2 Temmuz 2009 Perşembe

Bilimsel iradenin hiçliği…

Dünya; Yaratıcı’nın “Mutlak İradesi” karşısında yaratıkların acziyetini, dolayısıyla bilim adına ortaya konulan tüm irade savlarını çökerten en somut kanıtlarla doludur.

Benlik sahibi insanoğlunun sahip olduğu akıl, bilgi ve kuvvetlerini özgür veya cüz’i iradeleri sonucu elde edemediği, her şart ve koşulda “Mutlak İrade” nin etkisi ve güdümünde bir yaşama mahkûm oldukları aşikâr ise de, Yaratıcıları ile irade konusundaki yarışlarında sürekli mağlup olmakta ve yine de benliksel hırslarından vazgeçmeyerek inatlarına devam edebilmektedirler.

Psikiyatrın ünlü teorisyeni Freud, Jung ve konusunda söz sahibi onlarca ruhsal bilim adamı gibi, Houston Medical Center doktorlarından ve uyku tıbbının kurucularından 77 yaşındaki Prof. Dr. İsmet Karacan’ın teorilerini kendinde uygulayamayıp, uyku sorunu çekerek bunalıma girmesi sonucu intihar etmesi, sözde yaratıcı olarak lanse edilen bilimin kader karşısında nasıl bir aldatıcı olduğunu ispatlamaktadır.

Bilim adamlarının düşüncede ürettikleri hipotezleri pratiğe geçirememeleri ve özellikle kendilerinde uygulayarak şifa ve huzura kavuşamamaları, pozitivist bilimin insanoğluna icat ettirilen en büyük yalan olduğu gerçeği dikkatlerden kaçmamalıdır.

Merkezi ABD’de bulunan uyku tıbbının kurucusu ve Uluslararası Uyku Araştırmaları Vakfı’nın (International Sleep Research Foundation) başkanlığını yapan Prof.Dr. İsmet Karacan; neden uyku sorunun yenemedi ve bunalıma girerek intihar etti? Kendini şifaya ulaştıramayıp ölümüne sebep olan teorileri, başkalarına nasıl fayda sağlayacaktı?

Akılcı kanun ve prensiplerle güçlü kılındığı iddia edilen irade, bağımsız ve egemen olması gerekirken; neden birçok hata ve yanlış yapabiliyor, ısrarda bulunabiliyor, başarısızlığa uğrayabiliyor, hatta kendi kendini öldürerek yok edebiliyor?

İradenin özgürlük bağlamında sürekliliği olan dileklerini gerçekleştirebilme, kayıpları, acıları ve engelleri durdurabilme ve aşabilmesi gerekirken; neden beslendiği rasyonalizmi, pozitivizmi ve özgürlüğü sabote edip paçavraya çeviren “Mutlak İrade”’ye, yani kadere mani olamıyor? Hâlbuki düşünce ve eylemi benliği doğrultusunda denetleme zorunluluğu olan özgür ya da cüz’i irade, her türlü dış müdahaleye karşı kalkan misali kendini muhafaza etmesi gerekirken; neden arzu etmediği bir şeyi yapabilmekte, keşkelerle pişman olabilmekte, acı ve dehşeti önleyememekte, duygulara mağlup olabilmekte, kendi içinde çatışabilmekte, plan ve programları bozulabilmekte, gülerken ağlayıp ağlarken gülebilmekte, hiç ummadığı ve beklemediği olaylar karşısında sarsılarak, yenilgiye uğrayabilmektedir?

Bilimsel değerler ve kurallar işletildiği halde aksaklıklar baş gösteriyor ve irade etkisiz kalabiliyor ise; bilimsel aklın ve mantığın ısrarla kabul etmek istemediği fevkalade önemli bir tehdit ve tehlikenin varlığı asla savsaklanmamalıdır.

Yaratıcı Allah’a karşı yaratık insanı egemen kılmaya çalışan bilim ile ilgili en çarpıcı yargı, ünlü dahi Newton tarafından yapılmıştır: “Bilim, dünya gerçekleriyle kıyaslandığında, tüm bilimin ilkel ve çocukça kaldığı, daha düzgün çakıl taşları ya da daha güzel midye kabuklarını toplamakla yetinildiğidir.”

İşte dedim ki: Dualiteyi yok edemeyen, kaderi değiştiremeyen, ölümü durduramayan, hastalığa mani olamayan, yaşamı belirleyemeyen bir bilim; insanoğluna icat ettirilen en benliksel yalandır.

Ya, psikiyatr’ın teorisyen babası Freud’a ne demeli? Psikanalizciler, hipotezleri ile hayali hasta türleri üretmekte ve kendi ürettikleri nesnel hastalıklara tanım koyarak, sözde şifa dağıttıkları iddiasıyla hastaları sömürmekte ve dolandırmaktadırlar. Psikanaliz kuramını ortaya atan Freud, teorilerinin işe yaramazlığını şu sözlerle itiraf etmiştir. “Benim görüşümce, psikanaliz özel bir evren tasarımı kurma gücünde değildir. Buna da gereksimi yoktur. Çünkü bilimin bir bölümü olduğundan, bilimsel bir anlayışa katılabilir. Gelgelelim, pek de tumturaklı bir biçimde övülmeye değer değildir. O pek yetersizdir. Bütün gizlerin içine giremiyor, ne fikir tekelcisidir, ne de sistemlidir.”

Freud bile ruhun çözülemeyen gizemi karşısında kendi psikanaliz kuramını reddetmek zorunda kalmış, ama günümüz psikiyatr, psikolog ve kişisel gelişim uzmanları, ruha egemen olunabilecek özgür irade savlarıyla aldatmaya ve sömürmeye devam edebilmektedirler. Oysa hepsi, Freud’un teorilerinden beslenmektedirler.

Libidoyu, yani seksi savunan Freud ile, karşı çıkan Jung, teorilerinin tam aksi bir yaşam sürmüşlerdir. Freud, seksten hiç hazmetmeyip, hayatından uzak tutmaktayken, psişik gelişim ve bireyselleşme teorisinin babası Jung ise, sekste gayet aktiftir ve evlilik dışı ilişkilerde sınır tanımamıştır.

Hayattan kendini izole eden Jung’ın annesi; “o bir zamanlar asosyal bir canavardı”, babası ise, “hayatını da kazanamazsa bu çocuktan ne olur” demişlerdi. Ancak onlar, günümüz psikiyatr, psikanaliz ve psikoterapi’nin temellerini atmışlardır.

Freud’da, tıpkı intihar eden Prof. Dr. İsmet Karaca gibi aciz ve teorilerini hayatlarına geçirmeye başaramamış iradesizlerdendi.

Freud, puroya olan aşırı düşkünlüğünden ağız kanserine yakalanmış, tam 33 defa ameliyat olmasına, ağzı askıya alınmasına, kalp rahatsızlıklarına, dayanılmaz acılara, nefes darlığı ve göğüz ağrıları çekmesine rağmen; yine de puroyu bırakamamıştı. Ne arkadaşı Dr.Fliess’in tüm çabaları, ne de iradesel teorileri onu ikna edemiyor ve puro içmekten vazgeçiremiyordu.

Freud, bir gün, arkadaşı Dr. Fliess’e şu mektubu yazmıştı: “Motivasyondan çok yoksunum, hani sen bir önceki mektubunda; ’bir insan bir şeyi çok ister ve onun gerçekten hastalığına sebep olduğuna tamamen inanırsa bırakabilir demiştin. Peki, ben neden başaramıyorum?’

Böylece, herhangi bir kimse veya bir bilim adamı, inandığı bir değeri ikmal edemiyor ise; o değeri başkalarına empoze etmeye kalkışması gayri ahlakidir. Eyleme dönüştürülemeyen bir düşünceye kıymet verilmemeli ve sömürülmeye fırsat tanınmamalıdır.

Genelde insanlığın kaderi, hak ettiği olacaktır.” Einstein

Hiç yorum yok: