31 Ekim 2008 Cuma

Rezil münafık

Devletin “iman ve inancı reddedip aklın üstünlüğünü kabul eden” rasyonalist ve pozitivist resmi laik politikası, ahlakı değerleri öylesine biçmiş ve doğramış ki, dinlisi dinsizi, cahili eğitimlisi, yazarı sanatçısı, gazetecisi akademisyeni, sokaktaki rütbelisi; suçluları ve sapık yığınları oluşturabilmişlerdir. Her benliğin kendine göre bir doğrusu ve yanlışının olduğu ucube anlayışlara cinsellik ve şehvetin de katkı yapması, toplumdaki korku ve tedirginliği derinlemesine arttırmış, artık hiç kimseye güvenilemeyeceği gerçeği kaçınılmaz bir sonuç olmuştur. Kişilerin, sapıklıklarını bir suç değil de bir hakmış gibi gösterme ve referanslarını ya dini, ya siyasi, ya da mantıki çerçevede değerlendirme çabaları, tehlikeyi büsbütün korkunçlaştırmaktadır. Bütün bu ahlaki körelmeye ve fevkalade berbat gidişe devlet, suçlulara hiçbir müsamaha göstermeksizin en ağır şekilde cezalandırarak dur demesi gerekirken, gerek yasa, gerek yargı, gerekse bilim kuruluşlarınca mükafatlandırmakta, böylece, sapıklığı ve sübyancılığı teşvik edici bir görünüm sergileyebilmektedir.

Ahlakın olmadığı bir toplumda kanunların hiçbir şey yapamayacağı hakikati temel düstur olmaktan çıkarılmış, para her kapıyı açar, mutluluğu ve güveni sağlar mantığı “Manukyan Ekonomisi” güdülmesine neden olmuş, dolayısıyla materyalist kitleler doğdurulabilinmiştir. Gündemde olan ve sözde hayretler içinde izlediğimiz 80’lik Hüseyin Üzmez ve ödüllü opera sanatçısı genç, İslam-laiklik-batıcılık anlayışların harmanlaştırılmasıyla ortaya çıkarılan çirkin ve dayanaksız eğitimlerin ürünleridirler.

Çağın utanmazı Hüseyin Üzmez’in tövbe edip af dileyeceğine, televizyonları dolaşıp halkın karşısına çıkarak inkarı seçmekle kalmayıp, Peygamberimiz Hz.Muhammed’i iftiralarla referans göstererek sübyancılığına meşruiyet kazandırmak istemesi ile, opera sanatçısı tenorun ırzına geçtiği kızları “onlar nasıl olsa bir gün kadın olacak” sözleri, toplumumuzun içinde bulunduğu dehşeti kanıtlamaya yetmektedir. İnsanların huzur ve güveni için cezanın mecburî bir yaptırım olacağını emreden Yaratıcı, insan fıtratını kendisi yaratması sebebiyle başkalarına caydırıcı tek güvence belirlemiş ve bu temel esasta; “kendiniz, ana, babanız ve akrabalarınız aleyhine de olsa adaletle şahitlik etmekten kaçınılmamasını” buyurmuştur. Bu sebeple, Yaratıcılarından değil de yaratıklardan çekinerek yaptıkları ahlaksızlıktan ve vicdansızlıktan zerre miktarı olsa sıkılmayan mahlûklar, şüphesiz şeytandan farksızdırlar.

İnsanlıklarını yitirmiş bu sefillere, şeytan misali saptırılmış olmalarından ötürü aslında söylenecek fazla bir söz yoktur. Çünkü onlar iflah olmaları imkansız “hayvandan da aşağı” yaratıklardır. Eğer aksi olaydı; kendilerini yalan, hile, rüşvet, şantaj ve tehditlerle aklayabilme yerine pişmanlık duyduklarını itiraf ederek, günahlarından arınabilme yolunu seçer, bir köşeye (itikâfa) çekilerek Yaratıcılarına yakarır ve cezalandırılacak olmalarını asla elem yapmazlardı.

Üzmez’i yargılayan mahkeme heyetinin, o zavallı kız çocuğunun gözyaşlarına, inlemelerine ve deşifre edilerek mundar hale getirilmesine duyarsız kalarak Üzmez’i tahliye edebilmelerini asla kabul edemiyor ve vicdanlarını sorgulamaktan kendimi alıkoyamıyorum. Mahkemeye sunulan raporlar her ne olursa olsun, yaşanan gerçekler ve toplumsal ahlak, göz ardı edilebilecek bir cömertlikte olmamalıydı. Annesi tutuklu olan kız çocuğuna, gerek annesi, gerekse babası tarafından yapılan baskılar geri adım atmasına neden olmuş, dolayısıyla adalet kandırılarak çiğnenebilinmiştir.

Dün akşam Fatih Altaylı adlı programcının bir TV kanalında sübyancı Hüseyin Üzmez’i aklama çabaları, sanırım milletimizin dikkatinden kaçmamıştır. Hüseyin Üzmez’in kendinden emin avukatını izledikçe, hemen “Şeytanın Avukatı” adlı sinema filmini hatırladım. Fatih Altaylı’nın kol manşetlerindeki pornografik çırılçıplak kadın figürleri, kamuoyuna karşı Hüseyin Üzmez’i neden aklamak istediğini açıkça ortaya koymuştur. Bir de eşinin kol düğmelerini hediye ettiği beyanı ise, ayrı bir fecaattir.

Sübyancı moruk Hüseyin Üzmez’in taraftarlarına sesleniyorum! Üzmez, Müslüman değil, bir münafıktır. Dolayısıyla hiçbir Müslüman, Üzmez’in toplumumuzu katleden sapık düşünce ve davranışlarından ötürü dert edinmemeli, kendini aklayabilme ve taraf toplayabilme adına laik medya için geliştirdiği “oyun ve komplo” kurgusuna kanmamalıdır. Geçmişte o kanallarda programa şeref konuğuı olarak davet edilen ve şaklabanlıklar yapanın kendisi olduğu da unutulmamalıdır. İnsan, yaratık olmasından dolayı hata ve yanlış yapabilir. Hata ve yanlıştan münezzeh sadece ve sadece Yaratıcı Allah’tır. Erdemli ve mümin bir insan; dünyaya değil, ahırete iman etmesinden hata ve yanlışını asla inkara kalkışmaz ve inanmış Allah’ına yönelerek af diler, tövbe eder. Unutulmamalıdır ki, şeytan cennette yaşarken benlik yapmış ve lanetlenerek ebedi cehenneme gark edilmişti. Ne var ki şeytan, Üzmez gibi suçunu inkara gitmemiş ve Yaratıcısının kendisine biçtiği cezayı kabullenmişti. Şimdi şu soruyu kendinize sorun: Lanetlenmeden önce cennette yaşayan ve yaratıkların içinde en muazzam ilimle kuşatılan bir cin, yanlış yapabiliyor ise; sözde insan olan bir Üzmez, neden yanlışlık yapmış olmasın?!? Üzmez'i hata ve yanlıştan münezzeh görmek, büyük bir şirk ve Allah’a eş koşmaktır.

Bilinmelidir ki kötülüklerin elçisi şeytan, kıyamete kadar görevdedir. Henüz kamuoyuna mal olmayıp deşifre edilmemiş milyonlarca çarpık ve sapık ilişkilerin yaşanmakta olduğunu bir düşünün... İnanın filimlerdekinin çok daha beteri....

17 Ekim 2008 Cuma

Genelkurmay, TSK’ni yıpratıyor

TSK’ni sevk ve idareyle yükümlü Genelkurmay, teoride her ne kadar bir bütünlülük içerse de pratikte ayrı değerlendirilmesi gerekliliğini defalarca vurgulamış, başarısızlığın TSK’ne mal edilmemesi konusunda hayati ve stratejik açıklamalarda bulunmuştum.

PKK gibi çapulcu bir terör örgütünü 25 yıldır elimine edemeyerek saldırılarını püskürtemeyen bir yönetimin sorgulanması, şüphesiz binlerce can vermiş, mal ve can güvenliğini yitirmiş endişeli milletimizin kaçınılmaz hakkıdır. Kemalist yapısıyla tamamen politiğe olmuş bir kurumun, yıllardır irtica gibi ütopik bir tehlikeye yoğunlaşarak asıl hedeften sapması, otomatikman yaşanılan felaketleri doğurmuş, dolayısıyla PKK’nın bitmez tükenmez barbar varlığı, güçlenerek süregelebilmiştir. Bugün terör örgütü ile baş etmekte aczi yet gösteren bir Genelkurmay, nasıl olacak da yarın meydana gelebilecek ciddi bir savaşta TSK’ni yönetebilecek ve zafer kazandırabilecek?

Darbe ve irtica korkusuyla iktidarını tescil edemeyen Müslüman referanslı hükümet, Genelkurmay’ın hata ve yanlışlarına sessiz kalmakla yetinmeyip, birde halkımızı tehdit eden çıkışlarına alkış tutabilecek bir yalakalığı içine sindirebilmektedir. Bu durumda terörle baş edebilmemiz veya terörü bitirebilmemiz mümkün mü? Öyle, sorgulayanları ve hesap soranları susturmakla ancak günü kurtarabilirler. Ya sonrası? İstihbarat eksikliğinden ve başıboşluktan yüzlerce asker ve vatandaşımız canlarını verirler ve beldeler boşaltılırken, kendileri ya golf oynayabilmekte, ya başka bir keyif içinde güvenli yaşamlarını sürdürmektedirler. Ya da hegemonyası altındaki efendileriyle çıkar pazarlığı yaparak, PKK ve destekçilerine meşruiyet yolları aramaktadırlar.

Aktütün veya Bayraklı karakolları tüm alana ve sınıra hakim bir konumda bulunmalarına rağmen teröristlerin gelişinin fark edilememeleri ya da görülüp bilgi verilmesine rağmen, helikopter veya uçakların müdahale etmemelerinin hesabını kim vermelidir? “Zaten askerlerimiz ve halkımız canlarıyla ve organlarıyla gerekli bedelleri ödemiyorlar mı?” diye düşünebilirsiniz…

Artık bugün, tüm milletimizin hesap sorma zamanıdır… İçi boş, sonu ihanet olan şehit edebiyatını, farazi gösterileri ve abartı nutukları dışladığımız an, bilinmelidir ki Genelkurmay da hükümet de hadlerini öğrenip görevlerini yapmak mecburiyetinde kalacak, dolayısıyla terörün bitirilme süreci başlayacaktır.

10 Ekim 2008 Cuma

APO’yu asmadan terörü önleyebilir misiniz?

Başarısız, iktidarsız ve kararsız hükümetlerin ve Genelkurmay’ın Batı hegemonyasındaki esaretsel duruşları; güvenlik güçlerimizin ve vatandaşlarımızın katliamlarını arttırarak devam ettirmekte, dolayısıyla 25 yıldır bir avuç çapulcu teröristin baskınlarına ve galebe çalmalarına fırsat tanımaktadır. Avrupa İnsan Hakları adına kaldırılan idam cezaları azgın ve bölücüleri cesaretlendirmiş, azılı cani APO’nun idam edilmeyerek sunulan hükümranlığı, doğal olarak terör eylemlerini çoğaltarak parçalanmayı hızlandırmıştır. Yoksa bütün bunlar, ileride APO’yu cumhurbaşkanı koltuğuna oturtmak ve Atakürk yapmak için mi?

Cav cavlı törenlerin, nutukların ve sözde olağanüstü toplantıların boş bir gösteri ve sedadan öte hiçbir sonuç getirmediği apaçık ortadadır. Terörü, can kaybını ve göz yaşını bitirmenin olamazsa olmaz sadece iki yolu vardır. Ya, idam cezası yeniden kanunlaştırılarak başta APO olmak üzere tüm katiller asılacak, ya da PKK’nın talep ettiği şartlar temelinde uzlaşma sağlanacak. Bunun dışındaki başka yollar, insan fıtratına ve evrenin kanunlarına tamamen aykırıdır.

Hükümet ve Genelkurmay’ın Türk milletini daha fazla aldatmaktan vazgeçerek gerçeğe, yalnızca gerçeğe yoğunlaşıp sonuca gitmeleri, bu fedakar millete vazgeçilmez can borçlarıdır. Günü kansız, acısız ve feryatsız geçmeyen bir ülkede; öyle demokrasi, özgürlük, çağdaşlık, insan hakları gibi ütopik sözcüklerle müspet hiçbir sonuca varılmadığı ve varılmayacağı, muhakeme edebilen her aklın ulaşabileceği bir yargıdır.

Ayrıca şehit cenazelerinde görülen içler acısı ve tüyler ürpertici bir başka paradoksal manzara ise; vatanları uğruna ölen şehitlerin geriye bıraktıkları türbanlı dul ve yetimlerin, kamu alanı gibi bir yasakla karşı karşıya olmalarıdır. Demokrasi ve insan hakları adına teröristi idam etmeyerek af edip, canına kastettikleri halkın vergileriyle besleyen düşünce; başı örtülü şehit eş ve çocuklarına aynı özgürlük hakkı tanımıyor, eğitimine ve çalışmasına izin vermiyor… Lütfen söyler misiniz? Böylesine korkunç bir acımasızlığı ve totalitarizmi nasıl bir vicdan içine sindirebilir ve dünyanın neresinde mevcuttur?!?

Herkesçe bilinmelidir ki; gerçek suçlu sokaktaki suçlu ve terörist değil, onu cesaretlendiren politikacılar, yasalar ve karar organlarıdır

5 Ekim 2008 Pazar

Kemalist teröristler

Müslüman milletimize karşı amansız düşmanlığı kendilerine hedef edinip nifak, bölücülük ve şiddete başvurabilen mihrakların tutuklanarak adalet önünde hesaba çekilmeleri, şüphesiz her vatandaşımızın sevindiği bir gelişmedir. “Ergenekon” çatısı altında ittifak sağlayan söz konusu teröristlerin emekli general, subay, polis, işadamı, gazeteci ve yazar gibi çevrelerden oluşmaları vahameti bir kat daha arttırmakta, beslendikleri kaynağında CHP olduğu ifadelerle ve desteğiyle ortaya çıkmaktadır.

Dün müttefiki PKK‘yı destekleyen bugün de “Ergenekon Terör Örgütü”ne açıkça sahip çıkabilecek cesareti gösterebilen CHP’nin, siyasi bağlamda DTP’den hiçbir farkı bulunmamakta, hatta gizli hesaplarından ve sinsi emellerinden dolayı onlardan da çok daha tehlikeli oldukları anlaşılmaktadır. Nur Serter gibi acımasız çetenin şövalyelerinden bir neonazi’yi milletvekili yaparak dokunulmazlığa bürüyen CHP, bugün olabilecekleri kestirebilseydi tutuklanan tüm teröristlere milletvekili imkânı sağlayarak, mutlaka yargılanmalarını önlemek isterdi.

Cumhuriyet kurulduğundan günümüze kendilerini Türkiye’nin yegane sahibi zannıyla doğrudan ya da dolaylı yollardan iktidarlarını sürdüren CHP ve Kemalist çeteler, artık milletimizin söz sahibi olmak istemeleriyle okkalı bir tokat yemişler ve tüm kirlilikleri her geçen gün su yüzüne çıkmaya devam etmiştir. Sözde egemenliklerini sürdürebilmek için bölücülüğü ve şiddeti meşru gören odaklar, bilinmelidir ki Türkiye’nin en büyük düşmanı ve en merhametsiz bozguncularıdır.


Kemalistler, İslam’ı irticacılıkla özdeşleştirip yıllardır Milli Güvenlik Siyaset Belgesinde 1.derece tehdit olarak addettirmeyi başarmış, katliamlar yapan PKK’dan bile daha tehlikeli gösterttirerek, Müslüman toplumumuzu yüce dinleri İslam’a karşı korkutabilmişlerdir. Resmiyette bugün dahi öyle değil mi?

Münafığın kafirden yetmiş kez daha tehlikeli olduğu gerçeği temel alınır ise; PKK’dan ve DTP’den çok daha tehlikeli Kemalist teröristler ve CHP’nin olduğu apaçık kavranabilecektir.

Düşmanını uzakta değil, her zaman yakınında ara…

“De ki; Bizim için Allah’ın yazdığından başkası bize asla erişmez. O bizim sahibimizdir. Onun için müminler yalnız Allah’a dayanıp güvensinler.” Tevbe.51