayınladığı deklârasyon:

1- Evlerde bulunan Risale-i Nur Külliyatları kaldırılacak. Herkes, bu eserleri sivil olan akrabalarının yanına götürecek.
2- Evlerden, Hocaefendi’nin kaleme almış olduğu eserler kaldırılacak, Kuran-ı Kerim’den başka hiçbir dini kitap kalmayacak.
3- Evlerin giriş kısmına, hatta dış kapı açıldığında görülebilecek yerlere Atatürk’ün fotoğrafları asılacak. Odalarda, 10. Yıl Nutku ve İstiklal Marşı duvarlarda olacak.
4- Evlerde, görünür kısımlarda, Nutuk gibi kitaplar bulunacak.
5- İşyerine giderken Sabah, Milliyet, Cumhuriyet gibi gazeteler alınıp götürülecek ve işyerinde herkesin görebileceği yerlere bu gazeteler konacak.
6- Zaman gazetesi, Aksiyon, Sızıntı gibi dergilere başka isimler altında abone olunacak. Dergi ve gazete ücretleri yatırılacak. Fakat kesinlikle ev adresi verilmeyecek. Bu yayınlar evde bulunmayacak
7- Telefonlar istihbarat birimleri tarafından dinlenildiğinden, telefonlarda kesinlikle dini konuşmalar yapılmayacak. Selam verilmeyecek. Hatta hayırlı sabahlar bile denilmeyecek. İyi günler, günaydın türü konuşmalar yapılacak
8- Telefonda hizmetler hakkında konuşma yapılmayacak. Hiçbir elemanın ismi zikredilmeyecek. Adres verilmeyecek. Sohbet yapılacak evler hakkında konuşulmayacak
9- Eğer herhangi bir evde buluşma olacak ise telefonlarda kodlu konuşulacak. Mesela ‘Bu akşam maçı nerede seyrediyoruz?’, ‘Bu akşam bizde okey oynayalım mı?’ ‘Gelirken şu isimleri de çağır’ gibi.
10- Cuma namazına üç hafta üst üste gidilmeyebilir. Bu nedenle birimlerde bulunan elemanlar üç gruba ayrılacak. Her hafta bir grup gizlice Cuma namazına gidecek. Diğer kalan iki grup birimlerinde kalacak. Birim amirlerinin gözleri önünde bulunarak dikkat çekilmeyecek. Hatta mümkünse, Cuma namazı vaktinde, Polis Evi’nde birim amirleri de çağrılarak yemekler tertiplenecek. Kurum içinde bulunan halı sahalarda yine birim amirleriyle maç yapılacak
11- Kesinlikle hiçbir vakit namazı işyerinde kılınmayacak. Cem edilecek. Yatsı namazında evde topluca kılınacak.
12- Çöp kutularından boş bira kutuları ve içki şişeleri toplanacak. Evdeki çöpler dışarı konduğunda bu şişe ve kutulardan birkaç tanesi çöpün görünen kısımlarına konulacak.
13- İşyerinde kendi cemaatimizden başka bir grubun ya da cemaatin elemanlarının başı derde girdiğinde kesinlikle yardım edilmeyecek. Hatta görmezlikten gelinecek.
14-İşyerinde lehimizde ve aleyhimizde cereyan edilecek tüm konular anında bağlı olunan imama bildirilecek.
15- Önceden hanımlarının başları açık olup sonradan kapananlar, eşlerinin başını açacak. Eşinin başını açan her eleman eşiyle beraber birim amirlerinin görebileceği yerlere gidecek. Mesela; polis evine yemeğe veya bayramda bayramlaşmaya.
16- Önceden hanımlarının başları kapalı olsa dahi önemli yerlerde çalışanlar mutlaka eşlerinin başını açacak.
17- Akademi, kolej ve polis okulu öğrencileri hafta sonunda dershanelere gönderilmeyecek. (Dershaneden kasıt cemaatin evleri veya kendilerine ait dershaneler olsa gerek.)
18- Tüm öğrencilerle pastane ve lokal gibi yerlerde buluşulacak.
19- Tüm akademi, kolej ve polis okulu öğrencileri mutlaka bilgisayar kursuna gidecek.
20- Kurban bayramlarında hiçbir eleman kurban kesmeyecek. Deri toplama işine girmeyecek. Fakat tam bir kurban parası imama verilecek ve bu para hizmete aktarılacak. Hizmetten bu elemanlara sadece bir but gönderilecek. Böylece deri toplama işi olmayacak. Herkes kurban kesmiş olacak. Çevreye de kurban kesmedik denecek.
21- İşyerinde ve çevrede lâiklik ve Atatürkçülüğü öven konuşmalara iştirak edilecek. Dini öven konuşmaların olduğu gruplardan uzak durulacak
22- Son alınan duyumlarda MİT, Emniyet Genel Müdürlüğü’nde çalışan tüm amir sınıfı personelin adreslerini tespit etmiş ve bu amirlerin evlerine giderek bir adres sorma bahanesi ile kapılar çalınıp hanımlarının kapalı olup olmadıklarını tespit etmektedir. Bu nedenle evlerde kadınlar başı açık duracak ve kapı çalındığında başlar açık olarak kapılar açılacaktır.

Gerek Fetullah Gülen, gerekse Bülent Arınç gibilerin gerçekte kim oldukları Allah hükmüyle aşikârdır.

“(0 münafıklar) mutlaka sizden olduklarına dair Allah’a yemin ederler. Hâlbuki onlar sizden değillerdir, onlar korkan bir toplumdur.” Tevbe.56